• melbourn-avusturalya müzesinde sergilenen 57nci alay sancaginin tanitim plaketinde sunlar yazmaktadir:
    "bu alay sancagi gelibolu savas alanindan getirtilmistir, ama esir edilmemistir. türk ordusu'nun geleneklerine göre bir alayin sancagi, alayin son eri ölmeden teslim edilemez. bu sancak, sonuncu muhafizin da altinda ölü olarak yattigi bir agacin dalina asili olarak bulunmustur. kahramanlik timsali olarak karsinizda duran bu türk alayi sancagini selamlamadan geçmeyin."

    kur'an-i kerim'de şehitler hakkinda söyle bir ayet var:
    "şehitlere ölüler demeyin. bilâkis onlar diridirler, fakat siz onu anlayamazsınız."

    selam olsun 57nci alayin kahraman erlerine.
  • 19. tümen'e bağlı bulunan 57. alay 25 nisan sabahı anzakların hücumunu conkbayırı bölgesinin hemen altındaki kılıçbayırında karşılamıştır. alay aynı tümen kuruluşunda bulunan 72 ve 77inci alaylar yetişip, kocaçimen ve kabatepe üzerinden taarruza geçinceye kadar, arıburnu çıkarma sahasını ve buraya boşaltılan bir tümen kıymetindeki kuvveti, denize açık sırtlarda ve ağır donanma topçusu ateşi altında 27inci alay (bu alay 9. tümen kuruluşuna bağlıdır ve sabah saatlerinde düşmanla ilk teması kurmuştur. zaiyatlı, cephanesi az, birlikleri dağınık ve eratı yorgundur.) ile birlikte tespit etmiştir.alayın bu hareketi, anzak kolordusu kuvvetlerinin conkbayırı-kocaçimentepe bloğuna çıkmasını ve bu blok üzerinden mal tepesi istikametine sarkmasını önlemiş, bu sayede hem çanakkale müstahkem mevkiin boğazı kapayan ağır topçusunun hem de seddülbahir'de güçlerinin çok üstünde bir düşmanla karşı karşıya gelmiş bulunan 9. tümen'in 25 ve 26ıncı alaylarının kuşatılmasını önleyerek çanakkale savaşlarının kaderini değiştirmiştir. bu alayın ve alayın başında bizzat bulunan 19. tümen komutanının inisiyatif kullanma cesareti mevcut olmasa idi, 27inci alay bir kolordu kıymetindeki anzak kuvvetleri karşısında yalnız kalacaktı. desteği olmadığı ve mevcudu sınırlı olduğu için kıyılar hattında dağılan bu kuvvet kocaçimentepe platosunda hakimiyet kuramayacak, düşmanın kocaçimentepe platosuna ulaşması halinde ondokuzuncu tümen boğaziçi kıyılarına atılarak harekat yeteneğinden yoksun bırakılacak, mal tepe düşecek, bu tepenin düşmesi ile önü açılan düşmanın savunmanın arkasına sarkması ile seddülbahir'de savaşan alayların ikmal hatları kesilecek, önlerindeki bir orduya yakın kuvvetle destek ve ikmalden yoksun karşılaşan bu iki alayın direnişinin kırılması ile müstahkem mevkiin kilidi alçıtepe düşecek, müstahkem mevki topçusunun susması ile çanakkale boğazı ve istanbul kaybedilmiş olacaktı.
    edit ve not: niye kötülendiğini bin yıl düşünsem anlayamayacağım entrydir.
    ikinci edit ve not: nanu'nun uyarısıyla biraz toparlanmaya çalışılmıştır, bir de böyle bakın.
    üçüncü edit ve teşekkür: düzeltmeler için trocero'ya teşekkürler.
  • doktorunun istanbullu bir rum olduğu alay..halen şehitlikte diğer şehitlerimiz ile birlikte yatar bu kahraman rum doktor..bugün ülkemizde kürtçe ikinci resmi dil olsun,güneydoğuya özerklik verilsin diyenlerin bu alayın şehitliğine gidip şehitlerimizin memeleketlerine bakmalarını öneririm..istanbullusundan karslısına urfalısından konyalısına yanyana omuzomuza bu vatan toprakları için savaşmış ve yine yan yana yatmaktadırlar...ayrıca sadece bir tepeyi vermemek için şehit olan bu alayımızın bugün vatan topraklarının para karşılığı yabancılara satıldığı düşünülürse kemiklerinin sızladığı düşünülebilir..gelecekte bir gün bir ingiliz koca çimen tepe ve conk bayırını bir kaç milyon dolara almaya kalkabilir ve bizim medyamız hala ülkemize dolar girişi oldu borsa arttı doların fiyatı düştü diye manşetler atabilir...

