• şimdi fazılımın tuzu kuru, güzel yetişmiş, şopen'le büyümüş, göktengri kendisine güzel, elit, batılı, muassır medeniyetler seviyesinin üstünde bir aile vermiş. fazıl rahat, fazıl mutlu. millet salak gibi sokaklarda peçete satarken, kaportacıya çırak giderken, daha şanslı olanlarsa güç bela, istemediği bölümlerde, geleceği için kaygılanarak hayatını mahvetmek pahasına okul bitirmeye çalışırken, o hiç böyle kötülüklere bulaşmamış, almış şopeni almış şuberti. kötü şeylere bulaşmamış, en doğrusunu yapmış, cevherinin keşfedilmesi de çok uzun sürmemiş. zaten dikkat ederseniz aileniz varsıl, güçlü, muktedir'le ilişkili ise cevheriniz hemen keşfediliyo. bedri var bi de mesela, o da aynı, cevheri çabuk ortaya çıkanlardan.

    haliyle bu adamın kendisine verili olanlardan bu noktaya gelişi, kendine verili olanlarla ilişkiliyken kendisinin bunu "çalışırsanız yaparsınız", "bakın ben nasıl yapıyorum" kafasıyla vermesi, ideolojisiyle söyleminin zaman içinde uyumlanması kadar doğal birşey yok. fazıl jakoben, fazıl egemen. zaten bunda yeni birşey yok, bu adamın söyledikleri yeni değil, resmi ideoloji söyleminin tekerrürüne belli bir noktadan eklemleniyo fazıl, eklemlenecek. hepsi yapıyo zaten bunu, bekir coşkun'undan tutunuz da mine g kırıkkanat'ına kadar söylemlerindeki paralellik göz kamaştırıcı, lakin fazıl hep ofsayta düşüyor, söylemini vazelinleyemiyor. fazıl'ın kanı kaynıyor, nerde bi arabiklik görse, ortadoğululuk görse, içi kalkıyor, sinirleniyor insanların onca devlet teşvikine ve zorunlamasına rağmen ****hala daha**** ortadoğululukta ısrarına. hırslanıyor, ah diyor "halbuki azıcık romantikleri dinlese şu halk, böyle koyun gibi kalmayacak, o batılı çağcıl bilinç egzoplazmaya dönüşüp nur gibi insanların alınlarına bilgilerden bir çelenk olarak akacak".

    böyle hissediyor fazıl, haklı da, lakin fazıl daha önce deniz baykal'a yazdığı açık mektuptan da anlaşılacağı üzere, pek yazamıyor, pek konuşamıyor, ama piyano çalıyor, oldukça iyi çalıyor hem de. fazıl piyanoyla doğmuş, piyanoyla büyümüş, meramını usulünce anlatmak gereği dahi duymamış belki daha önce. efendi ahlakını, niçe'yi, efendilerden olduğundan kelli benimsemiş, senin benim gibi ayaktakımının niçe okuyarak ulaşabildiği gibi değil. fazıl'ın çok sevdiği nazım'ın da dediği gibi "o, niçe okumadan bilendir". o niçeci kafayı özümsemesi için okumasına gerek kalmayacak denli içinde bulunmuş olayın. haliyle hırçın, coşkulu. beğendirmek gibi bir derdi yok.
  • arabesk, hiç birşey üretmeden insanların gönül yaralarından, kayıplarından, üzüntülerinden para kazanma sanatıdır.
    benim gözümde "yavşak" kelimesi çok masumdur. en hafif tabiriyle gözümde orospu çocukluğu, dolandırıcılık, götlüktür.

    peşin not: kötüleyen arkadaşım bilmiyorum neden savunmak istersin ama. adam seni üzerek, binlerce insanı üzerek, vajina üstünde anal yollu seks yapıyor. ne kadar meraklıymışsın depresyona, acı çekmeye.
  • fazıl say kendi bulunduğu yeri öyle çokta sorunsallaştırmadan en kolay olanı söylemiş. oysaki pazar ekonomisi, en az aşağıdakilerin kültürel alışkanlıkları alanında işlediği gibi işler klasik müzik alanında da. say, ya kendi bulunduğu yerin içinde de kendini istisna görüyor ya da işin kolayına kaçarak, daha aşağıdakilere yönelik ezel ebed üstten söz söyleme alışkanlığını bir kez daha gösteriyor.
    herşeyden önce sanat eserini icra edenin eserden daha ön plana çıkması en nihayetinde meta fetişizmine, pazar ekonomisinin kurallarına yenik düşmek değil de ne? bu pazar koşullarında icracı deha olarak gösterilme bahtsızlığını say, bu tarz demeçlerle mi, yoksa sanat eserini her türlü öznel kaygı ve niyetlerden bağımsız kendi başına, özgür yol almasına ve sahip çıkılmaya direnen yanına saygı da kusur etmemenin bilincine vararak mı aşar?

