• bugün de diğer ekşi sözlük günleri gibi fikir ishali yaşayan bazı şeref yoksunu kafalarının içi zifir karanlık bazı sözlük yazarlarının üstü kapalı/üstü yarı kapalı saldırdıkları atam, liderim, önderimdir...
    o kadar çok çamur atılmaktadır ki, öyle ahlaksızca öyle iğrenç bir şekilde güneş balçıkla sıvanmaya çalışılmaktadır ki, insanların nasıl fikirleri uğruna katil olabildiklerini anlamaya başlamama sebep olmuştur bu durum...
  • cumhuriyeti kurmuş, padişahı yıkıp halifeyi kovmuştur. padişahın aksine ömrü boyunca tahtı bıracağı bir erkek evlat yapma peşinde koşmamış, hatta kurduğu tek evliliği de çeşitli sebeplerden ötürü sürdürememiş, ölümünden sonra "taht"ı oğluna bırakmamıştır. o bıraktığı tahttan bir çok etnik köken ve düşünce yapısına sahip bir çok cumhurbaşkanı geçmiştir ve geçecektir. kendisinin dönemini padişahlıkla karşılaştıranlara ilanen duyrulur.
  • lideri olduğu millet son 200 yılını entrikalar, adam kayırmalar, isyanlar ve savaşlarla geçirerek sıfırı tüketmiş bir millet idi. bu açıdan farklı toplumlarla, hele hele en büyük özellikleri çalışkanlık olan japon milletiyle karşılaştırma yapmak abestir. zira atom bombasını yemeden önce japonya dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip güçlü bir devletti. bu yüzden ikinci dünya savaşı sonrası aldığı büyük amerikan yardımları ile zaten varolan tecrübe, nitelikli iş gücü ve çalışkanlık özelliklerini birleştirdiğinizde bu kadar kısa zamanda tekrar böyle bir seviyeye gelmeleri gayet normaldir.
  • tanım: bu ülkenin kurucusu, bu ülkedeki ve sözlükteki beyni örümcek ağı bağlamış bir güruhu saymazsak bütün dünyanın takdir ettiği büyük asker, devlet adamı... atam...

    tuhaf bir durum, ama, bir ülkenin basılan kağıt ve/veya madeni paralarında dünya genelinde dikkat ettiyseniz hep o ülkenin kurucularının resmi konur... daha da garip olanı ise, o ülke halkının kurucularına olan minnetini göstermek amacı ile adını caddelere, sokaklara, meydanlara vermeleridir.

    gelelim buradaki hastalıklı zihinlere :

    * bu hastalıklı kişilere göre bu ülke insanı ülkeyi kurtaran atalarından korktukları için ismini meydanlara caddelere vermişlerdir...
    * yine aynı hastalıklı düşünceye göre halk bu ülkeyi kuran düşmanları kovalayan adamdan o kadar korkmuştur ki isimleri caddelere meydanlara vermek onların korkusunu geçirmemiş, "aman bize bir şey yapmasın, kafamızı kestirmesin" diye paraların üzerinde onun resmini görmeye de razı olmuşlardır...
    * zaten bu adam ülkeyi kurtardıktan ve bir sürü devrimler yapıp ülkenin kalkınması geri kalmışlıktan kurtulabilmesi için uğraşırken bir yandan da feci bir megalomanlığa saplanıp "her tarafta" kendi adını, resimlerini, heykellerini ve vecizelerini görmek (!!!) istenmiştir... (bak şimdi aklıma geldi, o zaman neden bu adam türkiye imparatorluğu kurmaya kalkmadı elinde güç varken? )
    * zaten bu adam alkol kulanıp sigara içip mübarek kur'an harflerini bir kenara bırakmış, yeni alfabeye geçmiş, hilafeti kaldırıp laikliği de ilan etmiştir ki, bu da dinsiz olduğu anlamına gelir bu hastalıklı zihinlerde...
    (bu arada hilafet deyince, son halife arap ülkelerine cihad çağrısı yaptığında, çağrısı sonucu tüm arap ülkeleri ingilizlerin yanında osmanlı'ya karşı savaşa girmemiş miydi?)

