• erdem özveren adlı provokatörün uğraşları neticesinde türkiye'deki konserlerinin iptal edilmesi sonrasında instagram adresinden türkçe olarak aşağıdaki açıklamayı yayımlamış olan sanatçıdır aynı zamanda.

    "benim adım mohsen namjoo. türkiye'ye ve türk halkına olan sevgim, vatanım iran'a olan sevgim kadar büyük. bunu söylüyorum çünkü türkiye'deki izleyicilerim ve türk halkı bana her zaman kendilerinden biriymiş gibi davrandı. bu paylaştığımız bir aşk, hiçbir şeyin bizden alamayacağı bir aşk. on yıl önce verdiğim ilk konserden bu yana türkiye'de beşten fazla turne düzenledim. her zaman sevgi ve saygıyla karşılandım, aynı şekilde karşılık verdim. ama son zamanlarda, beni tanımayan küçük bir grup insan ve bu küçük grubu sosyal medyadan takip eden bazı kişiler, beni kuran-ı kerim'e hakaret etmekle suçladılar. sadece hayranlarıma değil, tüm inanç sahiplerine, bunun hiçbir dayanağı olmayan ciddi bir suçlama olduğunu ivedilikle belirtmek istiyorum. bu suçlama, bu korkunç dedikodu, sadece sanatsal kariyerimi tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda beni çok derinden yaralıyor. benimle aynı inanca sahip insanların inancıma sırtımı döndüğümü söylemesi beni çok üzüyor.

    bu nedenle medyadan bu dedikoduları yaymamasını, yalan ve söylenti yaymayı bırakmasını ve gazeteciliğin kurallarına uymasını, sadece doğruyu yazmasını rica ediyorum;

    gerçek şu ki: ben, mohsen namjoo, kutsal meşhed şehrinde dindar bir ailede büyüdüm. 20 yaşıma kadar kur'an kursuna gittim ve üç yıl boyunca üç büyük kıraat ustası olan mustafa ismail, abdurrahman tablawi ve ragheb gholush tarzında mukaddes kur'an-ı kerim okudum. eğitimimden sonra meşhed'de üç yıl geçirdim, tecvid ilmini; kuran kelimelerinin telaffuz bilgisini öğrettim bir çok kez üniversitelerde, özellikle abd'de klasik fars şiirinin arap dilinin ritimlerini nasıl benimsediğini anlattığım dersler verdim. bu derslerde, kur'an-ı kerim'in bariz kutsal içeriğine ek olarak, ilahi kelamın mucizevi ve şiirsel ritimlerine de sahip olduğuna, bunun da çağlar boyunca benim gibi müzisyenleri ve şairleri cezbettiğine dikkat çektim.
    başka bir deyişle, kur'an-ı kerim benim müzikal temelim oldu. büyük mevlana'nın mesnevisindeki "musa ve çoban" kıssasında açıkladığı gibi, insanların allah'a nasıl ibadet ettikleriyle yargılamamak gerekir, allah'a inanmaları ve sevmeleri yeterlidir.
    şimdi duygularımı ve inançlarımı herkese açıklayayım:
    - türkiye'ye ve halkına olan sevgim sonsuzdur.
    - ben ne dinsizim, ne de allah'sızım.
    - ben bir müslümanım ve kendimi asla başka bir inanca ait olarak görmedim.
    - her zaman ilham kaynağım olan kur'an-ı kerim'le asla alay etmedim, o'nu küçük düşürmedim.
    - kuran'ın hiçbir ayetini değiştirmedim. bu ciddi ve asılsız bir suçlamadır.
    - yayılan iftiraların aksine, allah'a dua ettiğim mojir 2016 şarkımı dinlemenizi tavsiye ediyorum.
    - tüm türk halkından, ifade özgürlüğüne kalpten inanan ve saygı duyan herkesten, tüm bu suçlamaların asılsız saçmalıktan başka bir şey olmadığını gösterecek bu videoyu yaymalarını rica ediyorum. dikkatle dinleyin! şarkının sonundaki ses allah'a yakaran sevgili babama aittir"
  • benzersizliğini tarif etmek lazım. biraz zor ama şarkılarının düzeysiz bir benzetmeyle küçümsenemeyecek kadar değerli olduğunu belirtmek gerek. hele kalitesiz mizahın en düşük kalibreli örnekleriyle anlatılmaya çalışıldığı gibi bülent ersoy'dan geceler'i dinlediğini zannettirecek kadar kötü olmadığını bilakis çok az bulunur bir "sanatsal vaka" olduğunu ifade etmek daha doğru olur.
    her "yanık" sesin, her nağmenin ve hançerenin dar müzik birkiminde "uzun hava"yla özdeşleştirilmesine aşina olduğumdan "bilmiyorsanız susun" ricasında bulunmak mecburiyetinde hissediyorum kendimi (malum, bilmiyorsan susmak ne kadar nazik ve olgun bir eylemdir).

