• 16 yıl önce bugün, (bkz: çocuk hakları günü) ertesinde, 5. sınıf öğrencisi uğur kaymaz devlet dersinde öldürülmüştü.

    otopsi raporuna göre 50 cm'den daha kısa bir mesafede sağ ve sol ellerinde 4, sırtında ise 9 kurşun sıkılarak öldürülmüştü.

    12 yaşındaydı ve 13 kurşun yemişti. 31 yaşındaki babası 8 kurşunla öldürülmüştü. türkiye'nin aihm'e verdiği savunmaya göre dur ihtarına uymayan uğur ve babası polislere ateş açmış, babası 5 uğur ise 8 el ateş etmişti.
    adli tıp, babasının ardından sokağa terlikle çıkan uğur'un kaleşnikof taşıyamayacak kadar küçük olduğu yönünde rapor hazırladı. bianet

    11 haziran 2016 tarihinde kaymaz’ın anısına dikilen heykel, kızıltepe belediyesi atanan kayyım tarafından kaldırılarak, yerine saat kulesi dikildi. derik belediyesi’ne atanan kayyım da, kaymaz’ın adının verildiği parkı yıktırdı. yine kızıltepe belediyesi’ne bağlı eğitim destek evi’nde 12 yıl temizlik işçisi olarak çalışan kaymaz’ın annesi makbule kaymaz, oğlu ve eşinin öldürülmesinin yıl dönümünde kanun hükmünde kararname (khk) ile işinden ihraç edildi. duvar
  • sadece on iki yil yasayabilmis, yasama ve dolayisiyla tum haklari, insanlarin haklarini korumasi icin var olan bir kurumun calisanlari tarafindan elinden alinmis bir cocuk, bir insan...

    hakkinda konusmamak, susmak istiyorum, ama basaramiyorum. biliyorum cogumuz cinayetlerin ardindan konusmak, icini dokmek, yarginin isleyisindeki hatalari soylemek, hem rahmet hem de zanlilarin gerektigi cezalari bulmalari icin iyi dileklerini sunmak istiyor. ama ayni sekilde cogumuz, sozluge yazinca, meydanlara cikip yuruyunce vicdanimiz da rahat ediyor, zihnimiz de... siliniyor sonra hersey. vicdan masturbasyonunun ardindan gelen bir tabula rasa.

    yuz kisi de konussa, bin kisi de konussa, milyonlarca kisi de konussa, sadece konusuyoruz biz. sonrasinda hicbirsey olmayacagini bile bile konusuyoruz. neticede suya ebru bile yapsan, kagida gecirmezsen siliniyor. ama hem bu "tespitimi yaptim, soyleyecegimi soyledim" deyip kenara cekilenler, hem de "niye daha cok insan konusmuyor, ne kadar bos bir toplum olduk" diyenler bana samimiyetsiz geliyor. hic ayar vermek gibi bir niyette degilim, bosuna alinmayin.

    bu nedenle, su an bir vicdani ikilem icerisindeyim. hem ugur kaymaz hakkinda birseyler yazmak istiyorum, hem de ne soylenmemis birseyim var, ne de benim birseyler soylemem en ufak bir degisiklige yol acacak. sizi biraktim, on iki yasinda bir cocugun cinayeti uzerinden bir takim cikarimlar yapacagim, onun hakkinda birseyler soyleyip kendimi rahatlatacagim icin kendimi bile samimiyetsiz buluyorum ben...

    ama hazmedemiyorum.

    herhangi bir kimsenin on iki yasinda bir cocugu oldurmesini, oldurebilmesini ve bundan ceza almamasini hazmedemiyorum. elim kolum bagli, cinayeti yutmaya calisiyorum, ama bir yerde takiliyor. bogazimdan on uc kursun bile gecer, ama bu gecmiyor. daha ben bir insan baska bir insani nasil oldurur onu anlayabilmis degilim, bir polis on iki yasindaki bir cocugu nasil oldurebiliyor onu hic anlamiyorum. zeka sinirim, empati sinirim burasi. cizginin otesinde hic anlayamayacagim birseyler oluyor.

    bir metre altmis santimetrelik bir bedene on uc kursun sikiliyor. ugur kaymaz'in sadece sirtindan dokuz kursun cikiyor. on iki yasindaki bir cocuga, on uc kursun nasil sigiyor...

    bir-iki metre oteden kola kutusu bile vurulmuyor tabancalarla, o kadar kolay bir is degil ki. ama biz, nisan egitimini verip saliyoruz polisleri asayisi saglasinlar diye... aralarindan da iki tanesi cikiyor, ugur kaymaz'i on uc kursunla olduruyor. poligonda hedef vuruyorlar sanki, kagidi parcalayana kadar ates ediyorlar. ama on iki yasindaki cocuk begeni kolay parcalanmiyor.

