• liseyi yatılı okuyan ve yatakhane arkadaşı dört kızız. ergen bunalımını, ergen bunalımındaki herkes gibi; "hayat böyle bir şey değil", "başka türlü bir şey benim istediğim" sözlerinin içerisinde çok şık durduğunu düşünüp, elimizde kitaplarla, yatakhanede gürültüyle eğlenmeye çalışan şu diğer ergen kızlara kınayarak bakıyoruz. diğer yandan, yan sokaktaki eve barış manço'nun geldiğini duyduğumuzda, kınayarak baktığımız diğer ergen kızların üzerine basarak ve kendimizi yırtarak "barış aaabiiiii..." diye bağırıp el sallıyor, levent yüksel'in yetmiyoor sevişmeler yetmiyooorunu anırarak söylerken, sevişme hakkında en ufak bir fikrimizin olmadığını birbirimize çaktırmamaya çalışıyoruz. ama bunlar önemli meseleler değil tabi, neticede başka türlü bir şey bizim istediğimiz.

    her hafta sonu ailesinin, akrabasının yanına giden bu dört kız, ani ve tabi ki isyankar tavırla, o hafta sonu aile yanına gitmek yerine "ortaköy" e gitmeye karar veriyor. hafta sonları gidilen okul ile ev yolu dışında çıkacağımız bu ilk yolculuk, elbette ki bizim gibi hayatı aşmış kızları hiç heyecanlandırmıyor. sonuçta vapura binip önce beşiktaş'a gideceğiz ve oradan da ortaköy'e yürüyeceğiz işte, çok basit. balçık reçelli, kireç peynirli ve çay kokan sıcak sulu kahvaltımızı edip çok iyi bildiğimiz kadıköy'e iniyor, vapura binip beşiktaş'a geçiyoruz. buraya kadar her şey olması gerektiği gibi. vapurdan indikten sonraki yönümüz de net, sol taraf olamaz! yoksa sol mu, emin misiniz? "yok yok, o tarafta teyzemler oturuyor" diyor ilerde ressam olacak ve o anda şiirlerine hayran olduğumuz güçlü kadın. sağdan gideceğiz.
    yön konusunda eminiz, sağa gidiyoruz! o güzel yoldan yürümeye başlıyoruz. "aa, yıldız parkı burada mı?!" "tabi ki burada!". "aaa, çırağan sarayı da buradaymış?!" "e herhalde!".. şaşkınlık ve bilmişlikleri havada uçuşuyor.
    derken, biraz fazla yürüdüğümüzü fark ediyoruz, hesabımıza göre, ortaköy buralarda bir yerlerde olmalı, ama ortada ne entel kolyeler satan tezgahlar, ne barlar, ne de kafeler var, biz hala belediye otobüsü ve arabaların geçtiği yoldayız. dört kafadan dört ses çıkıyor,
    "daha yol var", "bence geçtik", "ya birine mi sorsak?", "ortaköy nerede diye mi?!"
    soldaki büfelerde yazılanlardan anladığımız kadarıyla ortaköydeyiz ve sol tarafa girmeye karar veriyoruz. kesinlikle ortaköy'deyiz, vitrinde gördüğümüz bir kaç tablo olan dükkan dışında, beyaz eşya ve kokoreç satan dükkanlarla çevriliyiz ve ortada deniz filan yok. bir kabusun ortasındayız. dört kişi arasında en sosyal olan ben, birine sormaya karar veriyorum ki, yukarıda geçen birine mi sorsak fikri de anlaşıldığı gibi, bana ait! ancak, bize sırıtarak bakan büfe görevlilerine sormaktansa ölürüm daha iyi. şaşkın şaşkın bakınırken yoldan geçen yaşlı amcayı gözüme kestiriyor ve kahramanımıza, sahil kenarına, kafelerin olduğu yere nasıl gidebilirizi soruyorum. amca bu hayatı aşmış şahane dört kadına yüzündeki tuhaf bir gülümsemeyle yolu tarif ediyor. yolun karşısı, tabi ki öyle. ara sokaklara girdiğimizde entel kolyecilerin tezgahlarıyla karşılaşıyoruz. nihayet denizi görüyoruz ve bu kez de oturacak yer konusu bizi geriyor. bira hiç içmemiş bu kızlardan biri bira diye tutturuyor, diğeri sahil kenarındaki bankta kitap okumak istiyor. ve en sonunda etrafı muşamba çevrili çay bahçesinde karar kılıyoruz. o kadar gerginiz ki, çay bardaklarına dişlerimiz vurabilir.

    ortaköy, o günden bu güne, başka türlü bir şey isteyip, istediğini bulamayan bu dört kız için, manzarası dışında, içinde kendilerini konumlandıracak bir yeri olmayan, mümkün mertebe gidilmeyen, kalabalık ve tuhaf bir yer...
  • istanbuldaki ilk oniki senemi geçirdiğim semt. ortaköyde oturmak iki açıdan çok zordur. arabanız varsa park yeri bulmanız çok zordur. arabanız yoksa da toplu taşıma tam anlamıyla bir işkencedir. iş çıkışı mecidiyeköyden ortaköye gitmek neredeyse imkansızdır, beşiktaştan gitmeye çalışırsanız da çırağan caddesinin ne zaman dolu ne zaman boş olacağı asla belli olmaz. ortaköyde yaşamak bu yüzden insanı yürümeye teşvik eder.
    bunun dışında günün ve gecenin her saati her şeyi bulabileceğiniz bir yerdir. esnafı yardımseverdir, ortaköy ahalisi öğrencilere karşı anlayışlıdır, ve de her ne kadar çok fazla gelip geçen olsa da ortaköy güvenli bir yerdir. tüm evler sokaklar birbirine yakın olduğundan dolayı herkes birbirini tanır. mahalle kültürünün halen ciddi bir şekilde ayakta olduğu nadir istanbul semtlerindendir. gecenin bir yarsında sokakta saklambaç oynayan çocukların sesini duyduğumuz başka semt pek de kalmadı sanki.
  • türkiyenin en batı noktası olan gökçeada inceburun ile, türkiyenin en doğu noktası olan dilucu sınır kapısının tam '' orta '' sında kalan ve kasıtlı mı yoksa tamamen rastgele mi bu isme sahip olduğunu bilmediğim çorum ilçesidir.

