• sene 1998, lisedeyim. memleket işlerine daha yeni yeni kafayı yorduğumuz yıllar. okulda ''gençlerin apolitik yetiştirilmesi'' zorbalığına inat sisteme meydan okuyan ve bize rol model olan hocalarımız vardı. edebiyat hocam ibrahim çapan da bu hocalarımdan biriydi. o günlerde hitabet ve güzel konuşma pratikleri için hocamız her hafta bir dersi şiir ve sesli kitap okumaya ayırırdı. müfredatta bazı eserleri olmayan yahut hiç ismi olmayan şairlerin veya yazarların kitaplarını getirirdi.

    işte o günlerden birinde ibrahim hocam, gazi mustafa kemal atatürk'ün ''ben devrim ruhunu ondan aldım!'' dediği tevfik fikret'in rübab-ı şikeste kitabından sabah olursa şiirini açıp önüme koydu ''oku evladım!'' diyerek :

    ''bu memlekette de bir gün sabah olursa, haluk!
    eğer bu, bu memleketin sislenen alın yazısı
    dirençli, dinç bir elin güçlü, canlılık verici dokunmasındaki titremle silkinip,
    şu donuk, şu paslanan yüzü halkın biraz gülerse...
    o gün ben ölmemiş bile olsam, hayata pek ölgün, pek az ilişkim olur kuşkusuz;
    o gün benden ümidi kes;
    beni kötürüm ve boş muhitimde bütün acımla unut;
    çünkü kör, topal, tükenik bakışlarım seni geçmişte görmek ister;
    sen bütün etin, kemiğin, kimliğinle yarınsın:
    ve şarkılar gibi hep hep kulaklarımda sesin...

    evet, sabah olacaktır, sabah olursa, geceler geçer,
    kıyamete dek sürmez; en sonunda bu gök bu mavi gök size bir gün acır; usanma sakın.
    hayata neş'e güneştir, usanç içinde kişi çürür bizim gibi...
    siz, ey yarın uzaylıların küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
    tükenmez özlemi vardır ufukların ışığa,
    ışık, ışık ... bugünün işte ruhu, özlemi bu ;
    silin bulutları, silkin o korku gölgesini,
    koşun ışıklar içinden o kutlu kurtuluşa.
    ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!''

    o gün bugündür, tevfik fikret'in bu şiiri ya evimin duvarında, ya bir kitabımın arasında, ya da ajandamın bir yerinde yazılıdır.

    içinde yaşadığı istibdat döneminde ve o dönemden bir asır sonra bile şiirleri ve yazılarıyla gelecek kuşakları etkileyen, kurtuluşa ilham kaynağı olan bu büyük şair ve fikir adamının devri daim olsun...

    ve son tahlilde, o ruhun başlattığı devrimin dillere pelesenk olmuş sloganı :

    ''kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!''

    edit: imlâ
  • "vatan icin olmek de var
    fakat borcun yasamaktir"
  • "beşerin böyle dalaletleri var; putunu kendi yapar, kendi tapar"
  • keşke bizim de böyle öğretmenlerimiz olsaydı diyorum onu düşününce..

    mektebin sayılı azılılarından biri, yemekhanede sürahiyi kırar. mubassırla hırlaşırlar. iş büyür, ikisi birden müdürün karşısına çıkarlar. tevfik fikret sorar:

    -siz mi kırdınız sürahiyi?

    -hayır efendim, ben kırmadım…

    bu dört kelimelik yeminsiz şahitsiz cevap onun için yeter. mubassıra döner:

    -bir talebe yalan söylemez, der, yanlış görmüşsünüz…

    ama, daha odadan çıkmadan o dik başlı, o haşarı genç, sesi hıçkırıklarla boğularak geri döner:

    -affedin efendim, suçum birken iki oldu:hem kırdım, hem yalan söyledim!
  • osmanlı devleti, ikinci meşrutiyet’le iktidara gelen ittihat ve terakki partisi tarafından yönetiliyor. ülke genelinde, bu partinin iktidar olduğu ilk günler büyük bir özgürlük havası estiğine inanılıyor. işte bu rüzgarın hızıyla, peşinden gideceğimiz ilk öğretmenimiz tevfik fikret 25 aralık 1908’de mekteb-i sultani * müdürlüğü’ne atanıyor. sevilen bir öğretmen olan tevfik fikret bir yıldan fazla görev yapacağı mekteb-i sultani’de çağının önünde, örnek olabilecek yenilikler yapmaya başlıyor.

    1910 yılına gelindiğinde, ittihat ve terakki iktidarının o özgürlükçü iktidarından eser kalmıyor. çökmekte olan devleti kurtarma adına ürettikleri çarpık ve yanlış politikaları kabul ettirmek için baskıyı neredeyse yasallaştırıyorlar.

    ittihat ve terakki partisi’nin maarif nazırı* emrullah bey isminde biriydi. bu kişi eğitim camiasında ki sorunlara iktidar lehinde radikal kararlar alan, aşağıdan gelen sesi pek de dikkatli dinlemeyen, bu yüzden de camiada pek sevilmeyen biriydi. tevfik fikret’le de arası açılan emrullah bey; "tevfik fikret’in okuluna bir konferans salonu kurma isteğine çok sıcak bakmamış olduğundan çatışmışlardır" savının yanı sıra, bir öğretmenin haksız tayini yüzünden de birbirlerinden hoşlanmazlardı. bu tür parça-pinçik sıkıntılar, reformist tevfik fikret’te tedirginlik yaratmış; bakanlığın okul bütçesinden haksız yere kesintiye gitmesi ve ayrıca bazı öğretmenlere yevmiye kesme cezası verilmesi bardağı taşıran damla olmuştur.

    ipler tevfik fikret’in 09 nisan 1910 tarihinde, müdürlükten istifa etmesiyle kopar.

