• sevgili yazarlar aşağıda fotoğraflarını paylaştığım kitaplardan bir tanesi mümtazer türköne'nin hem yazarlarından birisi olduğu hem de editörlüğünü yaptığı siyaset kitabı, diğeri de andrew heywood'un yazdığı politics kitabı. kitapta heywood'dan geniş şekilde yararlanıldığı söyleniyor ama hocamızın yazdığı kısımlarda sanki geniş şekilde yararlanılmasını geçen bir durum var. sözlük ahalisinin değerlendirmesine sunuyorum.

    http://imageshack.us/…o/my-images/834/img1451u.jpg/
    http://imageshack.us/…o/my-images/808/img1453x.jpg/
    http://imageshack.us/…o/my-images/96/img1454er.jpg/
    http://imageshack.us/…o/my-images/252/img1455y.jpg/
    http://imageshack.us/…o/my-images/829/img1461g.jpg/
    http://imageshack.us/…o/my-images/688/img1462y.jpg/

    edit: şunu da belirtmekte fayda var. türköne'nin siyaset kitabı heywood'un kitabının çevirisi olarak değil telif eser olarak çıkmıştır. kitabın başında tüm hakları mümtazer türköneye aittir denilmektedir. geniş şekilde yararlanılmıştır diyerek referans verilebileceğine dair bir kanaatim yok. eğer böyle bir referans türü var diyen varsa beni de aydınlatırsa sevinirim. kitabın başka chapterlarını yazanlar heywood referanslarını vermişler ama bu aldığım bölümün yazarı belirtilmemiş, o yüzden yazarının türköne olduğunu kabul ediyorum. o yazmasa da editör olarak sorumluluk taşıyor.

    mümtaz'er türköne/#27064797

    edit: kesinlikle bu çeviri durumunu ilk defa farkeden ben değilim, bunu iddia etmiyorum. sadece çokça dile getirilen/dile getirilmiş bu durumu fotoğraflarla ortaya koymak istedim.
  • ''“atatürkçü olmayı hakaret sayarım”, “atatürk ideolojisi bir darbeler ideolojisidir” (mt)

    fetö darbe kapsamında ters kelepçelenerek tutuklanmış.

    (bkz: no comment)
  • bu gibi durumlarda aklıma alevi diye dışlanan ergenekoncu,balyozcu şucu bucu diyerek haksız yere suçlanan ve gururuna yediremeyip intihar eden yarbay ali tatar gelir. o yüzden gram üzülüyorsam ağzıma oluk oluk sıçsınlar.
  • abdullah gül bu adamı atatürk vakfına başkan atamış idi. adam da açıkça kemalizme karşı olduğunu söylüyordu. buradan abdullah gül'ü de anmış olalım.
  • bugünkü yazısında melih aşık bu adamın cehaletini çok güzel bir şekilde vurgulamış.zira cehalet olduğuna inanmıyorum, basbayağı kötü niyet.

    http://gundem.milliyet.com.tr/…/1484505/default.htm

    cumhuriyet hıncı
    atatürk yüksek kurulu üyesi olup günübirlik “ben atatürkçü değilim, atatürkçü olmayı hakaret sayarım” diye konuşan mümtazer türköne’nin 19 mayıs bayramı konusundaki cehaleti de şapka çıkartır nitelikte... habertürk’teki röportajda diyor ki:
    “1932 yılında inönü italya’ya gidiyor. ve italya’da faşist kutlamaları görüyorlar. alıyorlar onu 1938’den itibaren 19 mayıs törenleri diye türkiye’de uyguluyorlar.”
    ülkemizde gençlik ve spor bayramları 1916’da “idman bayramı” adı altında başlar.
    girişimcisi isveç’te spor eğitimi gören selim sırrı tarcan’dır.
    ilk bayram 29 nisan 1916’da kadıköy’deki ittihat spor kulübü’nün çayırında selim sırrı bey’in girişimleriyle düzenlenir. ikincisi 1917’de yapılır. araya savaş girer.
    samsunlular, 1926 yılından itibaren, 19 mayıs’ı ‘gazi günü’ ilan edip şenlikler düzenlemeye başladılar. daha sonra maarif vekili mustafa necati bey, selim sırrı bey’in önerisi ile ‘terbiye-i bedeniye şenlikleri’nin sırasıyla 10 mayıs’ta ankara’da, 11 mayıs’ta istanbul’da, 12 mayıs’ta izmir’de düzenlenmesi için emir verdi.
    bu tarihten itibaren, 19 mayıs adı bazen ‘okullar bayramı’, bazen ‘idman bayramı’ bazen ‘jimnastik şenlikleri’ olarak her yıl büyük şehirlerde kutlandı...
    mustafa kemal, ölümünden altı ay önce ankara stadyumu’nda 19 mayıs gösterilerini izlediğinde o gün henüz bayram ilan edilmemişti. 19 mayıs’ın ‘gençlik ve spor bayramı’ olmasını öngören yasa meclis’te 20 haziran 1938’de kabul edildi.
    19 mayıs bayramının ne inönü’nün italya gezisiyle ne italyan faşizmiyle ilgisi vardır. cumhuriyete şaşı bakanların icadıdır bunlar...
  • türköne, 80 öncesinde ankara'da 54-55-56 doğumlu ülkücü gençlerin içindeydi. ahmet turan alkan, mustafa çalık ve belki de nihat genç ve onlarca daha başka isim. 80 sonrasında ülkücüler farklı yerlere savruldu. kimi hapse, kimi idam sehpasına, kimi yer altına, kimi yurtdışına, kimi eli kalem tutanlar akademiye. bazıları da özal'ın kollarına.

