• son zamanlarda hayatı bunlarla doluydu.
    yok sizle değil, yani zamir olanlarınızla değil de işte, yokluk belirten ve sona eklenen -siz le.
    şikayet etmiyordu. işsiz olmasa lapa lapa yağan karın altında kıpkırmızı burnuyla saçma saçma yürürken göt üstü düşemeyecek, kimsesiz olmasa kendi kendine attığı kahkaların duvarlardaki yankısını duyamayacaktı.
    evsiz olmasa sabahın o saatinde akşamdan kalma sarhoşluk ve dağınık saçlarına rağmen dışarı çıkmak zorunda kalmayacak ve hep eksik kalacaktı.
    atkısız olmasa ona atkı bulup bağlarken kulaklarını kapatmaya çalışıp şefkatle saçlarını düzelten o ellerden mahrum kalacaktı.
    sabahın o saatinde uykulu gözlerle çıkmak zorunda kaldığı bir evdeydi ve çıkmak üzereyken baktığı gözler onu atkıdan daha fazla koruyordu.
    (bu arada önemli tavsiye, beyler sevgililerinizin atkılarını bağlayın lan, 128 özel gün kutlamasına bedel)
    (bir de saçlarını kurutun banyodan çıktığında, bunlar hep önemli)
    çıktı.
    sigarasızdı, kahvesizdi, ama üzülmedi. yürünür ki buradan oraya deyip görmeye çalıştığı kadıköy'ü kızıltoprak'a olan mesafesi nedeniyle değil kar yüzünden göremediğini düşünüp umutlandı. yürürüm ki.
    bakkala girdi. elini cebine sokup tüm mal varlığını çıkardı. yirmi yedi lira on kuruş. kim bilir ne kadar daha idare etmesi gereken sevimli mal varlığı. 27 yaş bunalımı gibi bir para, yeterli değil, yetersiz değil. kendini saçabilecek kadar genç değilsin, oturabilecek kadar da yaşlı değilsin. öl yirmi yedi. (bu arada tek sayılar ölebilir mi lütfen, çok uğursuzlar. teşekkürler.)
    bir sigara aldı. dolmuşa binerse cebinde kalacak parayı hesaplayarak çıkardı azcık matematiği olsa ama ''amaaan kesin yanlış hesaplarım zaten'' deyip yürümeye başladı.
    bir ay önce, gayet kuru hatta güneşli bir akdeniz sahilinde ''ya beni gelip alabilir misiniz lütfen? binemem dolmuşa falan'' bir insandan dolmuşa binerse ne kadar parası kalacağını hesaplayan insana evrilişi takdire şayandı. bu evrim saç rengini bile değiştirememişti lan. hala sarışındı.
    buzağı burnuna evrilen insan burnu nedeniyle yanında duran dolmuşa atladı. sıkışık trafik, çok kar, arabada olmaya bayılan bir varlık için yeterince iyi şartlar. mehter takımından hallice ilerleyen dolmuşun içinde mutluydu.
    durdu. yok o zaten duruyordu da, dolmuş durdu, içeri uzanan kafa ''pardon yüz lira boza bilir misiniz?'' dedi nefes nefese. ''yoh!'' dedi meymenetsiz şöför. cık cık bakışıyla baktı insanlar.
    ''ben de var bozuk buyrun'' dedi.
    ''ohhh! teşekkürler'' deyip bindi adam.
    otuz beş yaşlarında, özel bir şirkette fena da bir pozisyonu olmayan, kar nedeniyle özel aracımla çıkmadım yoksa yani ıhım bakışlarıyla etrafı süzen, üç yaşında bir berke babasıyım dedi.
    şaka şaka demedi de, kız öyle okudu.
    yüz lirayı kıza uzattı ilk iş, kız baktı, cebindeki eliyle on dokuz lira civarı olduğunu düşündüğü parasından iki lira daha alıp meymenetsize uzattı. ''buradan alır mısınız beyefendininkini de''
    ''bağa fark etmez bayan.''
    teşekkür etti berke'nin babası, ''komşuyuz ne de olsa sağolun, bir daha rastlarız işallah'' dedi.
    bir şey değildi.
    dolmuştan indi.
    dünyada en sevdiği yerlerden biri olan (vizyonu bu kadar, vurmayın) kadıköy çarşı içinde dolaşmaya başladı. hala kahvesiz, kahvaltısızdı.
    bir sigara yaktı.
    yürürken hissettiği tek -siz hissizlikti. bu kadar doluyken bu kadar -siz olmak? düşünmedi.
    simitçiye girdi.
    bozukluklarını saymaya devam ederse dostoyevski'ye dönüşeceğinden korkup saymayı bırakmıştı. girdiği bir yerde ''aaa cüzdanım evde kalmış'' diyeceği ana kadar yolu vardı.
    ''susamsız mı?'' dedi tezgahtar.
    ''manyak mısın?'' demedi kız.
    ''yok böyle simit, hani yuvarlak'' dedi. paketini aldı ve çıktı.
    güldürmeyi çok sevdiği bir kadın vardı. onun evine gidiyordu. eve yaklaştıkça çok susadığını fark etti. evi geçip köşedeki bakkala girdi. tam arkasından giren ve belli ki bakkalın bulunduğu apartmanda boya badana işi yapan yaşlı bir amca ondan önce davranıp ''evladım kaşar ekmek yapıyor musunuz?'' dedi.
    yapmıyoruz cevabını alınca çaresiz baktı.
    ''çarşıya yürüyün amca'' dedi oğlan çocuğu.
    ''şey ben simit almıştım ama tokum zaten, öylesine canım istemişti'' deyip simidi uzattı kız.
    teşekkür etti, zeynep'in, mehmet'in ve elif'in babası. ''komşuyuz ne de olsa sağol kızım, bir daha rastlarız işallah'' dedi.
    bir şey değildi.