    bir kursunla olmuyor cunku cocuklar, yasindan fazla kursun lazim bir cocugu oldurebilmek icin...

    bir de babasi var ugur kaymaz'in var. hani derler ya bir babanin yapabilecegi en zor sey cocugunu gommektir diye... ahmet kaymaz'in ona bile hakki olmamis. ogluyla beraber oldurulmus. ortada iki tane kotu sey varsa, insan en kotusune sarilip digerini kenara itiyor.

    o kadar garip ki anlamiyorum, anlamayinca anlatamiyorum da. hep kesik kesik cumleler kuruyorum. huzunlu bir masal gibi aslinda, kibritci kiz gibi. ama masallarda cocuklar on uc kursunla oldurulmuyorlar. kurt-turk ayriminin ve problemlerinin en yogun yasandigi bir yerde olsalar bile oldurulmuyorlar. babalari polise ates acip cocuklarini canli kalkan olarak kullansalar bile oldurulmuyorlar. cocuklarin ellerinde barut lekeleri olsa bile oldurulmuyorlar. cunku ne soylerseniz soyleyin, ne iddia ederseniz edin, cinayetin kilifi yok.

    yargitay davadan yillar sonra alinan karari onaylasa da, cinayetin kilifi yok. on iki yasindaki bir cocugun cesedinin sigabilecegi hicbir kilif yok.

    hadi empati a posteriori, alti yasindan once ogrenilmiyor. ama yillarca vicdanin a priori oldugunu, dogustan geldigini, her insanda var oldugunu dusundum. yanlis dusunmusum. insan, bir noktada birseye inanma ihtiyaci hissediyor. sahsen insana inanmayi tercih etmistim. ama ilahi adalete inanmak, insanin urettigi yargi sistemleri calismayinca en azindan tutunulacak bir dal oluyormus. diger butun herseyini gozardi ediyorum inancin, butunune bakmiyorum su an, ama boyle bir artisi var. vicdanin biraz olsun rahat olabiliyor, cunku herkes eninde sonunda hak ettigini bulacak diyebiliyorsun.

    ama ben diyemiyorum. insanliga inanmak istiyorum, ama bogazimda, isleyenleri ceza almadan rahat rahat gezebilen bir cinayet varken yapamiyorum.

    ellerimizde ugur kaymaz'i olduren silahlarin barut lekeleri var...

    ellerimizde ugur kaymaz'in kani var.

    ellerimizde on iki yasinda bir insanin hayallerinden, umitlerinden, anilarindan kalanlar var.

    cok utaniyorum.
  • fay dunnoway'in bugünkü yazısında da değinilmiş bir cinayetin gencecik kurbanı;

    "türkiye, hazım sorunu çıkarabilecek hiçbir şeyi gündemine kabul etmeyen*, yarın, yarın değilse öbür gün yaşadığı evden taşınacak bir insanın halet-i ruhiyesi içinde çevresindeki dağınıklığı, çirkinliği, yıkımı büyük bir vurdumduymazlıkla tolere edebilen bir ülke. oysa bu ülkenin ne taşınmak gibi bir planı/şansı var ne de ortalığı çekip çevirecek bir mesih beklentisi.

    türkiye çok zamandır*sığ sularda boğulan, bu korkuyla uzaklara doğru bakmayı bile tehdit gibi algılayan paranoyak bir kalabalığın ülkesi. ayağında terlikleriyle kapı önünde babasını izleyen bir çocuğu 13 kurşunla cezalandıran kişi -geçiyoruz devlet adına orda bulunmasını, rütbesini, rozetini falan- sadece bir kişi olarak bu kalabalığın bir parçasıdır.

    ve bu kalabalık, kendiyle sürekli kavga eden, her gün birbirini düdüklemeye çalışan, sonra da bizi bizden başka seven yok diye sloganlar üreten bu şizofren topluluk, kendi cinayetlerini yok sayabilir. "polisin biri, yavrumun kafasını yere doğru eğmiş ateş ediyordu" cümlesini hazmedemeyeceği diğer suçları gibi bir kenara fırlatabilir. çok üstüne gidilir, temizle şuraları denirse de "teröristti o" der. tartışma kapanmış, vatanın bölünmez bütünlüğüne zeval gelmemiştir.

    türkiye'nin ölümlerini konuşmayı sevdiği terör, trafik terörüdür, tribün terörüdür. kolay tüketilen yiyecekler gibi bunları konuşur, konuşur, doyar, tekrar acıkınca tekrar bunları konuşur.

