• aralara girme tekniği™mle hitabı inceliyorum, üşenen için özet en sonda (klavyenizde end tuşuna basarak hızla inebilirsiniz):

    ''"sevgili kardeşlerim. sevgili istanbullular. çok değerli yol arkadaşlarım. ekranların başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarım. hepinizi muhabbetle selamlıyorum.''

    'tüm vatandaşları selamlıyorum' diye bağladığına göre barışçı bir giriş. (selam #4361067)

    ''bu istanbul gecesinde muhteşem bu coşkuyu, işte bu heyecanı bizlere yaşattığınız için sizlere teşekkür ediyorum. ''

    hangi muhteşem coşkuyu, hangi heyecanı? havaalanına gelmenin coşkusu mu?

    ''bu gece sadece sizleri değil, türkiye'nin her köyünde, her şehrinde nefes alıp veren her canı, kardeşlerimi selamlıyorum.''

    ikinci kere barışçıl bir yaklaşım

    ''ninelerimi, bacılarımı selamlıyorum. alınterini ekmeğine katık etmiş çiftçi, köylü, tüm işçi, tüm emekçi kardeşlerimi selamlıyorum.''

    yine barışçı, kucaklayıcı.

    ''türkiye kadar büyük, türkiye kadar vakur, türkiye kadar ağırbaşlı genç kardeşlerimi selamlıyorum. ''

    barışçı devam ediyor.

    ''şu anda istanbul'da, istanbul'un kardeşi saraybosna, bakü, beyrut, üsküp, bağdat, şam, gazze ... selamlıyorum... ''

    bu şehirlerin hususi olarak istanbul'un kardeşi olduğunu bilmiyordum ama sorun yok, yine barışçı.

    ''elbette istanbul'u tekrar tekrar selamlıyorum, her semtiyle, her mahallesiyle, her sokağıyla, yürekten selamlıyorum. size uzaktan selamlar getirdim. uzak diyarlardaki kardeşlerimden, fas'taki kardeşlerimin, cezayir'deki kardeşlerimin, tunus'taki kardeşlerimin selamını getirdim. allah kardeşliğimizi daim etsin inşallah. birliğimizi, dayanışmamızı daim etsin inşallah.''

    buraya kadar hala barışçı, bir sorun yok.

    ''ve oradaki kardeşlerimiz, yöneticilerimiz hep şöyle dediler: bunların hepsi geçer dediler.''

    hah mevzuya girdi. bunların hepsi geçer yargısına ben de katılıyorum.

    ''çünkü biz size inanıyoruz dediler.''

    sana inanmasalar da bunların hepsi geçer.

    ''sevgili kardeşlerim, yunus diyor ki "ben gelmedim dava için, benim işim sevi için, dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim." biz hiçbir zaman gönüller yıkmanın, gönüller kırmanın tarafında değil, gönüller yapmanın tarafında olduk.''

    bu konuda hemfikir değiliz. çünkü biz diye eğer kendinden bahsediyorsan bir lider olarak uzlaşmacı, iletişime açık, gönül almaya yönelik bir tek hareketini, sözünü dahi hatırlamıyorum. birisi sana karşı çıktığı anda onun itibarını zedelemeye çalışmak, onun küçük görmek, suçlamak, başkalarına şikayet etmek gibi tavırların ise hep var ve oldu. mevcut direniş de zaten bu tavrı merkeze alıyor.

    ''dik durduk, ama dikleşmedik.''

    diklenmedik demek istedğini varsayıyorum. oysa ki bir haftadır sadece dikleniyorsun. senin aldığın ve yürüttüğün kararlar eleştiriliyor, dinlemiyorsun. insan selleri barikatlar oluşturuyor, darbecilik ve çapulculukla suçluyorsun. eğer diklenmiyor olsaydın, açık iletişime geçseydin böyle olur muydu?

    ''bizim kavgayla işimiz olmaz. çatışmayla işimiz olmaz. bizim vandallıkla, vurup kırmakla, yıkıp dökmekle işimiz olmaz.'

    mevcut görüntüler ve belgelerde seni temsil eden sivil ve üniformalı polislerin hem vandallık, hem vurup kırma, hem de tedhiş ile işi oluyor. olmaması lazım diyorsan haklısın, olmadı diyorsan doğru bir iddiada bulunmuyorsun.

    ''kardeşlerim, biz yapmayı biliriz ve bugüne kadar yaparak, üreterek inşa ederek, türkiye'yi büyüterek bugünlere geldik. ''

    yapıcı olmakla yapı kalkınma işleri arasında sadece ses benzerliği var. mana olarak yapıcı olmak kalkınmaya değil adalete yönelik hareket etmek demek.

