• bır nevi kozmopolitliktir. efendim istanbul yapısı itibariyle kozmopolitan bir yapıda olduğu için...(çotaaa) şeklinde cümleden cümleye sokulabilir.
  • (bkz: kanada)
  • gerek toplumsal, gerekse de bireysel bazda, eğer tabanı sağlam tutulmuşsa, yani içi boş değilse çok büyük bir zenginliği temsil eden olgudur.. tabi burada en hassas konu üniter devletin anayasal yani zorunlu, olmazsa olmaz kanunlarının çatısı altında, hoşgörü* ve eşitliğin sapasağlam ayakta durduğu ve eksiksiz uygulanıp, yaşandığı bir ortamın olabilmesidir..
  • bir postmodern yıkıcı unsur, bir soros elinde ülke yıkıcı oyuncağı, bir ülkeleri birbirine düşürme aracı filan değildir bu; öncelikle bir sosyal durum, bir çalışma alanıdır - onun ötesinde sosyoloji, kültürel araştırmalar gibi bölümlerde okutulan bir akademik disiplindir ve temel olarak kültürel odaklar arasındaki ilişkilerin dinamiklerini, bunların geliştirilme olanaklarını inceler.

    örneğin, londra'da yaşayan hint, doğu asya, güney afrika, ortadoğu ve diğer avrupa ülkeleri gibi tüm ulusların geldiği ve kaynaştığı bir ortamda sosyal iletişim olanaklarını geliştirmenin yöntemlerini arıyorsanız ve bu konuyla ilgili akademik bir makale üretirseniz, artık multiculturalism üzerine çalışıyorsunuz demektir.

    ama bazı durumlarda eleştirisinin yapılması gerektiği söylenir ki bu kısmen haklıdır, zira çokkültürlülük savunusu yaptığınız ve kültürlerin kendi varlıklarıyla kaynaştığı bir ortamı araştırdığınızda, o kültürün ezilenlerinin ezilmesini hoşgören bir tutum içinde de bulunuyor olabilirsiniz. örneğin isveç'te yaşayan zimbabweliler için kültürel haklardan bahsedebilirsiniz, ama zimbabwelilerin kadın sünneti yapması olasılığına karşı onlarla mücadele de edebilirsiniz; bunlar çelişen durumlar yaratır gibi görünüyorsa da, aslında pek öyle olmaz pratikte. bütün bunlar için çözümler işte bu disiplinin çalışma alanında araştırılır.
  • çokkültürlü bir toplumda vatandaşlık ve sivil haklar belirli bir kültürel kimliği ima etmez, osmanli imparatorluğunda çok da güzel deneyim edilmiş bu kavram belkide günümüzün en güncel sorunlarından kürt sorununu en tutarlı çözümlerinden biridir çünkü her türlü etnik milliyetçilik ideolojilerini yok sayar sadece vatandaşlığa dayalı milliyetçiliği belirtir bundandır ki bataklığımın son gülü potansiyeline sahiptir.
  • dilimize, çokkültürlülük ya da çokkültürcülük olarak çevrilen multiculturalizm, temelde çok kültürlülüğü benimseyen, savunan, teşvik eden bir politik akımın adıdır.

    kanımca, çok kültürlülüğün bir zenginlik olabilmesi, o ülkenin kendi şartlarına ve kendi gerçeklerine bağlı bir durumdur. bu yönden türk ulusu neredeyse tüm unsurlarıyla kaynaşık bir ulustur. ancak, italya, ingiltere, almanya gibi ülkelerin aksine ulus devlet olma sürecini tam anlamıyla tamamlamamıştır.

    batı medeniyetinin bize lütufta bulunarak yakıştırdığı kültür mozaikliğini ve bunun ne paha biçilemez bir zenginlik olduğunu gene “batı”ya bakarak anlayabiliriz. bugün ispanya, ülkesinin en zengin bölgesinde, devlet içindeki devlet konumundaki baskları kendisi için bir “zenginlik” olarak mı görüyor? aynı şekilde fransa için korsikalılar, paha biçilemez bir mozaik mi? fransa 1991 yılında “fransa halkının bir unsuru olan korsika halkı” ifadesini iptal ederken, mozaikten mi sıkılmıştı? anayasasının 2. maddesini, 1992’de “fransızca cumhuriyetin anadilidir” diye değiştirirken o mükemmel mozaiği bozduğunun farkında değil miydi, merak içerisindeyim.