    hocanın istifası, öncelikle öğrenciler üzerinde şok etkisi yaratır. bu durumu bir türlü sindiremezler. tevfik fikret’in istifa kararını duyar duymaz, temsilci olarak seçilen 12 sultani öğrencisi, babıali’ye giderek dahiliye* ve maarif* bakanlıklarına durumdan duydukları üzüntüyü bildirerek; çözüm yolu ararlar. daha doğrusu baba olarak kabul ettikleri müdür öğretmenlerinin istifasından vazgeçilerek okula geri dönmesinin sağlanmasını isterler. başta çok sevimli görünen bu öğrencinin öğretmeninin peşinden gitme eylemi, sonucun değişmediğini gören öğrenciler de sinirleri gerer ve eğer sorun istedikleri şekilde çözülmezse dersleri boykot edecekleri tehdidiyle, bir anda bir eğitim krizine yol açar.

    ancak ne tehditler, ne başka eylemler sonucu değiştirmez. maarif meclisi, üyesi salih zeki bey’i vekaleten sultani müdürlüğü’ne getirir. bu arada tevfik fikret’in istifa haberi 10 nisan 1910 tarihli gazetelerde kamuoyuna duyurulur. hem de ne duyuru! öyle bir üslupla haber yapılır ki bu olay, tartışma iyice alev alır: "mekteb-i sultani müdürlüğü’nden bir şair ayrıldı, yerine bir alim geldi."

    bu lakayıt üslup dönemin etkili gazetelerinden tanin ve sabah’ta şiddetle eleştirilir. tanin başyazarı hüseyin cahit yalçın, bakanlığın kararını bildirme şeklini teessüfle karşıladığını; bu tarz bir hareketin hafiflik olduğunu yazar. tabii gazetelerin böylesi tepki vermesi, maarif nazırı emrullah bey’i de bir açıklama yapmaya zorlar: "şair ve alim sıfatlarının kullanılmasında kötü bir niyet yoktur. bu ifade, bundan sonra, okuldaki eğitimde daha fazla bilim ve fene önem verileceği anlamına gelmektedir."

    olay kamuoyunda böylesi tartışılırken, öğrencilerin tepkisi de giderek artar. okulun yeni yönetimi bu tepkileri görmezden gelir, hatta bir öğretmenin biraz daha ileri gidip, bir öğrenciyi dövmesiyle olaylar bir orman yangını gibi bütün istanbul’u tutuşturur. oysa ki öğretmen konstantinidis efendi’nin öğrenciyi döverken tek amacı adi bir göz dağı vermektir.

    öğrenciler bu şartlarda derslere girmeyeceklerini bildirerek, 12 nisan 1910 tarihinden itibaren tarihimizin ilk öğrenci boykotunu başlatırlar. boykotun hedefi; tevfik fikret öğretmen görevine dönene kadar boykotu devam ettirmektir. 500’e yakın öğrenci aynı anda sokaklara dağılırlar. bunu yaparken meclis-i mebusan reisliği’ne, öğrenci temsilcisi ismail imzalı bir de boykot dilekçesi yazarlar.

    "müdürümüz tevfik fikret beyefendinin istifası üzerine okulumuzda meydana gelen yönetim kargaşasının ardından, öğretmenlerin istifasıyla öğretimin tümüyle işlemez duruma gelmesi, öğrencilerin okula manevi bağlılığını kırdığından, yüksek sınıfları oluşturan dördüncü, beşinci ve altıncı sınıf öğrencileri söz birliğiyle fikret beyin dönüşüne kadar okulu bırakmayı kararlaştırmışlar ve bu kararı tam bir düzen ve okul nizamlarına kusursuz bir söz dinlemeyle bağlı kalarak, bugün sabahleyin yerine getirmişlerdir. böylece müdürlerinin yeniden dönüşüne kadar namus ve vicdanları üzerine yemin ederek ayrılanlar yüz altmış kişi kadar olup, öteki sınıflardaki öğrencilerin de aşağı yukarı beş yüz kadarı onları izleyerek hep birlikte okuldan ayrılmışlardır.

    ülkenin kültür ve öğretim yaşamında tek kuruluş olan mekteb-i sultani’nin böyle yok edilerek dağıtılmasının hiçbir bakımdan uygun görülmeyeceği sizlerce de bilinmektedir. bir okuldan beklenen maddi ve manevi yarar ortadan kaldırılmakla, öğrencilerin düzensiz bir toplantı yerinden ayrımı kalmayan ve adeta zorla bu kadar alçaltılan bir okulda daha çok bulunmaya dayanamayacakları kuşkusuzdur. öğrenciler bu düşünceyi izlemekle,hak ve gerçekten ve vicdanlarının uyarılarından başka bir şeye boyun eğmeyeceklerini göstermiş oluyorlar sanırız.bu nedenle,memleketimizde düşünce ve vicdan hürriyetiyle gençlerin çok eski bir bilgi yurdu olan mekteb-i sultani’nin öğretim hayatına vurulan bu yok edici darbenin tek iyileştirme çaresini yüksek katınızdan bekleyen ve maarif nezareti’nin bencilce bir düşüncesiyle yok edilmiş geleceklerine ağlayan öğrencilerin üzüntüden bağırmalarına karşı,herkesçe bilinen vicdan yüceliği ve temizliği hiç kuşkusuz kayıtsız kalamaz.bu yolda gençliğin geleceğini kurtaracak bir kararı meclis-i mebusan’ın vatan ve aydınlanma sevgisinden beklemekteyiz.bu yolda emir ve ferman yüce başkanlık makamınındır."

