• cesaret ana oyun boyunca savaşa olan inancını kaybetmez, yapacağı satışların artacağını ve savaşın kendisine ekonomik refah getireceğine inancı sonsuzdur. teker teker çocuklarını verir savaşa, hepsinin ölüm haberleri gelir, lakin cesaret ananın savaşa inancı sarsılmaz. oyun sonunda, atlarını dahi kaybetmiş, arabasını kendisi çeken bir cesaret ana görürüz. hala savaştan kar edeceğini düşünmekte, ve yeni cephelere doğru yol almaktadır.

    seyirci savaşın cesaret anayı nasıl bitirdiğini görmektedir bir dış göz olarak. ama cesaret ana, aymazlığına sonuna kadar devam eder. seyirci için oyunun finali absürd bir hal alır. cesaret ananın savaşa bakışının absürdlüğü alenen ortaya serilmiştir, ama o hala aynı fikirdedir..

    brecht aslında savaşın kendilerine ekonomik refah getireceğine inanan alman orta sınıfına yazmıştır oyunu. yapmak istediği, seyircinin savaşa bakışında bir soru işareti bırakmak. yani, cesaret ananın finaldeki halini görüp onun hala savaşa inanmasına gülen ve acıyan seyircilerin, oyundan çıktıktan sonra, bilinçli/veya bilinçaltında kendi ideolojileri ile paralellik kurmaları.

    her toplumcu oyun, veya her brecht oyunu, bir şablon gibi althusserin bahsettiği asimetrik, merkezsiz, gizil yapıya uymak zorunda değildir. nitekim alenen merkezlidir, ancak bu brechtin bilinçli tercihidir. oyun episod episod ilerler, lineer akışı yoktur - cesaret ananın yaşamından çeşitli dönemleri sırayla sunar bize. bu anlamda lineer değildir, hatta aristonun üç birlik kuralının yakınından dahi geçmez. ancak üç birlik olmayan oyunların tümünü althusserin şablonu üzerinden incelemek de abesle iştigal olacaktır.
  • “cesaret ana ve çocukları”nda diyalektik olan ve olmayan zaman althusser’in tanımladığı üzere bilinçlilik düzeyleriyle ilgilidir. cesaret ana savaşın ortasında kendince bir bilinç taşır. buna göre, bu savaştan bir şekilde geçinmelidir, savaş devam etmelidir ki o arabasıyla satış yapabilsin. bu onun nesnel gerçekliklerle zıt bilinçliliğidir. içinde olduğu duruma karşı kör bir bakışı vardır. diyalektik olmayan zaman akışı, cesaret ana’nın savaştan geçinmeye çalışan, içinde olduğu durumun tam olarak bilincinde olmayan zaman akışıdır. diyalektik olan ise, savaşın kendi gerçekliğinin aktığı zaman akışıdır. içinde olduğu durum ile uyum içinde kendince ideolojisiyle var olabildiğini sanır cesaret ana fakat savaşa müdahale şansı yoktur, savaşın gerçekliği, savaşın diyalektiği, cesaret ana’nın da varlığını, ideolojisini çökertecek bir sistemi barındırır kendi içinde sonuçta. fakat cesaret ana bunun farkında değildir. oyundaki gizil ilişki de tam da bu noktada kurulmuştur zaten. nesnel gerçeklik ve cesaret ana’nın kendi gerçekliği birbirine zıttır. başka bir deyişle, cesaret ana kendi ideolojik davranışlarının haklılığından eminken, savaşın nesnel koşulları onu çürütür. diyalektik olan ve olmayan arasındaki bağdadır gizil ilişki. cesaret ana’ya eş zamanlı olarak akan bir savaş vardır ve diyalektikleri birbirine zıttır bunların, asimetrik yapı da tam bu noktada kurulmuş olur aynı zamanda. brecht’in anlayışı doğrultusunda, savaşın gerçekliğini ortaya çıkarabilmek için savaşın diyalektiğine zıt bir diyalektik ile savaş arasında gizil bir bağ kurulmuştur böylece. savaşın gerçekliği içinde onaylanmayan bir kahraman ile de eleştirel yapı sağlanmış olmaktadır böylelikle. oyunun merkezsizliği ise, cesaret ana’nın ideolojisinin oyunun dramatik yapısı ilerlerken bu yapıya hakim olmamasından kaynaklanmaktadır. onaylanmamış ve dramatik yapının işleyişini kontrol edemeyen bir ideolojidir çünkü cesaret ana’nın durumu. şüphesiz, brecht bunu yaparken yabancılaştırma efektleriyle sağlamıştır yöntemi gereği. seyirci, böylelikle kendiyle ve cesaret ana arasında empati kuramaz. savaşın ortasında, savaşın gerçekliğinden ve üzerinden geçindiğini sandığı savaşın asıl tam da ona neler yaptığından bihaber olan küçük insandır seyirci için artık cesaret ana. böylelikle seyircinin cesaret ana ve savaş arasındaki asimetrik yapıyı ve gizil bağı görmesiyle seyircinin de eleştirel süreci ve sorgulaması başlar. zaten, savaşın içinde betimlenen bir cesaret ana başlı başına, kendi varlığı ve oyundaki duruşuyla eleştirel bir yapı sergiler; kurulan asimetrik yapıdaki, kendi kendini yok eden, çürüten ideolojisi gereği.
  • brecht'in 1938-39 yılları arasında, 2. büyük sömürü savaşına az bir zaman kala tamamladığı bu tiyatro oyunu, 17. yüzyıl başlarındaki 30 yıl savaşları zamanlarında geçer. yabancılaştırma tekniğine uygun olarak her sahne başında ana olay ve yan olayların çerçevesi hakkında okura bilgi verilir. ironik, kara mizah ögeleriyle harmanlanmış, tüyler ürpertici anların bile brecht'e özgü soğukkanlılıkla betimlendiği ve başkahraman cesaret ana'nın varlığı ile unutulmazlar arasına girmiş bir savaş trajikomedisidir bu.