    ve tabi şu da var: müzik, dinleyeni ding an sich'le[kendinde şey'le] dolaysız ilişkiye geçiriyorsa, bu schopenhauer'ın ya da biz arabeskten de keyif alabilen sıradan ölümlülerin müziğe verdiği haysiyetli yerden değil, onun zaten hepimizde var olan tözle kurduğu doğal bağdan kaynaklanır. dolayısıyla say, bu bağın, sadece klasik müzikle kurulabileceğine inanıyorsa, o vakit bu müzik epey seçkin işi olur. ki bu da, hemen itiraz edilmesi gereken klasik müziğe yani batıda üretilen müziği zaten en üste koymak demektir. üstelik bu teranenin sonu nereye çıkar gayet bilinir.

    şunu da ekleyeyim, avam ve görenek'te thompson, hoyrat müzik diye bir müzik türünden bahseder. 17. yy. da ingiltere de toplumun belirli normlarına karşı gelen bireylere yöneltilen, genellikle alay ya da husumet içeren, çok teferruatlı da olabilen bir ritüelle beraber giden, kaba, ahenksiz sesler için kullanılan bir müzik türüdür bu.
    bu müziğin bütün avrupa yakın akrabaları olabildiğinden bahseder thompson ve türü, haneye özgü ve kamuya özgü olarak sınıflandırır.
    arabeski kesinlikle hoyrat müzikle birebir tutmadan bu kamuya yönelikliği ile çeşitli memnuniyetsizlikleri dışa vurma biçimi olarak okumadan; popüler olanın resmi olana değişik biçimlerde muhalefet etme/edebilmesinden; alternatif olabilmenin yarattığı alanların potansiyelinden; ve en nihayetinde geniş halk kesimlerinin merkezi iktidarın, düzenin yasaları ve onun uygulayıcıları karşısında geliştirdikleri heterolojik bir pratik olarak bir imkan olarak görebilmeden bahsediyorum.

    bizi bu fark yaraları öldürür. kimse de fark yaralarından ölenin ardından requiem çalmaz.
  • fazıl say'a iki kelam etmeden önce, ziya gökalp'in resmi ideolojinin kutsal kitabı türkçülüğün esasları adlı kitabından alıntı yapayım:

    "şarkta, havassa mahsus olmak üzere, bir dümtek musikisi vardır. farabi, bu musiki fennini bizanstan alarak arapça'ya nakletti (...) şark musikisinin hem hasta, hem de gayri milli olduğunu gördük. halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için, her ikisi de bize yabancı değildir. o halde, milli musikimiz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. halk musikimiz, bize birçok melodiler vermiştir. bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli, hem de avrupai bir musikiye malik oluruz.” (105-107) [ alaturka müziğin yasaklanmasinda atatürk ]

    sevgili über-modern aydınlarımızın eşsiz temsilcisi fazıl emmi,

    fazla arabesk bulmazsan sana arabeskin ne olduğunu anlatasım var, sevmezsen dürüm yapıp eve gönderirsin. gerçi sen dürüm de sevmezsin, o halde amerikan serviste şahane bir provence mutfağı denersin.

    arabesk senin o tiksinerek aşağıladığın, çaresiz, yoksul tabakanın müziğidir. arabesk, içinde acıyı, mutsuzluğu, kasırgaları ve tam da sistemin semirtgeni, yerlinin şehirlere kültürünü bırakıp da gelmesini isteyen, onları fabrikalarda kültüründen muaf birer makina gibi çalıştıran o çok sevdiğin modern paşaların varlığı hasebiyle yoksullaşmış, aç kalmış, çaresizleşmiş insanların müziğidir. arabesk, resmi ideolojinin, toplumsal karşılığı olmayan bir müziğin dayatmasına, merkezin periferisine eklemlenmeyi reddeden halkın içinden bir cevaptır. arabesk bugün var ise, bunun tek sebebi, kendi müziğini, kendi kültürel damarlarını yaşamasına izin verilmeden dayatılan ithal edilmiş bir kültürün, halk üzerinde geri teperek protest'leşmesidir.

