• bi dusunce deneyidir. ilgili olarak (bkz: turing test) (bkz: ai) (bkz: dusunce) (bkz: deney) (bkz: hipotetik)
    lavugun tekini odaya koyarsiniz, bi tane kucuk penceresi olur odanin iceri cince sorular yazili kagitlarin iletilebilecegi. lavugun eline de yeterince kart verirsiniz cince seylerin karsiliklari olan.
    bu lavugun cince anlamli cevaplar uretip uretemeyecegi esas konusudur dusunce deneyinin.

    aradan geçen yıllarda fikrim değişmemiş. bazı konularda gelişirim, değişirim ama bu tip temel hususlarda bir nevi fikri sabitim galiba. dogmatik düşünmüyorum, ya da kendimi böyle kandırıyorum. özetle, kendimizi (homo sapiensi) konumlandırdığımız o yüce yerlere rağmen, çok basit, oldukça basit olduğumuzu ama bunu kabullenemediğimizi gösteren bir deneydir. çok gelişmiş, biyokimyasal bir makine olduğumuz fikri bizi derinden yaralıyor. bunu ifade ederken, bir gün gelip de öleceğimi bildiğim ama hiç ölmeyecekmişim gibi duyumsadığımdaki gibi, mantıken doğru bularak ama inan(a)mayarak yazıyorum.
    yirmibirinci yüzyılın bence en önemli devrimi bu konuda olacak, insanoğlu/kızı kendini doğru konumlandırmaya (biyokimyasal bir makine olduğunu kabul etmeye) cesaret edecek.
  • ingilizcede "strong ai" denen guclu yapay zeka fikrine karsi john searleın gelistirdigi bu saglam argumana verilen guzel bir yanıt su sekildedir:

    cin odasi duzeneginin tamami (yani komutlar silsilesi [bu arada bu komutlar silsilesinin bir sozluk olmadigini, cince kelimelerin ingilizcelerini vermedigini, yani semantik bilgi icermeyip yalnizca sentaktik, diger bir deyisle formal bilgi verdigini soylemek gerek], adamin izledigi algoritma, adamin kendisi vs) yapay zeka sahibi oldugu iddia edilen bilgisayara denk dusmektedir. ancak john searle sadece adamin cince bilmemesinden yola cikarak bu duzenegin cinceyi anlamadigini one suruyor. duzenegin tamamina bakildiginda, cince bilmesi gereken componentin icerdeki adam oldugunu mutlaka kabul etmemiz gerekmiyor. duzenegin tamamina baktigimizda ortada cince bilmek, cince anlamak dedigimiz seyin var oldugu soylenebilir.
  • turing, kendi adını ile anılan testi geçmenin ölçütünü sorulan sorulara insandan ayıredilemeyecek cevaplar vermek olarak göstermiştir. bu deney de temel olarak anlamak kavramını irdeler` ve bir soruya, belirli bir algoritmayı uygulayarak insandan ayırdedilemiyecek cevaplar vermenin konuyu ve hatta soruyu anlamış olmanın delili sayılamayacağını ileri sürer - ki kısmen haklıdır da.

    fakat kanaatimce ai karşıtı bu görüşün deneyin iki eksik noktasından biri anlamak kavramı üzerinde fazla inatçı olması ve sistemin her bir parçasının yaptığı işi ve sonuçlarını kavramış olmasını beklemesidir. oysa aşikardır ki hiç bir noronumuzun türkçeden bir bok anlamıyor olmasına rağmen bir bütün olarak beynimiz - en azından bir çoğumuzun ki - türkçe kelime ve sesleri algılayıp ayırdedebilme ve onları daha önceden öğrendiği kavramlarla eşleştirebilme yetisine sahiptir. ve hatta beynin esnek çalışma şekli sayesinde, bu anlamlandırma, farklı zamanlarda farklı sonuçlar üretebilmektedir. burdan hareketle deneyin ikinci eksik noktasına ulaşırız : deneyde bahsedilği şekli ile anlamak insana özgü bir algoritmadır ve tüm zekaların bu algoritmayı motomot uygulaması beklenmemelidir. nasıl ki ölçüt kabul ettiğimiz insanların herbirinde anlatılanı anlama yöntemi farklı ise başka tipte zekaların anlatılanları anlama yönteminin de farklı olabileğini kabul etmemiz gerekir.
  • beynin tüm işleyişi çözülse yine aynı testi makinelerin anlayamayacağına, bir algoritmayı sürekli uygulamanın anlamak sayılamayacağına delil gösterebilinir mi çok merak ediyorum. mesela bundan yüz sene sonra searle'yi alsalar koysalar bir odaya, bu yazdıklarımı okusalar da sorsalar anladın mı diye, evet diyince "ha ha kafanda iki tane kimyasal sentezlendi diye kendini anlamış mı sayıyorsun" deseler ne cevap verir duymak isterdim.
  • bir düzeneğin anlayabilip anlayabilemeyeceği sorununu inceleyen düşünce deneyi. aslında sorun bir düzeneğin "anlayabilmesi" olarak değil de, bir "zihin" sahibi olması şeklinde ifade edilirse daha doğru olur. zira anlamak demek, (kişi kendinden bilir ki) düşünmek demektir, zihin demektir, ve (yine kişi kendinden bilir ki) zihin "nesne"mize ait olmaktan çok, "içimizde" var olan bir şeydir. bir düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek insanın sağduyusuna aykırıdır, çünkü düzeneği oluşturan alt parçaları bilmekteyizdir, bunlar nesnelerdir, yani düzenek de nesnedir. düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek masanın sandalyenin, taşın, ağacın da zihin sahibi olduğunu kabullenmek anlamına gelir.