    600 civarında öğrencinin sokağa çıkıp, dersleri boykot etmesinde, çok bir olağanüstülük yok gibi görünüyor uzaktan. ancak bu öğrencilerden biri veliaht abdülmecid efendi’nin oğlu ömer faruk olunca iş değişiyor. öğrencilerin sokağa dökülmesi gazetelerde değişik yorumlara neden olur. tanin öğrencilerden yana durarak, şöyle yazar:

    "talebenin idare işlerine müdahalesi doğru değildir. talebenin öğretmenlerini… istememek gibi bir harekete girişmeleri de hoş karşılanamaz. fakat talebenin öğretmen ve idarecilerine karşı hürmet duygusu içinde olması ve bu duygularını açığa çıkaracak tarzda hareket etmesine de bir şey denilemez. mekteb- sultani talebesinin hareketlerinde inzibat, edeb ve terbiyenin zerre kadar dışına çıkmadığından kendileri aleyhine bir şey söylemek mümkün değildir. aksine en üzgün oldukları böyle bir zamanda itidallerini muhafaza etmelerinden memnun olunmalıdır. talebenin bu hali büyükler için de ders olmalıdır."

    sabah gazetesi de bakanlığı eleştirir. gazete; "okulun yönetim ve eğitim kalitesinde hiçbir değişiklik olmayacağına dair öğrencileri ikna edememiştir. bu olaylar da aslında bu noktadan patlak vermiştir. bütün bunlara rağmen, galatasaraylı öğrencilerin ilim ve irfan sahibi olduğu bilindiğinden, kötü bir şey yapmayacaklarından eminiz" tarzında bir haber yayınlar. ancak polemik başlamıştır bi’kere. fransızca yayımlanan le moniteur oriental gazetesi de tartışmaya girer: "…idari disiplinle ilgili ve birkaç saatte çözümlenebilecek böyle bir sorunun bu derece büyütülmesini ve içinden çıkılmaz hale gelmesini anlayamıyoruz… ama öğrencilerin dersleri boykot etmesini de doğru bulmuyoruz… "

    basit bir öğretmenini koruma refleksi, artık ciddi bir toplumsal soruna doğru gelişmektedir. aynı günlerde bir öğretim üyesinin yorumu da dikkate değerdir:

    "galatasaray’da birkaç gündür devam etmekte olan durumda bir değişiklik görünmüyor. bir yandan maarif nezareti ve yeni müdür salih zeki bey disiplini sağlamak üzere enerjik bir gayret gösterirken, diğer taraftan eylemci öğrenciler dikkatleri üzerine toplamış olmaktan kaynaklanan bir mutlulukla, sokaklarda yürümeye devam ediyorlar. şahsen ne maarif nazırı emrullah efendi ne de tevfik fikret’ten yana bir tavrım vardır. fakat bu meselenin bir polemik konusu yapılmasından rahatsızlık duyuyorum.

    boykot nedeniyle dersler yapılamamaktadır. boykota katılan dördüncü, beşinci ve altıncı sınıfların yanı sıra, okulun bazı öğretmenleri de istifa kararı alırlar. bu arada okulun yeni yönetimi, basın aracılığıyla bir tebligat yayınlayarak, derhal ders başı yapmadıkları takdirde, eylemci öğrencilerin kayıtlarının silineceğini duyurur. işte bu nokta da devreye aileler ve veliler giriverir. çocukları okuldan atılma tehdidiyle karşı karşıya kalırlar. bu şaşkınlık içinde olan veliler gazetelerden yardım isterler. bazı velilerse çocuklarını galatasaray’dan alıp robert kolej’e vermek zorunda kalacaklarını söylemektedir.

    "bu memlekette ilim ve irfan, yiyip içmek gibi zaruri bir ihtiyaç halinde iken ve elimizde mekteb-i sultani gibi mükemmel bir okul varken, onun böyle mahvedilmeye çalışılması ve çocuklarımızın tahsillerini ecnebi mekteplerde tamamlama zorunda bırakılması hakikaten acınacak hallerdendir."

    bütün bunlar olurken, eylemci öğrenciler de boş durmaz; heyetler halinde, öğretmenleri tevfik fikret’i ziyaret eder, onu görevine geri döndürmeye çalışırlar. fakat son derece prensipli bir eğitimci olan tevfik fikret, kararından taviz vermez. sadece çok sevdiği öğrencilerine; “derslerinizi terk etmemelisiniz” diye telkinde bulunur. her ne kadar öğrencilerine kıyamasa da, iktidardaki zorbalarla işbirliği yapmaya da yanaşmaz. kurucusu olduğu tanin gazetesinin başyazarı hüseyin cahit yalçın’a bir mektup yazarak durumu değerlendirir; ancak olaylar daha da alevlenir. artık bu olay gazete manşetlerinde “mekteb-i sultani hadisesi” adıyla anılmaya başlar. polemikler konunun özünü unutturur; çatışma tevfik fikret’le salih zeki’nin çekişmesine dönüştürülür. peki bu arada öğrencilerin durumu ne olacaktır?

    "bütün bu tartışmalar arasında mühim bir meseleyi unuttuk. hepimizin daha evvel düşünmesi gereken bir konu vardır ki o da halen sokaklarda avare bir halde dolaşan yüzlerce çocuğun durumudur. bu çocuklar otellerde, arkadaşlarının yanlarında kalıyorlar. ders okumuyorlar. bu çocuklar ne olacak? acaba ilan edildiği gibi mektepten atıldılar mı? hükümet bu işe el koymalı. çocukları böyle sokaklarda süründürmemeli. şimdiye kadar hükümetin icraatini sabır ve itimat ile bekleyen aileler çok haklı olarak huzursuzlanmaya başlamışlardır. ailelerden çok sayıda mektup alıyoruz. bunları yayınlayarak işi bütün bütün alevlendirmek istemiyoruz. fakat… talebenin sokaklarda dolaşmasına bir an evvel son verilmesi lüzumunu tekrar hatırlatmayı bir görev biliyoruz."

    bu yazının tanin’de yayınladığı 17 nisan 1910 günü, le moniteur oriental’de de farklı bir sesle aynı konu haber olur:

    "yeter artık! öğrenciler, kulaklarından tutularak, iyilikle ya da kötülükle sınıflarına sokulmalıdır."

