• 6 şubat depreminde ve sonrasındaki süreçte bulunduğum şehir.
    gördüm ki hiçbir şey değişmemiş. 90-91'deki büyük madenci yürüyüşünde nasıl tüm şehir tek vücutsa bugün yine öyleydi. 92 yılındaki grizu patlamasında nasıl sessizce, çırpınarak yaralarını sarmissa aynısını başka kentlerde başka insanlar için yapmaya çalışıyordu ve bunu acıyı yaşamış, onunla hemhal olmuş bir anadolu bilgesi ruhuyla yapıyordu.
    hiçbir zaman kadim medeniyetlerin beşiği olamayacak zonguldak ya da kültür sanatın başkenti... ama madencisi ve halkıyla ona atfedilen "emeğin başkenti" sıfatını da kolay kolay bırakacağa benzemiyor.
  • gurur duyulası madencilere sahip şehirdir.
    keşke deprem ilk öğrenildiğinde üretim dursaydı ve tamamı deprem bölgesine gonderilseydi.
  • şu anda devrek, çaycuma, gökçebey ilçeleri ile bakacakkadı, saltukova, çaydeğirmeni, beycuma ve filyos beldesi başta olmak üzere yüzlerce köyü ile birlikte kendi tarihinin en büyük sel felaketlerinden birini yaşıyor. tıpkı 25 sene önce olduğu gibi.

    ama medyada yine yok. yine yalnız, yine terk edilmiş bir kent. ilk günlerde medyada bir iki işe yaramaz görüntü ile geçti. burada bile yeterli ilgi görmemiş ki bu başlığa kaç gün sonra ikinci girdiyi ben yazıyorum. ama bu kentin insanı sizi öyle yanız bırakmadı. değil mi?

    6 şubat merkezli hatay ve maraş depremlerinde o çok övündüğünüz, domuz damını günlerce öve öve bitiremediğiniz, enkazdan sessizce çok sayıda can çıkaran o madencilerin çoğu, işte bu ilçelerde ve köylerde yaşıyor. ve onların evleri, malları ve tarlaları şu an sel altında. belki bazıları yakınlarını kaybetti. neredesiniz?

    burada ne kadar zarar olduğunu sildim sildim tekrar yazdım ve yine sildim. buna şu an için gerek yok. deprem bölgesinde şov yapmayan madencilerin hemşehrileri de acılarıyla şov peşinde koşmuyor. ve galiba bu yüzden ilgi görmüyor.

    galiba en doğru tanım bu: evet, zonguldak halkı ne kahramanlıklarıyla ne de acılarıyla şov yapmadıkları için ilgi görmüyor; kendi hallerinde yaşadıkları için. olsun başınız sıkıştığında onlar yine yardıma gelir. biz hep buradayız.

    edit: beycuma ve filyos beldeleri eklendi. uzakta olduğumdan yeni yeni haberim oluyor.

    debe editi: debe için teşekkürler. biraz hayıflanır gibi yazmışım ama insanların seslerini duyuramamasına ve hakkettiği gündemi görememesine içerlemişim anlaşılan, bazı ihmalkârlıklar da olunca.

    edit 3: imlâ
  • doğdum ve tanımlamaya başladım bu şehri ben.
    duygusal mı davransam mantıksal mı davransam diye hep ikilemde bıraktı beni bu yaşıma kadar. günümüz ne kadar önemliyse, geçmiş günümüzden daha önemli gelir bana ''zonguldak'' denildiğinde.

    boğuk, karanlık, ruhsuz ve kirli değildi; çünkü başka şehir görmemiştim hiç. denizinin kumsalı kara, yollardaki çamuru kara, camlarının pervazları karaydı ama o karalıklarda damla damla bembeyaz kalpli insanlar yaşadı. bu şehirde çocuk olmak yeterdi... seni tanımazdı ama sana çikolata alırdı gülümseyerek, bahçesinden çiçek koparıp eline tutuştururlardı, top oynarken terinizi kontrol eden yaşlı bir el sırtınıza girip çıkar, duruma göre 1 bardak soğuk suyu da beraberinde getirirken ''aman terli terli camiden soğuk su içmeyin! cama tıklayın ben size su veririm'' derdi. hep korur hep mutlu etmeye çalışırdı el birliği ile çocukları bu şehir.

    sabah camdan bakmaya doyamazdım. pos bıyıklı, buharlı tren gibi duman çıkaran insanlar ölümle boğuşmaya giderlerdi. sessiz bir film gibiydi ve filmin sonunu bir ses belirlerdi '' allaha ısmarladık'' diye. fakat bu film hep bu ses ile noktalanmazdı, çünkü babam da diğer emekçiler gibi vardiyalı çalışırdı.

    hafif sigara kokusuyla karışmış bir sokak kokusunu hatırlatır bana bu şehir. bu kokuya baba kokusu da eklenince ortaya çocuk yaşta kafamda kurduğum ''emek'' kavramı çıkar. o işe gider, karanlık yerlerde bize ekmek parası bulmaya çalışır, kocaman farelerle savaşır bazen, bazen de en yakın arkadaşının geçirdiği kazayı anlatırdı büyük ve ünlü bir roman gibi...

