• genelde dışarısı karanlık ve otobüzün içi eser miktarda aydınlatılmışsa gerçekleştirilebilecek eylem türüdür. otobüsün camının düz olduğunu varsayarak kızımızı (nerden bizim kızımız oluyorsa) gönderdiğimiz ışınların açısal hesabıyla görüş alanımıza dahil ederiz. bu durumda bilinmesi gereken en büyük gerçek kızın uzaklığının iki katına çıkacak olmasıdır. yani güzel olan kız size çirkin ya da çirkin olan bir kız size afet-i cihan olarak lanse edilebilir optik tanrıları (normalyus, konveksiyus, konkavsikus) tarafından. fakat zekamızı burada da konuşturmalı ve kızımızın ne derece güzel olduğunu hayal gücümüz, tecrübelerimiz ve tarih bilgilerimiz sayesinde çözümleyebilmeliyiz. artık iş kızın size bakmasında, bakıştığınızda ister bilge tavırlarla "aynalarla oynarım, optik bilgim şahanedir, kral fizik bilirim, yani zekiyim, bu bilgilerimi seninle paylaşırım, beraber nobel ödülüne doğru uygun adımla koşarız" bakışı atarsınız, ister "yanında ananın olması hiç farketmez, bak ben seni kesmek istedikten sonra bu çift camı kullanırım, ne anan farkeder ne baban. gör bendeki isteği, ben ne kadar arzuluyorum ki neler yaparım sana tahmin et gayrı" arzulu bakışı atarsınız. hiç olmadı, önce camdan bakar bakar bakarsınız en sonunda cama şöyle bir alnınızı vurursunuz ve "kızım abazalıktan sivilcemi sıksan sperm fışkıracak, gel sana uzun zamandır hayal ettiğim yatak oyunlarını öğreteyim. kanırtayım icabında seni" hayvanlığını yaparsınız. sonuçta kız sizden önceki durakta iner öyle camdan bakarsınız, siz ondan önce iner "ulan keşke dursaydım, kafamı sikiym" dersiniz ya da aynı durakta inersiniz ama "epika epika epika" diye diliniz tutulur avel avel bakarsınız kızın peşinden. bak konuşmanın başında kızımız olan kız, kız oluverdi di mi. olur mu hiç ya, aklınız alıyo mu? camdan kız kesmekmiş peh. saygılarımla
    maykıl incekenarlımercek
  • sen sagda otururken misal sofor arkasinda oturan kizin yuzu bi sekilde camdan cama yansiyarak senin sagindaki camda gorus alanina girer ve burdan kizi disariyi seyreder ayagiyla caktirmadan kesersin. hele bi de kizin yuzunu o camda sana bakarken gorursen (bkz: oldu bu is)
  • hayatının yarısı dolmuşlarda veya otobüslerde geçen biri olarak (şöför değilim, üni. uzak) yolculuk sırasında bu işi yapmanın yolculuğu eğlenceli hale getirdiğini ve ortama ayrı bir heyecan kattığını tartışmam bile. kıza arkan dönükken veya hizasında dururken %100 verimle yapılan kesiş esnasında, kız da dışarı doğru baktığından dolayı gözgöze geldiğinde hemen kaçırırsın gözünü. ne heyecan lan. eheh.
  • ya şimdi bu doğal bir süreç. eleştirmeden önce bir dinlemek lazım iddia makamını. durum şöyle şimdi haminne;

    insanın içini sıkan bir çarşamba günü düşün. sıradan bir gün insanın içini neden sıkar şimdi de onu düşün. ya da dur ben olaya baştan başlayayım...

    o'nu orada göreceğimi bilsem bırak o durakta beklediğim onca dakikayı, geciken otobüse ettiğim tonla küfrü, çiğnediğim üç sakızın ağzımda yarattığı iğrenç tadı, yanımdaki susmayan sivilceli ergenleri bile düşünmez; bir işaret gelene kadar o durakta beklerdim.