    bilim giderek insan vücudunun işleyişini daha çok ortaya çıkarıyor, ve görüyoruz ki insan vücudu da bir nesnedir. ve bu nesne zihin sahibidir. insanın zihin sahibi olduğunu kabul edip insanla aynı işlevleri gerçekleştirebilen başka bir nesnenin zihin sahibi olmadığını iddia etmek, insan zihnini diğer nesnelerden ayıran "nesne olmayan" bir etkiyi kabullenmek olacaktır. şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, masanın kendi maruz kaldığı ve tepki verebildiği etkiler alemi uyarınca bir zihin sahibi olduğunu kabul etmek, insanın nesne olmayan "ruhani" etki sayesinde, yani "ruh" aracılığıyla bir zihin sahibi olduğunu kabul etmekten çok daha bilimseldir.

    insan olmayan nesnelerin ve düzeneklerin zihin sahibi olacağını kabul edersek eğer, birden çok insandan oluşan düzeneklerin, insanlar ve başka nesnelerden oluşan düzeneklerin, yani insanın alt parçası olduğu üst sistemlerin de zihinleri olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.

    kural olarak diyebiliriz ki, dış etkileri algılayan ve bu etkilere depki veren her "şey" bu algı karar mekanizmasının içeriğinden oluşan bir "zihin" sahibir.

    çin odası düzeneğinin çinceyi anlamadığı doğrudur, çinceyi anlayabilmek için ülke, dil, toplum, kültür gibi karmaşık kavramların oluşabileceği insan zihni kadar zengin bir zihin gerekir. ancak çinceyi anlamamak hiç bir şeyi anlamamak demek değildir, bir "anlayış" sahibi olmamak demek değildir. çin odası, kartların etkileşimini belirleyen kuralları ve içindeki adamın kartlara yönelik "davranışlarını" içeren bir "zihin", bir kavrayış, bir "anlayış" sahibidir. ve benzer şekilde, (malesef bilimsellik adına iddia etmek zorundayım ki) iki arkadaştan oluşan bir arkadaş grubu, birlikte karar verip hareket ettikleri müddetçe iletişim kanallarını ve davranış alanlarını içeren, bu iki kişinin de zihninden bağımsız ve ayrı bir zihne sahiptir. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) bir insan tornavida ile duvardan vida sökmekte iken, insan, tornavida, vida ve hatta duvardaki yivlerden oluşan grubun, her parçasının davranış ve ilişkileri çerçevesince bir zihni vardır. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) vurduğumuz zaman kırılmaya karşı koyan bir taş, tekme algısı ile moleküler bağlarının etkileşimini içeren bir zihin sahibidir. bu zihinler alt zihinlerin işlevlerinden oluşur, ama alt zihinler üst zihnin kavrayışından, anlayışından haberdar değildir.

    çin odasının bir anlayışa sahip olabilirliğinin kabullenilmez oluşunun önemli bir nedeni de, sistemin alt zihinlerinden birinin insan oluşu, ve insanmerkezcil bakış açısı nedeniyle tüm sistemin bu insanın kavrayışına sahip olması beklentisidir. oysa ki her sistem kendi alt ve üst sistemleriyle entegrasyon halindedir ve her sistem kendi üst sistemiyle değerlendirildiğinde bir çin odasıdır. örneğin şu an bilgisayar başında ekşi sözlüğe yazı yazıyorum. yazı yazarken zihnimdeki kavramların birbirleriyle etkileştikleri karmaşık bir işleyiş vuku buluyor. bir "zihin" kavramını düşünürken çocukluk anılarımdan önümde duran bardağa kadar pek çok düşünceyi birbiriyle etkileştiriyorum. bu süreçte "bardak" kavramı kendi formasyonu dahilinde çeşitli davranışlar sergiliyor. bardak kavramı zihnimin bir ögesi, zihnimin içinde olduğu için onun "zihinsel" (sözüm ona ruhani) yapısını hissedebiliyorum. ama bardak kavramının ekşi sözlükten haberi yok. ekşi sözlük internet ortamında var olan bir sistem. elektronik aksamdan ve beş bin kadar insandan oluşuyor. ve benim bu bütünün işleyişinden haberim yok. evet, mantık yürüterek ve öğrenerek zihnimdeki "ekşi sözlük" kavramını geliştirebilirim ama bu sadece benim zihnimdeki bir kavramdır. çin odasındaki adamın çince anlamasının beklenemeyeceği gibi benden "fiber optik kablodan veri aktarımını" anlamam beklenemez. ekşi sözlük kendisine etki eden etkilere tepki verir, örneğin yazılım altyapısında ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar için mikrosoftla anlaşmalar yapabilir. ancak ekşi sözlüğün, yaptığı bu hareketin de içinde bulunduğu ülke ekonomisi, ülke kültürü, ve hatta dünya ekonomisini ve kültürünü "anlaması" beklenemez.