    mesela sonati ha 'nın sanki progresif bir albüm olduğunu (progresif yerine ne koyabiliriz bilemiyorum), namcu'nun otantizmin bağnazlığında boğulmadan yaratıcı işlere çaba gösterdiğini , çoksesli müziği sanatına sindirmekte zorlanmadığını ve bunların hepsini "alaylı" değilde bildiğin "mektepli" kontenjanından yapıtığını ne diye anlatayım. anlatmazdım ama işin içinde koca bir birikimin, birikimsiz bir düzeyden alaya alınması mevzubahis olunca bu notları düşmek şart oldu.

    yani , namcu "farsça kopup gitmiyor"; bildiğin farsça söylüyor. dili farsça zira. "batı formlarında yapmadığı şarkıları alenen uzun hava" değil hatta hiç değil. uzun hava öyle olmaz. aydınlatayım, uzun hava mesela çoksesli olmaz, rastlanılan bir iki istisnai örnekte böyle bir genellemeye mahal vermez. namcu - özen gösterek dinleyenler bilir- deneysel çalışır. son dönem jazz ve blues denemeleri de bunun bir örneğidir (lakin o eserlerinin biraz "yavan" kaldığını kabul ediyorum. tecrübesiz olduğu sularda kulaç atıyor gibi)

    kendimi, operanın boşyere bağıran insanların lüzumsuz sanatı olmadığını, bilmeyen ve karikatürize eden cenaha anlatmaya çabalayan papyonlu beyefendiler gibi hissediyorsam suç bende değil. onu da söyleyeyim.
  • çok ciddi iddia ediyorum; bu adamı dinlemeden ölmek eksik yaşamak demektir.
    hele ki gis adlı şarkısı.
    anlatması mümkün değil. bulup dinlemek gerek bir yerlerden.
  • baki, nabi ve fuzuli şu an yaşıyor olsaydı nedim'in tütsü kokulu evinde toplanıp bu müthiş adamı dinlerlerdi.
  • mohsen namjoo yazılması ingilizce konuşanlar onu "muhsin namcu" olarak okuyabilsin diyedir. yani iki yazılış da doğrudur. ama biri ingilizce konuşanlar için, ikincisi türkçe konuşanlar için doğrudur. öz hakiki tek gerçek yazılış arıyorsanız, adam kendisi nasıl yazıyor ona bakacaksınız. yoksa nice halidlere khaled, cemallere jamal, hartuma khartoum dersiniz. yeri gelmişken, ingilizce transkripsiyonlardaki kh'leri k diye de okumayın, k ile h arasına -ı koyup okumak bile ondan iyi emin olun.

    geçenlerde şahtar donetsk başlığında da millet birbirine giriyordu bu transkripsiyon meselesi yüzünden, orada da aynısı geçerli.

    ayrıca kim lan bu muhsin?
  • gazeteci: en çok neyi unutmak isterdiniz?

    namjoo: yıllar ilerledikçe insan birçok şeyi unutuyor. dilerim ki bir gün annemin kokusunu kalıcı olarak unutmanın verdiği hüznü unutabilirim.