    çarşamba günleri sıkıcıdır. çünkü haftanın tam ortası, bitti desen olmaz, bitecek desen yürümez... o gün yaptığım hiçbir şeyden zevk almam. hatta zevk alacağım bir iş varsa özellikle başka bir güne sarkıtmaya çalışırım falan filan. neyse alarmın geç çaldığı her günde olduğu gibi durağa yetişmeye, kafasına göre gelmekte ısrar eden otobüsü yakalamaya ve o otobüste oturacak bir boş koltuk bulma hayaliyle yanıp tutuşmaya başlamak tam bir rutin haline gelmişti artık. o otobüs murphy kurallarını gözüne sokacak, her arkasından koşarak gelen el sallayan, senin benim gibi insan evladını almak için duracak, sana ise koca bir nanik yapacak...

    alarmın müziğini değiştirmek oldukça saçma farkındayım. ama bir müziğe alışmak, hele ki en sevdiğin şarkıysa, ya uykundan tamamen edici ya da hepten uykuya yatırıcı olabiliyor. o müziği değiştirip de günü kurtarmak istediğinde ise kesin bir biçimde geç kalkmak ve dolayısıyla geç kalmak zorundasındır. saate baktığında otobüsünün gelmesine 5 dk. kaldığını görmek de ayrı bir fear factor konusu, orayı atlıyorum.

    çok ayrıntıya girdim, artık konuya dalayım...

    çizgi filmlerde olur ya dumanımsı bir şey, bir koku çepeçevre sarar, ellerini bağlar, gözlerini kapatıp içine çekmesini bekler kendisini. hah işte tam da bu olmak üzereydi o durağa vardığımda. kimsenin dikkatini çekmeyecek durulukta kırmızılı kız yanımda durmaktaydı. tamam tamam ben özellikle orada durmayı istemiştim. koku hafızamın iyi olduğundan emin olduğumdan da hemen en ağır kokusunu içime çekmek istemiştim, suç mudur sorarım sana? meyve kokulu parfümlerden hoşlanmayan beni bile etkilediyse en az 3 durak erkeğini yere serebilir düşüncesiyle bir adım daha yanaştım. kızın önüne 9.15 (cm)'lik barajımı kurduktan sonra karşıdan otobüsün gelişini gördüm.

    bayramın yeni bitmiş ve okulların henüz açılmamış olması otobüsteki boş koltukların tek müssebibiydi kuşkusuz ki. elbette koltuk seçerken de az önceki anı depreştiricilerimi kullanmam gerektiğini anımsadım. antidepreştiricim kırmızıdan uzaklaşmaktı. önümdeki kadının, kırmızılı kızın arkasındaki koltuğa oturmasını engellemek için ne yapmam gerektiğini düşünürken ani bir atakla hedefimdeki koltuğa oturmayı başardı. yüzsüz olsam neler teklif ederdim ama karşısındaki koltuğun da boş olduğunu farkedip çakallık öğretilerinin ilk dersini aklımdan okumaya başladım;
    " 1) güzel kız bulunca kes.
    2) güzel kızın yanında, yöresinde başka kesen olmadığına dikkat et.
    3) güzel kızın ağzına düşecek şekilde göz hareketlerinde bulunma.
    4) kesme için en doğru açıyı keşfet.
    5) kesme için gerekiyorsa yardımcı araçları kullan (gazete, kitap, cam vs.)
    6) isminin rana olduğunu öğrendiğin anda kesmeyi bırak, yengen olabilir, akıllı ol!"

    tüm maddelerden emin olduktan sonra yardımcı aracın cam olduğuna karar vermem zor olmadı.

    ancak camın buğusundan ve kirliliğinden de anlaşılacağı üzere henüz birisi yüzünü cama yaslayarak, malak gibi uyumuştu. bak şimdi hemen kötü düşüneceksin ama benim yanımdaki cam kirli olduğundan dolayı kaderin bana oynadığı oyuna karşı koyamadım, anla beni de. yan koltuğa doğru göz atmaya başladığımda gözüme ilk çarpan elindeki son model telefon oldu. dokunmatik ekranı, kılıfı ve hatta melodisiyle bile kırmızılı kızla tam bir uyum içerisindeydi.

    üç durak geçmemize rağmen yanına henüz kimse oturmadığından ve bundan sonra da biraz zor oturacağından (bulunduğum şehrin durakları bir yerden sonra ıssızlaşmaya başlıyor) acilen cama yöneldi gözlerim. kendime güvenimin gelmesini sağlayan şey ise kızın da kafasını telefonundan kaldırdığı zamanlarda benim oturduğum tarafa bakması oluyordu. en "bruce willis gülüşü"mü ve "tom hanks bakışı"mı takındıktan sonra iyice camla bütünleştiğimi gördüm. hatta az önce uyuyor diye günahını aldığım adamın da halini gözlerimin önüne getirdim ve hiç de iyi şeyler düşünmedim.