    annemin pişirdiği yemeğin camda oluşturduğu buhara yazardım ben ''zonguldağa'' değil ''zonguldak'a'' yazısını. müfettiş girince sınıfa heyecanla yaşadığı yerin adını bile unuturdu sınıf arkadaşlarım çünkü. dikkatli olmak gerekirdi öğrenirken birşeyleri... neden mi ? ''biz okuyamadık ama siz okuyacaksınız, büyük adam olacaksınız! ben sizler için yerin yedi kat dibinden ekmek kazanıyorum'' sözü hiç kimsenin aklından çıkmazdı oralarda.

    sporcu kağıdı oynardık, taso oynardık, bilyalı tekerleklerden tahta arabalar yapıp yokuştan aşağı salardık kendimizi. ağaçlara çıkar ormanlarda kaybolurduk, ayaklarımız simsiyah eve gelip annemizden azar iştirdik, çünkü orada yer de kara idi gökte kara...

    kilimli'de otururduk biz, hep gidemezdik merkeze. ateri kasetleri orada satılırdı, kebap orada daha güzeldi, okul açılmadan önce yeni çantalar, kalem, kutuları defterler, kalemler, silgiler oradan alınırdı hep. babanız ikramiye alınca, zonguldak yolu gözükürdü. hiç kimse bir çocuk gibi mutluluk hormonu salgılamamıştır ateri kasedi alırken, kebap yerken, gezerken ve izlerken denizi elinde boyalı uçan balonuyla zonguldak'ta... devran amca vardı, cennet ne sorusuna çocukların vereceği cevapların başında gelirdi hep. girerdiniz, gezerdiniz, beğenirdiniz... en sevdiğiniz oyuncağı oradan alıp çıkarken madenci heykeli selamlardı sizi.

    trenler... çok önemlidir zonguldak'ta trenler... trenin sesinin değmediği yer yoktu neredeyse. gece rüyanızdan öğlen çalan çıkış zilinize, denizdeki dalga sesinden ezan sesine kadar her sese bulaşırdı gürültüsü, alışırdınız bir makinist gibi...

    biraz büyüdük, okuyup yazmayı öğrenmenin merakıyla dağı taşı radar gibi tarar olduk. zonguldak'a ''indiğimizde'' inönü heykelinin altındaki “bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” yazısı karşılardı sizi. sonra meşhur tabelalar, kadırga yokuşuna çıkarken ''klakson çalmayınız!'' uyarısı.

    bayramlarda taklar kurulurdu yollara, akşamına da fener alayı gezerdi caddeleri ve sokakları. şaşırırdım hep ''bu kadar insan varmış buralarda demek ki'' diye. ve hepsinin yüzü gülerdi.

    büyüdük ve işler değişmeye başladı artık. emeğin başkenti direnmekten yorulmuştu. yüzdeki çizgiler, saçtaki beyazlar ve sırttaki yükler artıyor, gülen yüzler azalıyordu gitgide...

    işte biz de böyle bir zamanda terk ettik bu şehri... babam eve gelip ''emekli oldum'' dedi ve hikaye tam da burada başladı... günler hızla akıp giderken son hatırlanan şey ise, kamyona yüklü eşyalarımızın ardından ağlayan komuşlarımız ve onlara eşlik eden yağmur...

    şimdi ise her boş vaktimde gider ziyaret ederim. herşeyine vakıf oldum artık o toprakların. haksızlıklarına, üzüntülerine, çığlıklarına, umutsuzluklarına ve boşvermişliklerine. belki de artık mantıksal ve objektif bakıyorum olaylara. ortaköy'de otururken eski anılar yad edildikten sonra demirpark'a gitmek oldu ritüel. şehir dışından gelen her çeşit insanın kötülemelerini sokakta yürürken duymak oldu. borç bataklarına düşen birsürü ailenin üzücü hikayelerini dinlerken, kanı kaynayan tertemiz ve gencecik bedenlerin üç beş kuruş maaş ile özel veya kaçak ocaklarda çalışırken nasıl da ölümle burun buruna geldiklerini duymak oldu...

    çok şeyler öğrendim o şehirden ben, çok şeyler kazandım, çok şeyler verdim geri. işin garip tarafı ise bizden öncekiler ömürlerini verdi, hayatlarını verdi, hayallerini verdi...

    evet ne diyorduk, zonguldak pis bir şehir, her taraf siyah siyah kurum. insanları da itici ve kaba. eğlenilecek bar yok disco yok, akşam 10'dan sonra hayat yok. çok pahalı ve çok bakımsız. her taraf yokuş ve merdiven. esnafı kazıkçı, gençleri apaçi, şoförleri sinirli ve sabırsız... zonguldak'ta hakkını vererek yaşamayıp ve şehrin felsefesini anlamayan kişilerin safsatalarıdır bu sözler, doğru olsa da olmasa da...