    alone boyun verdiği bilgi üzerine edit : 57. alayın kahraman rum doktoru yüzbaşı dimitroyati imiş..
  • dünya üzerinde en çok madalya sahibi olmasından dolayı dünyanın en kahraman alayı olduğu söylenmektedir. ve mustafa kemal atatürk' ün açıklamalarından okuduğum kadarıyla tamamı şehit olmuş bir alaydır.

    savaşın kaderini değiştiren adamın en güvendiği alay olduğu için conkbayırı'nda önde bu alay yer almıştır. mustafa kemal' in yüzünü kara çıkarmamışlardır.

    ruhları şad olsun.
  • bu kahramanların anısına o günden bu yana türk ordusu'nda 57. alay bulunmamaktadır.
  • şehitlikteki "dünya askerlik tarihinin en kahraman birliği 57. alay" başlıklı yazıdan alıntı yapacak olursak:

    "18 mart 1915 deniz zaferimiz sonucunda ortaya çıkan bozgun, itilaf devletlerini, karadan destek almaksızın yalnız donanma ile boğazın geçilemeyeceğini gösterdiğinden, karaya çıkarma kuvveti hazırlamaya sevk etti.

    25 nisan 1915 günü sabaha karşı avustralya ve yeni zelanda askerlerinden oluşan kolordu, arıburnu'na çıktı. sarp yamaçlara doğru ilerleme kaydeden düşman kuvvetleri hiç ummadığı bir anda 261 rakımlı tepede 5. ordu ihtiyat tümeni kumandanı yarbay mustafa kemal ve bir grup askerin sarsılmaz direnişiyle karşılaştı. mustafa kemal herhangi bir emir almadığı halde 57. alayı bir dağ bataryası ile takviye ederek karşı taarruz için arıburnu'na sevk etti.

    olayın geri kalan bölümünü bizzat mustafa kemal'den dinleyelim:

    bu esnada conkbayırı'nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. size şu muhavereyi aynen okuyacağım! bizzat bu efradın önüne çıkarak:
    - niçin kaçıyorsunuz? dedim.
    - efendim düşman! dediler.
    - nerede?
    - işte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

    filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileri doğru yürüyordu. şimdi vaziyeti düşünün: ben kuvvetlerimi bırakmışım. efrat on dakika istirahat etsin diye...düşman da bu tepeye gelmiş...demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyette ducar olacaktı. o zaman artık bunu bilmiyorum. bir muhakeme-i mantıkiye midir yoksa sevk-i tabii ile midir bilmiyorum.

    kaçan efrada:
    - düşmandan kaçılmaz, dedim.
    - cephanemiz kalmadı, dediler.
    - cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.

    ve bağırarak bunlara süngü taktırdım, yere yatırdım. aynı zamanda conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının "marş marş"la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. kazandığımız an bu andır.

    bir koca muhaberenin ufacık bir lahzeye bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!"
  • günümüzde 57. alayın sancağının melbourne müzesinde olduğuna dair bilgiler vardır internette. bu da kahramanlık adına yayılmıstır. "sancağı tutacak kimse kalmadı" seklinde ama işin doğrusu o şekilde değildir.

    57. alayın hepsi canakkale'de sehit olmamıs, daha sonra birçok cephede savasmıslardır. "57’nci alay, çanakkale cephesi’nden sonra, önce galiçya cephesi’nde savaşmış, ardından bağlı olduğu 19. tümen ile birlikte filistin cephesi’ne intikal etmiştir. 19. tümen 23 eylül 1918 tarihinde ingilizler’e esir düşmüştür. 57. alay’ın da 29 temmuz 1917 - 23 eylül 1918 tarihleri arasında filistin cephesi’nde birçok muharebeye katıldığı, son olarak nablus meydan muharebesi’nde mevcudunun hemen hemen dörtte üçünden fazlasını kaybettiği ve daha sonra muharebe gücünü yitirerek ingilizlere esir düştüğü tespit edilmiştir." bunun üzerine 57 alay böylece ordu bünyesinden çıkarılmış, aziz hatırasına saygı nedeniyle bir daha da kurulmamıştır. bugün türk ordusunda 57. alay yoktur. ancak bazı kaynaklarda 57. alayın ege’de kurulan 57. tümen ile karıştırıldığı görülmüştür.

    genelkurmay baskanlığı'nın sancak ile alakalı acıklaması söyledir:
    “57. alay çanakkale muharebelerinden sonra 30 kasım 1915’te sultan v. reşat’ın iradesiyle altın gümüş imtiyaz ve harp madalyaları verilmiştir. bu madalyalar 25 nisan 1916 tarihinde istanbul-şile arasında bulunan çelebi köyü’nün kuzeydoğusunda toplanan alayın sancağına törenle takılmıştır. dolayısıyla alay sancağının çanakkale muharebeleri sırasında avustralyalıların eline geçtiği iddiası doğru değildir. bazı yayınlarda bu sancağın bugün melbourne müzesinde sergilendiği iddia edilmektedir. bu iddialarla ilgili melbourne müzesinin de içinde bulunduğu dört müze adına victoria eyalet müzesi tarafından gönderilen cevabi yazıda ellerinde 57. alaya ait bir sancak bulunmadığı bilgisine ulaşılmıştır.