    -güldü sanki bu tarafa doğru bakarak hı?-

    her çarşamba kötüdür. alarmın çalmaması, otobüsü kaçırmanız, klimasız otobüse denk gelişiniz hep aynı güne rastlar. çarşambalar kötüdür. camdan kestiğiniz kızın bir sonraki durakta sevgilisi biner, kesiştiğiniz dakikalara yüklediğiniz anlamlar bir anda uçabilir, geç kalma pahasına ve camda bıraktığınız yüz imzanıza bile aldırmadan ineceğiniz duraktan üç durak önce inmek zorunda kalabilirsiniz.

    -bana bakıp güldüğüne yemin edebilirim!-

    bu kadar acınacak durumda olduğumu anlamamı sağlayan çarşamba gününe, kırmızılı kıza, sevgilisine ve tüm camdan kesicilere saygılarımla...

    not: okudum da konuya alakasız her şeye değinmişim. kesme işlemi 2 sn. sürmüş sanırım sadece. kısfmet...
  • şehirlerarası otobüs yolculuklarının en sevdiğim yanlarından birisi, hiç tanımadığınız bir insanla yaşadığınız o kaçak kesişmeler, kaçak bakışmalar, aklında o an için akmakta olan düşünceleri okumaya çalışmalar ve belki de mola yerinde aynı masada karşı karşıya oturup gözlerinin içine uzun uzun bakarken "aslında susmak bile güzel" diyebilme ihtimali üzerinde varsayımlar üretmektir.

    şehirlerarası bir otobüsün yolcuları, aynı izole sosyal çevre dahilinde bulunup da birbirleri ile her türlü (veral, fiziksel, hatta telepatik) temastan kaçınan ilginç varlıklardır. kişisel alanlarına tecavüz edilmelerini istemedikleri gibi başkalarının alanları dahiline girmek de istemezler hiçbir zaman. santimetreler, hatta milimetreler boyutunda yan koltukla sınır çizen insanlar bu konuda en belirgin ve geçerli örneklerdir. kendileri yayılarak otumayı tercih eden birileir olmasalar bile, sırf bir başkasının kendi kişisel alanlarına geçmelerini engellemek adına koltuğun olası tüm alanlarını kullanır, ayak koyma yerinden kol mesafesine kadar her noktayı sınırına dek kullanmaya çalışırlar. ancak bu çalışma ve çabanın varlığına karşın yanındaki diğer bireye tutup da "iyi yolculuklar, rica etsem biraz yana hareket edebilir misiniz?" sorusunu yöneltmek istemezler. uluslararası hukuk misali yazılı olan ve olmayan kuralların bileşkesi üzerinden yürütülen otobüs içi sosyal hukuk, kişilere verdikleri hakları inanılmaz bir yaptırımla kontrol altında tutar. bu kontrol mekanizmasının büyük bölümü sosyal tepkiye, kalan kısmı ise yolculuğu domine eden yolculuk tayfası olarak niteleyebileceğimiz kaptan şoför, host/hostes, yedek şoför ve muavin güruhunun yönetimine dayanmaktadır.

    işte bunca garip bir ilişkiyi bir yemek olarak düşünürsek, koridorun diğer tarafında, yani karşı tarafta oturan (ve bu nedenle karşıyakalı diyebileceğimiz) kız, yemeğimizin sosu, tadı ve tuzu olmaktadır. kalan 45 veya 50 koltuğun hiçbirini önemsemeye gerek kalmaz bir andan sonra. hangi an? çapraz koltuğun dolduğu an. otobüse önceden binenlerdenseniz eğer, bir süre sonra otobüs koltuklarının doluşunu izlemeye başlarsınız ve içinizden geçen tek bir düşünce vardır; "yanım yörem hatun dolsun". evet biliyorum fazla seksist gibi görünüyor ama asla öyle değil. tamamen konforla, rahatlıkla alakalı. insanın etrafında bol miktarda bayan yolcu olması, hizmetin en iyisine ulaşmak, oldukça huzurlu bir şekilde uyumak, ayak kokusu almamak gibi bir çok konfor/komfor unsurunu da beraberinde getirmektedir. tabi bir yandan da "güzel olsunlar bari" diyebilirsiniz, onun seksist olmadığını iddia edemem.