    ülkemizde emeğin en önemli başkenti, memleketin yorgun lokomotifidir zonguldak!
  • bu akşam ilk defa gittim cicoz ybr'mle. şehrin ortasında gemi var lan! yani şöyle, gemi baya denizde duruyor da nasıl yapmışlarsa liman baya şehrin ortasına kadar girmiş, ben şok. ondan sonra da girdiğim her yol tek yöndü, kayboldum mk, mecbur ters yoldan götün götün bildiğim yere çıkıp bastım döndüm ereğli'ye.

    bu şehre çirkin diyenler bok yesin, ciddi diyorum çok sağlam bir dokusu var şehrin, gel buraya dönem filmi çek, o kadar aynı kalmış her şey. sözde modern ruhsuz beton binalar yok, şehrin içi buram buram tarih kokuyor. gündüz gözüyle göremedim kömür karasını her yerde ama belli ediyor kendini, her yerde kömürle alakalı bir şeyler var. ayak değmeden bi dolandım şöyle ama kesinlikle geri geleceğim süper mekan yemin ediyorum.

    he bi de yeşil lan! baya her yer ağaç, üniversitenin kampüsüne kesin girin, müthiş bi atmosferi var, ben bu kadar tahmin etmiyordum, he bi de ereğli'ye dönerken kozlu tarafındaki karadeniz manzarası şahane. 3 aydır ereğli'deyim, bi bok yok dediler diye gelmemiştim hiç ama büyük salaklık etmişim, ciddi diyorum gelin görün, türkiye'deki en nev-i şahsına münhasır şehir olabilir.

    edit: treni nası unuttum lan! sultanahmetteki tramway trafiği gibi tren trafiği var burda, katarlar geçiyor sürekli arkasında kömürle tabii ki. çling çling bariyer kapanıyor, tren bekliyorsun müthişlik. tren olan yer çirkin olabilir mi?
  • (bkz: karadeniz'in izmir'i)'nin cevabını 2015 seçimlerinde vermiştir.

    http://i.hizliresim.com/62pb00.jpg

    karadeniz bölgesi'nin bi tanesidir.
  • şehirler hakkında yazmayı severdim eskiden... bu hesabımla, ilk şehir entry'm zonguldak'a olacakmış hayret, kim bilebilirdi?

    zonguldak'a dışardan değil, içerden de değil, içeri girmeye çabalayan bir kişi gözüyle bakanın gördükleri bunlar.

    iş dolayısıyla çalıştığım şirketim bana "seç bakalım, ankara mı, istanbul mu, zonguldak mi?" dediğinde, izmir'de yaşamını sürdüren kurbanınız yani ben, ankara'da uzun yıllar yaşamış ve ankara aşkını herkesin bildiği ben, tereddüt bile etmeden "zonguldak" dedim hangi akla hizmet ettiysem. lan hayatında zonguldak mi gördün öküz herif?

    bu kararı vermemde, zonguldaklı arkadaşlarımın bende bıraktıkları izler önemliydi. bi' kere küçük minik bir sahil şehriydi. denizi vardi izmir gibi. halkı sıcakkanlıydı, üstüne bir de karadeniz'in eşsiz yeşili ekleniyordu, köpeklerimiz ve bizim için muhteşem bir şehir olacaktı. ilk sözlüğe girdik baktık, "yapmayın, etmeyin" der gibiydi entry'ler. küçük, dediler, "olsun, urla'da 2 sene yaşadık" dedim, sosyal yaşam yok dediler, "evcimenim zaten" dedim, pahalı dediler, kime göre, neye göre dedim... aydındir ama dediler, oh bari dedim. yokuştur dediler, gridir dediler, o kadar da olsun dedim... burnumun dikine geldim buraya... bahçeli, huzurlu bir kasaba evi hayaliyle...

    sağ olsun şirketim bana eşsiz de bir olanak sundu. ey ankara tavşanı, ereğli'den bartın'a, istediğin yere yerleş, sen yeter ki mutlu ol dedi. geldim zonguldak'a...

    dedeman güzel. bi' de demirpark diye bir avm var ufakça... yokuş mu? kardeş burada gördüğüm tek düzlük deniz... bildiğin izmir'in eski kadifekalesini al, büyüt büyüt şehir yap, olsun sana zonguldak. hayatımda gördüğüm en çarpık kentleşme burada. şehrin düzelme şansı yok. yıkıp komple sıfırdan yapılması gerek.

    evler karanlık. ankaradayken, zonguldaklı arkadaşım etlikte, kot farki olan bir dairede oturuyordu, karanlık mı karanlık bir evdi. hatta o evi satın almıştı para verip... ulan adamın ev algısı oymuş, ne yapsın? villa diye gidiyorsun bakmaya, yan yatmış apartman aslında. bahçe kültürü hiç yok. doymuşlar heralde yeşile, toprağa, evler kocaman, bahçesi yok. 500 m2 parsel mi var. 480 m2 ev koymuş herif, 20 m2 de yeşil alan, olmuş sana büyük bahçeli villa...

