• hırslı gazetecilerin yozlaşmış dünyalarına göz atan bir başka kara anlatı. 1950'li yıllarda çekilmiş birçok kara film gibi açılış jeneriği harikadır.

    filmde ferah, lüks bir dairede yaşayan nüfuzlu gazeteci, tv şovu sunucusu j.j. hunsecker (burt lancaster), emrindeki köşe yazarı ajanı sidney falco’yu (tony curtis) savunmasız küçük insanları ezmek için görevlendirir. iftirayla örülü, çıkar ilişkileri ve şantajdan kurulu, kirli hesapların dünyasında köşe yazarlarının yozlaşmışlığı, seks düşkünlüğü, ahlaksız kirli polislerin nüfuzlu kişilerin emrine girdikleri kasvetli, karanlık bir atmosfer büyüteç altına alınır.

    sidney falco'nun polisten dayak yediği sahne o döneme dek çekilmiş kara filmler arasında, lady in the lake (1947) ve touch of evil (1958) ile birlikte birkaç örnekten birini teşkil eder. bu döneme yani 50'li yıllara dek polisler genelde idealist tiplemeler olarak çiziliyorlardı.

    egosantrik j.j. hunsecker ile baskılanmış kız kardeşi arasındaki tuhaf ilişki ensest atıflarıyla biçimlendirilmiştir. o dönemde sinema filmlerinde ensest de haliyle bir tabuydu. janr sinemasında uzmanlaşmış howard hawks'ın 1932'de çektiği scarface ensest tabusu bağlamında ayrı bir zirvedir.

    filmin büyük çoğunluğu gece çekilmiştir -- ki ışığın giderek öldüğü filmdir:

    görsel
    görsel
    görsel

    jazz club'lardan ışıltılı caddelere, yarı gölgeli iç uzamlardan tekinsiz sokaklara; ışık-gölge sembolizmi ve aydınlatma tekniğiyle alman ekspresyonizminin görsel üslubuna bağlı kalan film, dönemin düşük aydınlatmalı öteki kara filmleri gibi dışavurumcudur. örneğin erotik-noir gilda'da (1946) somutlaşan ve insan profillerinin yarısının aydınlık diğer yarısının karanlık betimlendiği bu sıra dışı çalışmalar, film noir'ın arketiplerini bünyesinde barındıran güzide örneklerdir.

    alexander mackendrick'in en karamsar filmidir. zaten 40'lı ve izleyen 50'li yıllarda iyimser bir ruh halinin kara filmlere epey uzak olduğunu mimlemek durumundayız.

    ace in the hole (1951) ile birlikte gazetecilik ahlakına saldıran en önemli filmlerdendir. bu yanıyla sweet smell of success (başarının tatlı kokusu) aslında zeitgeist'ın değil, bütün zamanların filmidir.

    son olarak filmin yönetmeni alexander mackendrick'e kulak verelim:

    "işe yoğun bir saatte times square'de başladık ve çok güçlü aktörlerimiz, bir kamera vincimiz ve polis yardımımız ve geri kalan her şey vardı, ama elimizde herhangi bir senaryo yoktu. nereye gittiğimizi belli belirsiz biliyorduk... "
  • değeri pek bilinmeyen bi yönetmen olan alexander mackendrick'in red harvest esintili 1957 yapımı filmi. yojimbo ile bu bakımdan kardeştirler. burt lancaster sadece bi köşe yazarını canlandırır ama diktatörden farksız karizması vardır, kanımca gelmiş geçmiş en iyi oyunculuk performanslarından biridir bu. senaryo north by northwest yazarı ernest lehman'ındır ki o da büyük biridir. mackendrick'in diğer bi filmi coenlerce yeniden çekilmiş ladykillers'tır dersem iş daha bi aydınlanır.
  • iletişim fakültelerinde ödev diye verilen ıvır zıvır filmlerin yerine gösterilmesi gereken değerli bir eser.
    burt lancaster'in oyunculuğuyla ezdiği bu filmde, şimdilerde pek olmayan "köşe yazarı ajanı" gibi bir mesleğin eleştirisi yapılır ki; sanırım melih aşık-fahrettin fidan ilişkisi, bu ölü işe verilebilecek sınırlı sayıda örnekten biridir. (tam olmasa da örnek kıstaslarını yerine getiren bir örnektir)
  • 1957 yılında damacanalı su sebili ve bardaklık olduğunu gösteren güzel film. ne zaman icad edildi acaba bu alet.
  • vicky cristina barcelona gibi bir filme 375 tane entry giren elit sözlük yazarlarımızın, atladıkları bir film daha. bu harika filme sadece 3 entry girilmiş, birini zaten bu işin ustası caponsever girmiş. film noir'in en süper örneklerinden biridir bu film. imdb'de şu an 223. sırada. özellikle başrolde oynayan iki isim -tony curtis ve burt lancaster- harikulade bir performans sergilemiştir.