    o zaman sözü hemen cesaret anamıza verelim:

    "pomeranya'da kendi öz çocuklarını yerken yakalanan köylüleri duymadın mı? rahibeler de yol keserlerken yakalanmışlar."

    ve ordunun aşçısı şu cevabı verir sadece: dünyanın sonu geldi.

    ama dünyanın sonu falan geldiği yoktur ve kısa süreli barış zamanları dışında hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden cehennemî bir savaş vardır. işin trajikomik tarafı, cesaret annemiz savaşın kaotik ortamındaki bir gezgin satıcıdır ve barış onun işine gelmemektedir! işte brechtyen yabancılaştırma efekti budur özetle: diyalektiğin karşıtların birliği yasası.

    iki oğlunu savaşa göndermek zorunda kalmıştır annemiz. dilsiz kızı ise ona yardım eder. önce bir rahip, sonra aşçı gönüllü olarak kendisine yardım ederler. açlık, yokluk, hırsızlık, yağma, tecavüz, kitle katliamları sürerken annemiz ve diğerleri iki dilim ekmek için hayatta kalmaya devam ederler. orduların peşinde eski arabalarıyla koca bir coğrafyayı dümdüz ederler.

    köylülerin sığırlarını çalıp götüren ordu neferleri, ekilmiş tarlaları atlarıyla çiğneyip de geçen askerler, cesaret annemizin tecavüze uğrayan kızı gibi bedensel sömürüye uğrayan diğerleri, düşkün albaylar, fahişeler, korku içindeki köylüler ve gecenin sabahından sabahın gecesine hiç bitmeyen bir savaş.

    savaş karşıtı unutulmaz bir başyapıt kısacası cesaret ana ve çocukları.
  • 1963 broadway versiyonunda anne bancroft genç bir tiyatro aktristi olarak parlamıştır.

    o yıl bir filmiyle oscar adayı olmakla birlikte, üç oyununa önceden bilet alanlara saygısı dolayısıyla törenlere katılmamıştır.

    oscar'ı da kazanmıştır üstelik.
  • bertolt brecht´in 1938/39 isvec´te sürgünde yazdigi, ilk kez 1941´de zürih´te sahnelen drami.
    1624 ile 1636 yillari arasinda geciyor hikaye.
    --> (bkz: otuz yil savaslari)