    köylerinde, ilçelerinde bile durum aynı. aile apartmanı konsepti bir anadolu gerçeği... 10 dönümlük araziye bi ev yapmışlar mesela dagın başında, apartman la... oğlum zorunuz ne, az öte gitsenize... yok göt göte olacaklar illa... şöyle geniş en az 300, 500 m2 bahçesi olan ev dediğinde, en lüksünden tut, varoşuna dek herkes, her emlakçı aptal bi ifadeyle bakıp ne anlatmak istediğimi anlamaya çalışıyor ama başarısız oluyorlar. artık emlakçıların ölçü bilmediğine karar verdim. bahçesi var dediği yere iki kişi uzansan kaplarsınız. büyük kocaman bahçesi var abi, ağaçlar bile var içinde derse heyecan yapmayin, 100 m2 lik karsiyaka apartmani arka bahçesi o... köylerde var ekilip dikilen bahçeler, e onlar da kiralık değil...

    haa bir de boş evler var. bir almancı gerçeği. yüzlerce ev boş, bomboş. kiralık bile değil. bilhassa şehirdeki tersane, madenler filan boşalınca nüfusun azalmasıyla bomboş mahalleler var. adamın biri bana apartmanı kiralamaya kalktı. abi üst katta sen otur, alta da köpeklerini koy, zaten en altta öğrenciler var, üst katlar da boş istersen dedi resmen. 5-6 katlı apartmanda 2 öğrenci var lan... burası devrek ilçesi.

    zonguldak'ın en modern ilçesi ereğli. gerçekten öyle. sahili bostanlıyı andırıyor... yandan yemiş hali... ha bu en modernlik konusu da doğru ama zonguldak'a göre... nişanlıyım dedim vermediler ev, eşim gelecek tayin bekliyoruz falan diye uydurdum ı ıh... modern ama ereğli, zonguldak'a göre... zonguldak bu anlamda nasıl derseniz, dedeman güzel. kalıyorum bekar olarak... şaka lan, kampüs falan çevresi iyi yine.

    şehirde ayı 2 ayda 2 kez falan gördüm. yıldız hiç... sabahları 6'da kalkan ben, biraksan 5'e kadar uyurum. neyse ki 8 de mesaim başlıyor da, erken kalkıyorum.

    ben mart ayında geldim... evlerin dış cepheleri siyah. şehir renksiz, gri... çocukluğumun ankarası gibi. ınsanlar deli gibi kömür, soba, kalorifer yakıyor. kışın bile evde t shirtle durmak kültürel.

    kiralar yüksek değil, ama tabii neye göre kime göre. orta seker evler 500 civarı. zaten en baba, en lüks villa siteleri 900, 1200 falan. yahu villa site dediğim yana yatmış lüks apartman. 200 liraya da ev var hani yok degil. ılcelerinde güzel evleri 400e falan buluyorsun. ha aklıma gelmişken, emlakçılar evlerin kaç oda olduğunu bilmiyor, sallıyor. gidip sayın.

    yollar berbat. eregli zonguldak arası bir yol yapılıyormuş, gencin birine sordum, ben dogdugumdan beri yapılıyo abi, dedi. virajli, eğimli ve bozuk zemin. şehir içi her yer radar. çatır catir ceza yiyosun. 50 hız sınırını geç yiyorsa... insanlar kömürden, dumandan falan kanser olmuyor bence, bu yersiz hız sınırı ve aşırı denetimden yiyor. sonra merkezden çıkınca yetişmek icin bastım azcık ben, öküz herif yolu bilmiyon eğimi bilmiyon... ilk ciddi kazamı ilk ayımda yaptım. ölmeden kurtulmam, hatta burnumun bile kanamaması mucize ve biraz da soğuk kanlılık. ha ama yeri gelmişken, trafik sorunu var şehirde, üstelik araba kullanmayı bilen sayısı çok az. büyük şehirden gelen, sinir krizi geçirebilir trafikte.

    adana kebap söylüyorsun, adananin üstüne iskender sosu döküyor adam. o da ilginç mesela.

    buralı bir ekip arkadaşım, abi sen miami'den vietnam'a geldin diyor... hak vermek gerek.

    velhasıl, zonguldak'ı gezin görün. görülmeye değer. yaşarsan yaşanır da... elbette şehri güzel kılan oradaki dostluklar... ama şehir olarak bakınca, evet vietnam. doğu şehirlerinden daha az gelişmiş, berbat bir yapılaşma. ozetle benden bu kadar.
  • hayatımın yaklaşık otuz yıllık bölümünü geçirdiğim, iki katlı, yeşil şehirdir.

    herkesin kömürle, siyahla andığı zonguldak'ın en önemli özelliklerinden biri, türkiye'nin en yeşil şehri olmasıdır. zonguldak topraklarının %52'si ormanlarla kaplıdır. şehirde yeşilin her tonunu görmek mümkündür. şehrin iki girişi vardır. biri ankara yolu, diğeri istanbul yolu. zonguldak'a özellikle ankara yolu üzerinden gidiyorsanız şehre yaklaştıkça yemyeşil doğa sizi büyüler.