    iş buralarda kalmaz, gündem osmanlı sarayı’na sıçrar. veliaht abdülmecid efendi, bir veli olma sıfatıyla da, bu öğrenci boykotuyla çok yakından ilgilenmektedir. padişah’a, sadrazam’a, meclis-i mebusan’a, meclis reisi ahmet rıza bey’e başvuran abdülmecit efendi bir çözüm rica eder. çözüm beklerken, tevfik fikret’in o ana kadar göstermiş olduğu başarılı çalışmalara dikkat çekerek, onun yokluğunda, okulu önemli bir tehlikenin beklediğini de sözlerine ekler.

    tartışma, tartışma… derken, sorunu küçümseyip yok sayan hükümet parti içinde bu konuyu görüşmeye alırlar. ancak çıkan sonuç çok keskindir: “ortada büyütülecek bir olay yoktur. hükümet maarif nazırı’nın icraatını onaylamaktadır."

    konu kapanmış gibi görünse de, dönemin milletvekillerinden bazıları konuyu sadrazam’a taşıyıp dayatmacı değil de, daha demokratik bir çözüm için uğraşırlar. bu girişimler sonuç verir; geçici de olsa sultani müdürlüğüne, maarif meclisi üyesi ahmet naim bey’in getirilmesi fikri ortaya atılır. bu fikir eylemci öğrencilerce zaferin ilk ayağı olarak düşünülür ve içişleri bakanı talat bey’e çektikleri telgrafta, büyük öğretmenleri tevfik fikret’in geri dönüşüne kadar, ahmet naim bey’in vekalet müdürlüğünü tanıyacaklarını bildirirler. ancak telgraflarına bir yanıt alamayan öğrenciler, 24 nisan 1910 günü salih zeki’nin asaleten sultani müdürlüğü’ne atandığını öğrenirler. artık tevfik fikret’in geri dönme ihtimali kalmamıştır.

    toplanıp tevfik fikret’e giderler. tevfik fikret eğitim tarihimizin örgütlü ilk öğrenci boykotunu bitiren şöyle bir konuşma yapar:

    "gördünüz ki, idare işlerini halletmek, talebenin hakkı ve haddi değildir. mektebe gideceksiniz. 'fikret’e kapılanlar mektebi bitirmekten ümidi olmayan birkaç haylazdır' diyenlerin bu iddiasını çürütmek vazifenizdir. mektebi başarıyla bitirip onlara ispat edeceksiniz ki beni sevenler, kaçaklar, haylazlar değildir. doğrulukla, ciddilikle memlekete bağlı gençlerdir. ancak o zaman benim izzet-i nefsimi töhmet altında kalmaktan kurtarmış olursunuz."

    boykot, çok gönül rızasıyla olmasa da sona erer. her ne kadar, sıradan, silik gibi görünse de, iki hafta kadar süren bu öğrenci eylemi; iyi bir öğretmenin öğrenci üzerinde nasıl etki bıraktığına dair ilginç hikayeler bırakmıştır eğitim tarihine.

    tevfik fikret ve sultani öğrencilerinin hikayesi için şu denilebilir: "iyi bir öğretmen yeryüzünde ki tanrıdır."
  • bilinen ilk anarşist edebiyatcımız. hoş kendisine lümpen diyenler çıkabilir ancak biz biliyoruz ki tüm sıkıntısı, taşıdığı melankolik kişilik.
  • halit ziya uşaklıgil, edebiyat serüvenini ve edebiyatçı dostlarını detaylıca anlattığı kırk yıl ismini taşıyan anı kitabında yakın arkadaşı tevfik fikret için şöyle der:

    "elleri para saymak için değil, kalem tutmak için yaratılmıştı."

    daha iyi özetlenemezdi idealist bir şairin yaşamı.
  • hırsızlıklar vurgunlar karşısındaki isyanı, yüzyıl sonra, sanki bu gün yazılmış kadar canlı, yeni, taze olan şair:

    hân-ı yağma (yağma sofrası)
    bu sofracık efendiler -ki yutulmaya hazır
    huzurunuzda titreyen -şu milletin hayatıdır.
    şu milletin ki can çekişir, şu milletin ki acılıdır
    fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.
    yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
    doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
    efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
    yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
    şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
    bu, hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.
    yiyin efendiler yiyin; bu içaçıcı sofrası sizin;
    doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
    hepsi bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say;
    soy sop, şeref ve şan, oyun, düğün, konak, saray.
    bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
    bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
    yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofra sizin;
    doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
    büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
    ihtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
    bu sofra iltifatınızdan işte mutluluk umar
    sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
    yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
    doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
    verir zavallı memleket, verir ne varsa: malını,
    vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
    olanca rahatını, gönlünün tüm sevincini,
    hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini...
    yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
    doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
    bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
    yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
    bugün ki mi'deler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,
    atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
    yiyin efendiler yiyin; bu haykıran sofra sizin;
    doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    (haziran 1912)

    tevfik fikret
  • günümüzde bile, devlet için anında ölmeye hazır milyonlarca klavye milliyetçisinin, savaş çığırtkanının nefes aldığı, var olduğu bir coğrafyada, bundan çok çok uzun yıllar önce ''vatan için ölmek de var, fakat borcun yaşamaktır...'' diyebilmiş olan şairdir. bu kendisinin vizyonu hakkında geniş bir fikir verecektir.
  • 1867-1915

    tüm zamanların en büyük 3 türk şairinden birisidir*. atatürk'ün en beğendiği ve ileride fikirlerinden en çok yararlandığı şairdir.

    aşiyan müzesi ölümünden önce kendisinin yaptırdığı ve ikamet ettiği bir evdi.

    (bkz: han ı yağma)
    (bkz: fikri hür irfanı hür vicdanı hür olmak)
    (bkz: sis şiirinin tablosu)
    (bkz: geçmişten gelen)
    (bkz: rübab ı şikeste)
    (bkz: halukun defteri)
    (bkz: haluk fikret/@huger)

    i expect no gifts from any, nor beg for wing or feather
    in my own sky, in my own heavens, on my own i soar
    to bow beneath slavery's collar weighs heavy on my neck
    i'm a poet, my thoughts are free, wisdom free, conscience free

    dizelerinin sahibi.