    (tuhaf dergi-haziran 2018)
  • dogru okunusu jamiryo'dur
  • hepsini okumadım ama bu vahşilik derecesinde bilgi içeren tartışmalar sonrasında adamı tanıdım. afferin lan ekşiciler sik sik başlıklarda tartışacağınıza böyle güzel adamların başlığında tartışın da görünce biz de neymiş bu diyelim. adam ne güzel müzik yapıyor ne acaip ezgileri varmış bayıldım resmen.
  • iki yıl önce sarp dağların geçit vermediği, doğanın bu ürkünç görüntüyü biraz daha arttırmak istercesine yanına gürül gürül akan bir dere eklediği bir coğrafyada afganistan'dan rahat uyuşturucu kaçırabilmek için yapılmaya çalışılan bir yol şantiyesindeydim. müşavir firmanın teknik kadrosu lübnanlı olduğundan doğu kültürüne sempati beslemeye başladığım zamanlardı. onlar lübnan'ın suriye'nin eski halini bir büyünün içinde anlattıkça içimde masalsı bir ülke canlanırdı. bir gün şantiyemize çok tuhaf bir insan geldi. ileriki fazın şantiye şefi babek.

    babek'i ilk gördüğümde epey şaşırmış, biraz da ne ayak lan bu herif demiştim. allah'ın bile unuttuğu bu yerde adam saçlarını rock star gibi dikmiş, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş şekilde nasıl dolaştığını epey merak etmiştim. konuştukça yüzyıllardır dile getirilen önyargının gerçekten de ne kadar kötü bir şey olduğunu bir sonraki ön yargıma kadar yeniden doğrulamış oldum. babek tam bir ömer hayyam hayranıydı, bir çok rubaisini ezbere biliyordu, şaraptan iyi anlıyordu, bu projeyi seçmesindeki büyük bir etken de rahat rahat marijuana içebiliyor olmasıydı - gerçi yakalansa cezası 21 yıldı, nasıl bir rahatlık orasını da anlayabilmiş değilim halen- iranlısın nasıl ateistsin diye sorduğumuz zaman bozuk aksanıyla " i dont ceeeerrrr" dediği için artık her gelişinde bu soruyu sormaya başlamıştık. normalde şen şakrak olan bu adam konu ne zaman iran'a gelse suratı birden ekşimeye başlıyordu, yıllar önce ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı, halen içinde büyük bir özlem duyduğunu söylüyor, hüzünleniyordu. ona göre artık ne alaaddin kalmıştı, ne de sihirli lambası. binlerce yıllık tarihi olan bu masalsı ve büyülü kültürün dumanını dağıtmışlardı. yine de umut etmekten çekinmiyordu, bir gün diyordu elbet bir gün tahran'da binlerce kişiyle birlikte mohsen namjoo'yu dinleyeceğim diyordu.

    bir gün yanımıza geldi, artık işten ayrıldığını, yüksek lisans yapacağını söyledi. o gün ne aklıma telefonunu almak geldi ne de sosyal medyada eklemek için soyadını öğrenmek. babek şimdi nerelerdesin, napıyorsun bilmiyorum ama bildiğin bir şey var ki illa bir gün seninle tahran'da binlerce kişiyle birlikte mohsen namjoo'yu dinleyeceğiz.

    mohsen namjoo-baroon
  • olur da olamazsam buralarda,
    yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum,
    uyumak yüzyıllarca uyumak...

    illa isim konulacaksa,
    ben masal değil hayat demekten yanayım.
    bu yolları yan yana yürümekten yanayım.

    erguvanlar açmaya başladı,
    mavi mi pembe mi, ayırt edemiyorum renkleri
    kokuna bir isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim...
    geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp,
    heyecanla dedikodu yapacağız.

    sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim,
    biraz sessizlik olacak...
    sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın,
    cümlelerim topallayacak, ağır aksak kelimelerle soracağım:
    "nasılsın?"
    nasılsın derken bile iyi olmana dualar ediyor olacağım.
    hayat buysa, ben bildiğim tüm masalları unutmaya hazır olacağım...

    mohsen namjoo
hesabın var mı? giriş yap