    şehrin en önemli geçim kaynağı kömürdür. nüfusun önemli bir kısmı gelirini türkiye taşkömürü kurumu (ttk), özel kömür ocakları ve kaçak kömür ocaklarından elde eder. şehirde şahıslar tarafından işletilen, sayıları bilinmemekle birlikte yüzlerle ifade edilen, çok sayıda kaçak kömür ocağı bulunur. özellikle gelik mahallesinde çok sayıda evin altında kaçak kömür ocağı vardır. zonguldak'ta hemen her ailede kömür ocaklarında çalışan en az bir kişi mevcuttur. iki katlı şehir zonguldak'ın alt katında an itibariyle ülkeye yaklaşık 200 yıl yetecek kömür rezervi bulunur.

    bülent ecevit'in yıllar önce zonguldak'a ve maden işçisine verdiği değer nedeniyle şehir halkı ağırlıklı olarak sol görüşlüdür. aslında cahili boldur zonguldak'ın. fakat türkiye'nin bazı bölgelerindeki gibi yobaz bir halk değildir zonguldak halkı. saftır, temizdir. aydının hakkını da yemeyelim şimdi. azınlıkta olsalar bile, zonguldak'ın aydını da öyle böyle değildir. hükümet düşürmüşlüğü vardır bu şehrin.

    zonguldak halkı istanbul türkçesi diye tabir edilen, düzgün ve temiz türkçe konuşur. kıvırcık olarak tabir edilen çaycuma ve devrek ilçeleri halkının ise son derece komik bir ağzı vardır. bartın ağzı da hemen hemen aynıdır. anlamak kolay değildir bazen. kozcağız'a gotcuvaz der kıvırcıklar. geliyor yerine geleya derler. yağmur yağıyor yerine yavış yavaya derler. eğlenceli bir ağızdır.

    alkol çok tüketilir şehirde. elimde belge olmasa da türkiye'nin en çok alkol tüketen şehirlerinden olduğunu biliyorum zonguldak'ın. çok sayıda dernek ve dernek lokali bulunur şehirde. hepsinde su gibi alkol tüketilir. buna rağmen çok olaylı bir şehir değildir zonguldak. çok içer ama kendi halindedir zonguldak halkı.

    küçük bir şehir merkezi vardır. sosyal imkanlar kısıtlıdır. akşam saat sekizden sonra şehirde hayat yoktur desek, çok da abartmış olmayız. akşam saatlerinde avm'ler, üniversite civarı ve dernek lokallerinde vakit geçirilebilir.

    pek bilinmese de, zonguldak'ın kestanesi harikadır. hatta bazılarına göre türkiye'nin en iyi kestanesidir zonguldak kestanesi.

    zonguldak bir karadeniz şehridir. fakat maalesef balıktan pek anlamaz zonguldaklı. son yıllarda bu durumu değiştirmek adına küçük kıpırdanmalar olsa da, şehirdeki balıkçılarda hamsi, istavrit, palamut ve mezgit dışında balık bulmak kolay değildir. şehirdeki balık restoranlarında iyi balık yemek de zordur. ne restoranlar, ne halk bilmez balığın nasıl pişirilmesi gerektiğini. balığı kurutup çıtır çerez haline getirmek balık pişirmektir zonguldaklı için. ziyan ederler balığı genellikle. öyle ki; geçenlerde bir balıkçıda ahtapot gördüm. fiyatını sordum, satmadığını söyledi adam. sonra ekledi: "nasıl pişireceğimizi bilmiyoruz bunu. sen biliyorsun galiba. çöpe atacağımıza sana verelim." kim bilir kaç yıldır balık satan adamlar söylüyor bunu. kalamarla, karidesle birkaç yıl önce tanışmıştır bu deniz şehri.

    damak tadı da zayıftır şehrin. bir soslu kebabı vardır meşhur, o kadar. o soslu kebap da sadece zonguldaklıya güzeldir zaten. yöresel lezzetlerin sayısı da azdır ve kayda değer lezzetler değildir pek. ekmeği farklıdır ama. zonguldak'ta her fırında farklı bir ekmek tarzı vardır. birbirine benzese de birbirinden ayrılır bir şekilde. hangi ekmek hangi fırına ait anlarsınız bir süre sonra. güzeldir zonguldak ekmeği.