    -sizlik başına ne gelirse gelsin düşündüğü kadar fena değildi. sizlik de öyle evet.

    ''siz hepiniz ben tek lan'' deyip gülümsedi.
    lan mı? aşk olsun.
  • artık çok azalan saygının son neferi bu zamir. sahi ne kadar az kullanılıyor artık?
  • bunun saygı ifade eden kullanımı yok oluyor yavaş yavaş sanırım. çoktandır cümle içinde geçtiğini duymadım. veya ben çok odun bi' muhitte oturuyorum, bilemedim şimdi. gerçi bu zannımca çevreden bağımsız genel bir fenomen oldu. 70'li yıllarda ecevit "sayın" sözcüğünü dile yerleştirmek için çok uğraşmıştı, başarılı da oldu; ancak milenyum sonrası türkçesinde "sayın baykal, sen önce hazine'nin sana yapmış olduğu resmi yardımdan yaklaşık 1 trilyonluk yolsuzluk yaptın" gibi altı kaval üstü şişhane biçimler giderek yaygınlaşır oldu. cümledeki düşüklük sayın başbakanımızındır. zaten sayın baykal da "sen kim temiz eller operasyonu yapmak kim. önce kendi elinin temiz olması lazım" diyerek enseye şaplak ve devamı tarzına bir itirazı olmadığını açığa vuruyor. e haliyle bu imamları izleyen bir cemaat da olunca, odunluğu muhitlerde değil farklı yerlerde aramak gerektiği aşikar oluyor.

    aslında bu fenomenin benzeri demeyim de, tam zıddı ingilizcede de var. sanırım viktorya dönemi ingilteresinde, öyle bir incelmiş ki ingiliz hanımlar ve beyler, "thou" (sen) zamiri, bizzat kendisi, çekim ekleri ve diğer pılı pırtıyla terki lisan eylemiş. hani, gentlemen öyle kibarlaşmışlar ki birbirine sen demek, türkçe mealiyle lan demek olmuş. gerçi thou zamirinin fiil arkası çekim eklerinin, türkçedekinin tersine daha uzun ve telaffuzunun zor olduğunu da göz önünde tutmak lazım, ama "enthusiastic" dururken "thou"nun ne suçu vardı, değil mi?

    neyse biz gene türkiye'ye dönelim. 50 yıl kadar önce, karşısındakini incitmemek için "çok reca ediyorum, bu bahsi kapatınız" diyen bir toplumun bireylerinin, bu kadar kısa sürede nasıl olup da "sussana lan" formuna girdiği bence kesinlikle üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. tamam, sustum...
  • ben sana "siz" derken; sonradan oluşması muhtemel doğası düzgün samimiyete evrilecek doğru başlangıcın peşinde olmaya; insanın başına olmadık işler açacak bir laf salatasından ise susmanın da bir derinliği olabileceğine dair imaya; edeple terbiye edilmiş ve edinilmiş jest, mimik, malumat, bilgiyi taşımanın ağırlığının yanlış anlama sonucu açabileceği gediği peşinen onarma çabasına; kesilen sözün yarattığı memnuniyetsizliğin daha derindeki hoşnutsuluklardan beslenme ihtimalini düşünerek bunun üstesinden gelme hazırlığına; verili, hazır bir müfredata uyarak yapılan konuşmanın sıkıcılığından ziyade iletişimin, konuşmanın, yan yana olmanın ve durmanın keşfe açık yanına olan inanca; insanın tek başına akıllı ya da zeki olamayacağına dair düşüncenin altında yatan diyalojiye duyulan güvene; konuşmaya halen yaşanılan ve yaşanılanlardan başlanıldığı için pekişmesi kuvvetle ihtimal varoluşun cömert yanına olan hayranlığa; kararsız iki kişiden kararlı bir insan çıkabileceğine dair iddiaya; ciddiyetin içinde olması gereken neşeye; mantığın yanında olması elzem hisse; kibarlığın, inceliğin içtenlikten kaynaklanıyor olabileceğine dair gittikçe unutulmakta olan erdeme beslediğim hürmete; yeni tanışılan bir insanla konuşmanın önündeki en büyük engelin karşımızdaki insanın yüreğinin de yeni olduğunu unutmak olduğundan hareketle o yüreğe kelime yerleştirmenin zor olduğunu, bu zorluğu aşmanın da zaman alacağına dair düşünceye; konuşmanın eşitleyici doğası olduğuna dair inancın yarattığı sorumluluk bilincine; retoriğe, münazaraya, jargonlara, özel dillere gerek kalmadan sahicilik ve samimiyetin biçimlendirdiği bir hukukun benim nazarımda esas olduğuna hürmeten "siz" diyorum.
  • aylin aslım'ın güzel sözlerinin hande yener'in güzel yorumuyla birleştiği güzel şarkı.