    birini yok saymakla, birini abur cubur yiyecekler gibi boyuna tüketmekle her ikisine de saygısızlık ettiğini bilmez ya da bilmek istemez. ya da ben bilmiyorum.. "
  • başka ülkelere siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz diye ayak yapanlara gitsin bu karar. öyle doluyum ki, öyle çok şey yazmak istiyorum ki, göte möte girmeyeceğinden emin olsam insanlıktan utandıracak küfürler edebilirim, sorumlulara, sessiz kalanlara ve zamanında ödüllendirip bu katillere terfi verenlere. hakikaten sikilesi bir adaleti var yaşadığımız yerin.
  • katili sadece tetiği çekenler değil, onları yargılayıp beraat ettirenler, uğur'un terörist olduğunu söyleyenler, bu yalanı tv'larda gazetelerde yayanlar, bu haberler üstüne yorum yapıp uğur'un ölümünü meşrulaştıran bütün sıradan vatandaşlar ve uğur'un katili devlete hala laf söyletmemeye çalışan bütün vatanpervertler de aynı derecede katildir.

    şurada bu entry'yi okuyan on kişiden en az altısı da bu dediklerimin muhatabıdır.
  • pkk katliamları sıralanarak cinayeti haklı çıkarılmaya çalışılıyor. neden böyle bi yöntem seçiliyor peki.. devlet eleştirisi yapan herkesi pkk sempatizanı olarak yaftalamalarının sebebiyle aynı aslında.

    çünkü bu insanlar uğur'un öldürülmesini, onu öldürenleri benimsiyorlar, bu katilleri sahipleniyorlar. ama fikriyatlarında kendileri "iyi insanlar". onlara göre kötü olanlar biziz. ama işte çocuk öldürmeyi benimseyince kendileriyle çelişkiye düştüklerinin farkına varıyorlar. madem onlar iyi insanlar, kötü olanlar da bizleriz, o zaman bu düşüncelerini temellendirecek bi şeye ihtiyaç duyuyorlar. işte o zaman pkk yardımlarına koşuyor. düşünüyorlar ki nasıl onlar uğur'u öldürenleri benimsiyorlarsa, bunu eleştirenler de pkk'nın çocuk katliamlarını benimsiyorlardır. eşitliğin iki tarafında görüyorlar kendilerini ve bizleri yani. madem biz bebek katillerini benimsiyoruz, o zaman onların da uğur'u öldürenleri sahiplenme hakları oluyor.

    o yüzden bize pkk sempatizanı demekten asla vazgeçmeyecekler. çünkü vazgeçerlerse tek çocuk katlini benimseyen olarak kendileri kalacak. bu da kafalarında yarattıkları iyi adam fikriyle çelişecek. oysa bugüne kadar hep tersine inanmışlardı. onlar harikulade insanlar, bizlerse orospu çocuğuyuz.

    uğur'u öldürenlerin ceza almasını istemeyi bile anlamsızlaştırıyorlar bu insanlar. çünkü bu insanlar artık bu seviyeye düşmüşlerse o zaman daha nice uğur'ların öldürüleceği kesin. hatta belki öldürülmüştür de öncekiler haber olarak gündeme gelmemiştir bile.. mümkün.

    bi de son olarak, bu cinayeti sahiplenen adamlar kendilerini pkk'yla aynı kefeye koyduklarının farkındalar mı acaba onu merak ediyorum. yani pkk çocuk öldürdü, o zaman bizim de çocuk öldürme hakkımız var dediklerinde bunu nasıl rasyonalize ediyorlar kafalarında.. mahkemenin meşru müdafaa kararı aslında böyle bi şey mi.. bizim yaptığımız sadece pkk'nın bizi buna zorlaması yüzündendi, biz uğur'u karşılık olsun diye öldürdük.. mü?
  • hatırlıyorum, slobodan miloşeviç'in ilk duruşması sadece 13 dakika sürmüştü. sonraki duruşmalar da kısacık sürelerle geçiştirilmişti. duruşmalar kısa, aralar uzundu. neticede adalet yerini bulmadan miloşeviç öldü.

    anlamıştım ki gelmeyecek adaletin duruşması kısa sürüyor. uğur kaymaz ve babası ahmet kaymaz'ı katledenlerin son duruşması ise 30 dakika sürmüş. eh bizim bürokrasimiz avrupa kadar hızlı değil. neticede dört polis memuru beraat etti. 30 dakikalık sıkıcı bir toplantı gibi süren bir duruşma. bitse de gitsek diye uflayan puflayan sanıklar. traşlı yüzler, "biz masumuz" bakışları, dibine kadar sıkılmış ve muhtemelen duruşma için özel alınmış taşra estetiği kravatlar, gözlerden okunan yapış yapış "devletimiz için yaptık" belagati. işte gözümde canlanan mahkeme salonu.