    ılıksu mevkiinde bir plaj ve özellikle kahvaltı için ideal güzel mekanlar vardır. bahar ve yaz aylarında muhteşem temiz hava ve deniz kokusu eşliğinde kahvaltı etmek çok keyiflidir. şehrin bir diğer önemli plajı kapuz plajıdır. özellikle denize girmek isteyenler için filyos, şehir merkezine bir parça uzak olsa da mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir. fener semti yürüyüş yapmak isteyenler için idealdir. güzel manzara ve balık tutan insanları izlemek de yanında hediyesidir. liman arkasında takılıp bir iki bira içmek ruhu dinginleştirir, bünyeyi ferahlatır. gökgöl mağarası görülmesi gereken yerlerdendir. kent ormanı güzeldir. piknik de yapabileceğiniz çok sayıda yeşil alan vardır şehir merkezine yakın yerlerde. çoğu pek bilinmeyen, sayısız şelalesi vardır şehrin. orman desen, her yer ormandır ama zonguldak halkı ilgilenmez böyle şeylerle.

    öğrenciler pek beğenmez zonguldak'ı. kısmen haklıdırlar. sadece şehir merkezini bilirler ve bunu temel alarak değerlendirirler şehri. şehirde yapacak çok şey yok derler genellikle. bu gibi öğrenciler için "yapacak şey"in içeriği kısıtlıdır. harika bir şehirde yaşadığının farkında bile değildir çoğu öğrenci. şehir halkı da bir öğrenci için kolay bulunmayacak cinstendir. öğrenciye baskı yapmaz, yaşamlarına müdahale etmez, hareketlerini kısıtlamaz. zonguldak'ta öğrenci olanların bunun değerini anlayabilmesi için başka bir küçük şehirde daha öğrencilik yapmış olması gerekir. şehrin üniversitesinin her geçen gün gelişiyor olması da kömürle ayakta kalması mümkün görünmeyen zonguldak ekonomisi için sevindirici bir gelişmedir.

    şehir pahalıdır. türkiye'nin birçok şehrinden daha pahalıdır. özellikle ev fiyatları ve ev kiraları yer yer atmosfer sınırlarını zorlamaktadır. ev almak veya kiralamak istiyorsanız farklı semtleri araştırmanızı ve kısa sürede karar vermemenizi öneririm. yüksek gayrimenkul fiyatlarının en güzel bahanesi; "burası deniz manzaralı, onun için fiyatı böyle"dir. diğer taraftan, şehirde deniz manzarası olmayan bir ev bulmak zordur. zonguldak'taki evlerin tamamına yakını bir şekilde deniz görür. (bu paragrafla ilgili aldığım bir eleştiri nedeniyle yorumumu biraz yumuşatma gereği hissettim. zonguldak'ta uygun fiyatlı ev bulmak da mümkündür elbet. evlere ederinin çok üstünde fiyatlar biçilebiliyor. dikkatli olmanız ve iyi araştırmanızda fayda var.)

    şehir pistir. kömür tozundan kapkara olmuştur binalar. bir iki yıl önce yapılmış yeni bir bina bile otuz kırk yıllık gibi eski görünür kömür tozunun etkisinden. yazın çok nemlidir zonguldak'ın havası. bazı günler yüksek nem oranı yüzünden nefes almakta zorlanırsınız. kışın ise tarifi mümkün olmayacak kadar kasvetlidir şehir. griye bürünür zonguldak kış aylarında. hava çok kirlidir. nefes almakta güçlük çekersiniz hava kirliliğinden. ne yalan söyleyeyim; kış aylarında sevmiyorum bu şehri, kış bitsin istiyorum bir an önce. (hazır elim değmişken bu paragrafa da müdahale edeyim: entry'yi girdiğim 2015'ten bu yana geçen iki yılda şehirde doğalgaz kullanımının başlaması ve her geçen gün yaygınlaşmasının etkisiyle, şehrin kış aylarında griye bürünen kasvetli havası gözle görülür ölçüde düzelme göstermeye başladı. bu güzel bir gelişme.)

    dışarıdan gelenler için şehrin en fazla dikkat çeken özelliklerinden biri merdivenlerdir. "zonguldak'ın adını değiştireceğiz, ne yapalım" diye sorsalar, tereddütsüz merdiven yapın derim. her gün yüzlerce merdiven inip çıkarsınız şehirde. gideceğiniz her yerde çok sayıda merdiven çıkar karşınıza. çoktur, sonsuzdur. her yerdedir merdivenler.

    şehrin ortasından demiryolu geçer. kömür trenlerine yol verirsiniz sık sık. zonguldak'ta otomobil kullanmak kolay iş değildir. yollar zor, dar, bol virajlı ve bol yokuşludur. şehir merkezinde park yeri bulmak piyangodan büyük ikramiye kazanmaya benzer.

    zonguldak'ın bir güzel yanı da konumudur. ankara'ya 3, istanbul'a 4 saat mesafededir zonguldak. izmir'e uzaktır biraz. oraya da yakın olabilseydi daha güzel olurdu bak.