    evet, arabesk müzik formatif olarak protesttir. resmi ideolojiye rağmen, dayatmasızdır, yerlidir, bizdendir.

    arabeski arapların müziği olduğu için aşağılayıp ırkçılığın dik alasını yaparken sen, aslında koskoca bir kültürün insanını aşağıladığını bile fark edemiyorsun. ben bugün natacha atlas'ı dinleyip içlenebiliyorsam, bu bizim kültürümüzün içkinliğindendir, bundan utanmam, bilakis mutluluk duyarım. ama sen şu halinle, bundan mutluluk duymayı bıraktım, icra ettiğin meslek gereği avrupa'da hem bu çok-kültürlülüğün ekmeğini yiyor, hem de bu kültürü aşağılayabilecek kadar samimiyetsizleşebiliyorsun. bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.. ya habib, don't do it.

    bergen'in kim olduğunu bilir misin fazıl emmi?

    17 yaşında sevgisilinden ayrılıp pavyonlarda şarkıcılık yaparken zorla evlendirildiği patronunun yüzüne kezzap dökmesiyle bir gözünü kaybetmiş, sonra da kurşunlanarak öldürülmüş, bergen? bak ne demiş dinle:

    ezdiler hep taş misali
    gözlerimde çile seli
    yaşadığım nerden belli
    gecem dertli günüm dertli

    sen ne anlarsın bu dizelerden fazıl emmi, senin bu insanlara yavşak demeye ne hakkın var? modern acıların adamı, tatlı grieg'im, minik bach'ım, yavru ravel'im..

    senin o efil efil esen konforlu evinin, aydın, gelişmiş, elit yaşam tarzının çok dışında yaşayan, şaşırtıcı, karanlık, aşağılanan, iğrenilen, dönüp arkanı bile bakmadığın yoksul tabakanın sahiplendiği bir müzik var: arabesk müzik. aşılmaz bir karanlığın yüreğinden nabız gibi atarak akan bir ışık, ya da avam bir dökülme, ne fark eder? sana klasik müzik dinleme, icra etme demiyorum; yine dinle, dinlet, zevkimize zevk kat. ama bize de, bizim insanımıza da, müziğimize de karışma.

    hem onu bunu bilmem ama, orhan babaya kimse yavşak diyemez... lan?!!
  • o ses türkiye yarışmasıyla bir kez daha doğruluğuna sonuna kadar katıldığım fazıl say cümlesi. bu ülkede karga sesine de sahip olsaniz çıkıp bi yerde, 'biir kulunuu çook siieevdimm o benii hiç ssiiieeevmiiyooorrrr' diye yırtınsaniz türkiye' nin sesi ilan edilebilirsiniz.
  • ben bu cumleyi anlayanlarin, ne anladigini merak ediyorum daha cok. "ne anladiniz da kiziyorsunuz?" ya da "ne anladiniz da destekliyorsunuz?"

    ben bi bok anlamadim olm su cumleden? o kadar sacmasapan bir cumle.
  • durum 1:

    malumunuzdur bu fazıl say kişisi periyodik olarak ortaya çıkıp nasıl olmamız gerektiğine dair laflar etmekte. benzeri işleri yapan başka kişiler de var. örneğin mine kırıkkanat.

    durum 2:

    ösym senede 37 farklı sınav yapıyormuş. 7’den artık kaça kadar yaşayabilirsek bu sınavlardan hepimiz nasipleniyoruz.

    öneri:

    diyeceğim o ki bu bağlantısız iki durumu ilişkilendirelim. vatandaşların standartlarını belirleyen enstitüler ve bu enstitülere girebilmek için gerekli puanı ölçecek sınavlar yapalım.

    mesela fazıl say standartları enstitüsüne girebilmek için fsss -fazıl say standartları sınavı- sınavı sonucu geçerli olsun, mine kırıkkanat standartları enstitüsüne girmek için de mkss. hem biz haddimizi biliriz, hem de bu güzide insanlar mütemadiyen konuşup sinirlerimizi hoplatmazlar.

    benzer enstitüler kendi aralarında değişim programı bile yapabilirler. bir nevi erasmus mundus. ilk senesini fazıl say standartları enstitüsü’nde geçiren potansiyel bir aydın türk kadını ikinci senesini mine kırıkkanat standartları enstitüsünde tamamlayabilir. değişim programının adı da tabii ki “atatürk değişim programı” olur. hadi olsun olsun “ulu önder atatürk değişim programı” olur daha da farklılaşamaz. hem ne demiş atatürk?