    bu "manzara"yla da gurur duyacak birileri vardır elbet. sahne onların.
  • serkan eroğlu, metin göktepe, hasan ocak, süleyman yeter, birtan altunbaş ve babası ahmet kaymaz ile birlikte maalesef gözümüzün önünde gayet resmi, gayet malum ve gayet acımasız bir şekilde öldürülmüştür. 12 yaşındaydı. öldüğünde vücudundan yaşından daha fazla kurşun çıktı. failler "yanlışlıkla" 13 kurşun sıkmışlardı bedenine.

    bu kardeşimizin katli ile öncesindeki ve sonrasındaki sayısız vaka, katliamlar, köy yakmalar, mafya babalarının şerefli devlet adamı muamelesi görmesi, ağca'nın askerî cezaevinden kaçmayıp keyifle ön kapıdan çıkması, bu topraklardaki tüm siyasal, bürokratik ve resmi yapıların gayrımeşruluğuna delildir.

    uğur kaymaz'ın vicdanı ve hakkı bu tarafta, ruhu ise öbür tarafta yakamızı bırakmayacaktır.
  • on iki...on üç...on iki...on üç...on iki...on üç...on iki...on üç...
    uzun süre kafamdan uzak tutmaya çalıştım, ama olmadı. daha doğrusu ilk kez tam manasıyla şimdi yüzleşebildim onunla...
    on iki...on üç...on iki...on üç...
    zaten kendi ikiyüzlülüğümüzü tekrar tekrar ortaya çıkarmaktan başka neye yarıyor ki. "ay dayanamadım, ondan yazmadım"` :yesinler` on iki yaşındaymış çocukcağız, tam on üç kurşun yemiş.
    on iki...on üç...on iki...on üç...
    ilk başta ben de inanmamıştım, hatta ne yalan söyleyeyim umur talu'da yarım yamalak görüp okumadan geçmiştim. bir çocuktan bahsediyordu, o zaman için bana neydi. sözlükte görünce anladım o çocuğun hangi çocuk olduğunu. on iki yaşında ilkokul öğrencisi bir çocuktu. evinin önünde on üç kurşunla öldürülmüştü. hala okumadım umur talu'nun yazılarını, yıldırım türker'i de okumadım. sanki on üç kurşunun gerçekliğini alıp götürecekti onları okumamak, sanki hayat olduğu gibi devam edecekti. ama oradaydı işte...
    on iki...on üç...on iki...on üç...
    halbuki bazıları için on iki'yle on üç hala alelade rakamlar. ergun babahan, oktay ekşi ve şurekaları hiç sıkılmadan bunu da hasıraltı etmeye yeltendiler. ne güzel düşünmeyecektik on iki...on üç'ü. düşünse devlet düşünürdü zaten ikisini yanyana koymadan önce. tasası bize mi kaldı? sonradan döktükleri timsah gözyaşları, hatta onu dökmeye bile zahmet etmediler, özeleştiri numaraları kelimenin en hafif manasıyla adiliktir. şimdiye kadar hiç de yabancısı olmadığımız ama bir kere daha gösterilince bizi yine afallatan bir adilik.
    yapılan adiliğin en büyüğü de kızıltepe olayı diye bir şey icat edip bizi buna inandırmaya çalışmalarıdır. onların dünyasında on iki...on üç hiç olmadı, onun yerine kızıltepe olayı vardı. "bakan kızıltepe olayı için müfettiş atadı" "kızıltepe olayı meclis'te" "vali kızıltepe olayıyla ilgili olarak 'yargıya intikal etmiş bir olay, konuşamam' dedi. "insan hakları komisyonu üyesi millitvekilleri: kızıltepe olayıyla ilgili incelemelerimiz başladı, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışanlar var. her şey açıklığa kavuşacak" çok yakında 27. sayfada, üç santime 4 santimlik bir yerde: "kızıltepe olayı soruşturması bitti"
    evet bir olay olmuştu ve kızıltepe'de gerçekleşmişti ama onun adı kızıltepe olayı değil, on iki yaşındaki çocuğun on üç kurşunla katledilmesiydi. insanlık diye bir şeyden bahsediyorsak birileri yan yana koymalı on iki'yle on üç'ü. susam sokağı'nda sayar gibi..on iki...on üç...on iki...on üç...on iki...on üç
    sahi uğur'un susam sokağı'ndan haberi var mıydı acaba?
  • 8 yıl önce evinin önünde babasıyla oynarken ve henüz 12 yaşındayken "eylem hazırlığındaki terörist" olduğu gerekçesiyle 13 kurşunla katledildi. kendisini ve babasını katleden polisler hiçbir ceza almadı!
hesabın var mı? giriş yap