    oturduğunuz yerden etrafa bakınıp durursunuz huzursuz bir şekilde. aşağıda valizlerini bagaja teslim edenleri, inip binenleri, yolcu etmek için gelen ve türlü şebeklikler yapanları izlersiniz. oturduğunuz yerden insanların hareketlerindeki anormallikleri izler ve kendinizi daha yukarda görerek keyiflenirsiniz. eğer ki tercih ettiğiniz seyahat firmasının kendine ait bir terminali varsa çok bir yorum yapmak istemem ama halka açık bir terminalden biniyorsanız eğer, yan otobüslerle kendi otobüsünüzü karşılaştırır, her şeyi aşağılarsınız içten içe. bu bir keyiftir, hatta bazen insanın yolculuk anksiyetesinin yansıtılmış halidir. anksiyeteyi geçiştirebilmek adına sürekli bir şeylere bok atar, içinde bulunduğunuz durumun aslında diğerlerinin ulaşamadığı bir noktada olduğu varsayımıyla rahat ve huzurlu hale gelirsiniz.

    neyse efendim, konuyu dağıtmak pek de hoş bir şey değil.

    beyaz ve önden fermuarlı kazaklardır aslında otobüste dikkat çekmenin birinci yolu. büyük yakalarını omuzlardan sarkıtmak her zaman en güzel fark edilme yoludur. hele bir de kalemle çizilmişçesine güzel bir yüze, fındık bir burna, kulakların etrafından salınırken sahibinin boynunu gizleyen saçlara sahipse kişi, otobüs içi popülasyonun kendisi haricindeki bireyleri için meta olmayı baştan garantilemiş demektir.

    oturduğunuz yerde etrafı izlerken gelir ve ufak bagajlarını tavan altı bagaj bölümüne, minik ayrıntıları ise koltuk önündeki fileye falan yerleştirmeye başlar ve siz o anın büyüsüne kapılırken gözlerinizin üzerinde asılı kaldığını fark edersiniz. gözlerinizi başka bir yana çekmenin sağlıklı olacağı düşüncesi ile cama yönelir ve dışarıyı izleme ayağına camdan her hareketini takip edersiniz otobüsün en parlak varlığını. hep sırtı dönük olduğundan (oturana dek) sırtının ölçülerini, bel kıvrımını, basen ve bacaklarını süzer durursunuz ister istemez. kontrol etmek kolaydır aslında zihni, ama o anda kontrol hiç de çekici değildir ve asıl çekici olanın etkisine kapılmak her zaman daha heyecanlıdır, heyecanlandırır.
    oturduğu anda yandan sahip olursunuz silüetine. artık sizdedir silüeti ve kimseye vermek istemez, paylaşmaktan imtina edersiniz kaçamak kaçamak kafanıza kazıdığınız o haritayı. define haritasıdır aslen, zira onca saatlik yolculukta sizi ayakta tutacak muhteşem bir eser, bir harika, bir letafeti resmetmekte, ardında saklamaktadır.

    bu noktada yol ikiye ayrılıyor.

    fark edilerek fark etme, fark edilmeden fark etme şeklinde mevcut olan iki yoldan, şu an için tercihim olan "fark edilerek fark etme" yolunu betimlemeye çalışacağım.

    cama dönmek, camdan dışarıyı izlemek sizin ana kaçışınızdır. yanınızdakilerin garipsememesi için, özellikle çaprazdaki güzel kızın "üzerinde asılı gözlerin varlığından rahatsızlık duymaması" için bir şekilde kaçak bakışlar ardına gizlenirsiniz. ortalık kararıncaya kadar dışarıyı izler, camdan silüet takip eder ve mutluluk denizinde kulaçlar atarsınız. bir an vardır bu gidişatın dönüm noktası ve fark edilme anahtarı olan. bahsettiğim bu anda, okumakta olduğu kitaptan sıkıldığından mı yoksa sizin bakışlarınızı hissettiğinden mi bilinmez (altıncı hissi olası sayıyorum) bir anda size döner... size dönmesi, gözlerinin gözünüz hizasına gelmesi demek olduğundan, camdan sizi fark etmesinin mümkün olmayacağı anlamına gelir ve gözlerinin üzerinizde olduğunu fark ettiğniz anda camdaki silüetinden gözlerinizi çekmenizin vaktinin geldiğini anlar ve yolun bir başka noktasına, tercihan uzaklara dalarsınız. ne zaman ki başını çevirirse bir çığlık atarsınız içten "yaşasın" diye. yolculuğunu devam eden saatlerinde bu dönüp de size bakmalar sıklaşırsa, hele hele yolculuğun son saatlerinde bu sıklık artarsa, insanın aklıdan onyüzbin fantezi geçiverir ister istemez. acaba... acaba ilk mola yerinde yanına mı gitseniz? ya da tam size bakarken dönüp ona bakıp da bir gülümsemek ile yarar mı? dekren onun artık camdan gözlerinizi yakalamaya çalıştığını fark eder ve bir sonraki hamlesinde, camda onun göz silüetini barındıran noktasına çevirirsiniz gözlerinizi. kısa bir temas, bir elektriklenme.... sonraısnda her iki tarafın da gözlerini kaçırması.