    (bkz: tevfik fikret mi mehmet akif mi)

    ataturk kendisi icin sunlari soylemistir, "o'nu biz mektep sıralarında okurduk. ondaki heybet, ondaki vakur, ahenk hiçbir şairimizde yok... o, hem büyük şair, hem de insandır.”

    -------------------------------------------------------------------------

    fikret hakkinda yazilmi$ guzel bir yaziyi da burada sizlerle payla$mak istiyorum:

    servet-i fünuncular, olarak adlandırılan edebiyat akımını temsil eden sanatçılar; tanzimat edebiyatçıları gibi korunan, sırasında bağışlanan, beğenilen, yararlanılmak istenen aydınlar olarak değil, istibdat yönetiminin kolayca gözden çıkarabileceği küçük memurlar olarak hep korku, kuşku içinde yaşadılar. ama bu durum gene de aralarından tevfik fikret gibi, kimseden bir şey beklemeyen, bağımsız kalmak isteyen, emeğinin karşılığından başka çıkar aramayan, kendi mısralarından bir alıntıyla nitelendirecek olursak; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir sanatçının yetişmesini engelleyemedi.

    19.yy’ da osmanlı toplumunun yaşam biçimini ve buna bağlı olarak da sanat anlayışını etkileyen bir kültürel kimlik değişimi yaşadığı ve bu değişimin batılılaşma yönünde olduğu bilinmektedir.
    türkiye’de batılı sanat anlayışının yerleşmesinde etkin rol oynayan tevfik fikret’in asıl adı mehmed tevfik olup, 26 aralık 1867 tarihinde istanbul (aksaray)’da doğmuştur.

    şairliğinin yanında ressamlığı da olan, çok yönlü osmanlı aydınlarındandır. gerek düşünceleri, yaşantısı, gerekse geride bıraktığı eserleri, bir aydın olarak döneminin karmaşık siyasal yapısı karşısında nerede durduğuna ışık tutar. 1899’ da robert kolej’de verilen bir çaya eşi ile birlikte gitmesi, ki bu olay üzerine tutuklanması, kadınlar için toplumda ve yönetimde biçilen role karşı çıkışı, eşitlik ve hürriyete verdiği öneme örnek gösterilebilir. bütün çalışmalarının temelinde, oğluna duyduğu sevginin yatmakta olduğu bilinmektedir.bu da gelecek için gençliğe duyduğu güveni simgelemektedir.

    18.yy sonları ve 19.yy başlarındaki dönemin çalkantılı ortamında; iyimser ve umutlu şiirlerinin yanında, acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları da konu edinmesi; sanatçının yaşam içindeki konumu, yaşama bakışı, dönemin olumsuzluklarından etkilenip, sorunlarına çözüm aradıkça, dünya görüşünün yaşadığı dönemin kültür koşullarını zorladığı şeklinde özetlenebilir. özgürlük ve eşitlik anlayışı, ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz kazanmıştır. sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfların koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitlelere, kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerin bir anlamı olmadığını göstermiştir. özellikle mimarı olduğu aşiyan’daki evi halkçılığının güzel bir kanıtıdır.

    bu köşkün her noktası üzerinde titizlikle çalışarak, uykusuz geceler geçirmiştir.evin içini büyük zevkle döşemiş, duvarlarını tablolarla bezemiş, büyük bir incelikle bahçeye zamanın en güzel çiçeklerini ekmiştir, kısacası konacak her taşın yeri, şekli üzerinde günlerce uğraş vermiştir. ne yazık ki bu kadar özenle hazırladığı , kendisi için manevi bir sığınak olan bu evde, on yıl bile yaşayamamış 19 ağustos 1915’te ölmüştür. kayınpederi mustafa efendiye vasiyeti, buraya gömülmek yönünde olmasına rağmen mustafa efendi aşiyan’ın sonraları kimin eline geçeceği konusunda kaygı ve şüpheler taşıdığından, sanatçının defni eyüp’teki aile mezarlığına olmuştu.

    aşiyan

    fikret’in “inziva” düşüncesinden kaynaklanan koru içinde bir ev hayali, öncelikle duygusal şekillenme olarak gerçekleşmiştir.

    rumelihisarı’nda kayalar mezarlığı üstündeki sırtta boğaziçi üniversitesi çevre duvarı bitişiğinde, tam göksu’nun karşısına denk gelen boğaz’a hakim konumdadır.

    sanatçı evini “kuş yuvası” anlamında farsça bir sözcük olan “aşiyan” olarak adlandırmış. şair, ressam, yazar olarak kendini kabullendirmiş olması yanında fikret’in en büyük eserlerinden biri de aşiyandır. evin planları, kendi mimarlık anlayışına göre yine kendisi tarafından tasarlanmış, peyzajcısı, dekoratörü de kendisidir. on yıldan fazla süren bir çabadan sonra, inşaat 1905’de başlayıp 1906’ da tamamlanmış. sürenin uzunluğu, fikret’in yazdığı mektuplarından anlaşıldığı üzere parasızlıktandır.

    1905’de babasının aksaray’daki evini iki bin liraya satınca evine kavuşması için gerekli paranın bir kısmını elde ederek, kolejin alt tarafındaki düzlüğü, sahibi nurettin sevim bey’in annesi semihe hanım’dan satın alarak yapımına başlanmış, kolej yönetiminden alınan avansın katkısıyla da yapımı tamamlandı. bu tarihten sonra,1890’da evlenmiş olduğu trabzon valisi olan dayısı mustafa bey’in kızı nazime hanım ve 1895 doğumlu oğlu haluk’la birlikte burada yaşamaya başlamıştır.
    sanatçı, öteden beri bu bölgeye hayran.yanında batı’ ya karşı türklüğün sembolü olan rumelihisarı, arkada ahmet vefik paşa’ nın arsası üzerine kurulan robert kolej, tam karşıda göksu deresi, küçüksu kasrı, ileride anadoluhisarı , altta güngörmüş mezarlık, ötelerde kandilli, kanlıca sırtları... aşiyan’ ın temelleri böyle zengin bir tarih ve tabiat dekoru içinde yükselmiş.