    belçika, fransa, lüksemburg gibi ülkeler, azınlık hakları çevre sözleşmesini imzalamayarak neler kaçırdıklarının farkında değiller, almanya; topraklarındaki alman vatandaşı türkleri azınlık olarak değil de “göçmen işçi” olarak tanırken, “zenginlik” istemediğini mi belirtiyor? hayret. hollandanın etnik nüfusun, genel nüfusun %10’una yaklaşması karşısında, ilk hamlesi, etnik dil öğrenimine devlet desteğinin tamamen kaldırılması ve hollanda vatandaşlığına geçişin neredeyse imkansızlaştırılması oluyor madem; bu kültür mozaiği denen zenginlik, avrupa’da para mı etmiyor? ab üyesi yunanistan, ülkesindeki makedonları, arnavutları, türkleri gerçekten de bir zenginlik olarak algılıyor ama sanırım fazla zenginlikte gözü olmadığından olsa gerek, kendilerine pek nefes alma izni vermiyor.

    sonuç olarak, çok kültürlülüğün, “ulusal” imha silahı mı, zenginlik mi olduğunu, o ülkenin kendine özgü şartları iyice değerlendirildikten sonra karara bağlanması gerekiyor. kaldı ki bir ülkenin etnik mozaik olarak tanımlanabilmesi için, etnik nüfusun genel nüfusun %35’ini oluşturabilmesi önşart. türkiye’de bu oran, emik bakışla %15’i bile bulmuyor. kanımca devlet, bu gerçeği görerek, etniklik politikasını bunun üzerine kurmalı, çok sevgili müttefiklerimizin pipilerinin keyfine göre değil.

    ( menşe )
  • dilimize, çokkültürlülük ya da çokkültürcülük olarak çevrilen multiculturalizm, temelde çok kültürlülüğü benimseyen, savunan, teşvik eden bir politik akımın adıdır.

    kanımca, çok kültürlülüğün bir zenginlik olabilmesi, o ülkenin kendi şartlarına ve kendi gerçeklerine bağlı bir durumdur. bu yönden türk ulusu neredeyse tüm unsurlarıyla kaynaşık bir ulustur. ancak, italya, ingiltere, almanya gibi ülkelerin aksine ulus devlet olma sürecini tam anlamıyla tamamlamamıştır.

    batı medeniyetinin bize lütufta bulunarak yakıştırdığı kültür mozaikliğini ve bunun ne paha biçilemez bir zenginlik olduğunu gene “batı”ya bakarak anlayabiliriz. bugün ispanya, ülkesinin en zengin bölgesinde, devlet içindeki devlet konumundaki baskları kendisi için bir “zenginlik” olarak mı görüyor? aynı şekilde fransa için korsikalılar, paha biçilemez bir mozaik mi? fransa 1991 yılında “fransa halkının bir unsuru olan korsika halkı” ifadesini iptal ederken, mozaikten mi sıkılmıştı? anayasasının 2. maddesini, 1992’de “fransızca cumhuriyetin anadilidir” diye değiştirirken o mükemmel mozaiği bozduğunun farkında değil miydi, merak içerisindeyim.

    belçika, fransa, lüksemburg gibi ülkeler, azınlık hakları çevre sözleşmesini imzalamayarak neler kaçırdıklarının farkında değiller, almanya; topraklarındaki alman vatandaşı türkleri azınlık olarak değil de “göçmen işçi” olarak tanırken, “zenginlik” istemediğini mi belirtiyor? hayret. hollandanın etnik nüfusun, genel nüfusun %10’una yaklaşması karşısında, ilk hamlesi, etnik dil öğrenimine devlet desteğinin tamamen kaldırılması ve hollanda vatandaşlığına geçişin neredeyse imkansızlaştırılması oluyor madem; bu kültür mozaiği denen zenginlik, avrupa’da para mı etmiyor? ab üyesi yunanistan, ülkesindeki makedonları, arnavutları, türkleri gerçekten de bir zenginlik olarak algılıyor ama sanırım fazla zenginlikte gözü olmadığından olsa gerek, kendilerine pek nefes alma izni vermiyor.