    ''şimdi altını çiziyorum. faiz lobisine rağmen buralara geldik. şimdi bu faiz lobisi ... bizi tehdit edeceğini zannediyor. şunu bir defa çok iyi bilmeleri lazım. bu milletin alınterini biz onlara yedirtmeyeceğiz. ''

    yine dolayımlarla konuşmaya başladın. faiz lobisinden kast ettiğin ne? daha açık konuşman tehdit eden kurum ve kişilerin ismini alenen belirtebilmen gerekmez mi? ayrıca faiz lobisi diye bir lobinin varlığından daha evvel bahsettin mi? ettiyasen ne zaman ettin? hangi bağlamda ettin?

    faiz lobisiyle aranın kötü olması için faizi yasaklamış, kısıtlamış, yasaklamak üzere olman gerekmiyor mu? 11 senedir iktidar olduğun halde böyle bir girişimin oldu mu? olmadıysa faiz lobisi niye seni *şimdi* karşısına almak istesin?

    ''bir bankanın gm'si çıkıp da bu vandalizmi yapanların yanında olduğunu söylerse, karşısında bizi bulacaktır.''

    hangi bankanın gmsi? niye açıkça karşına çıkan birisinden ismi ile bahsetmiyorsun? gıybete gireceğinden çekiniyorsan, çekinme; girmez. siyaset gereği kamuya açık edilen şeyler gıybet konusu değildir, çünkü muhatap aldığın şahısla iletişimi başlatmak için bahsedersin. siyaset gereği her zaman iletişimi sürdürebileceğinin garantisi vardır.

    ''biz bugünlere türkiye ekonomisini büyüterek geldik. karşımıza gelip sizin zamanınızda 5 kat zengin olduk diyenler şimdi bizimle uğraşmaya başladılar.''

    kim bu insanlar? 5 kat büyüdük diye mi senin karşına çıktılar?

    bu neden-sonuç ilişkilerini belirginleştirerek anlatabilmen gerekmiyor mu? anlatamıyorsan karışıklığa mahal vermemek için hiç bahsetmemen gerekmiyor mu?

    ''artık dünya türkiye'yi, türk insanını konuşuyor. nereden çıktı şimdi bunlar?''

    çünkü ilgin olmayan her türlü konuya, parti değil lider siyasetin gereği karıştın ve geri adım atmayı bilmedin. halk da kitlesel olarak buna isyan etti. dünya da bu kitlesel hareketi fark etti. özeti bu.

    ''biz bugünlere ya sabır diyerek, sabreden zafere ulaşır diyerek geldik. ''

    direnişin de temelinde aynı ruh ve saik var. hayfayf yapabiliriz.

    ''herkes şunu bilsin. biz türkiye'yi kardeşlik üzerine inşa ederek, büyüterek, kardeşliği yücelterek bugünlere geldik...''

    bu iddia varolan durum ile çelişiyor. ''geldiğimizi sanıyorduk'' diyorsan sorun yok. öteki türlü inkar psikolojisine girmişsin gibi duyuluyor.

    ''kardeşlerim. birileri diyorki başbakan %50'nin başbakanı olduğunu söylüyor.''

    kim diyor? nerede demiş? bir kaynak göstermek bu kadar zor mu?

    eğer birisi böyle bir şey dediyse yanlış demiş. sen bir yüzdenin değil bir ülkenin başbakanısın. ülkede de yüzde hesabıyla değil halkın iradesi ile demokrasi olduğu varsayılıyor.

    ''elinize dizinize dursun. biz bugüne kadar 76 milyonun hizmetkarı olduğumuzu söyledik. doğu-batı, ... hizmet götürdük. on yıl önce hakkari'de havaalanı açılacak dense, ığdır'da (şırnak'ta) havalimanı açılacak dese kim inanırdı? geldiğimizde 26 havalimanı vardı, 50 yaptık.''

    elinize dizinize dursun bedduası, ilk baştaki selam faslıyla uyuşmuyor. eğer haksızlık yapıyorlarsa, yanlışlarını dile getirmen yeter. beddua edersen yapıcı, sevgi dolu, hoşgörülü olarak tanıttığın girizgahla çelişiyorsun. yunus emre vurgun güme gidiyor.

    bahsettiğin 'hizmet'ler senin görev tanımın gereği gerçekleştirmek *zorunda olduğun* hizmetler. ortak bir hazineden aldığın geliri, ortak kalkınma projelerine yatırmak seni adam kayırmayan birisi yapmıyor.

    zaten mesele de kendi parti tabanını kalkınma hamlelerinde kayırdığın iddiası değil (o da, oranlılık gözetirsek, ayrıca var). mesele kendi parti tabanının ideolojisine yönelik olarak çalışıyor olman. o ideolojiyi de kendi şahsında somutlayıp gündeme ve kamuoyuna dikte etmen, yani liderlik siyasetin.

    bu elma armut ayrımı sebebiyle bu söylediklerinin hiç bir mantığı yok.