    sırf bu spesifik bilgi için yazdım. yoksa hiç gitmedim. güzel yerlerdir tabi. ama gideceğimi sanmam. ne işim var çorumda
  • koskoca 5 yılın kimi zaman sabahın 5'inde sahilde bir yandan ağlarken bir yandan kucağa çıkmak isteyen kedileri kovalayarak, kimi zaman gözleme üstü kumpir üstü waffle yiyerek *, kimi zaman gece balkonda boğaza karşı minderlerde oturup yoldan geçenlerin kafasına kiraz çekirdeği atmaca oynayarak * , kimi sabah işe yetişmeye çalışırken arnavut kaldırımlı sokaklara topuklu ayakkabının topuğunu bırakarak * geçtiği, içi boşaltılıp kamyona yüklenen, her köşesi sevinçli ve hüzünlü anılarla dolu eve son bir kez dönüp bakıldığında oranın ne kadar özleneceği anlanan deniz kokulu semt.
  • bogaz koprusu'nun avrupa yakasinin dibindeki kumpir yeme semti.. gorunu$e gore gezip cozumlemek icin bol vaktimin olacagi yer..
  • insanın üzerine atlayan garsonlara sahip çaybahçeleriyle bezenmiş semt... hatta bir keresinde şöyle bir olay geçtiydi de "e artık çüş" dediydik..

    4 arkadaş yürüyoruz, bi arkadaşımızda, savaşa hayır rozeti var... elemanlardan biri atladı önümüze:
    -abi savaşa hayır burda! gelin hemen 4 çay!
  • icinde kucuk kucuk kumpirler barindiran kocaman lezzetli bir kumpir ortakoy..
  • "ortakoy'un barlarinda islak sokaklar ve bira" dinleyerek gecirdigim seneler sonunda iki dakikada biten meydanin sonunda "bu muymus?" denilebilir; ama, mevzubahis bu, asla ortakoy'u anlatmak icin yeterli degildir. ortakoy, doguyla batinin kucaklasmasi misali, her seyi hem birbirinin icinde, hem de kesin sinirlari bicilmis sekilde barindirir. sahili baska, mahalle ici baska bir guzeldir, ki sokaklari gercekten mahalle gibidir. delikanlilar bir kosede, citir kizlar bir kosede toplasip, karsilikli bakisirlar, her seyi bilen gozleyen mahalle teyzeleri apartman onlerinde ellerinde yer yer orguleri yer yer cigdemleri gece ikilere kadar muhabbete devam ederler.

    evden cikildiginda iki adim otesinin deniz olmasinin getirdigi bir sakinlik, mutluluk vardir insanlarda sanki, ki yapi olarak en eski tesisatli, kanalizasyonun basmakta tereddut etmedigi, elektrik tesisatina tesisat demenin sozcugun kendisine hakaret sayildigi evlerdir bunlar.

    ortakoy'de kimse kimseye karismaz; ama, sizi gormezlerse yolunuzu cevirip, nerelerdeydin diye sorabilirler. aylar gecse de semti vefalidir ortakoy'un. bakkali ayni bakkal, tekel bayi senelerin mudavimidir, hem satar hem takilir bir yandan. 24 saat yasanir, sigarasiz kalmamak, sabahin besinde kalamar yiyebilemek, evinize kahvalti icin taze sikilmis portakal suyu istediginiz bufede, dibe vurup, kahkalar atsaniz da bir yamuk gelmeyecegini bilmenin guzelligidir. ister sahilde sokak amcalariyla kadeh tokusturabileceginiz, isterseniz de kafa bir milyon piyanist dj esliginde topuklu ayakkabilarinizi kenara atip dans edebileceginiz karmasadir bir nevi.

    ozetle ortakoy samimiyettir, candir, guzeldir, bir tanedir. ve istanbul en guzel ortakoy sahilinden izlenir.
  • terk etmemin üzerinden aylar geçmesine rağmen haftada bir kez yolumu düşürdüğüm semt. başka semtler o tadı veremedi bir türlü. evimin sokağına dönerken başımı kaldırıp köprü ışıkları ne renkmiş deyip kendi kendime oyunlar oynadığım, aşık olmanın ne demek olduğunu öğreten, kaybetmenin nasıl hissettirdiğini anlatan, yalnızlığın en dibinde bırakan, bir o kadar kalabalık yaşadığım istanbul un en keyifli semti.
    (bkz: köprü ışıkları mavi)
  • deniz kenarındaki banklarda sabahlayıp,fırından çıkan poğaçaların kokusuyla güneşin doğuşunu seyretmenin,yudumladığınız çayla ısınıp pırıl pırıl bir güne başlamanın keyfi bir başkadır ortaköy'de.
hesabın var mı? giriş yap