    brecht´in bu oyundaki asil amaci savasa ve ona sebep olan kapitalist topluma karsi tiksinti uyandirmak.
    seyircinin sahnede duygu dolu pozitif bir kahramani izlemesini degil de, mesafeli ve elestirel bir sekilde olayi analiz etmesini istemis brecht efendi.
    --> (bkz: epik tiyatro)
  • bir yerinde şöyle bir söz vardır:"hem zaten bir yerde büyük erdemlerin bulunması orada bir bokluk olduğunun kanıtıdır."
  • savaşın iç yüzünü anlatan, hiç savaş yaşamamış, savaşı filmlerden, fotoğraf karelerinden, canlı yayınlardan izlemiş bir nesil için oldukça sarsıcı, şartları oluşturup, insanlığın ve nefsinle başbaşa bırakıp, çekip giden bir oyun. semaver kumpanya da oyunu sahneye koyarken bunu başarıyor, özellikle her iki perdenin son sahnelerinde tavana vuran bir performans izlettiriyor. en büyük muallak baş karakter cesaret ana ve onu oynayan tilbe saran. tilbe saran muhakkak karakteri sindirmiş ve biraz aşırıya kaçarak karakteri sevmiş. bu yüzden izleyiciye de sevdirme arzusuyla oynuyor. halbuki cesaret ana'yı sevmek zorunda değiliz, sevebilir ama sevmeye de biliriz. ben nedense izlerken sürekli aldığım baskıcı sevgi duygusundan rahatsızlık duydum. bu yüzden tilbe saran'ın daha az yorumsuz oynayabileceğini düşünüp durdum. bunun haricinde, 3 saat boyunca sahnenin her yerinde, kimi zaman dekor tepelerinde tilbe saran'ı görmek, oyunculuk kalitesine hayran olmamak, performansını alkışlamamak elde değil. rejisinde ışıl kasapoğlu var bu oyunun, yine ve iyi ki. bu yüzden hiç boşluk yok, evet belki üç saat, ancak sonsuz mizansen akışında ona mı bakim buna mı derken, oyun zaten sonuna geliyor. dekor yine şahane akılcı, dönüyor dönüyor, saat misali dönüyor. ufak rollerin oyuncuları oyunun gizli kahramanları olmuş. daktilo sesi, perde, müzikler, şarkılar izleyicinin konsantrasyonu açısından iyi düşünülmüş, fakat nota defterine gerek var mıydı, emin olamıyorum. bir sözüm de ışık için, arkadaşım sen oyunu takip etmiyor musun, nerdesin, diye aranasım geldi. belki bize denk geldi o akşam, kim bilir ancak buna da bir dikkat etmeli, ışığa özenilmeli sanki. ışık çok önemli ne de olsa. ayrıca cidden ukalalık etmek istemiyorum, bu oyun geneliyle iyi bir tiyatro oyunu, her köşe başında karşınıza çıkabilir cinsten hiç değil, üzerine düşünülmüş, anlatmayan haykıran, düşündürmeyen hareket geçiren bir oyun ve izlenmeyi hak ediyor.

    ayrıca okuyunuz;
    http://www.radikal.com.tr/…4.06.2008&categoryid=113
  • mutlak iyi ve mutlak kötülerin boy gösterdiği kofti kahramanlık hikayelerinin ipliğini pazara çıkaran, gerçeklerin destanı.

    brecht'in epik'inin şaibeli olduğu oyunlardan birisi olarak ele alınır bazıları tarafından. yani isterler ki, epiği tiyatro sözlüğünden okuyanlar, "cesaret ana" bir damla göz yaşı dökmesin. halbuki o her anne kadar ağlama yetisine sahip, acı duyabilen bir kadındır. ne de olsa gerçektir. diğer yandan menfeatinin peşindedir yine, ne de olsa gerçek bir insandır. robot olması neden beklensin ki?
  • tiyatro festivali kapsamında, semaver kumpanya yorumunu izleme şansı bulduğumuz; tam da kumpanya ruhuna yakışır bir brecht yapıtı.

    öncelikle, bu akşamki temsili aynı mekanda -enka- izleyecek seyircilere, yanlarında battaniye götürmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. çok soğuk ve ürkütücü bir istanbul akşamı diyeyim mekanı ilk kez göreceklere ve oyunun 160 dakikadan da uzun sürdüğünü belirteyim. oyunun en son şarkısında geçen "taaaaaaanrııııım sen bütün kullarını soğuktan koruuuu" gibi (buna benzer bi şey) dize karşılığında salondı çok büyük bir uğultu şeklinde amin sesi de duyuldu, o yüzden soğuk konusuna aman diyoruz.

    gelelim oyuna;
    cesaret ana, brecht'in tasarımı olmayan gerçek bir insandır. brecht bu oyunda epik kurguyu yaratır. cesaret ana bir tiyatro eserinin görkemli iyi insanı ya da kötülükte kendini aşan cani bir karakter değildir. savaştan çıkar sağlayan- bunu bazılarımız gibi dolaylı yoldan değil sadece biraz daha fütursuzca yapan- ama aslında zararı ve felaketi sağladıklarının yanında kat be kat fazla olan, bildiğimiz zavallılar zavallısı insandır.

    evet, savaş diye bakınca insan cidden zavallı. kendisinin de bir gün eninde sonunda düşeceği kuyuyu kazar çünkü. ama şimdi silahı pazarlayan o ise, sorun yok. gökyüzünü kirlettiği ülke dünya nın bir ucunda kendi öbür ucundaysa sorun yok. sanki o duman onu da sarmayacakmış gibi. aynı dünya!da değilmişiz gibi.