    yani benim anladığım, bu hastalıklı zihinler bütün itikatlarını korku üzerine kurdukları için onlara göre en büyük yaptırım gücü korkudur...
    bütün bunlar korkunun sebebidir... asla sevgi yüzünden olamaz... yani bir halk ülkeyi düşman işgalinden kurtaran ve baştan , en baştan oluşturan birisinden sadece korkabilir, ona sevgi duyamaz...
    bu insanlar akşamları evlerine gittiklerinde çocukları onları sevgi ile kucaklayamazlar.. sevgi onlara göre zayıflıktır ve tek yaptırım korkudur...

    bu yüzden bu insanlar hastalıklı zihinlere sahiptir diyorum... iyi ve güzel olan her şeye saldıracaklardır...
    bir gün birileri bu adamların hastalıklı seslerini kesene kadar....
  • hakkında yazılıp çizilenlere bakıyorum da, ne çıkabileceğini anlayamıyorum. ortaya atılan şeyleri bir araya getirip resim oluşturmak istiyorum, olmuyor. hadi bir de siz bakın:

    1. argüman: mustafa kemal atatürk sıfırdan bir ülke yaratmadı, 600 yıl üç kıtaya hükmetmiş bir devlet geleneği hazırda vardı.

    2. argüman: o kadar gücü elinde tuttuktan sonra babam da yapar bunları.

    ikisini toplamaya çalışıyorum, bir sonuç çıkmıyor mesela. peki bu güce nasıl sahip oldu atatürk? madem ortada 600 sene dünyaya hükmeden bir devlet var, bu devlet ankara gibi bir taşra kentindeki hareketliliği neden bastıramadı? (burada yine çok sevilen bir iddia devreye girer: 'vahidettin, atatürk'ü samsun'a vatanı kurtarması için gönderdi.' buna inanan biriyseniz argümanlarınızı da alıp gidin, çünkü adamınız vahidettin gol demiş oluyor) buradan şuraya varıyoruz: o yıllarda osmanlı devleti'nin fiili gücünden falan bahsedemiyoruz. aradığınız fiili güç, liderliği yakıştıramadığınız mustafa kemal'de vücut bulmuştur. başka bir deyişle, kimse mustafa kemal'i süper bir ordunun ve yepisyeni devletin başına getirmemiştir, bu güç askeri ve siyasi başarılarla birlikte kendisinde toplanmıştır. nitekim mustafa kemal'in türkiye cumhuriyeti'nin kuruluşundaki başarılarını isterseniz avrupa ve birçok kıtadaki yankılarından takip edebilirsiniz.

    mustafa kemal ve ekibi kurtuluş savaşı'nı verirken şunu soralım: tamam, ülke işgal altında; ama halk kültürel anlamda ne alemde? okuma yazma oranı nedir (özellikle kadınlarda), tarikatlaşma, ümmet zihniyeti ne alemdedir, şeriat hukuku sosyal yaşantıyı ne kadar düzenlemektedir? ayrıca ekonomi nasıl dönmektedir, dış borç kaç milyon altın, iç üretim nasıl, sanayileşme ne alemdedir? (isterseniz yunan isyanı, balkan savaşı gibi olayların osmanlı ekonomisini nasıl yaraladığına bir bakın, ittihat ve terakki'nin milli burjuvazi oluşturma çabalarını ve parvus efendi'yi okuyun mesela) siz bunları cevaplarken bütün bunları aşağıdaki paragrafta toplayaylım:

    soru 1: isveç, finlandiya, japonya ve çağdaşlaşmasını örnek gösterebileceğinizi söylediğiniz bir sürü ülke içerisinde 1920'lerde bu kadar geri kalmış, askeri gücü paramparça, ekonomisi ancak sabri sarıoğlu kadar üretken, bilgi düzeyi ve kültürü neredeyse olmayan bir topluma sahip; kısacası bizimki kadar çökmüş bir ülke var mı?

    cevapladıysanız kuralım şu cumhuriyeti.