    “değişim öğrencisi en asil duyguların insanıdır.”

    [sınavdan geçemeyenler ya da kötü sonuçlar alanlar da aydınlatılmak üzere bir yerde toplanır. olmadı der-zor'a yürütülürler. tarihimizde alternati çözümler mevcuttur standarta ayak uyduramayanlar için.]
  • yazının işgüzarlığı ve fazıl'ın boş bir tip olması ayrı durum ama... bu işgüzar yazı yüzünden arabesk'e kel ölür sırma saçlı olur hesabı reggae, caz, blues vs. muamelesi yapmak gereksiz. çünkü arabesk, ezilen kalabalıkların yarattığı bir altkültür, ağıt, ezgi, sanat vs değil, tam tersine bizzat dejenerasyonun kendisi.
  • pek cogumuzun aklindan gecen, hislerine tercuman olan, epey bi politically incorrect olan iddia.

    saniyesinde zamanin otesine gitmisim. ben soylemedim arkadasim lafi, miki soyledi. git fazil sayi kotule. konserlerinde adama yumurta at.
    megersem arabeskten amma cok para kazanan varmis burada. baska turlu anlayamam bu kotuleme saldirilarini.
    son edit: kotuleyin yavsaklar.
  • ne yalan söyliyim kendim çok ciddi biçimde arabesk müziği sevsem de, benim o parçalardan ve o kültürden çıkarttıklarım ve hissettiklerimle, ülkemizin varoş kesimlerinin o parçalardan çıkarttıkları şeylerin aynı olmadığını iyi bilen biri olduğum için, kızamadığım bir beyanat olmuştur. hani alınmak istersem üstüme alabileceğim kadar falsolu bir çıkış olduğu halde, hiç oralı bile olmamamda hatta haklı bile bulmamda yatan sosyolojik nedenler bi hayli mevcut.

    önce karadeniz'den recebimin damar parçalarını, peşi sıra ferhat tunç'tan damar parçaları bile dinleyebilen ve aynı oranda etkilenen hislenen bi insanım.
    sözkonusu müzik oldu mu, ve hisli ve damar eserler oldu mu her çiçekten bal alan bir insanım diyebilirim. en ufak bir fanatizmim ya da takılıp kalan yapım yok bu konuda. ama varoş kültürünün bi parçası olan arabesk inanın orada çok farklı.

    benim dinlediğimden anladığımı anlamadıklarına eminim. benim etkilendiğim türden etkilenmediklerine de eminim. kendi yaşam kültürünün fanatizmini sembol ediyor, burası varoşlar, elimdeki telefon bayrağım, telefonumdan çalan ise buraların marşı diyor adeta dikildiği köşebaşında. dinlediği müzik hissetme duyularını açmıyor, aksine umutsuzlanmak için dinliyor onu, umutsuzlanayım ve diğer kültürlerden insanları rahatsız edecek şekilde bu parçayı çalayım, bu parçayla onlara öfke dolayım derdinde.

    inanın pek çoğu kendi mıntıkası içinde dinlediği müziğe laf edilmesini istiyor. lan halbuki o malla aynı parçayı dinleyen bi insanım. ama o çok farklı bir pencereden algılıyor, ben çok farklı bir pencereden.

    o "kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde" diye çalarken, "onlar haketmiyor bu hayatı ben hakediyorum bennn" diye bir öfke arttırma gayreti güdüyor kendi içinde, ben vitesi ılıkça 3'e takmışken, yol kenarında simitçi bir dayı görünce 1 tl bırakıp bir simit alıp sağol dayım benim deyip üstünü bırakarak yoluma devam etmekle o parçanın içini dolduranlardanım.

    gerçekten eleştirilebilmek çok önemli. türk halkının arabeskle haşır neşir olan kesimi için söylüyorum; içinde bulunduğu taşralılık psikolojisini öyle ya da böyle, yontula yontula, bi şekilde... çünkü yontamazsan hayatının her yerinde kendisine yöneltilen her eleştiriyi bir kin amacı bir öfke amacı olarak kullanacaktır. eleştiriyi anlamaktan ziyade, beni küçük gördüler de ondan eleştirdiler diye yorumlayacaktır.

    arabesk müziği gerçekten çok sevsem dahi, arabesk kültürün bu ülkede hangi kesimin bayrağı olduğunu iyi biliyorum, ve o bayrak o zihniyetin kültür fanatizmi için sembol olmaya devam ettiği sürece gelişimlerinin önünde de engeldir.
hesabın var mı? giriş yap