    mümtaz'er türköne ise akademiyi tercih etti. zar zor ve derslere giremeden bitirdiği mülkiye'nin sonrasında mustafa çalık ile birlikte dil öğrenmek için istanbul'a boğaziçi üniversitesi'nin hazırlık sınıfına geldiler. 12 eylül darbesi yüzünden bu okulu yarım bıraktı. sonra mülkiye'de akademik kariyer. 90'da tamamladığı doktora çalışması 91'de kitaplaştırıldı. islamcılığın doğuşu üzerine yapılmış ilk ve önemli çalışmalardan biriydi bu. bu arada da yavaş yavaş şöhreti artıyordu. ülkücülükle arasına nicedir koyduğu mesafe yüzünden teşkilattan da tepkiler alıyordu.

    ve tansu çiller kendisini keşfetti. daha doğru bir ifadeyle [ve tahminle] tansu çiller'e kendisi önerildi. önce özal, sonra demirel ve çiller'in en sevdiği siyasetçi ve danışman tipi eski ülkücüler oldu. teşkilatçılık, 80 öncesinin ateş ortamında pişmişlik, devletin bürokratik derinliklerine nüfuz edebilme yeteneğiyle ülkücüler 80'lerin ikinci yarısı 90'larda çok ekmek yedi. devletin o zamanlar kürt sorunu ve benzer meseleler karşısında kodladığı dışlayıcı, şiddete meyyal milliyetçi dil ve tavır için ülkücüler biçilmiş kaftandı.

    turgut özal 1992'de üçüncü izmir iktisat kongresinde bir konuşma yapmış bu metin türkiye günlüğü dergisinde yayınlanmıştı. sscb'nin yıkılması üzerine etrafını av sahası olarak gören ve azgın iştahı kabaran özal, "türkiye’nin önünde hacet kapıları açılmıştır” demişti. önünde kapı açılanlardan biri de türköne'ydi.

    1996'da avukat şükrü karaca, araştırma şirketi sahibi hüseyin kocabıyık ve türköne'den oluşan ekip tansu çiller'e danışman oldu. aynı ekip öncesinde mehmet ağar ve yalım erez'le de çalışmıştı. işte ne olduysa burada oldu. türköne bir yandan refah ve doğru yol koalisyonunun meşruiyetini formülize ediyor bir yandan da tehditi artan askeri vesayete karşı kendince sivil bir dil çatıyordu. ve bu dönemde susurluk skandalı patladı. tansu çiller'in susurluk'la ortaya dökülen pisliklere karşı can siperane politikasının arkasındaki isim de yine türköne'ydi.

    "tansu çiller, meral akşener ikilisi" o dönemde askerle epey karşı karşı gelmiş ve bir yandan "demokrasi mücadelesi" veriyor görünüp öte yandan susurluk porteleri için "devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" diyerek meseleye bakışlarını özetlemişlerdi. bu karanlık cümlenin arkasında türköne'nin olduğu söylenmişti. böylece ismini duymuştuk. hatta o zamanlar ülkücü çevrelerde türköne'ye yeniden iltifatlar edildiğini hatırlıyorum.

    mümtaz'er türköne ismini ikinci kez ertuğrul özkök sayesinde duymuştum. 98'de özkök, “son iki yıldır dyp genel başkanı çiller'in, siyasi konularda danışmanlığını yapan çok ilginç bir öğretim üyesi var. adı doç. mümtaz'er türköne... türköne, son zamanlarda çiller üzerinde en fazla etkisi olan kişi...” diye yazmıştı.

    ilerleyen yıllarda bir devrin yükselen değeri merkez sağ çökünce türköne bir ara kaybolup 2000'leri beklemiş ve "yenilediği" söylemi ile yine doğru ata oynamıştı. "işte ne olduysa burada oldu" cümlesini yine kurabiliriz. meşhur cemaate yaklaşan türköne kitaplarını bu tür yayınevlerine kaydırdı, zaman gazetesine yazar/yorumcu oldu. akp'nin kanaat önderi gibi çalışmaya başladı. eşinin akp'den milletvekili olmasıyla bu ilişkisini organik hale getirdi. tipik bir organik aydın olduğunu böylece yineledi.