    ''karşımıza dikilenler bu hizmeti neden değil, kim yapıyor diye dikildi. ak parti yaptı. ak parti yapıyor.''

    benim bildiğim direnişe katılan kimse ''şu kalkınma ve bayındırlık hizmetini niye yapıyorsun?'' diye dikilmedi.

    hizmete bağlı olarak bakarasak yaptığın hizmeti (avm inşası için park katliamı) halkın bir kısmı istemediği için dikildi.

    hizmetten bağımsız olan toplum mühendisliği girişimlerine ise kim yapıyor diye dikilindi. ve sorunun yanıtı belliydi.

    sen yapıyordun. ak parti değil, sen, erdoğan.

    ''onlar da sandıkta yapamadıklarını sandık dışında yapmaya çalıştılar... ''

    sandıkta şu an uygulamaya konulan bir siyasayı protesto etmek gibi bir şey söz konusu olmadığı için, yapılan adaletsizliğe engel olmanın tek yolu protesto olduğu için halk olarak irademizi meydanlarda gösterdik.

    sandıkta çoğunluk seni desteklese *dahi* doğrudan bizim zarar göreceğimiz bir siyasaya, siyasete ve lidere karşı durmak zorundayız. sen de farklı kitleleri, yığınları karşı karşıya getirmemek için bunu gözeterek siyasetini yeniden belirlemek zorundasın.

    ''kimsenin etnik kökeni, ideolojisi, kökeni, bizim nezdimizde ötelenmiş değişldir. çünkü biz bu milletin, 76 milyonun efendisi değiliz. hizmetkarıyız. biz birlikte türkiye'yiz. biz beraberiz, biriz. türkiye'de yaşanan hadiseleri anlayışımız bu. okuruz, analiz ederiz, sonra adımımızı atarız. ak partinin başarısı çatışma ... değildir.''

    buraya kadar dediklerin kitabi doğrulukta şeyler. bunu söyledikten sonra gelmesi gereken şey ne bakalım:

    ''ancak şunu bilmeleri lazım. biz akif'in nesliyiz. bu diğerlerinin işine gelmeyebilir.''

    şimdi biz kimiz? siz kimsiniz? diğerleri kim? az evvel hizmetkardın, herkes birdi, şimdi hangi ara biz, siz , diğerleri diye üçe ayrıldık?

    "zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! adam aldırma da geç git!, diyemem aldırırım. çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! zalimin hasmıyım amma severim mazlumu."

    ideolojisinden bağımsız olarak çalakalem yazıldığı belli olan bu şiirin hitabetin akışıyla bağdaşır bir yönü yok. zulüme uğradığı için hakkını arayan kitle *adına* bu şiiri okuduysan, şiirden sonra o zulümden sorumlu tutulan kişi olarak bir özür, ya da, savunma gelmesi şart.

    bakalım ne geliyor:

    ''sevgili kardeşlerim, biz nasıl demokrasiye, seçime, milli iradeye saygı duyuyorsak, bize de saygılı olmalarını istiyoruz. ''

    demokrasiye saygılı olmak zaten seçimi de, seçimi kapsayan halk iradesine de saygıyı gerektiriyor. sana saygılı olabilmek için senin de onlara saygılı olman gerekiyor. öteki türlü saygılı olunması gerektiği için, yani şekilciliğin hatrına saygı talep etmiş oluyorsun.

    ''biz yola çıkarken bir şey dedik. hedef ileri demokrasidir ve bunu başaracağız.''

    ve istifa ederek, geri adım atarak hala başarma şansın var.

    '' kardeşlerim, emaneti veren millettir. emaneti alacak olan da sadece millettir. millet dışında hiç kimse bu emanete el uzatamaz.''

    milletten kast ettiğin halksa, bu konuda da hemfikiriz.

    ''sandık dışında hiç kimse bu emanete dahledemez.''

    bu kısımda anlaşamıyoruz. eğer demokrasiye saygın varsa, demokrasinin, yani halk-iradesinin sandık dışında da iktidarın meşruiyetini sorgulama, hakkını arama, iradesini gösterme kabiliyeti, hakkı ve gücü olduğunu bilirsin.

    bu, 'saygı duyulması gereken bir hak' bile değildir; bu halk-yönetimini mümkün kılan halk iradesinin takendisidir. yasalar bu iradeyi merkeze alarak yapılır, seçimler bu iradeyle şekillenir, emanet bu iradenin mecburi buyruğuna göre oluşturulur. yani kısacası, halk iradesi kendi kural ve işleyişini yaratır; mevcut bir işleyişe 'kural bu' diye uyumlanmaya çalışmaz.

    halkın iradesi etik dışı mıdır? hayır. halkın iradesi etik işleyişin de belirlendiği, belirginleştiği alandır.

    misal halkın bir kısmı halkın başka bir kısmının siyasetinden zarar görmeye başladığı anda etik olarak, ******çoğunluk olma, seçimi bekleme lüzumu gözetmeksizin******, itiraz ve isyan etmek hak ve imkanına sahiptir.

    bu hak ve imkana da en temelinde nefsi müdafa zorunluluğundan sahiptir; ulvi ve uhrevi bir yerden kendisine 'tamam koçum hakkın ve imkanın varmış' güvencesi verildiği için değil.

    mevcut direniş de bu durumun, bu zaruretin, etik haklılığın, adalet arayışının tecellisinden başka bir şey değildir. 'demokratik bir hak olarak' saygı duymaktan, hürmet etmekten önce dahi sırf bu nesnel hakikati sebebiyle sayılmalı ve dikkate alınmalıdır.