    şimdi kendinizi mustafa kemal'in yerine koyun. birkaç subay arkadaşınızla beraber çok zorlu bir süreçte beklenmeyen bir zafer kazanıyor, ülke içinde ve uluslararası platformda büyük bir prestije sahip oluyorsunuz. binbir zorlukla geldiğiniz bu noktada ülke yönetimini başka birine devretmeyi düşünür müydünüz? savaşların ve askeri disiplinin kazandırdığı hızlı karar alma mekanizmasını (ki bu sayede buraya kadar gelinmişken) ülke yönetiminde de kullanmak istemez miydiniz? ben isterdim açıkçası, hele ki o ana kadar yaptığım seçimlerin hepsi bana büyük başarıyla dönmüşse, bunun verdiği güvenle yönetimin başına geçmekten hiç çekinmezdim. bu yüzden cumhuriyetin ilk yıllarındaki kuvvetler birliği ve radikal değişimleri, isyanlara karşı takınılan sert tutumu anlayabiliyorum (desteklediğimi söylemiyorum).

    buraya kadar sormak istediğiniz soru var mı?

    peki, gelelim çağdaş uygarlık seviyesi muhabbetine. halifesine, padişahına, ağasına, şıhına, şeyhine ümmet ve mürit olan, sorgulama yetisi olmayan bir halkı ele alın. ne kadar idealist olursanız olun, size o gücü ve böyle bir halkı versek ne yapardınız? nereden başlar, neyi değiştirebilirdiniz? ben olsam o insanların bana inanmaları için uğraşırdım. bunu sağlamak için insanlardan önce bana, sonra da yaptıklarıma mürit olmalarını isterdim. halk, halifesinden ziyade benden medet umsun isterdim ki benim onu değiştirebilmem mümkün olsun. işte bunun için şehirlere heykellerimi diker, halifeyi yerer, halkı arkama alabilmek için tarihi kendime yontardım. bir yandan da halkın ümmet zihniyetini kırmaya çalışır; ümmet kültürünü hatırlatacak ne varsa atar, yerine birey olmanın önemli olduğu batı'dan modeller monte etmeye çalışırdım. bir şeyler canlanmaya başladı mı?

    şu da var ki ümmet zihniyetini halen kırabilmiş değiliz. bir yerden farklı bir ses çıktığında kahveden adam toplayıp üzerine gidenler, o sesi tartışarak değil tehdit ederek susturmaya çalışanlar var bolca. atatürk'e yöneltilen eleştirileri argümanlarla değil küfürle savuşturmaya çalışan tonla gerizekalıya bakıp üzülmemek elde değil.
  • hakkında ciğerleri beş para etmez adamların karalama kampanyası başlatmış gibi kötü entryler girdiği büyük önder.boşuna tüketiyorsunuz oksijeni beyni fındıktan küçük mahluklar.siktirip gitseydiniz şu ülkeden bu kadar mızmızlanacağınıza ülke adama dönerdi.başka önder istiyorsan fransa'dan napolyon, amerika'dan lincoln, ingiltere'den elizabeth var.çok mu nefret ediyorsun türkçe'den? git arapça konuş.dayanamıyor musun bu rejime? iran'da senin gibiler için bolca yer bulunur.ama o salyalar saçarak konuştuğun iğrenç ağzını atamı lekelemek için kullanma.
  • türkiye'de kimin neyi ne kadar sevdiği (daha doğrusu seveceği, sevmesi gerektiği), sanki değerin kendisinden kaynaklanıyormuş gibi bir his var. sevginin kaynağının bizzat sevilen şeyden kaynaklanıyor oluşu değere sonsuz bir itimatla bağlı olan (bir nevi biat eden) kişinin the man from earth'teki isa tutkunu ilahiyatçı kadın gibi olmasını sağlıyor. orada da kadın, yalan da olsa the man from earth'ün isa olmaması gerektiğini haykırıyordu. çünkü "öyle olsa ya da öyle olduğu başkaları tarafından düşünülse bile ben onu severim" gibi bir çıkarıma sahip değil; çünkü sevgisi kendisinden kaynaklanmıyor, değere saplanmış durumda. hıristiyanlar içinde kafası çalışanlar bunu credo quia absurdum düsturuyla çözmüşler, gelebilecek her karşı argümana baştan "sen ne dersen de, ben zaten saçma olduğu için inanıyorum" diyerek eleştirmenin, ortadan kaldırmanın kendisinin bile manasız olduğunu düşünmenin yolunu açmışlar. böylece en azından imanın ve sevginin tartışıldığı bir ortamda kaybetme ihtimali olmayan bir argümana kavuşmuşlar.