    evren herbiri içi içe geçmiş çin odalarından oluşmaktadır ve her zihin sahibi "şey" kendi zihinsel varoluşunun yalnızlığına mahkumdur. insanlar, anlayışı ve zihni kendi tekellerinde varsayıyorlar ancak çin odası sorunu öz itibariyle sadece çin odasıyla yahut ilerde varolacak androidlerle ilgili bir sorun değil, her bir diğer birey için geçerli bir sorundur. arkadaşımızla aynı şeye bakıyoruz ama aynı şeyi görüp aynı şeyi mi hissediyoruz? neden bir androidin zihinsiz bir zombi olübileceğini düşünüyoruz da arkadaşımızın zihinsiz bir zombi olabileceğini düşünmüyoruz? çünkü insan sosyal bir hayvandır ve kendini diğer toplum üyeleriyle, bireylerle özdeşleştirmeye içgüdüsel olarak programlıdır. kendine benzeyenleri kendi gibi varsayar. sadece "kendine benzeyenler" tanımının kapsamı değişebilir. insan, bana küçükken "hayvanlar düşünmez" diye öğretenler gibi sadece insanları kendinden sayabilir, hayvanlar için "onların da canı var" diyerek hayvanları da kendinden sayabilir, zencilere her türlü zulmü hak görerek sadece beyazları, hatta sadece "beyaz, anglosakson, protestan"ları kendinden sayabilir. yahut tasavvufta olduğu gibi "nefs"i sınıflandırırken "nefs-i tabii" diyerek cansız nesneleri, "nefs-i nebati" diyerek bitkileri, "nefs-i hayvani" diyerek hayvanları, "nefs-i insani" diyerek insanları, nefs sahibi olmak hususunda özdeşleştire de bilir. tabi tasavvufta nefs-i insani'den sonra insan-ı kamilliğe doğru gidiliyor ama şahsıma soracak olursanız nefs-i insani'den sonra "nefs-i içtimai", yani toplumsal nefs gelmelidir. bu gün bilim adamları karınca topluluklarını topluluktan öte "süper organizma" adı altında inceler ve değerlendirirken nefs-i içtimai kavramı pek abes kaçmasa gerektir.