    ''on buçuk yıldır bu emaneti kutsal bildik. canımız gibi koruduk, canımız gibi korumaya davem edeceğiz.''

    kitlesel direniş bu konuda senle hemfikir değil. gerekçeleri de soyut ya da izafi değil. doğrudan senden canları yandığı için isyan ediyorlar. kendilerini müdafa etmek refleksi ile hareket ediyorlar. ve etik olarak doğru bir şeyi yapıyor olmanın iç huzuruna sahipler.

    ''burada bir sıkıntı var, açalım orayı, güvenlikten yardım alalım. bu kardeşimizi çıkartalım... ''

    bu kısım alakasız, geçiyorum.

    ''hiç kimsenin ama hiç kimsenin bu ülkede hukuksuzluk yapmasına, demokrasiye kast etmesine, vandallık yapmasına, yakıp yıkmasına, kamu malına, insana zarar vermesine göz yumamayız. ''

    burada kavramlar iç içe geçmiş.

    öncelikle hukuksuzluktan kasıt ne? pozitif hukuk çerçevesinde mi konuşuyorsun, doğal hukuk çerçevesinde mi? eğer çerçeven doğal hukuksa, sana karşı başlatılan bu isyanın ruhunu anlaman ve sırf doğal hukuka itibarın sebebiyle istifa etmen gerek. çünkü sana doğal hukuk temel ve müştereğinde itiraz ediliyor. senden çapulcu ahlakı ile değil, doğal hukuk güvence ve gerekçesiyle şikayetçi olunuyor.

    ve komedi dans üçlüsüne tam bu noktada dönüşüyoruz: sen de şansa bak ki doğal hukuğu tanımıyorsun.

    çünkü yasallık çerçevesindehareket ettiğin sürece demokrasiye saygılı hareket ettiğini varsayıyorsun.

    çünkü yasallık çerçevesinde hareket ettiğin sürece yanılamayacağını, başka bir etik gözetmeye de gerek olmadığına hükmetmişsin.

    vandallığı da yine doğal hukuk çerçevesinde *değerlendirebilmen* gerekiyor.

    eğer halkın emniyetinden sorumlu güç onun can ve malına kast ettiyse, çadırlarını yakarak, biber gazı sıkarak olayları başlatan etkiyi yarattıysa, ona verilen tepki nasıl şiddetten *tamamen* uzak olsun?

    anlaman için yardımcı olacaksa soyutlayayım:

    şimdi lütfen kafanda canlandır: haksızlığa uğradığını düşünen bir grup var. o kadar haksızlığa uğradıklarını düşünmüşler ki kalkıp protesto etme lüzumu hissetmişler. ve protesto ederken bir daha haksızlığa ve şiddete uğramışlar. üstüne onlara destek için gelen de ayrıca şiddet ve haksızlığa uğramış. böyle bir dizi haksızlığa uğramışsın, arabesk filmindeki şener'e dönmüşsün. haksızlığa uğrama sarmalına girmişsin ve çıkamıyorsun. ve sen artık özür bile dilemeyeceğin (ve dilemediğin) insanlardan ne bekliyorsun? zulmün katmerlisini gördüğünü düşünen, buna tecrübeyle inanmış bir grup insanı eyüp peygamber sabrı gösteremediği için mi kınıyorsun?

    samimiyetle soruyorum: sen o sabrı gösterebilir miydin?

    dahası, emniyet güçleri halka saldırıyorsa, mala ve cana zarar veriyorsa ve emniyette görevli kimse hakkında ***soruşturma dahi açılmıyorsa***, buna karşı tepkinin nasıl ve ne gerekçeyle şiddetten uzak olması gerektiğini iddia ediyorsun?

    bir de ayrıca vandallık dediğin sırf yakalım yıkalımdan mı yapılıyor? bir kısmı barikat inşa etmek gibi nefsi müdafaya yönelik bir önlem maksadıyla yapılmıyor mu? burada hala saf vandallık eleştirisi yapılabilir mi? yani adamın kendini savunmak için araç devirmek zorunda kalması mesele değil, aracın devrilmiş olması mı mesele? adama nasıl bir şey saldırıyor da araç devirmesi gerekiyor? bunu da hesaba katamaz mıyız?

    hadi düz vandaldan bahsediyor olalım. o zaman yine karşılıklı oran gözetmeliyiz: emniyet içinde dahi tahrikçiler olduğu müştereken kabul edilmiyor mu? oranlama gözetirsek direnişçiler içinde de mecburen tahrikçilerin olması beklenemez mi?

    bütün bu soruları kendine sorabilmek için bir önbilgiye, terbiyeye sahip olmana bile gerek var mı? akil ve oranlı düşünmek yeterli değil mi?