    fransız kültüründen etkilenmiştir zonguldak. çok sayıda fransız yapısı bulunur şehirde. türkiye'nin paris'i derlerdi zonguldak için bundan otuz yıl öncesine kadar. öyleydi gerçekten. gelir düzeyi ülke ortalamasının üzerindeydi. küçücük şehirde hemen her mahallede bir sinema salonu bulunurdu. spor alanları, tenis kortları vardı neredeyse her köşe başında. bakımlı parklar, bahçeler vardı her yerde. kıytırık mahallemizin özel çöpçüsü, bahçıvanı vardı yahu! birçok mahallede mevcuttu bu durum. ttk lojmanlarının bulunduğu hemen her yerde diyeyim. bu arada, tenis yaygındır zonguldak'ta. 30 yaşın üzerindeki çok sayıda zonguldaklı, tenis oynamayı bilir. şehirde halen çok sayıda tenis kortu bulunur. bu da fransızların şehre kazandırdıklarındandır.

    ereğli zonguldak'tan daha güzeldir denir hep. öyledir de. erdemir ereğli demir çelik fabrikası sayesinde ereğli daha iyi maddi imkanlara sahiptir. ilçenin gelişimine de önemli katkısı olmuştur bu durumun. zonguldak ise, hükümetler tarafından kömüre ve ttk'ya verilen değerin her geçen gün azaltılmasıyla daha kötü durumdadır ve durum her geçen gün daha da olumsuzlaşmaktadır.

    en son yirmi yıl önce şehrini görmüş bir zonguldaklı yirmi yıl sonra geri geldiğinde her şey yerli yerindedir. hiç değişmemiş görür şehrini. iyi midir bu? hep yerinde sayan bir şehir. iyi olmasa gerek.

    zonguldak'ta birkaç gün geçirecekler için tavsiyeler:
    - karaelmas veya çatı kebap salonunda soslu kebabı deneyin. büyük ihtimalle yadırgayacaksınız ama yine de deneyin.
    - gökgöl mağarasını ziyaret edin. ereğli'deki cehennemağzı mağaralarını gördüyseniz bu sizi aldatmasın. gökgöl mağarası çok büyük, çok güzel ve hatta büyüleyicidir.
    - fener semtinde bir tur atın, denizi izleyin. deniz fenerinde çay için, şehri izleyin.
    - ortaköy cafe veya çatı cafe'de de kahvenizi yudumlayın oldu olacak.
    - ılıksu'da kahvaltı edin.
    - liman arkasında bir tur atın. oraya giderken maden şehitleri anıtından geçeceksiniz. ne kadar çok maden şehidi verildiğini görün.
    - açık renkli kıyafetler giymeyin. giyeceğiniz beyaz gömlek birkaç saat içerisinde gri renkli olacaktır.
    - madenci anıtında fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin.
    - balık yemek için amasra'ya gitme imkanınız varsa gidin. bartın'a bağlı amasra yaklaşık iki saat mesafededir. o kadar zamanınız yoksa zonguldak'ta kordonboyundaki balık restoranlarıyla idare edilebilir. beklentiniz çok yüksek olmasın.
    - ereğli'nin lezzetli çileğini tadın. ama o çileğin osmanlı çileği olmadığını bilin. ereğli'de gerçek osmanlı çileği bulmak, ormandaki mantarın altında şirinleri görmek kadar düşük bir ihtimaldir.
    - biralarınızı alıp kozlu sahiline gidin, deniz kenarında oturun, denizde hoplayıp zıplayan yunusları seyrederek buz gibi biralarınızı yudumlayın.

    zonguldak küçük, bazen sıkıcı ve fakat çok güzel bir şehir. seviyorum onu.

    edit: türlü çeşit düzeltmeler ve küçük tefek ilaveler.
  • zonguldakta dogmadim, on dort yilimi bu sehirde gecirdim ama burda buyudum de diyemem. buyuk sehir, baska ulke gormeden buyuyemezdim desem boyumdan buyuk laf etmis olur muyum, bilmiyorum. ilkokul, ortaokul, lise yillarinda bi dolu arkadas edindim. ailemin de nerdeyse tamami orda, zonguldakliyim diyebilirim yani bu durumda. peki nedir bu entrynin sebebi, nedir zonguldak?

    bi kere her taraf yesildir ve nerdeyse butun evler denizi gorur bi sekilde, ve onlarca merdiven cikarak ulasirsiniz bu evlere. boylu boyunca denizi gorur gormesine de bu sehir, vizyonu dardir, oyle herseyi kabul etmez, ayiplar, dedikodu yapar. zonguldaklinin kafasi hizli calisir, agzi da laf yapar, hazircevaptir. esprisindeki kelimelerin dizilisinden, sevimli huysuzlugundan bile belli eder kendini.

    kimse "cay icer misin?" sorusuna hayir demez zonguldak'ta. cay sevmeyen de tiryaki doner burdan - manzara bilincinden olsa gerek. rastgele sececeginiz 10 kisiden 9'u tavla oynama isteginizi buyuk heyecanla karsilar, kimse ben istemem / isim var / bilmem demez, herkes iddialidir. degme tavla oyuncularina da tas cikarirlar bu arada, yanlis anlasilma olmasin. zonguldakli bos oturmasini da bilir ama: keyfine bakmasini, yalniz kalmasini, saatlerce tek bi gazete sayfasinda (simit sarilmistir o sayfaya buyuk ihtimalle) okunacak , uzerine konusulacak biseyler bulmasini da bilir.