    üç katlı bir evdir. fikret zamanında zemin katı, yemek odası, mutfak, çamaşırlık ve kiler olarak kullanılmış. fikret’in ölümünden sonra yemek odası iç duvarı kaldırılarak genişletilmiş. mutfağın denize bakan yüzünde basık yayvan kemerli küçük bir pencere bulunmakta, bu pencere sanatçının sokrat’a olan hayranlığı ve saygısındandır ki, “sokrat’ın penceresi”olarak nitelendirilmiştir.
    giriş katının giriş ve bahçe ya da servis olmak üzere iki kapısı bulunmakta. giriş, evin denize bakan doğu yönünde ve kapı salona açılıyor. salonun kuzey yönünde geniş bir penceresi ve pencerenin iki yanında camlı iki küçük bölme bulunmakta, arka duvarında ise küçük bir ocak yer alıyor, arkadaki iki odaya dar ve karanlık koridorla geçilmekte. servis kapısı, güneyde zemin kata inen ve üst kata çıkan merdivenin bulunduğu antreye açılır.

    üst katta beş oda, bir banyo bulunmakta olup, girişteki geniş oda sanatçının çalışma odasıdır. bu kattan dışarı açılan kapı, arkadan bir köprü ile bahçeye bağlanmakta.

    bahçe düzenlemesi sanatçının “sanat doğayı değiştirmemeli, onu tamamlamalıdır” inancından hareketle doğallık bozulmadan, özenilerek gerçekleştirilmiş. sandalyeler, masalar taşlardan kaba yonu oluşturulmuş, iki havuzdan biri sarp kayalar arasındaki doğal bir gölcüğü andırmakta, düzenli yollar, düzenli çiçekler yerine de özgürce boy veren çiçekler, fıstık çamları, otlar arasından geçen düzensiz patikalar tercih edilmiş. havuzun arkasındaki büyük kayada da fikret’in altı mısrası yer alıyor.

    tevfik fikret’in, henüz hayatta iken aşiyan’ ın içi ile ilgili bilgiler ise şöyledir: eşya özenilerek seçilmiş, çok pahalı olamayan, fakat zarif biblolar, tabaklar ve heykelciklerle süslenmiştir. duvarlar tablolarla dolu, her şey temizlik içinde pırıl pırıl parlardı.güzelliğe susamış bir ruh olgunluğunun yansıması olan salonun her noktası zihni yormadan saatlerce düşündürür. rengarenk camları, gotik tapınaklarını, sade, çiçek girlantlı duvarları, eğimli tavan ise eski yunan yapılarını andırır. sedef kakmalı, kadife döşeli sediri, kanepeleri eski istanbul zevkini yansıtmakta. cilalı tahtalara serilmiş zarif seccadeler, hayalinizi buhara’ ya, iran’a uzatır.şu yüksek tişre lamba, şu fağfur kaseler ihtiyar çin’in malıdır. siyah zemine sırma kartal işlemeli paravana, ince resimli küpler, volkanlar ve padgudalar adalarına aittir. loş mini bir girintinin bir tarafındaki ocak, karşısındaki uzun minderi, şal örtüleri, işlemeli yastıkları, ayet levhaları, tavandan sarkan arabesk lambası ile zihninizi asırlar arasında dolaştıran islam şarkı’nın efsanevi odalarına götürür, sedefli, oymalı sigara iskemleleri, bağdat’ ı, şam’ ı düşündürür.

    uygun yerlere nefis ciltler, içlerinde her gün taze çiçekler yaşayan gale, sevr vazoları, etrafa serpiştirilmiş heykeller, çevreler...tahtın yanındaki şömineli hacleyi babasının hatırasına ayırmış, yağlı boya tablosunu yapıp asmıştır, ayrıca baba yadigarı örtüler, seccadeler, levha ve sedef çekmece. az ötede hocası recaizade ekrem bey’ in buruşuk, mavi bir paspartu içinde, başı açık fotoğrafı asılı. kitap dolabının üstündeki vazoda, her zaman o resme doğru uzanan zarif, taze bir çiçek demeti. salonun bir köşesine de haluk’ un çocukluk hatırası resimler.

    fikret’ten sonra aşiyan

    ölümünden sonra, eşi nazime hanım bir süre bu evde yalnız oturmuştur. sonraları, ekonomik zorluklardan dolayı köşkün alt katını kolej öğrencilerine pansiyon olarak kiralamak durumunda kalmış, bu sırada da ilk onarım yapılmıştır. ardından amerikalı bir profesör bir yıl oturmuş, bu dönemdeki tadilatta değişiklik olarak banyo ve arkaya iki oda eklenmiştir. bunlar dışında zaman zaman eşyalar satılmış ve amerikan koleji’ nin binayı satın almak istemesi üzerine, dönemin milli eğitim bakanı hasan ali yücel, istanbul belediyesine başvurarak satın alınıp, bir “edebiyat-ı cedide müzesi” ne dönüştürülmesini önermiştir.