    ''şimdi, gezi parkı'nda [yuuuh!] sayısı 15'e bile varmayan ağaç için yapılan gösteriler arkasında 3 hayat bıraktı. iki genç can verdi, bir polis şehit oldu.''

    bu şöyle de yorumlanamaz mı: ''ülke çapında kitleler tarafından protesto edilmeme ve protestolara gereksiz, kanunsuz ve aşırı polis şiddeti karışmış olmasına rağmen rağmen ihtiyaden dahi geri adım atmadığım için 3 kişi hayatını kaybetti''

    bu yorumda doğrudan sen sorumlu olmuyor musun? senin istifa etmen gerekmiyor mu? senin hüküm giyip cezasını çekmen gerekmiyor mu

    ''şimdi ben buradan bir şey söylüyorum. bu gençlerin ölümü ne kadar önemliyse, benim polisimin ölümü, şehadeti de o kadar önemlidir.''

    önemliyse bu kadar gün boyunca nasıl oldu da geri adım atmadın? önemliyse olaylar büyürken, türkiye tarihinin en büyük kitlesel eylemleri olurken neden ülkedışında önemsiz ziyaretler yapmayı kendine öncelik edindin?

    ''bu polis kimin polisi? bu ülkede can güvenliğimizi korumak için görev yapıyor. teröristin, anarşistin, vandalizmin karşısına dikiliyor....

    polisin görev tanımı halkın emniyetini sağlamaktır. görev tanımı kimlik ve ideolojilerin karşısına çıkmak değil, emniyeti sağlayacak önlemleri almaktır. eğer bu önlemleri almak yerine senin siyasetine hizmet ediyorlarsa, salt görev gözeterek sana itaat ederken, kendi tahrik ettikleri halkla çatışmak zorunda kalıyorlarsa bu artık halkın polisi değildir; senin polisindir.

    görev tanımlarının ne olduğu, geçmişleri, ayrıca yaptıkları diğer hizmetler bu gerçeği değiştiremez. siyaset gereği halkın emniyetini tehdit eden sen bile olsan, ki sensin, seni engellemeleri gerekmez mi? gerekir. engelleyebiliyorlar mı? hayır. niye engelliyemiyorlar? çünkü yasa sana dava açılmasını imkansız hale getirmiş.

    bu durumda yasallık hukuka mı hizmet etmiş oldu, sana mı hizmet etmiş oldu?

    ''ne diyorlar, polisi çekin. ne olacak? ''

    polisi çekin, bağlamı içinde değerlendirilmeli. ''polisi üzerimizden çekin'' ayrı bir şey, ''polisi komple yok edin'' ayrı bir şey. protesto sırasında şiddete uğrayan herkesin ''polisi üzerimizden çekin'' deme hakkı var. hele ki sözkonusu polis hakkında yasal takip yapılmıyorsa, yani polis mesuliyetten münezzehse, polisi komple 'gönderin' deme hakları da var. niye? çünkü emniyet dediğimiz kurum kanundışı hareket etmeye başladığı zaman sivil yöntemlerle denetlemek çok zor oluyor.

    ''burası yol geçen hanı değil. burası tc devletidir. ''

    o yoldan geçen de zaten türkiye cumhuriyeti vatandaşı değil mi? kendi vatandaşının kendi sesini duyurmak için kendi yollarında varlık göstermek *zorunda kalması* yanlış değil, varlık göstermesi mi yanlış?

    ''ve kamu kurumlarına, araç gereçlerine, sivil vatandaşların araç gereçlerine, insanlara saldıranlara karşı polisimiz görevini yapmıştır.''

    polis önce kendisi tahrik edip, sonra kendi yarattığı soruna karşı 'gerekeni' yapıp 'sadece görevlerini yapıyorlar' mantığı ile savunulamaz. polis görevini kötüye kullandığı anda, kanunsuzluk yaptığı anda, sorumluluk tüm teşkilatındır. halkın güvenliğini tehdit eden silahlı grup polis dahi olsa, diğer polislerin sorumluluğu devam eder. çok fantastik gelebilir ama halka gereksiz yere şiddet uygulayan bir polisi başka polis tutuklamalı, ya da, durdurmaya çalışmalıdır. eee niye öyle değil diyorsanız sebebi belli: çünkü ben bu bahsettiğim polisin sorumluluğunu teşkilata, ya da, devlete değil halka yönelik olarak kurguladım. gerçekteki ise öyle değil. ve bundan çok mutsuzuz. bundan mutsuz olurken bile bundan mutsuz olmak zorunda kalabiliyoruz. tamamen barışçı gezi parkı eylemcilerine yönelik gereksiz şiddeti protesto ederken ekstradan dayak ve gaz yemek nedir allansen?

    neyse özüne dönersek:

    halk, polisin kanundışı hareket etmesi sebebiyle oluşan anarşi ve kanunsuzlukta olanlardan doğrudan sorumlu tutulamaz. kanundışı hareket eden polis'e müdahale etmeyen diğer emniyet birimleri ise hala sorumludur.