    kucuktur evet bu sehir, sizin de buyumenize pek izin vermez gorunur. ama bi kere ciktiniz mi disari, o zaman anlarsiniz nasil yolunu acmis buyumenizin. o zaman ozlersiniz aileyle balkonda denize karsi kahvaltiyi, kardesinizle kus ucusu 0 metre uzaktaki (merdivenler var tabi bi de) bakkala kim gidecek kavgasi yapmayi, bahcede kitap okumayi, sahilde cayi, kahvede tavlayi, enisteyle muhabbeti, arkadastan yeni bi kaset almayi, gunesin denize batisini izlemeyi, kucucuk plajinda yuzmeyi, tepelerin arkasindan evinizi gormeyi, sagda inecek var demeyi.
  • benim gözümde katil bir şehirdir. ve türkiye'nin en lanet yerlerinden biridir.

    bunu öyle bir gittim gördüm'cü olarak söylemiyorum. oralı değiliz ama büyükler neredeyse 60 senedir orada yaşıyor. ben de kendimi bildim bileli her sene gidip geliyorum oraya. iki çift bir şey söylemek hakkımdır diye düşünüyorum.

    bildiğiniz üzere kömür şehri olan zonguldak, esasında kömür gibi bir şehirdir. evet gerçekten. (çoğu zaman her tarafını yakarak temizleme isteği uyandırır bende.) kapkaradır. denizi karadır, toprağı karadır, suyu karadır, insanı karadır. kilimli sahili en bilinen sahillerinden biridir belki, kapkaradır. eğer uzaktan gidiyorsanız, gittiğiniz zaman nefes alamazsınız; havası da kapkaradır. zaten iklim sebebiyle nemli olan bu yerin hava kirliliğini gözünüzle görebilir, aynı kirliliğe elinizle dokunabilirsiniz.

    yeni yapılan santrallerle birlikte artık insanların yaşayabileceği bir yer olmaktan bütünüyle çıkmıştır.

    kilimli'de oturuyoruz biz. çatalağzı santrallerinin hemen üstünde kalıyor burası. eskiden tonlarca fındık alabildiğimiz, sebze meyve ekebildiğimiz yerdeki bütün ağaçlar bütün bitkiler çürüdü artık. ereğli'den bahsetmek bile istemiyorum. sabah kalktığımız zaman oluşan o kapkara, ağır, kömür tozu dolu havayı içinize çektiğiniz her an, bir nefeslik daha ölürsünüz. tanıdığınız herkes ciğer hastasıdır. herkesin bir yakınında akciğer kanseri tanısı vardır. insanlar bilerek ölüyor gibidirler orada. her sabah balkona koyduğunuz çiçeklerinizin yaprakları üzerindeki simsiyah, yapış yapış şeyleri silersiniz. hele kışın, sobalar da yanınca oluşan o kapkara sisin insanca yaşamaya dair hiçbir yanı yoktur.

    bitkilerin öldüğü, insanların öldüğü, hayvanların bile bakılamadığı, ölü bir şehir.

    47 yaşındaki babamın, biz çocukken nasılsa neredeyse tamamen o şekilde dediği, yeni tek bir çivi çakılmamış, eski, dökük, korku dolu bir şehir.

    bazı evlerin arka odalarından kaçak kömür madenlerine inebildiğiniz... altı bomboş. altı bildiğiniz bomboş olan, belki de toprağın üzerinde toprağın altında olandan daha çok ölü görebileceğiniz bir şehir.

    bunları duygusal olarak yazıyorsam bunda şu an, 57 senedir oraya yaşayan babaannemin oksijen maskesiz nefes alamıyor olduğu gerçeğinin etkisi çok değil. maden emeklisi dedemin işçi sağlığını tehlikeye attığı gerekçesiyle devlete dava açtığı ve kazandığı, bir miktar para bile aldığı ama ömründen en az 30 yıl gittiği gerçeğinin de etkisi çok değil.`

    sadece başta da dediğim gibi, suyun bile karardığı yeri yakarak temizlemek istiyor gibiyim. insanları ve bitkileri oradan çekip almak, her birinin ciğerlerine ve güzel yapraklarına taptaze havayı doldurmak istiyor gibiyim ama nafile. bu yazıyı her sene oraya gittiğimde yazmak istemişimdir ama şimdiye nasip oldu, umarım kötü haberlerle güncellemek zorunda kalmam.

    24 nisan. babaannem yaşam destek ünitesine bağlı yaşıyor. yaşatılıyor. solunumu durdu. seni suçluyorum zonguldak. o ciğerlerdeki o tümör yüzünden sadece seni suçluyorum.

    25 nisan. kaybettik.
hesabın var mı? giriş yap