    ancak şundan eminim ki insanların, kabullendikleri çevredeki bireyler dışındaki varlıklarla özdeşleşmeleri, çin odasının kendince bir anlayış sahibi olmasını kabullenmeleri, nesnelerin zihin sahibi olabileceğini düşünebilmeleri uzak ihtimaldir. zira ekonomiye her zaman "bizden olmayan", zulme layık bir iş gücü gerekir. bu ekonomilerin ideolojileri, zaten sosyal içgüdüleri dolayısıyla kendilerine bir "bizden olanlar" sınırı çizmeye eğilimli insanlara, gelecekte de sınırın ne olduğunu anlatacaklardır. geçmişte zenciler sınırın dışındaydılar, bu gün üçüncü dünya insanları sınırın dışındadırlar, ve önümüzdeki yüzyıllarda, alım satım fiyatları belli, ticari birer eşya olarak pazar oluşturacak androidleri zor günler beklemektedir. "yoksa android içi boş bir zombi mi" tartışması geleceğin ideolojisinin bu gün yapılan alt yapı çalışmasıdır.
  • searletarafindan turing testine karsi ortaya atilmis,bilmek ve biliyormus gibi davranmak arasinda fark olmadigini ortaya koymak isteyen paradoxtur. buna karsi olanlar icerdeki adamin cince bilmese bile kitap-adam ikilisinin cince bildigini iddia etmektedir (daha dogrusu intelligent oldugunu). paradoxun tanimlanisi acisindan da schrodingerin kedisiyle benzerlik gosterir.
  • problemimizin kaynagi su andaki programlama dillerinin yetersizligi ile aciklanabilir. nitekim yapay zekalarin cogu if-else rutinlerinden, ya da benzer yapidaki programsal sentakslarin, urunudur ve bu yuzden kullanicinin ateslemesine, ilk girisi yapmasina, ihtiyaclari vardir. bu da tum bilinc kavramini cin odasi paradoksuna indirger. insan zihni ise dusunmek icin baska bir zihne ihtiyaci yoktur ve kendi veri girisini, gerek duyusal, gerek dusunsel, kendisi yapar. duyusal girdiler duyu organlari tarafindan saglanirken, dusunsel girdiler o andaki tum herseyin toplanarak ve baglanti kurularak olusturulur ve bu dusunceleri etiksel eleginden gecirerek degersiz olarak siniflandirdigi dusunceleri isleme almadan islem gucunu bogmayacak hale getirir. bu etiksel elek ise dogdugundan bu yana yasadigi olaylarin etkisi ile olusan bir elektir ve kisiden kisiye degiskenlik gosterir, mesela hirsizligin odullendirildigi, veya normal karsilandigi, bir toplumda yetisen bir cocuk icin baskasinin esyasini izinsiz almak "kotu" degilken, yani dusunce elenmesi sirasinda elenmeyen bir dusunce degilken, hirsizligin, ornek veriyorum, ellerin kesilerek cezalandirdigi bir toplumda yetisen bir cocuk icin korkulan ve kendisine yasak koydugu, yani elekten gecemeyecek, bir dusuncedir.elekten gecenler bilince tasinirken, gecemeyenler bilincaltina gider ve orada da belli bir elemeye tabii tutulur saniyorum.

    belki de yanlis verdim ornekleri ancak sunu soyluyorum basitce:
    1- insan zihni hem duyusal, hem de dusunsel girdilerini olusturabilen bir varliktir.
    2- insan zihni aldigi tum girdileri siniflandirarak eleyerek bazilarini bilinc ustune tasir. ve geri kalan bilincaltina gider ve orada da elenir, kalanlar da gerek ruyalarla gerekse de bilincsiz yaptigimiz, inanc gibi, hareketlerde ortaya cikar.

    yapay zekalara donersek eger, kendi girdilerini olusturamazlar. duyusal organlari pekala saglayabilir ve bunlarin degerlendirmesini sayisal bir skala yaparak onun yorumlanmasi seklinde olusturabiliriz, ancak dusunsel girdiler, yani ilgisiz gorunen seyleri bir araya toparlayabilme, ise anlamayi gerektirir ve bunu da yapabilecegimizi sanmiyorum. bunu aciklayacagim az sonra, dusunsel elek ise if-else rutini olabilir. ancak girdilerin nasil siniflandirilacagi problemini cozmeden bu da yararsizdir. bu siniflandirma da anlamayi gerektirir.

    yani aslinda tum problem anlama, algilamada yatiyor. anlama nedir? anlama dedigimiz eylem basitce kelimelerin zihnimizde ifade ettigi degerlerdir. ve benim dusuncem, anlamanin aslinda duyusal algilarin toplami oldugu yonunde. yani savas dedigimde zihnimde olan sey kuru bir tanim degil, artillery atislari ve iki piyade grubunun birbirine girmesi ve sesler. anlam ise buradan ortaya cikiyor. "anlasmazligin siddetle cozumlenme yolu". cin odasi, anlamin kelime tanimlari oldugunu, sadece bu oldugu dusunulerek ortaya cikan birsey. ve anlam sadece kelimeler olsa dogru. problem su anki programlama dillerinin duyusal algiyi bilgisayara aktaramamasindan kaynaklaniyor. aktarsa da aradaki baglantiyi nasil kuracagi muallakta kalmakta.
  • john searlenin,makinenin insanla aynı şekilde anlayıp yorumlayabileceği yönündeki yapay zeka teorilerini çürütmek için kurguladığı bir paradigmadır.
    bir insan pencereli bir odada oturur. çince bilmez,ama elinde her çince cümlenin çince cevabı bulunan bir sözlük ya da kuralllar kitabı bulunur.kağıda yazılı olarak pencereden kendisine verilen cümleleri alır, sözlükte bunların karşılığına bakar ve cevapları gene yazılı olarak pencereden verir.uygun bir davranış sergiliyor olsa da, iletilen şey konusunda hiçbir şey anlamaz.bir bilgisayar modelinin yapabileceği en iyi şey olsa olsa budur.bu nedenle bilgisayar insan davranışını taklit edemez.yapay zeka sözdizimini (syntax) sağlayabilir, ama anlam-yorumu (semantic) sağlayamaz.
    çince odası akıllı makineler için kullanılan turing makinesimodeline karşı güçlü bir eleştiri olarak ortaya konmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap