• hollandalı tarihçi rutger bregman tarafından kaleme alınan türkçe çevirisi gül özlen tarafından 2021 de yapılan kitap.

    sosyal psikoloji konularına ilgi duyanlar için gerçekten kitap kapağında da belirtildiği gibi “yeni bir insanlık tarihi” niteliğindedir. zimbardo'nun hapishane deneyi, sineklerin tanrısı, muzaffer sherifin deneyi ve daha pek çok öğrendiğimiz bilgiyi gözden geçirmemiz gerektiğini anlatır. tamam yazarın zaman zaman oldukça iyimser ve zorlayıcı çaba içinde olduğu görülüyor ancak dersi alan her öğrenci ve veren her hocanın haberdar olması gereken bir kitap bence.
    insanların başkalarına yardım etme davranışının altında bencil olmalarının yattığını savunan görüşlere karşın güzel bir alıntıyı paylaşmak isterim;

    “…saf bir özverinin olup olmadığı tartışmaları çok anlamsız. birisine iyilik yaptığınızda midenizin bulandığını düşünün. hayat nasıl bir cehenneme dönerdi acaba?
    güzel olan, iyiliğin bizi iyi hissettirdiği bir dünyada yaşıyor olmamız. yemeği seviyoruz çünkü yemezsek hayatta kalamayız. yardım etmeyi seviyoruz çünkü başkaları olmadan sararıp solarız . iyilik her defasında iyi hissettirir çünkü iyidir…”
  • yeni başlamış olmama rağmen gündem sebebiyle karanlıklara gömülmüş herkese tavsiye edeceğim kitaptır.

    ''...

    ikincisi, insanın iyiliğini savunmak erk sahiplerine baş kaldırmak anlamına gelir. güçlüler için insan doğasına iyimser bir açıdan bakmak büyük bir tehdittir. devlet açısından tehlikelidir. huzur bozucudur. bu yaklaşım, bizim yukarıdan yönetilecek, kontrol edilecek, tasma takılacak bencil hayvanlar olmadığımızı, kralın çıplak olduğunu ima eder. bir fabrikayı müdürler olmadan, motive olmuş işçiler yönetebilir. düşünceli yurttaşlardan oluşan bir demokraside siyasetçilere ihtiyaç yoktur.''
  • biyolojinin konusu olan değil de şairin üzerine konuştuğu, filozofun söz söylediği, dinin ilgilendiği, psikologların veya sosyologların çözümlemeye çalıştığı insan; karanlık, muğlak, çözümlenemeyen yönleriyle gerçek bir muamma.

    yaratılış felsefesi üzerinden baktığımızda iki zıtlıktan yaratılan insanın ikili bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. bir yönüyle çamur-balçıktan yaratılmışken diğer yönüyle allah'ın ruhundan üflemesiyle can bulmuştur. yani bir yanıyla kötülüğe, alçaklığa, kokuşmuşluğa meyilliyken diğer yanıyla iyiliğe, yüceliğe, zirvelere eğilimlidir.

    hristiyan teolojisine göre insan günahkar olarak doğuyor.
    kapitalizm, sistemi insanın doğal olarak bencil olduğu varsayımı üzerine kurmuş.
    birçok çevreci, insanları ekolojiyi mahveden bir veba olarak görüyor.
    niccolo machiavelli'ye sorarsan, "insanların genel olarak nankör, kararsız ve ikiyüzlü olduğunu söyleyebiliriz." diyor.
    amerikan demokrasisinin mimarlarından john adams da ondan geri kalmıyor; "bütün insanlar ellerinde fırsat olsa zorba olurdu." diyerek mukabelede bulunuyor. modern psikolojinin kurucularından sigmund freud ise, "bizler kanında öldürme aşkı dolaşan katil kuşakların çocuklarıyız." diyerek insanlıktan hepten sıtkını sıyırmış gibi konuşuyor.
    bunlara nietzsche, hobbes, luther, augustinus gibi pek çok düşünürü de ekleyebiliriz. hepsinin ortak kanaati şu ki; "insan kötüdür."

    haksızlar mı peki? katliamları, soykırımları, toplama kamplarını; adolf hitler'i, stalin'i, pol pot'u, ratko mladiç'i nasıl açıklayacağız? bunlar insanlığın istisnası mıydı yoksa insanın hayatında birkaç detayı değiştirince hepimizin içinden bir nazi çıkabilir mi?

    bir çırpıda ve net şekilde cevap verilemeyecek bu sorular somut bir örnek üzerinden sorulduğunda cevap netleşiveriyor. örnek şöyle:
    bir uçak düşer, üç parçaya bölünür. kabinin içini duman kaplar. bütün yolcular oradan çıkmaları gerektiğini düşünmektedir. peki sonra neler olur?
    a gezegeninde önce yolcular yanındakilere nasıl olduklarını sorar. zor durumda olanlara öncelik verilir. insanlar başkaları için hayatlarından vazgeçmeyi bile göze alırlar.
    b gezegeninde herkes kendini düşünür. tam bir panik ortamı oluşur. bu itiş kakış ortamında ezilenler olur. çocuklar yaşlılar ve engelliler ezilir.

    soru şu: peki biz hangi gezegende yaşıyoruz?