    57. alay çanakkale cephesinden sonra önce galiçya cephesi’nde savaşmış, ardından bağlı olduğu 19. tümen ile birlikte filistin cephesine intikal etmiştir. 19. tümen 23 eylül 1918 tarihinde ingilizlere esir düşmüştür. 57. alayın da 29 temmuz 1917- 23 eylül 1918 tarihleri arasında filistin cephesinde birçok muharebeye katıldığı, son olarak nablus meydan muharebesinde mevcudunun hemen hemen dörtte üçünden fazlasını kaybettiği ve daha sonra muharebe gücünü yitirerek ingilizlere esir düştüğü tespit edilmiştir.

    günümüze dek geçen sürede 57. alay sancağına ilişkin herhangi bir bilgi aydınlığa kavuşamamıştır. ancak türk ordu geleneği göz önüne alındığında alayın ingilizler tarafından esir alınırken sancağını teslim etmeyerek imha edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.”

    genelkurmay baskanlığı
  • kurtuluş savaşı'na, çanakkale savaşı'na, milli mücadele'ye dair her filme her programda gözleri dolar babamın. ne düşündüğünü, aklından ne geçtiğini bilmem, merak ederim de soramam.
    şehirlerarası gelen her misafirimize uygulanan klasik edirne turumuzun da ilk durağı şükrü paşa anıtıdır. babam, ne yapar ne eder işlerini ayarlar ve bu turun ilk durağı olan şükrü paşa anıtı ziyaretine bizzat rehberlik eder. istisnasız her ziyaretinde de gözleri dolar.

    babaannemi 1991 sonbaharında kaybettik. yıllar ilerleyip yaşlandığını anladığı yıllardan birinde, "ölmeden çanakkale'yi görmek istiyorum" demişti. radyoda her çalışında sesi açılan türküde sözü edilen ve içinde aynalı çarşısı olan çanakkale'yi... babasının şehit düştüğü çanakkale'yi...
    mesleği nedeniyle babaannemi gelibolu yarımadasına babam götürememişti, bu görevi halam ile amcam devralmıştı.
    döndüklerinde sorduk, şehitlikleri gezmişler, babaannem çok etkilenmiş bu geziden. babasıyla ilgili bir şeyler sormaya kalktım amcama, "kocamaaan yer, bulunur mu hiç be!" cevabını alıp oturdum yerime.

    2006 senesinde ramazan bayramı'nda havanın güzel olmasını da fırsat bilerek planımı uygulamaya koydum. bayramın 2. günü sanki o anda aklıma gelivermişçesine ev halkını ayağa kaldırdım; "haydi gelibolu'ya gidelim!"

    benim için babama güzel bir armağan, annem için hoş bir gezi, babam için tarihi bir yolculuk, ablamın çocukları için dede ve ananeyle geçirilecek güzel bir seyahat. gezecek çok yer olduğu için acele eden ben bir yanda, annemin ve 9 yaşındaki yeğenimin çiçek toplama sevdası diğer yanda...
    uzunköprü-keşan arasında ilk molamızı veriyoruz. kahvaltımızın ardından yola devam. yeğenin elindeki bir avuç papatyayı görüyorum. "dayı baksana ama çok güzeller" diyor. "tamam ya! burnuma sokmasan da görebilirim!"