    "...gözlerimi kapasam
    zirveye çıkabilirim..."
  • kim ne derse desin sevdiğim bir hitaptır bu benim. siz diyen insan kibar geliyor bana, böyle tanır tanımaz senli benli olmak da nedir allasen. ama nedense pek yadırganıyor siz dediğimde sonra ben garip hissediyorum kendimi halbuki kibar bi kişiyim sadece
  • resmiyet kokan, biraz da soğuk bir hitap galiba.

    bu sözcüğü ve -ız ekini az tanıdık birine karşı kullanmak bende acayip bir stres yaratıyor arkadaş. hani, karşıdan gelen az tanıdığa selam versem mi gerilimi gibi bi şey. bu siz ve -ız'ı da kullanırken böyle bi gerilim oluyor bende. araya mesafe koyuyormuşum gibi geliyor galiba karşımdakilere. halbuki bazen saygıdan bazen de direkt öyle çıkıyor ağzımdan. mesela bugün tanıştığım biriyle (4-5 yaş büyük benden) şöyle bir diyalog yaşadım:

    ben: merhaba.
    x: merhaba. hoş geldin, nasılsın?
    ben: iyiyim. siz nasılsınız?
    x: iyidir. (o sırada bizi tanıştıran kişiye dönüp, biraz da gülerek) ya ne kadar da kibar bu çocuk, siz falan.

    hayır, yeterince tanısam sen derim ya da isminle hitap ederim. siz deyince de işte hem bi mesafe hem de bi gariplik oluyo böyle. bunu bi tek ben mi sorun ediyorum, onu da bilmiyorum. genelde resmi durumların dışında(formalite icabı) sizli konuşan birine rastlamıyorum da kolay kolay. ha, bu arada, samimi arkadaşlarımla, aile ortamında falan tdk üyesi gibi de konuşmuyorum, belirteyim de. ulan hep bu az tanıdık yüzünden zaten.

    neyse, sorun sizde değil bende galiba.
  • hande yener'e ait olanının sözleri şöyledir:

    ben basit bir insanım
    iyiliğe inanıyorum
    ben yalnız bir insanım
    ve sizden korkuyorum
    devir sizin devriniz
    o kadarını bilirim
    yolumdan biraz çıksam
    aranıza girebilirim
    o yalan dünyanızın
    keyfini sürebilirim

    siz kimsiniz?
    ama kimsiniz?
    karanlık gibisiniz
    fanisiniz
    birdenbire tüm renklere bürünür gibisiniz
    zalimsiniz

    ama ben basit bir insanım
    aşka inanıyorum
    ama ben yalnız bir insanım
    ve sizden korkuyorum
    devir sizin devriniz
    o kadarını bilirim
    gözlerimi kapasam
    zirveye çıkabilirim
    o yalan dünyanızın
    keyfini sürebilirim

    siz kimsiniz?
    ama kimsiniz?
    karanlık gibisiniz
    fanisiniz
    birdenbire tüm renklere bürünür gibisiniz
    zalimsiniz
  • "benim söylemek için çırpındığım gecelerde,
    siz yoktunuz."**

    *
  • benim dışımdaki herkessiniz,

    daha çocukken kardeşlerimi büyütmek zorunda bıraktığınız
    çocukluğumu çalan,
    sırtıma taşıyamayacağım kadar yükü yükleyen,
    istediğiniz ünversitede, istediğiniz bölümde okumamın açıklaması,
    istediğiniz mesleği yaptıran,
    istediğiniz şehirde yaşamamın sebebi,
    tüm yaşadıklarımın sorumlusu,
    bugün ne isem sebebi değil misiniz?

    hayatında neyi eksik yapmışsa, neyi yanlış yapmışsa doğruları yaptıran bana,

    en kısa ifadeyle; hatalarından benim hayatım üzerinde dönüş alansınız siz.
hesabın var mı? giriş yap