    ''aşırı güç kullanmış olabilir. özrümüzü yardımcım belirtti.''

    olabilir mi, kullanıldı mı? olabilirse özür dilenmesi dahi gerekmiyordu. olduysa özür dilenmesi gerekiyor ama olaylardan doğrudan sorumlu tutulabilecek kişinin, yani senin özür dilemen gerekiyor. özürün de yetmiyor, ölüm ve yaralanmalara sebep olan bir olaydan dolayı istifa etmen, dokunulmazlığını kaybetmen, ardından hakkında suç duyurusu ile dava açılması gerekiyor. eğer o davada hüküm giyersen de hükmünü kabullenmen gerekiyor.

    ''konuyla ilgili içişleri bakanım gereğini yapıyor. takipçisidir.''

    konuyla ilgili gerek içişleri bakanında değil sende bitiyor. sadece senin takip edebileceğin bir konuyu başkasına takip ettirmek o işi yapmamak demektir. yani takipsiziktir.

    ''ama bunların üzerinden kimsenin bize saldırmaya hakkı yoktur.''

    sana saldırmaya olmasa da, seni suçlamaya hakkı vardır. her suçlama saldırı değildir, bazen sadece ispatlanabilir bir suçun açıkça dile getirilmesidir. suçluysan kabul edebilirsin, değilsen kendini savunur ve beraat edebilirsin. tek seçenek de yok.

    ''başkomiserimizin daha doğmamış bebeği anne karnında yetim bırakıldı.''

    ve yukarıda dile getirdiğim sebepelerden dolayı bunun niahi sorumlusu sensin.

    ''çoğu polis-dükanlar yağmalandı, esnaf zarar gördü, bunlar ... ''

    ve yukarıda dile getirdiğim sebepelerden dolayı bunun hem asli, hem nihai sorumlusu sensin.

    ''utanmadan, sıkılmadan eline türk bayrağını yaktılar''

    sembolle gerçeği mukayese ediyorsun. ağır tahrikten sonra bir sembolün yakılmasına duyulacak öfke, tahriği yaratan sorumlunun tahriğe devam etmesi, hala istifa etmemesi, hakkında dava dahi açılamamasının yarattığı gerçek öfke yanında bir hiçtir. bayrak eğer bir milletin bağımsızlığını, özgürlüğünü temsil ediyorsa, temsil ettiği özgürlük yok olduktan sonra artık sembolik güvenceden ötesini veremez.

    ''bunları yaptılar. ... gazeteciyim diyerek, sanatçıyım diyerek, siyasetçiyim diyerek son derece sorumsuz bir şekilde ayrımcılığı, hukuksuzluğu kışkırtmanın alasını yaptılar. ''

    yönetici olarak sen demokratik bir talebi dinlemeyerek, demokratik talebe saldırılmasına izin vererek, saldıranlar hakkında gerekli hiç bir tedbir almayarak, alman gerektiği zamanda ülke dışına çıkarak sorumsuzluk yapmış oldun. dahası başta selamladığın, kucakladığın kişileri şimdi suçlar oldun.

    hukuğu hem yasalar nezdinde, hem de etik çerçevede koruyamadın.

    ''vandallığa, tam anlamıyla hukkusuzluğa dönüşen bu eylemler hemen son bulmalıdır.''

    vandallığa dönüşmeyen, polisin müdahale etmediği her yerde bir festival havasında geçen bu eylemler hukukun uygulanışının ta kendisidir. mala verilen zarar gerekçe gösterilerek halk iradesi küçümsenemez, aşağılanamaz, son bulunması istenemez ve beklenemez.

    ''terör örgütlerine araç olan vatandaşlarımız bu gösterilerden uzak durmalıdır.''

    terör örgütü iddiası da halihazırda terörün geldiği tek kaynak polisken anlamsız bir hedef gösterme oluyor.

    ''benim masum vatandaşlarım!''

    bu hitabın hiç bir manası yok. ortada bu boyuta gelmiş bir karışıklık varsa. hele hele senin iddia ettiğin gibi refah döneminde bu, yaşanabilyiorsa, 'masum vatandaş' diye bir şey mümkün olabilir mi? iki taraftan birisinin hukuksuzluğa katkı ve destek çıktığı kesin değil mi? ayrıca hangi suçtan masum olan vatandaşlardan bahsediyoruz?

    ''bu demokrasiden uzak davranışlardan, hukuksuzluktan uzak durmalıdır.''

    gösteri ve eylem hakkı hukuki olarak tanınmış bir haktır. yasaların bu hukuku sınırlaması, mevcut yasaların dışında gelişen direniş ve eylemleri hukuksuz kılmaz, sadece adaletsiz yasaların gözünde yasadışı yapar. mevcut yasalarda dahi sen ve emniyet isnat edilebilecek suçların ağırlığı gözetildiğinde daha yasadışı hareket ediyorsunuz.