    belediye 1940’ da binayı satın almış ve 1945 yılında müze açılmıştır.açılış öncesi beş yıllık sürede aşiyan’ a ait eşyaların toplanması girişimleri gerçekleştirilmiş, yazı masası seneler sonra üniversite mahzeninde bulunmuş, karyolası bulunamadığı için benzetilerek yeniden yaptırılmış, sahilden müzeye kadar parke, bir de taş merdiven yapılmıştır. bahçede taş yollar, tahta parmaklıklar, binanın iç kısmında ise elektrik tesisatı düzenlemelerle, üçüncü tadilat gerçekleşmiştir.
    müze arşivinde bulunan, bu konu ile ilgili belediye başkanı dr.lütfi kırdar’ın bir mektubu şöyledir:”aşiyan’ın robert kolej tarafından satın alınmakta olduğunu sayın dr.adnan adıvar’dan işitince ilk düşüncem fikret’in evinin, başka ele geçmemesi ve istanbul belediyesi’ne mal edilmesi oldu. bizde, şimdiye kadar bir edebiyat müzesi de olmadığı için, aşiyan’ı satın aldıktan sonra, burada tevfik fikret ve onun mensup olduğu edebiyat-ı cedide için müze tesisi münasip olacağını da düşündüm.

    dr.adnan adıvar’dan bir türk şairinin evi olan bu binanın istanbul belediyesi tarafından müze haline konulacağını söyleyerek amerikalılar nezdinde aşiyan’ı almaktan vazgeçmeleri için tavassusta bulunmasını rica ettim. sayın doktor, bu ricam üzerine robert robert kolej idaresine müracat etti ve onları iknaa muaffak oldu. amerikalılar 4000 lirayı vermiş oldukları halde, büyük nezaket göstererek muameleyi durdurdular ve aşiyan’ı satın almayı bize bıraktılar. tam bu sırada a zaman milli eğitim bakanı bulunan sayın hasan ali yücel’den bir mektup aldım.o da aşiyan’ın satın alınarak edebiyat-ı cedide müzesi haline konulmasının münasip olacağını bildirdi.

    daimi encümen’e teklifim üzerine aşiyan’ın bu maksatla satın alınmasına 6. 2. 1939 tarihinde karar verildi.aşiyan 2. 2. 1940 tarihinde istanbul belediyesi adına tevfik fikret’in eşi bayan nazime fikret’ten 1000 liraya satın alındı. sayın bayan nazime fikret’in bu işte gösterdiği hüsnü niyeti takdir ve teşekkürle yad etmek bir kadirşinaslık borcudur.

    aşiyan satın alındıktan sonra 945 temmuzuna kadar tamir ve tanzim edildi; yolu yapıldı.edebiyat-ı
    cedide’nin kurucuları ve alemdarları olan tevfik fikret, abdülhak hamid, recaizade ekrem, samipaşazade sezai beylere ait eserleri ve hatıraları toplayarak müze’yi kurduk ve 19 ağustos 945’te tevfik fikret’in ölümünün 30. yıldönümünde açılma törenini yaptık.bu törende hem şair ve hem edip olan eski milli eğitim bakanı hasan ali yücel de bulunarak fikret’in hayatını tasvir eden çok kıymetli bir söylevde bulundular.

    müzeyi gün geçtikçe daha ziyade zenginleştirmeye çalıştık ve çalışmaktayız.” 19 . 8 . 1958’ de faruk, cumbul vatan gazetesi’ ne yazdığı “aşiyan’ ın öksüzlüğü” başlıklı yazısında aşiyan’ ın durumunu şöyle ifade eder: “büyük fikret aşiyan’ dan göçeli 43 yıl geçmiş. o gidince aşiyan öksüz, bakımsız kalmış! o güzelim bahçe harap olmuş! o en ince noktasına kadar hassasiyetle korunan bina kendi kaderine terk edilmiş; yer yer çökmeler baş göstermiş! bahçedeki toprak kayması yüzünden de aşiyan iki yıl kapalı tutulmuş...aşiyan yolu üzerine çitten bir duvar örmüşler ve üzerine de “ziyarete resmen kapalıdır” yazmışlar!...binanın en güzel özelliklerinden birini teşkil eden koleje açılan merdiven param parça olmuş ve öylece bırakılmış...şairin akraba dost ve öğrencilerinde bulunan bazı eşyaları, kitapları, tabloları ile mektuplarının alınması için hiçbir çaba sarfedilmez olmuş!”

    aşiyan için çizilen bu karanlık tabloya benzer anlatım, sanatçının eyüp’teki mezarı için de geçerlidir. 24 aralık 1961’de tevfik fikret derneği’nin girişimleriyle kabri aşiyan’a devlet töreni yapılarak nakledilmiş, aynı tarihten itibaren de “aşiyan müzesi” adını almıştır.

    başlangıçta tevfik fikret ve abdülhak hamid’ in mevcut eşyaları ile edebiyat-ı cedide mensuplarının fotoğraf ve eşyaları bir araya toplanarak oluşturulan müzeye, 1959’da şair nigar hanım’ın kitapları ve arşivi de eklenmiştir. zamanla koleksiyonların zenginleşmesine katkıda bulunan kurum ve kişilerse; istanbul belediyesi, kütüphane ve müzeler müdürlüğü, belediye müze ve kütüphanesi, topkapı sarayı, yüksek öğrenim kurumu, fikret’in eşi nazime hamım, abdülhak hamit tarhan’ın eşi lüsyen hanım, nigar hanım’ın oğlulları salih keramet ve feridun nigar, fahri uzun, besim deringör, vecdi bingöl, nebire nigar, selma onan, ercüment ekrem talu, dr. adnan adıvar, esat sezai sümbüllük, dr.hikmet giber, ali ekrem bolayır’ın kızı beraet enata, nurettin sevim, hüseyin pektaş, celal hulisi kalameni ve eşi, cenap şehabettin’in kızı şivezat hanım ve mühlis gök.