    90'larda çiller'in, susurluk sonrası "milliyetçi/devletçi kahraman dilini" ve 28 şubat'ın gelişine binaen "askeri vesayet karşıtı sivil dilini" o inşa etmişti. şimdilerde ise işte bu "ilk diliyle" hesaplaşmadan, onun hesabını vermeden "ikinci dilinin" ekmeğini yemeye çalışıyor. bunun ezikliğiyle de olsa gerek sık sık vicdan kayması yaşayıp, muvazenesinin kaybediyor. ergenekon bahanesiyle geçmişte hoşlaşmadığı ne varsa hepsine bulaşıyor. deniz gezmiş'i handiyse ergenekoncu ilan ettiği yazısı unutulmayacaktır.

    özellikle akp'nin daraltılmaya çalışılan siyaset alanına ve ergenekon örgütüne yönelik yazılarına bakınca klasik bir zaman okuru "vay be ne demokrat, işte özlediğimiz sivil tavır" diyebilir. ülkücüler, milliyetçi siyasete getirdiği hakarete varan eleştirilere kızabilir. solcular, türkiye soluna yönelik çirkin sözlerine tepki duyabilir. ki ergenekon terörü üzerine yazmasın demiyoruz. ah bir de bunun susurluk çetesiyle olan bağlantısını bizimle paylaşsa...

    bütün bunlar bir yana mümtaz'er türköne türkiye'de fırsatçılığın, hesapsızlığın ve hafızasızlığın kimlere nasıl ikbal kapıları açtığının mümtaz bir örneğidir. her daim önde gideceğine bu yüzden şüphemiz yok.
  • hafızam beni yanıltmıyorsa ergenekon ve balyoz sürecinde darbeci paşaları asmak yerine yağlı kazığa oturtalım diye önerilerde bulunuyordu. çözüm süreci denen kepazeliğin en ateşli savunucularındandı. bahçeli abisinin şehitliğine atıfta bulunup bugün çıkmış kendisinin yeniden yargılanmasını istiyor. ya hu arkadaş bu adam çözüm sürecinde ümit özdağ ile genç bakışa katılmıştı ümit hoca yerden yere vurmuştu bunu o programı da mı izlemedin nasıl tahliyesini istersin aklım almıyor.
    zamanında asıp kesiyordun türköne adalet bir gün size de lazım oldu bak!
  • bence biz tam olarak o seviyeye inmeliyiz. hukukun herkese lazım olduğunu zamanında rüzgar başka eserken o kibirle düşünmeyeni biz mi düşünelim? sürünsün, inim inim inleyerek gebersin bu ve bunun gibiler.

    edit: kendisi geberince her sene ölüm yıl dönümünde mezarına işense müstehak diyeceğim bir tiptir.

    edit: bu ve bunun gibi tetikçilere neden böyle yapılmalıdır? herkes ayarını bozduğu kantarın kendisini de tarttığını görsün, birilerinin itliğini, maşalığını yapmanın sonuçlarını görsün diye tam olarak böyle yapılmalıdır. eğer konu adaletse, şu an olan adaletin en saf, en gerçek halidir. bu şahıs tam olarak ektiğini biçmektedir. sen eğer bu tip kişilere sıradan suçlularla aynı muameleyi yaparsan, hukukun içine etmelerini yanına bırakmış olursun. asıl gerçek adalet için tam olarak o içine sıçtıkları hukuk çerçevesinde muamele edilmeliler.
  • geçenlerde kurtuluş savaşı yunanlıların gelip biraz kaldıktan sonra gitmesidir gibi bir şeyler zırvalayarak tarihi ne kadar bildiğini göstermişti. şimdi de psikoloji bilimine el atmış anlaşılan. bugünkü yazısında terörist polisin saldırısına maruz kalan öğrencilere patolojik bir vaka olarak yaklaşılması gerektiğini buyurmuş engin bilgisiyle. hatta polisin orantısız güç kullanımını hak, hukuk açısından değil görmüş geçirmiş bir kafa doktorunun bakış açısından eleştirmiş. bir de çakma bir hümanizmle polisin bu "hasta" kişilere doktor hassaslığıyla yaklaşması gerektiğini söylemiş. bu noktada ister istemez afsafasasdasfa demek zorundayım. polisliğin iş bulamayan ipsiz, sapsız takımının son sığınağı olduğu bir dönemde bu adamlardan hassas yaklaşım beklemek? kendisini foucault'ya havale ediyorum. kendinize gidip başka bir faşizm metodu bulun, bu yöntem bayağı eskilerde kaldı. hastayı, sağlıklıyı belirlemek iktidarın tasmasını tuttuğu medya kuruluşlarından milyarları götüren besililere kalmadı.

    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1076
  • öncelikle düşünelim, herkese lazım olan "hukuk" mu, yoksa "adalet" mi?

    eğer herkese lazım olan "adalet" ise bunun içeride ölmesi gerekir. hem de bir kaç kez... adil olan budur.
hesabın var mı? giriş yap