• "musahhih olmak, sapık olmak gibi bir şeydir. taze dizilmiş sayfalardan kafa kaldırıp anında bir seri katilin kıyafetine bürünebilecek, bereli insanlardır musahhihler. en azından, ben de dahil, tanıdıklarım hep öyleydi." *
  • sahih hale getiren, hata avcısı
  • duzeltici , duzelten anlaminda eski bir kelime.
  • eskilerin pek bir sevdiği. fiyakalı musahhihlerden tashihçi kadınlara... devir değişti be güzelim.
  • sözlükte eksikliği hissedilen düzeltici.

    sosyal medyada şu sıralar "dahi anlamındaki de sertifikası"'nın modası yaşanırken gökdemir ihsan'ın bir musahhih'in hal-i pürmelali olan çok güzel hikâyesi vardı vaktinde afili filintalar'da. bir 13 kasım'da yayımlanmış bu meslekî deformasyon hikâyesini musahhihlik yolunda gidenlerin ilgisine sunayım.

    «üniversite okumadın mı oğlum sen?»
    «okudum efendim.»
    «efendim mefendim deyip, iyi aile çocuğu ayağı yapma lan!» dedi, yüzünü buruşturarak, «okusan kaydın olurdu bizde.»
    «fakir edebiyat mezunuyum.»
    «bırak lan fakir edebiyatını şimdi!» dedi,
    «okuduysan, niye bizde kaydın yok peki? yeraltında mıydın lan yoksa mektepte?»
    «sayılır. daha ziyade kütüphane ve arşivde çalışırdım.»
    «anlaşıldı! demek teşkilatın arşivi sendeydi.»
    «okul yıllarıyla alakalı malumat geldi amirim» dedi içeri giren memur, «hocaları da aynını söylemiş. siyasetle alakası olmayan, çalışkan, dürüst bir gençti demişler.»
    «allah allah! çıldıracağım yahu!» dedi amir, masasına vurup ayağa kalkarken «hiç mi bir iz olmaz? hiç mi bir açığı bulunmaz bu herifin?»
    «iş hayatını araştırıyoruz» dedi memur, ürkekçe, «müsaadenizle…»

    «anlatsana oğlum efendice. bu teşkilatla irtibatın ne senin?»
    «irtibât olacak efendim: “a” uzun.»
    «kes lan!»
    «kesme yok, efendim. malum, “elifle” yazılıyor.»
    «nerede çalışıyordun lan sen?»
    «(…) yayınevinde.»
    « anlaşıldı: yayın sorumlususun yani…»
    «pek sorumluluk sayılmaz. bizimki işin küçük bir parçası…»
    «işyerinin teşkilatla alakasını kuramıyoruz amirim» diyerek içeri girdi memur, «tamamen akademik yayıncılık yapan bir şirket.»
    «lan, nasıl bir gizlilik bu be! ne biçim bir tezgah kurmuşsunuz oğlum?»
    «“tezgah” değil “tezgâh” olmalıydı efendim: “a” ince. memur bey de ısrarla “alaka” diyor, bütün “a”ları aynı biçimde telaffuz ederek. o da “alâka” olmalı: ikinci “a” ince, üçüncüsü ise uzun okunuyor.»
    «lan, yeter lan! kafamızı s…tin be! mektep mi oğlum burası!»
    «adamı suç üstü, elinde boyayla, duvarın dibinde yakala… ama ilaç niyetine, bir tane bile delil bulama sen! olacak iş mi lan!»
    «boya işi de garip amirim» dedi, kafası karışık memur, «iki ayrı renk boya var: kırmızı daha önce yazılmış. zanlınınki siyah.»
    «niye iki renk yazıyorsun lan? teşkilatın renkleri mi bunlar?»
    «efendim, biz mutâd mesaimizde, yani kağıt üzerinde çalışırken, metin siyahla yazıldığından, kırmızıyla yaparız işimizi. duvardaki metin kırmızı olunca, siyahla çalışmak icab etti. metnin içeriğiyle de müellif olarak zikredilmiş teşkilatla da alâkam yok efendim.»
    «bırak lan bu mektepli ağızlarını! adam gibi konuşsana lan oğlum! madem teşkilattan değilsin, niye yazıyorsun duvarları?»
    «yazmak ne kelime efendim. muharrirlik ne gezer bizde. musahhihlik bizimkisi.»
    «bak yahu! oğlum doğru düzgün anlatsana!»
    «bakın, ne güzel buyurdunuz: “doğru” ve “düzgün”. gerçi herkes doğru yazsa biz nereden çıkaracağız nafakamızı. efendim, bendeniz her gün aynı güzergâhı takiben giderim yazıhaneye. yani her gün malum duvarın önünden geçerim. “yönetende biz olacağız” ifadesini görünce, mesleki bir hassasiyetle, fakirde tashih etmek iştiyakı hasıl oldu. ertesi gün bir kutu siyah boya alıp tam da “de”yi ayırırken memur arkadaşlar olay mahaline intikal etti. sonrası malumunuz…»
    «çağırın bizim şu mektepli yeni çocuğu. bir de ona anlatsın. sonra da adliyeye sevk edin züppeyi!»
    memurla zanlı çıkarken seslendi amir, kurbanına acı vermenin yolunu bulmanın neşesiyle:
    «sakın ifadesini düzeltmesine izin vermeyin. sizin yazdığınız gibi imzalasın ib…!»