    milli parkın girişinde duruyoruz, geride kalmış olan abimleri bekliyoruz. onların da ilk gelişiymiş, taa ilkokuldayken geziye gelmişler. rehberlik bana kalıyor. atatürk'ün evi pazar günü olması nedeniyle kapalı. o ziyaretin yerine o köyden birer kasa domates alıyoruz. ikameye bakar mısınız...
    önce buruna kadar gidiyoruz seddülbahir'den abşlayarak alçıtepeden geçip alt yol boyunca ilerliyoruz, anzak koyunda oyalanıyoruz biraz.
    sonra üst yola çıkıyoruz.
    57. alay şehitliğine geliyoruz.
    babam önden ilerliyor, anıttaki yazıları okumaya başlıyor.
    annem yavaş yavaş peşinden ilerliyor.
    yeğenim en arkadan geliyor, girişteki küçük bir kız çocuğunun son istiklal gazisine çiçek verişini canlandıran heykeli inceliyor.
    babama sesleniyorum, dedesinin adının hüseyin olduğunu biliyorum da; gerisi yok.
    - babaaa, dedenin babasının adını biliyor musun?
    diyorum, yani ben dediğimi sanıyorum, oysa sesim çıkmıyor.
    - babaaaa
    duyuramıyorum. çok da fazla bağıramıyorum, şehitlikteyiz.
    annem dönüp bakıyor, beni mi duydu yoksa gayri ihtiyari mi baktı, bilmiyorum.
    umrumda da değil.
    - anne, babamın dedesinin baba adı neymiş?
    - ne bileyim ben, dur sorayım.
    olduğum yerden kımıldamıyorum. sanki o noktayı kaybedecek ve bir daha bulamayacakmışım gibi duruyorum aynı yerde.
    - hüseyin olabilirmiş, nooldu?
    - babamı çağırır mısın...
    yeğenim geliyor annemle birlikte yanıma.
    yeğenim taşın üstünü okuyor: "hüseyin oğlu hüseyin. 1893. edirne"
    - kim ki bu?
    - dedenin dedesi olabilir.
    daha ihtimal üstünde bile dururken, elindeki papatyaları taşın kenarına bırakıveriyor. elinde sıkmaktan sapları bütünleşmiş, kendileri solmaya yüz tutmuş papatyaları...
    babam geliyor yanımıza:
    - noldu be?
    - doğum tarihi tutuyor mu acaba?
    - neyin?
    yeğenim sabırsız, "dede baksanaaaa, edirneli hüseyin işteee"
    - babam bir şeyler mırıldanıyor, babaannemin, babasını savaşa uğurlarkenki yaşı, babaannemin yaşı devreye giriyor. "22 falan ol'cak işte be" diyor babam
    1893'ü 1915'ten çıkarınca 22 buluyoruz.
    ayrılmak istemiyorum taşın başından.
    biliyorum, kemikleri orada değil, biliyorum o taş sembolik... ama ayrılamıyorum başından. gururlanıyorum.
    babamın neler hissettiğini ise hayal bile edemiyorum.
    kimse konuşmuyor uzun bir süre. ne kadar süre geçtiğini bilemiyorum, toplaşıp conk bayırına geçiyoruz. boş boş bakıyoruz conk bayırından aşağıya, ovayı seyrediyoruz. hala kimse konuşmuyor.
    milli parkın çıkışında, abimlerle ayrılıyoruz; onların yolu bursaya doğru. ilk konuşma orada oluyor, iyi yolculuklar diliyoruz.
    hazır sessizlik bozulmuşken yeğenim soruyor:
    - dede senin deden 57. alayda mı şehit olmuş?
    cevap gelmiyor, zaten cevap verilmesi beklenen bir soru da değil bu. bir şaşkınlık sorusu.
    belki o taş babamın dedesine aitti, belki de değildi. ad, baba adı, yaşı, memleketi aynı olan kaç kişi vardır bilmiyorum. ama bence ona aitti.

    o gün bu gündür ne zaman 57. alayın adını duysam, içimi garip bir duygu kaplar, yetim büyüyen babaannemi hatırlarım, öylesine aradım babacım deyip babamı ararım.
    gururlanırım; bana ne oluyorsa...
  • şehitliğe gelirsiniz, kapıdan içeri girerken zaten sizi bir gariplik kaplar. hep gözünüzün önüne getirmeye çalışırsınız o savaşı, o anları. askerleri hep nedense büyük insanlar olarak düşünürsünüz, öyleymiş gibi hissedersiniz. taki o şehitlikteki taşlara bakana kadar. isimleri yazar, memleketleri yazar, yaşları yazar. her birine bakarsınız, sizden büyük yaşta birini ararsınız, ama bulamazsınız. tüm askerleri şehit olan birliğin yaş ortalamasının az çok 20 olduğunu anlarsınız. tekrar tekrar düşünürsünüz. siz olmasaydınız acaba şimdi biz napıyor olurduk diye. allah sizden, ailelerinizden razı olsun, ruhunuz şaad olsun..
  • "bizim için can vermiş dedelerimiz" deyince; yaşlı, ak sakallı, ne biliyim büyük adamlar çağrışır kafada otomatikman. aslinda bizim bu "dede" dediklerimiz 17, 18, 19, 20 yaşlarında, mert, yiğit, korkusuz delikanlılar. 57. alayın hepsi böyleydi. hepsi allah'a kavuştu. biz ne yaptık bu "dedelerimize" layık olacak? hiç.
    çaldık-çırptık, hortumladık, aldık-sattık, ezdik, işkence yaptık, linç ettik vesaire vesaire... oyakbank'ta bir salona isimlerini vermişler. çok enteresan. bir mahalle, bir semt adı olmayı bırak, bir sokak adı bile olamamış.

    her neyse. onlar allah katında allah'tan.
hesabın var mı? giriş yap