    sonuç olarak, çok kültürlülüğün, “ulusal” imha silahı mı, zenginlik mi olduğunu, o ülkenin kendine özgü şartları iyice değerlendirildikten sonra karara bağlanması gerekiyor. kaldı ki bir ülkenin etnik mozaik olarak tanımlanabilmesi için, etnik nüfusun genel nüfusun %35’ini oluşturabilmesi önşart. türkiye’de bu oran, emik bakışla %15’i bile bulmuyor. kanımca devlet, bu gerçeği görerek, etniklik politikasını bunun üzerine kurmalı, çok sevgili müttefiklerimizin pipilerinin keyfine göre değil.

    ( menşe )
  • charles taylor'ın popülerleşmesinde büyük rol oynadığı, türkiye'de genellikle mozaik ve/veya köprü metaforlarıyla ya da hoşgörü söylemiyle savunulan kavramdır. kültürel görelilikle el ele, el ele verir bu çocuklar, ama ardında bir barış bırakır mı biz çocuklara, ıslanmış olmayan gözyaşlarıyla biraz şüpheli.

    kültürel görelilik, mozaik, köprü, hoşgörü, bunların hepsi ilk bakışta kulağa güzel gelse de, biraz yakından incelediğimizde, köprü olmak, birbirinden uzak, birleşemez karalar olduğumuzu kabul etmeyi, mozaik olmak, birbirinden keskin sınırlarla ayrılmış eşit, ama farklı renkler olduğumuzu varsaymayı da beraberinde getiriyor. hoşgörülü olmaksa genellikle, “doğru” olan tarafın “yanlış” olanı affetmesi, ona lütfen katlanması gibi bir anlamı çağrıştırıyor. yani mozaik modelinin gizlediği, ancak satır aralarını okuyarak fark edebileceğimiz hiyerarşik güç ilişkilerini açığa çıkartan bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.

    çokkültürlülük, 18. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan, büyük harfle ve tekil şekliyle, batı avrupa kültürünü işaret eden kültür anlayışına bir tepki olarak ortaya çıkıyor. bu dönemde sosyal evrim teorisi yüksek avrupa kültürüne ait olmayan her topluluğu, kültürlenmemiş, "doğal" topluluklar olarak, üzerinden kültürel evrimin arkeolojisini yapabileceği bir tür guinea pig olarak görüyorken, romantizm ve milliyetçilik akımlarının da etkisiyle çokkültürlülük kavramı, birbiriyle eşit, farklı kültürleri kabul etmeye başlıyor.

    buna göre, her birimiz kendi kültürümüzün içerisine doğuyoruz. neredeyse organik bir bağımız var o kültürle. fakat görünüşte daha demokratik gibi görünen bu bakış açısı, pratikte herkes kendi kültürünün daha üstün olduğu konusunda ısrarlı olduğu için ayrı dışlayıcı pratikleri de beraberinde getiriyor. ayrıca kültürü milletin sınırları içerisine hapsedip, bir milletin ya da etnik grubun içerisinde birbiriyle çatışan kimlikleri çoğunlukla görmezden geliyor.

    ve fakat, farklı alternatifler de mevcut. özellikle kültürler arası farklılıkları tespit etmek yerine, kültürlerin arasındaki etkileşime ve bunun sonucu olarak, ayırt edilemez şekilde birbirine karışan, birbirleri içerisinde eriyerek tek bir kültürü oluşturan özelliklere dikkat çeken çalışmalar tam da bu yeni alternatifleri denemeye çalışıyorlar sanırım. (bkz: ebru kültürel çeşitlilik üzerine yansımalar)
  • çoğulculuk & çoğulcu toplum ile karıştırılmaması gereken.. '60'larda konuşulmaya başlansa da son 20 yılın en popüler kavramı..
hesabın var mı? giriş yap