    ''ne yaparsak hukukla yapacağız. bunun dışında her yolu, 76 milyon olarak gayrımeşru görecek, karşısına dikileceğz.''

    eğer böyleyse, senin karşına dikilmemiz gerekiyor. çünokü hem yasalara, hem de doğal hukuka aykırı hareket ediyorsun. bu durumda direniş de meşruiyetini bir kez daha kazanmış oluyor.

    ''siz on gün boyunca vakardan, sağduyudan, aklıselimden taviz vermediniz. asla vermeyeceğiz.''

    vatandaşlarım diye herkesten bahsettiğinden yine kimden bahsettiğin anlaşılmıyor. eğer bu direnişe katılmayanların katılmamasından bahsediyorsan bunu sadece 'sağduyu, aklıselimlik, vakar' ile izah etmek zorunda değiliz.

    emin olamamak, kafası karışmışlık, korkaklık, mağlubiyetçilik, eslimiyetçilik, biat kültürü de direnişten uzak durmaya sebep olmuş olabilir. onlar adına konuşmak yerine onların kendini dile getirmesi daha doğru olur.

    ''sizin elinizde tencere tava yok, değil mi? [yok] işte bu çok önemli. siz sokaklarda tencere tavayla dolaşanlardan değil, elinde bilgisayarla dolaşan gençlik olacaksınız.''

    tencere tava çalanlar bilgisayar ile protesto yapmıyor olsalardı bu tenkidin belki bir manası olabilirdi. oysa ki ikisi aynı anda mümkün, ve mevcut.

    bilgisayarla dolaşmak da, eğer kendi haklarını, ya da, komşusunun haklarını görememeye sebep olacaksa, o da makul bir hedef gibi görünmüyor.

    ''büyük türkiye'nin gençleri, büyük türkiye için kararlılıkla ... sürdürecek.''

    türkiye'nin büyük, orta boy, pöti olması gerekmiyor. insanlar kararlılıkla sürdürdükler her şeyi değerleri ve hakları için sürdürür. mevcut direniş de büyük türkiye gibi bir içi boş ideale değil, mevcut türkiye, mevcut hayat standardına yönelik sürüyor.

    ''siz mazlumların umudusunuz. siz ortadoğunun, afrikanın, balkanların örnek gençlerisiniz. siz büyük adımlar atacak, büyük yerlere ... siz aldanmayacak, aldatmayacaksınız ''

    bu kısım doğrudan direnişçilere de söylenmiş olabilir, tutarlılık açısından bir sorun göremiyorum

    ''[tekbir...] gençler, ben her birinize teşekkür ediyorum. sizlerin nezdinde türkiye'nin bütün gençliğini kucaklıyorum. anadolu'daki, trakya'daki kardeşlerimi, yeryüzündeki tüm dost ve kardeşleri yürekten selamlıyorum. ''

    belirsiz hedefler, düşmanlar gösterip saldırgan ve uzlaşmaya uzak bir tutum sergiledikten sonra yine 'selam' kanalına geri dönüyorsun. eğer selam'dan anladığın şey böylesi bir saldırganlıksa, selamının sende kalması, verdiğinde almamamız en doğrusu olur.

    ''sevgili istanbullular, emin olunuz türkiye'nin yükselişini allahtan başka hiçbir güç engelleyemez''

    bu kısımdaki iddianın da içi boş.

    niye boş? çünkü allah gibi bir bilinemez, sorgulanamaz üzerinden kuruluyor.

    sen direnişin türkiyenin yükselmesine engel olduğu hükmünde haklı olsan dahi allah bundan etkilenmiyor. çünkü eğer allah türkiye'nin yükselişini engellemek için bu direnişi yarattıysa (ki yaratmış olabilir nereden bileceğiz?) o zaman senin de direnişi engelleyememen gerekiyor. allahın ne yapmak istediğini bilmediğimiz sürece de allah'ı haklılık ve başarıya teminat göstermenin bir manası olmuyor.

    '' şehit başkomiserimiz ve hayatını kaybeden iki gencimizi yad ediyor, yakınlarına başsağlığı diliyorum. "sevinin mehmedim başlar yüksekte, ölsek de sevinin eve dönsek de, sanma bu tekerlek kalır tümsekte, yarın elbet bizim elbet bizimdir, gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir." allah ... yolumuz bahtımız açık olsun diyor, sizleri rabbimize emanet ediyorum."

    bu son kısım yine konuşmanın bütününden kopuk bir kısım. içinde ölmek, eve dönmek, tekerin tümsekten kurulması, yarınları ele geçirmek gibi 'savaş dönemi' imgelemleri uçuşuyor. yine direniş'in ruhuyla uyumlu, direnişten uzak durmak atıllığı ile uyumsuz bir açıklama.