    saçma. iyiler ve kötüler yok. iyiler veya kötüler de yok. öyle olsa cesaret ana olmazdı. ama cesaret ana çok gerçekçi. diğer yandan sahnelemede kimsenin onun gibi davranmak istemeyeceği ve sonunun onun gibi olmasını istemeyeceği kadar da yabancı (aslında özetle epik tiyatro bu demek bence)

    cesaret ana ve çocukları bu saf gerçeği irdeler.

    semaver kumpanya yorumuna gelince,( eğer o kadar çok üşümeseydim ve gecenin 1'inde bu allah'ın dağından eve nasıl gideceğim diye aklımda projeler geliştiriyor olmasaydım daha çok seveceğime de eminim) aslında çok da söz edecek bir şey yok. klasik bir yorumdu. uzun, destansı ve bu uzunluğu parçalayan episode larla bölünmüş ve destansılığı kıran mizah ışığının yanıp yanıp söndüğü, başarılı bir yorumdu ama gerçekten epik tiyatro olmuş muydu ya da böyle bir amaç yok muydu zaten ama brecht'i gayri epik oynama lüksü var mıdır gibi şeyler sorulabilir.

    hava şartlarını da hesaba katacak olursak, bu yılki festivalin en zorlu oyunuydu da denebilir. keşke akm büyük salonda oynasaydılar.

    edit: aklıma durmadan yeni bir şeyler geliyor editidir.
  • semaver kumpanya tarafından, 16. uluslararası istanbul tiyatro festivali kapsamında, 3-4 haziran 2008 tarihlerinde enka açıkhava tiyatrosu'nda sahnelenen oyun.

    istanbul'a yaz daha tam gelemediğinden 3 saat süren oyunu oldukça soğuk havada bir yerleri donarak izleyen seyircilerin de bir açıdan "cesaretli" olduğunu söylememiz mümkün. uzun süresi ve soğuk havaya rağmen seyirci acısından az zaiyatlı bir oyun oldu denilebilir. ancak soğuk hava bir yana, izlediğim en uzun oyunlardan biri olan bu oyunu hafta ortasına koyanları da ayrıca anmak gerekiyor herhalde. 21:15'te başlayan oyun saat 1'e doğru bitti; izleyicilerin çoğunun evine varması muhtemelen 1:30 - 2:00'yi bulmuştur. çoğu kişiye önemsiz gelebilir ama böyle detayları ben önemserim. eğer tiyatronun ilgi görmesi isteniyorsa günü de, başlayış ve bitiş saatleri de sabah erken işe gitmek zorunda olan çalışanlara göre ayarlanmalıdır; öğrencilere, sanatçılara veya ertesi gün erken uyanmak zorunda olmayan kişilere göre değil. yoksa millet gelmiyor diye şikayet etmeye hakkınız olmaz.

    bu "ekşi" yorumdan oyuna geçersek, en basit tanımla, tipik bir savaş karşıtı brecht oyunu olduğunu söylenebilir. savaşı, savaştan hayatını kazanan ve aynı zamanda da savaşa kurban veren bir kadının merkezinde çok başarılı ve çarpıcı bir şekilde anlatıyor. ortadaki eksene bağlı olarak dönen üç ahşap platformda, dairesel bir devinim halinde oynanıyor oyun. bu da oyuna hareket getiriyor ve uzun sürenin seyirciyi sıkmasını önlüyor. oyunu yarı müzikal olarak da niteleyebiliriz. bölümler arasında oyuncuların playback söylediği şarkılar yer alıyor. çevirinin müzikle uyumsuzluğundan mıdır nedir, doğrusu şarkılar oldukça melodi yoksunu ve yavan geldi. kötü ses düzeni de tuz biber ekti. 10-12 kişilik oyuncu kadrosu oyunun en iyi yönlerindendi. gayet iyi bir performans sundu hepsi, ancak cesaret ana'yı oynayan tilbe saran rolününün de gereği olarak oldukça ağır basıyordu. yani nerdeyse "tilbe saran ve yardımcıları" formatındaydı; ama oyunun orjinali de böyle olabilir tabii.

    sonuç olarak, cesaret ana ve çocukları'nın türkiye'deki sahnelenmesinin öykü, kurgu ve oyunculuk yönünden çok başarılı, ancak süre ve şarkılar açısından biraz sorunlu bir oyun olduğu söylenebilir.
hesabın var mı? giriş yap