    biraz filmin konusundan bahsedeyim. ülkenin en önemli 2-3 gazetecisinden biri olan j.j. hunsecker (burt lancaster) ve yükselmeye çalışan, bu yolda her şeyi yapabilecek bir gazeteci olan sidney falco (tony curtis)'nun hayatını anlatıyor. bu iki adam da şerefsiz, film boyunca kanalizasyon çukuruna düşüp ölmesini istiyor insan ikisinin de. hunsecker köşesinde bazı yerlerin reklamını yaparak menfaat sağlıyor. sidney ise yükselebilmek için pezevenklik bile yapıyor. öyle bir hırs var adamda. aslında bir yandan da büyük bir aşk anlatılıyor filmde. hunsecker'ın kız kardeşi susan ve dürüst bir müzisyen steve'in aşkı. sonunda aşk galip geliyor.

    izlemediyseniz, canınız sıkılıyorsa ve ne yapsam diye düşünüyorsanız, hiç düşünmeden edinin sweet smell of success'i (artık indirir misiniz, başka bir şey mi yaparsınız bilemiyorum) ve keyifle izleyin.
  • sanirim en az ernest lehmann kadar ilginc bir diger senaryo yazari, clifford odets'in de etkisiyle oldukca ahlakci bir kimlige sahiptir film, bad lieutenant tarzi. neden bad lutenint? zira film, yojimbo'daki veya red harvest'taki gibi sehre gelip bi onunla bi bununla oynayip herkesi ters köseye yatiran yabanci sablonuna, bir onunla bir bununla oynamak babinda yakin dursa dahi, daha ziyade cok kisa süre icerisinde bir hedefe (su kadar para, cocuk aldirmak icin doktor (sartre'in akil cagi'nda vardi), birisini (misal katili) bulmak) ulasmaya calisan, yoksa ya ölecek ya hapse girecek ya da kariyeri mahvolacak adam konseptine daha cok benzesiyor. film 50'ler sonu newyork atmosferi ve dedikodu sütunu yazarlari dünyasi, durmadan arkada calan caz müzigi ve gece atmosferiyle insani mesut, mesut ne kelime bahtiyar ediyor, 2-3 sene sonrasinin la dolce vita'sina ilham kaynagiymis gibi duruyor.
  • henuz izledigim ve hayran kaldigim bir eser

    filmin senaryosunun toplu ve amaca yonelik olmasi ilk begendigim yani.

    ayrica tum film boyunca dikkatlice yazilmis manzum eserlerden hic bir eksigi olmayan repliklere burt lancaster'in sahane oyunculugu eklendiginde eser zaten basli basina bir sahanelik iken tony curtis'in ahlaki degerlerden arinmis tam bir pisligi olaganustu canlandirmasi da katilinca nasil bittigini anlayamadiginiz bir 96 dakika ortaya cikmakta.

    elestirisini yaptigi donemi ve olgulari detayli bicimde yansitirken insani bogmuyor film ve arka planda dekor ile verdigi mesajlar da takip edilmelidir.

    --- spoiler ---

    ornek olarak ozellikle filmin sonlarina dogru tony curtis'in dirty cop'lar tarafindan dayaga cekilecegi sahnenin hemen baslarinda ilk polisin inisi ve polis arabasinin hemen ileride durusu aninda arabanin yanindaki tabelalarin birinde "no turns" yazisinin gorulmesi

    --- spoiler ---

    kisacasi sahane bir elestiridir efendim. edininiz. izleyiniz.
  • tas gibi bir film noir ornegi olmasinin otesinde, en sevdigim filmlerden biridir.
    su yasimda hala bir kadeh viski esliginde cuma aksami keyfi yapiyorum kendisiyle, ki kim bilir kacinci izleyisim bu. new york city'nin new york city oldugu, jazz'in jazz oldugu, muzigin de jazz oldugu zamanlar..
    kendisiyle homer simpson araciligiyla tanismis olmam da ayrica ilginc.
  • lancasterın gençken ölmeden önceki halinden daha korkutucu olabildiğini de görebildik filmde. ben konuya gerçekten kafayı taktım yalnız. görünürde çok az değeri olan bir hikayeymiş gibi görünürken, hunsecker'ın sonradan kalbinin sadece kızkardeşinde attığının anlaşılmasıyla olay tatlıya bağlanıyo. haha yok herkesin amına konuyo aslında. neyse, falco için "ne pis adammışsın sen be" diyorum. filmde çevirdiği dümenlerin katman katman üstüste binmesine hayran kaldım. ayrıca "köşe yazarlığı bi tek bizim ülkede var" diyen zihniyeti de buna yönlendiriyorum. "match me".
  • new york, caz, yozlaşmış polisler ve köşe yazarları. başarı hırsı yüzünden tükenen bir adam ve sonuç olarak harika bir film-noir örneği. ünlüler dünyasına ve sisteme yönelik çok keskin bir eleştiri. tony curtis ve burt lancaster' ın performansları ise muazzam.
hesabın var mı? giriş yap