    sırasıyla 1953, 1959, 1975, 1982, 1989, 1991 ve en son olarak da 17 ağustos 1999 depremi sonrası meydana gelen çatlaklarla, çevrede toprak kayması nedenleriyle büyükşehir belediyesi, kütüphane ve müzeler müdürlüğü’nce on dört ay süren bir restorasyon geçirmiştir. binanın temelleri sağlamlaştırılmış, alt yapısı ve bahçe peyzajı, iç ve dış boyaması eski görünümüne sadık kalınarak yenilenen bina 2001 yılı müzeler haftası (18-24 mayıs) kapsamında düzenlenen fikret’in eşi nazime fikret’e ait fotoğraf, kendi yaptığı işlemeler, bohça ve seccadeler, perde ve danteller ile özel objelerden oluşan, belediye başkanı tarafından açılışı yapılan “nazime fikret’ten izler” adlı sergi ile tekrar ziyaretçi ile buluşmuştur.

    müze olarak aşiyan

    üç katlı olan müzenin zemin katı bugün idari işler bürosu olarak kullanılmaktadır.
    birinci katta fikret’in hocası recaizade ekrem’in yağlıboya portresi ve edebiyet-ı cedide sanatçılarının fotoğraflarının sergilendiği edebiyat-ı cedide odası; halife abdülmecid tarafından yapılan bir yağlıboya tablosu, fotoğraf, kişisel eşyalar ve giysiler, çalışma masası, koltuğu, sandalyelerin sergilendiği abdülhak hamid salonu; kitapları, kişisel arşivi, masa, sandalyeler ve dolabının teşhir edildiği şair nigar bölümü bulunmakta.

    tevfik fikret bölümü; ikinci katta yatak odası ve çalışma odası olarak iki bölüm halinde düzenlenmiştir.

    yatak odası, sanatçının yaşadığı dönem de aynı işlevle kullandığı odası olup, eşyalar orijinal zamanında kullanılmış olan koltuk takımı, mangal, ve mihri hanım’ın ölmeden önce aldığı alçı maskın kopyasıdır.

    çalışma odasında ise masası ve koltuğu, çeşitli yazı takımı parçaları, ile kendisi tarafından yapılmış olan yağlıboya tablo ve desenler, natürmort, portre, peyzaj, eşi ve oğlunun portreleri ile, sis şiirine atfen halife abdülmecid tarafından yapılıp armağan edilen, sis tablosu sergilenmektedir.

    fikret’in güzel sanatlara; resim- heykel- mimariye ilgisi ve sevgisi doğaya olan tutkusundan kaynaklanmaktadır. bu özelliği de onun tüm yaşamını ve sanatını şekillendirmiştir.aksaray’daki babasının evini sevmemesinin nedeni de budur. kolejdeki öğretmenliği sırasında, evle okul arasındaki yolu ağır ağır yürüyerek, dikenli patikadan doğanın güzelliğini sindirerek yürüdüğü dayısının rumelihisarı’ndaki evinde kalması, sonradan da aşiyan’ı inşasının nedeni de bu.
    fikret için bu ev, aynı zamanda edebiyatçı dostlarıyla ilişkilerini sürdürdüğü yerdir. çok az insanla görüşmekte olan sanatçının dostları da kendisi gibi sanatçılar olup, sanat olsun, siyaset olsun fikir alışverişleri yapabilecekleri, birbirlerine bir şeyler katan, etkileyen, tamamlayan aydınlardan oluşmaktaydı.

    namık kemal’in oğlu ali ekrem bolayır hatıralarında, tevfi fikret’in kendisine bıraktığı en büyük yadigar olarak, babasının bolayır’daki türbesinin planlarını çizip resmini yapmış olmasından söz etmekte. bu da göstermektedir ki; tek mimari çalışması değildir aşiyan.
    mithat cemal kuntay, fikret’i ziyaretini anlatığı bir anısında; aşiyan’ın kapısı, bir çift sarı, yuvarlak topuzu olan büyük bir kapı, binanın ev değil saray olmasını gerektirecek tarzda ve bir uşağın kapıyı açacağı varsayımını uyandırmakla beraber, kapıyı konuklarına açan bizzat fikret oluyor demektedir.bu tür ifadeler hırçın, kavgacı ve dönemi ile uzlaşamayan sivri dilli sanatçının, dostlarına ve dürüst insanlara karşı hümanist , mütevazi yönünü vurgulamaktadır.

    doğa, o’nun yaşam alanının atmosferi olduğu gibi, şiirlerinin, resimlerinin ve kendini ifadesinin aracı da olmuştur, konusu da. çalışma odasında asılı bulunan peyzaj ve natürmortlar sanatçının bu yönünün kanıtları olarak günümüze kalmış örneklerdendir. edebiyatçı dostu hüseyin kazım kadri’nin kızı rikkat hanım’ın yağlıboya portresinde küçük kızı, kucağında çok sevdiği güllerle betimleyen sanatçı; dönemin modasına uyarak yaptığı portre çalışmaları için direkt ya da fotoğraftan bakarak yaptığı çalışmalarında eşi, oğlu ve yakın çevresini konu edindiği gözlemlenebilmekte.

    dönemin büyük ressamı halife abdülmecid’in, edebiyatçı abdülhak hamid’i resmettiği yağlıboya tablosu, fikret’in abdülhamit istanbul’una alışık olunmayan ağır suçlamalar getiren şiiri etkisinde kalarak yaptığı yağlıboya “sis” tablosu, avrupa’da resim eğitimi almış çok az hanım sanatçıdan biri olan mihri hanım’ın almış olduğu ”fikret maskı”gibi çalışmalar incelendiğinde anlaşılmaktadır ki; aşiyan, yalnız anılarda kalmış objeleri bünyesinde toplamış bir yer değil, fikret’in özel yaşamı ve bağlantıları ile cumhuriyet öncesi sancılı dönemin, sosyal, siyasi, sanatsal yapısına ışık tutacak çok şeyi, çatısı altında toplamakta, “yuva” misyonunu sürdürmektedir.

    kaynakça
    geleş, fadime; “bir sanatçının istanbul’a izdüşümü-aşiyan”, arkitekt,
    mayıs-haziran 2003/3, yıl:70,s.70-77
    (benim yaziyi aldigim kaynak: www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=3&aid=1166)
hesabın var mı? giriş yap