    bizdeki mustafa kemal atatürk sevdalıları ise tam ters bir yolu tutuyorlar; "mustafa kemal atatürk'e sevgim, onun yüceliğinden kaynaklanıyor; bana içkin bir durum değil bu, ben bizzat ışığın kaynağına baktığım için kamaşan gözlere sahibim" diyorlar kendilerine (bunun farkında olmayabilirler) ve sonunda bu büyük değerlerine gelen eleştiriye karşılık "hakkında ciğerleri beş para etmez adamların karalama kampanyası başlatmış gibi kötü entryler girdiği büyük önder" diyebiliyorlar. neden ciğeri beş para etmeyen adamlar olsun mustafa kemal atatürk'ü eleştirenler? bu eleştiriyi yaptıkları için mi? yoksa bu eleştirinin içeriğini zihinlerinden geçirmeleri de yeterli miydi? tıpkı anayasadaki değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddeler gibi, eleştirilmesi akıldan bile geçirilemeyecek bir değer mi mustafa kemal atatürk? "ne olursa olsun ben onu seviyorum, onun dünya görüşüne inanıyorum" deyip sıyrılmak mümkünken; ısrarla başkasının da "ne olursa olsun ben mustafa kemal atatürk'ü sevmiyorum, onun dünya görüşüne katılmıyorum" deme hakkının bulunduğunu kabul etmeyerek tümüyle jakobenleşmeye mahkum olmayı erdem sayıyorlar. dahası bunun, yukarıda da dediğim gibi bizzat değerin kendisinden kaynaklandığını sanıyorlar. sanki mustafa kemal atatürk sevgisi bunu gerektiriyormuş gibi.

    oysa yaşamımızda kaç tane böyle değerimiz var, hani başkalarının da sevmek zorunda olduğu (aksi halde ciğerinin beş para etmeyeceği)? bir değeri değer kılan değerin kendisi olamaz; konumuza uyarlarsak, halktan kimileri senin değer olarak gördüğün bir şeyi bir değer olarak görmeme hakkına sahip olmadığında, sen ona layık görmediğin ama kendinde sakladığın bu hakla ne yapacaksın? yanı başındaki aç insanla, bütünüyle karnını doyurmuş olmasına rağmen ekmeğini paylaşmayan adamın durumuna düşüyorsun. sen istediğin gibi düşünmekte ve iman etmekte özgürsün, ama yanındaki özgürlüğe aç. ve dahası sen özgürce düşünmeye ve iman etmeye doyarken, yanı başındakiyle bunu paylaşmama yolunu yeğ tutuyorsun. sırf mustafa kemal'i eleştirdi diye ciğeri beş para etmeyen insan olur mu?