    gökdemir ihsan, 13 kasım
  • çoğul hali "musahhihin" olan sözcük.
  • " benim adım musahhih. babam da musahhihti, onun babası da. musahhihliğin böyle babadan oğula geçtiğine pek denk gelmedim ama bizde böyle oldu işte.lise bittikten sonra üniversiteye gitmedim. herkes türk dili edebiyatı mezunu sanar bizi. yazarların yanlışlarını düzeltiriz biz. bazen yazarların yanlışlarını düzeltiriz biz. bazen yazarlarla çatışmamıza sebep olur bu. ama babam onları ikna etmeyi de öğretti.
    yazarlar genelde birleşik kelime ve terimlerin yazımında hata yaparlar. "şey" ayrı yazılır mesela. arapça "eşya" demektir. ayrı yazılır... terim kullanımında da en çok gördüğüm "imam" ile "müezzin"in karıştırılması, ezanı müezzin okur. imam değil.

    hep tatsız bir kurgu var yeni çıkan kitaplarda.isimler bile gerçekçi değil. berkehan, burkutay. dostoyevski bir romana başlamadan önce romandaki karakter sayısı kadar mezar gezermiş. 300 karakter varsa 300 mezar geziyor anlayacağınız. rodian romanoviç raskolnikov!

    romanlarda gerçeklikten uzak diyaloglara denk geliyorum. "kadın iki bardağını yıkamaya başlar." diyor. yarım saatlik diyalogtan sonra "ve bulaşıkları yıkamayı bitirmiştir." diyor. işte basit bir kopmuş kurgu örneği. bunları takip etmezsen dalga geçerler.

    uzun, kalıp gibi diyaloglar okuyorum sürekli. dört arkadaş sohbet ediyor. cevaplar ard arda... duraklama yok. oysa biz dört arkadaş otursak konuşsak ben oraya girmeden sen ne kadar konuşabilirsin. dan!dan!dan!

    bütün mesele yaratıcılık ve gerçeklilik. bu işin editörlü kısmı. musahhihlikte en çok merak edilen günde kaç sayfa okuduğumuz bir kitap eğer temiz ve akıcıysa günde 250-300 sayfaya kadar okuyabilirim. ama çok fazla düzeltilmeye ihtiyacı varsa bunun ortalaması günde 120-130 sayfa.

    bu kadar çok okuduğum için soruyorlar. "bilmiyor musun kitap okumakan" diye. musahhihlik biraz fahişeliğin seksle ilişkisi gibi. para karşılığı yaptığımız için sevmediğimizi düşünüyorlar.

    kitap okumaktan asla bıkmam. çoğu insan öfleye pöfleye yapıyor bu işi ama ben onlardan değilim. bazen sevmediğim kitapları okumak zorunda kalsam da ben işimi çok seviyorum. bazen bir kitap gelir ilk sen okursun çok değerli his, keşfediyorum insanlara da tavsiye ediyorum. hele bir de çok satarsa.

    kitabın çok satması da değil mesele. önemli olan anlaşılması. çetin altan'ın çok sevdiğim bir lafı vardır. "kitabın ne kadar sattığı değil, ne kadar zaman sattığı önemlidir."

    babamın bu işten bıkmamamdaki payı büyük. 8-9 yaşlarında aziz nesin okurken getirip önüme. ahmet rasim koyardı. özet çıkar derdi. internet falan yok bulup da yazasın. okumak lazım. okumadan hiçbir şey yapamazsın.

    ömür boyunca fransa ve italya'dan uzağa gitmemiş. kafka'nın "amerika" diye romanı var. gitti mi? hayır! bedri baykam'ın tablosu var. " kafka never went to america" diye.

    çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? insanlara sürekli okumalarını söylemekten bıkmadım. insanlara sürekli okumalarını söylemekten bıkmadım bıkmayacağım. madam bovery, fareler ve insanlar, vahşete çağrı, dava, shakespeare'in her eseri. bunları defalarca okudum ve asla bıkmayacağım kitaplar.

    oğluma bu işi öğretmeye çalışıyorum. ama ilgisiz gençler bu işin kazancından korktuğu için ilgisiz. yazardan rol çalmayan, imla bilen çok para kazanır. bu işte çok çalışıyorum. oğluma, kendime vakit ayıramıyorum. 32 senedir bu tempo. oğlumu parayla satın alıyorum. benim gibi çalışırsanız vakit ayıramazsınız. benim gibi çalışırsanız vakit ayıramazsınız. benim gibi çalışmazsanız da ev geçindiremezsiniz.

    tek istediğim sevdiğim kitapları okuyacak yeni bir hayat, yetecek para başka bir şey istemem. hayata bir daha gelirsem bu işi seçer miyim bilmiyorum. ilhan berk, orhan veli veya can yücel gibi kitap seçebilecek bir çevirmen olmak isterdim. fark ettimde özendiğim bir meslek yok. özendiğim koskaca bir hayat var. "
  • kendisiyle, murat uyurkulak'ın tol romanında karşılaştığım bol h li kelime
  • acilen sözlükte de istihdam edilmesi gereken.
  • düzelti yapan, düzeltiç.
hesabın var mı? giriş yap