    mola verilir. mola yerine erkenden gidersiniz, atarsınız adeta otobüsten kendinizi, zira içerisi artık size dar gelmekte, ne yapacağınızı şaşırtmaktadır. mola yerinde tuvalette uzun uzun düşünürken işinizin ve çişinizin bittiğini bile ancak kapının yumruklanması ile fark edebilirsiniz. sonrasında bir kase çorba alıp da restorana oturunca hikayenin yeni bir boyutu gündeme gelir...

    tüm restoran boştur ve gelip karşınızdaki masaya, yüzünü size dönerek oturur. ne bekliyorsun? ne duruyorsun hamle yapsana... ama kazın ayağı öyle değildir, asla harekete geçmezsiniz. zira sosyal baskının sizi kısıtlamasına öyle alışmışsınızdır ki; herhangi bir hamleye kalktığınızda karşı tarafın sizi oracıkta rezil etmesi sonrasında o otobüsten valizlerinizi alıp inmeniz dahi gerekebilecektir ve bunu göze almanız mümkün değildir. alt tarafı güzel gözlü, güzel yüzlü, narin, minyon bir hatundur, neden riske atasın ki? aaaah atsana ulan atsana... atmadım.

    gelip tuzu aldı masamdan evet, ah pardon, gelir ve tuzu alır masanızdan ama gözlerine bakmazsınız o sizin gözlerinizi arasa da. utangaçlık, istanbul beyefendiliği, salaklık, ne derseniz deyin ama yapamazsınız. asalet mi yüklenirsiniz atalet mi bilemiyorum ama çivilenip kalırsınız olduğunuz yere.

    molayı erken bitirirsiniz, o kaşrınızda otururken başınızı hep sağa sola çevirseniz de gözlerini fark edersiniz üstünüzde ve o uzaklaştırınca siz asarsınız gözlerinizi onun üstüne.

    mola sonrası otobüs bambaşkadır artık. siz onu, o szi yakalayıp durur camlarda, camlarda devam eder bir garip ilişki. "bu elektrik var ya" diye konuya giresiniz vardır hemen, ama girmeme yolunu tercih edersiniz, zira bir kelebeği tutup kanatlarından avcunuza almaktansa, doğasında bırakmak daha mantıklıdır. hay ben bu mantık denen şeyin...

    yolculuk bitecektir biraz sonra ve bakışmalar sıklaşır, hararetlenir, süreleri uzar. gözgöze gelindiğinde artık gözler kaçırılmaz olur, olur da neye yarar? bitmiştir yol evet.

    inerken, sırtınız dönktür ve arkanızda olduğunu, nefesinin ensenize vurduğunu hissedersiniz. "valizlerimizi alırken karşılaşırız, hareket anı budur" diyip yan tarafa geçer ve beklersiniz. bekler... bekler... beklersiniz. ama o, diğer yandaki valizini alıp, sarılığında bir hasta ruh barındıran bir büyükşehir taksisinde, uzaklarda, gözlerinizin erişemeyeceği evine doğru hareket halindedir. artık size düşen, oturup kaderinize ağlamaktır.

    ve...
    şu an entry yazıyorum ve ağlıyorum biliyor musun? bilmiyorsun elbette. bilme...
  • bir de koltukların koridora doğru baktığı otobüslerde uygulanabilir bu eylem amma ve lakin bu şekilde kızın ancak ensesini kesebilirsiniz ki bu insana ne kadar keyif verir onu bilemem. bu durumda yanınızda oturan kızı kesmek daha fonksiyonel olacaktır.
hesabın var mı? giriş yap