    diyelim ki adam felaket ölçüde art niyetli; tam anlamıyla bölücü ve mustafa kemal'e olmadık iftiralar atıyor. bu senin mustafa kemal atatürk'le olan sevgi bağına zarar verebilir mi? klışe olacak ama seneca'nın dediği gibi "doğrudan daha doğru hiçbir şey yoktur", sen onun eleştirileriyle zarar görecek bir sevgi'ye sahipsen, zaten senin sevginde bir güdüklük vardır. en yukarıda, sevginin bizzat bağlanılan değerin kendisinden kaynaklandığını bu yüzden ona atılacak çamurun aynı zamanda ona tutkun olanlara atılmış olduğuna duyulan inanç senin sevgiyi kendine içkin görmediğinle alakalandırılabilir. oysa isa sevgisi veya muhammed sevgisi gibi; mustafa kemal atatürk sevgisi de, tümüyle bu sevginin iştirakçisi olan bizzat senin kendinle alakalıdır. insanlar istedikleri gibi düşünme ve düşündüklerini dile getirme hakkına sahip oldukça, senin sevginde bir gerileme ya da bir sıkıntı oluşuyorsa, bu onların eleştirisiyle değil bizzat seninle alakalı gibi görünüyor. burada senin tarafından sorgulanması gereken senin sevgindir, onların eleştirisi değil. şu sevme özgürlüğünü, biraz da etrafındakilerle paylaş; hele ki türkiye dilediği her şeyi söyleyemeyen insanlardan oluşuyor, yani deyim yerindeyse özgürlüğe aç insanlardan. herkes senin algı dünyana öykünmek durumunda değil.

    her ama her şey, ne kadar insan tarafından "değer" olarak görüldüğüne bakılmaksızın eleştiriye açıktır. saçma gördüğün eleştiriye "saçma" deme ve karşı argüman geliştirme özgürlüğüne sahipsin. insanları, bir şeyi sevme ya da sevmeme yönelimlerinden ötürü sevip sevmeme hakkına bile sahipken (ki sen onlara ettiğin laflarla onları sevmediğini göstermiş oluyorsun), başka biri niçin mustafa kemal atatürk'ü veya başka bir değeri sevmeme hakkına sahip olmasın? bu mantığa göre sevilecek olan şeyi belirleme hakkı tümüyle sana ait demektir; bu da seni yeryüzünde zeus yapıyor galiba. kimsin sen, kendini nereye koyuyorsun, kendini nerede görmek istiyorsun, ki başkalarının en doğal hakkı olan sevip sevmeme durumunun içeriğini bizzat sen yazmak istiyorsun. değer değerliliğini kendinden almaz, onu değerli kılan algı yeteneğine sahip alıcılardan alır. yoksa halkın anlamadığını düşündüğün başka birçok değer daha ortaya çıkar. daha felsefece konuşmak gerekirse, nietzsche'nin bir sözü aklıma geliyor: "avam büyük adamdan anlamaz" gel de çık işin içinden.

    gerçi mustafa kemal atatürkü sevmeyenlere "başka önder istiyorsan fransa'dan napolyon, amerika'dan lincoln, ingiltere'den elizabeth var." denmişse, ona yorum bile yapılmaz. ben açık konuşayım, elizabeth'i cate blanchett oynuyorsa, onu kabul ediyorum. elizabethçiyim.

    bayılıyorum itidâl ortamına, sakinliğe, ataraksia'ya. hepinizi de davet ediyorum.
  • bazı gerizekalılar tarafından; 600 yıllık teokrasi, monarşi ve teokratik monarşi sistemleri altında, kimi zaman istibdat ile varlığını sürdürmüş bir devletin yıkıntısının üzerine kurulan, yıkılışın ve sefaletin en büyük acılarını tatmış, sağlıklı düşünme yetisinden hem bilgi yetersizliği, hem de yaşadıklarının yol açtığı psikolojik nedenler sebebiyle uzak insanların çoğunlukta olduğu bir milletin tümüne, yeni tanıştıkları ve kendilerine tamamen uzak olan demokrasi sisteminin yönetim ve denetiminde rol alıp, devletin kaderini tayin etmeleri için 3-5 yıl gibi kısa bir sürede "saldım çayıra, mevlam kayıra" tipi tam yetki vermediği için suçlanan dehadır. siz aynı zamanda, başöğretmen denilince sadece harf devrimini anlayan beyinsiz kitledensiniz de galiba.
  • bir ülkenin başına gelebilecek en güzel şey. keşke japonların da başına gelseymiş de o kadar masum insan yanlış politikalar yüzünden ölmeseymiş..
  • kisiligi ve ilkeleri unutturulmaya calisilan buyuk onder.
hesabın var mı? giriş yap