    --

    son yorum:

    eksiler: hitabın genel olarak saldırgan ve kışkırtıcı bir tonu var. önceki konuşmalarında olduğu gibi bir anlatım bütünlüğü yok. iddialarını ispatlamıyor, ispatlamaya yanaşmıyor. içi boş kavramlara, iddialara, düşmanlara atıfta bulunuyor. tabana sevimli görünecek söylem ve edebiyata giriyor. karşısında toplanan kitleyi gözeterek konuşmayı bir coşturuyor, bir itidale çekiyor.

    artılar: kendisini karşısına almış grubu ise artık tanıyor. onlarla pazarlığa girmek için kitlesel bir çatışmaya açık olduğu sinyalini veriyorsa da ilk kez özür dilemekten, polisin şiddetin dozunu artırmasından bahsediyor. bunlar siyasi manevralar için attığı hazırlayıcı adımlar olarak okunabilir. yani geri gitmedi ama boşta gaza bastıktan sonra, geri vitese attı diyebiliriz. gaz pedalına basmaya zorlamak için iyi bir fırsat.

    sonuç ne olursa olsun erdoğan bu hitabıyla da haklı, etik olduğunu ispatlayamıyor, kendi sorumluluğunun suç kabul edilmesi gereken etkileri olduğunu tanıyor ve kabul ediyor (insanların ölümü, yaralanması, vb). neden-sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirilidiğinde bu, gelecekte erdoğanın mahkumiyetinde belirleyici bir unsur olarak değerlendirilebilir.

    yani özetle: ben ense karartacak, kafa düşürülecek bir şey göremiyorum. gittikçe daha korkan, daha çaresizleşen, 3. richardlaşan bir başbakan görüyorum.

    (bkz: erdoğan'ın son gecesi)
  • utanmadan yunus emre'den alıntı yapıyor ya, kendisine yine yunus emre'den şu atıfta bulunmak istiyorum:

    "emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanın, rehberi şeytan olur."
  • an itibariyle emine erdoğan da engelliler için konuşmayı çeviriyor. kalabalığın yuhlaması gereken yerlerde başını iki yana sallıyor, alkışlamaları gereken kısımlarda da başını yukarı aşağı sallıyor. bu iki hareket yetiyor zaten oradakileri yönetmeye.
  • selamlara doymayan bir konuşma. antarktika hariç her yere selam yolladı. yazık değil mi penguenlere :(
  • izleyemeyenler için özeti aşağıda;

    - allah
    - illlah
    - peygamber
    - kitap
    - biz
    - onlar
    - onlar
    - benim
    - polisim
    - halk
    - onlar
    - onlar orospu çocuğu, iyi olan biziz
    - allah
    - yolumuz açık olsun

    sonuç olaraktan:
    ülkeyi böldü. tebrikler iyi halt ettin.
  • garanti bankası canım ya ne isa'ya ne musa'ya yaranamamıştır.
  • ahahaha

    "artık dünya türkiye'yi konuşuyor" dedi :)

    evet ya, senin medyan konuşamıyor bi tek, problem o zaten.

    konuşan ne diyo bi de dil bilsen de anlasan.
  • şu adam şam'ı bağdat'ı selamlarken "taksim'i, kuğulu'yu, gündoğdu'yu da selamlıyorum." deseydi türkiye çağ atlamıştı amk.

    nerede bu fikri verecek danışman.
  • tarih kayıtlarına iki farklı şekilde girebilecek vaka. ya akp faşizminin resmi başlangıcı, ya da akp-mhp'nin çatırdaması, sermayenin ve liberallerin taraf değiştirmesi, cemaatin daha demokratik bir çizgiye oturması v.b. bir dizi olayı da barındıran minor bir devrimin fitilinin alevlenmesi.

    işin ironik yanı ise, bu iki ihtimalin bizden ve onlardan ziyade, çankaya köşkü'nde oturan adam tarafından belirlenecek olması. zira abdullah gül'ün direniş hususunda yapacağı manevralar, politik istikbalini de etkileyecek. ya tayyip'in arkasında kalıp silinip yok olacak, ya da tayyip'in karşısında daha demokrat, daha çağdaş bir personaya bürünüp haşmetmeaplarının antitezi olacak. eğer ikinci şıkkı seçerse cemaatin ve batı yanlısı sermayenin gül'ün arkasında duracağı neredeyse kesin.

    yazık, gerçekten çok yazık! bir ülkenin başbakanının, elinden geldiğince barışçıl bir dille hak talep eden gençlere, sanatçılara ve en nihayetinde halkın belli bir kısmına mahalle kabadayısı jargonu ile aba altından sopa göstermesi, ve utanmadan, arlanmadan, saçına karışmış beyazlara aldırmadan bunu bir marifet, bir lütufmuş gibi sunması utanç verici.

    çok merak ediyorum, günlerden beri medyada komplo teorisi ve provokasyon üreten sözüm ona irfan sahibi yalakalar, beleş otobüsü, metroyu duyar duymaz havalimanına akın edip taksim'i ezeceğini haykıran bu gözü dönmüş güruh için nasıl bir sıfatı reva görecekler?
  • ölen polise allahtan rahmet dilemiş ölen 2 gence dilememiştir. tarihe not düşülsün !!!!
hesabın var mı? giriş yap