    katılımcıların yüzde 97'si b gezegeninde yaşadığımızı düşünüyor. oysa diyor bu soruyu soran sosyal psikoloji profesörü tom postmes, "biz a gezegeninde yaşıyoruz." ve iç geçirerek devam ediyor: "tarih boyunca yaşanan en büyük felaketler bile a gezegeninde yaşadığımızı gösteriyor."

    işte rutger bregman adlı hollandalı tarihçi bu soruyu ve verilen yüzde 97'lik cevabı merkeze aldığı "çoğu insan iyidir" başlıklı kitabında postmes'in iddiasının izini sürüyor. çevirisini yapan gül özlen'in başarısının da büyük katkısıyla okuması çok keyifli olan kitabında bregman, tabii ki insanın melek olduğunu iddia etmiyor. fakat kriz anlarında insan doğasının iyi yönlerinin açığa çıktığını savunuyor. sayısız bilimsel bulgu ile insan doğasının olumlu yanının gerçekçi olduğunu göstermeye çalışıyor.
    "insan kötüdür" algısının kasıtlı oluşturulduğunu iddia ederek bu algıyı büyüten dünyaca ünlü birçok sosyal deneyin maskesini indiriyor, bunları yapan bilim insanı kılıklı şarlatanı ifşa ediyor. büyük emek verdiği çalışmasında ezber bozan ve anlattığı her anekdotla okuyucusunu şaşırtmayı başaran bregman, naif bulunabilecek pek çok yaklaşımı da olmakla birlikte, yapısökümcü bakış açısını, güçlü önerilerle destekleyerek temelsiz konuşmadığını göstermeye çalışıyor.

    bregman'ın "insan kötüdür" algısının oluşumuna dair söyledikleri macar iletişimci george gerbner'in tezleriyle paralellik arz ediyor. çok televizyon izlemenin, dünyanın olduğundan çok daha kötü bir yer olarak algılanması sonucuna yol açtığını söyleyen gerbner, bunu "acımasız dünya sendromu" şeklinde isimlendiriyor. kısaca şöyle özetleyeyim:
    televizyon doğası gereği istisnaları öne çıkarıyor. ekranda sürekli saldırı, şiddet, cinayet, doğal afet, kaza, ölüm haberlerine maruz kalan izleyicinin gerçeklik kavrayışı değişiyor. oysa ekrandaki şiddet gerçek hayattaki şiddetin yüz misli gibi bir orana sahip. dolayısıyla dışarıdaki hayat olabildiğince sakin ve durağan akıyor olsa da ekranda öne çıkarılan istisnai olaylar nedeniyle izleyici tehdit altında olduğunu düşünüyor, aciz hissediyor. insanlarda dış dünyaya karşı oluşan korku, kaygı ve güvensizlik duyguları, devletin sert politikalarına ve otoriterleşmesine destek vermeye gönüllü hale gelmesiyle sonuçlanıyor.

    bregman da korkunç haberlere maruz kaldıkça ister istemez çarpık bir dünya görüşüne sahip olduğumuzu söylüyor. oysa diyor "gündelik hayat özünde iyidir." ancak insanların içindeki iyiliğin habercilikte bir karşılığı bulunmuyor. bregman, şiddet ve kötülüğün hayatın normali gibi sunulmasının medyayla sınırlı olmadığını, en çok satan tarih kitaplarının da genellikle felaketler, zorluklar, zorbalık, baskı ve savaşlarla ilgili olduğu tespitini yapıyor.

    bregman, "insanlar iyiliğe mi yoksa kötülüğe mi daha yatkınlar?" sorusunun cevabını, yüzyıllardır boks ringinde kapıştırılan iki büyük felsefeci üzerinden sorguluyor. bir köşede insanın yaradılıştan kötü olduğuna inanan, hayvani güdülerimizden kurtulabilmemizin tek yolunun güvenliğimizi önceleyip özgürlüklerimizden feragat ederek devlet erkinin kucağına oturmamızı salık veren thomas hobbes yer alırken diğer köşeye insanın özü itibariyle iyi olduğunu, insanı medeniyetin mahvettiğini söyleyen jean-jacques rousseau'yu yerleştiriliyor.

    hobbes için "insan insanın kurdudur." insanlar kargaşa ve kaostan kurtulup selamete kavuşmak istiyorlarsa ruhunu ve benliğini mutlak otoriteye teslim etmek zorundadır.
    rousseau'ya göreyse krallar ve bürokratların olmadığı doğal yaşamda daha merhametliydik, artık sinik bencillere döndük. tarım, kentler ve devlet bizi kaos ve anarşiden korumadı, tam aksine köleleştirdi ve lanetledi.

    bregman net biçimde rousseau'nun yanında yer alıyor ve bu tezleri desteklemek için tarihten ve günümüzden doyurucu onlarca örnek ve çarpıcı anekdot sunuyor. fikir vermesi açısından birkaç başlık vereyim:
    bir kurgu roman olan sineklerin tanrısı (adaya düşen bir grup çocuğun canavara dönüşerek birbirlerine cehennemi yaşatmaları) gerçek hayatta 1966'da 18 ay boyunca nasıl yaşandı?
    savaşlarda askerlerin sadece yüzde 20-25'inin ateş ediyor olması nasıl izah edilebilir?
    gerçekten tarih öncesi dönemde insanlar savaş nedir bilmiyor muydu?
    aydınlanmanın yanılgısı neydi?
    insan doğasına uygun olarak ne tür alternatif eğitim sistemleri ve cezaevi modelleri geliştirilebilir?..
hesabın var mı? giriş yap