• alexandre dumas'ın müthiş eseridir. hikaye 1800'lü yıllarda fransa'da geçmektedir. bu dönemde kral ve bonapartçılar olmak üzere insanlar 2'ye ayrılmışlardır. genç bir denizci olan edmond dantes, kıt kanaat geçimini sağlamakta, bir yandan da çocukluk aşkı olan mercedes ile evlilik hazırlıkları yapmaktadır. mercedes, o kadar güzeldir ki tek talibi dantes değildir. mercedes'in diğer bir hayranı olan fernand de morcef, yandaşları ile birlikte bir komplo kurar ve kral'ın tahtta olduğu dönemde dantes'in bonapart ajanı olduğuna dair savcıya bir mektup yazarlar. dantes, nişan günü tutuklanır. çok iyi yapılan bu plan dantes'in hapse girmesine sebep olur. dantes, hapiste herkesin deli olarak adlandırdığı çok bilge bir rahip ile tanışır. bu rahip, herkese kendisini bırakması koşuluyla gizli hazinesinden o zamana göre çok büyük paralar teklif etmektedir. fakat kimse rahibin böyle bir hazinesi olduğuna inanmamaktadır. dantes ile tanışan bu rahip, ona tüm bildiklerini anlatır. dantes'i eğitir, donatır, bilgeleştirir. ve bir gün, rahip hapiste yaşamını yitirir. ölmeden önce dantes'e kimsenin inanmadığı hazinenin haritasını verir. hapishane'de ölen mahkumlar denize atıldığından dantes bunu fırsat bilir ve kefenin içine kendisi girer. görevliler dantes'i denize atarlar. dantes, boğulmadan sudan çıkmayı başarır. çok geçmeden hapishanede denize atılan kişinin rahip değil dantes olduğu fark edilir ve her yere dantes'in öldüğünün haberi salınır. haberi duyan mercedes yıkılır ve yas tutar. yas tutmasının bir senesi dolduğunda ise fernand ile evlenir. öldüğü bilinen dantes bu sırada hazinenin peşine düşer ve hazineyi bulur. artık dünyanın sayılı zenginlerinden biri olmuştur. bir kaç yıl boyunca hazırlık yapan dantes, sonunda farklı kimliklerle ortaya çıkar. tek bir amacı vardır, intikam almak... ve bu müthiş hikaye başlar...
  • rahip: işte sana son dersim. şu anda cezasını çektiğin suç için gerçekten suç işleme. tanrı 'intikam benimdir' diyor.

    edmond: ben tanrı'ya inanmıyorum.

    rahip: önemli değil, o sana inanıyor.
  • burayı okuduğunuza göre kitabın konusu hakkında biraz fikir sahibisinizdir. fakat çok kısa özetlemek gerekirse, denizci olan genç edmon dantes'in kaptanlığa yükselmesiyle beraber, onu çekemeyenlerin iftirasına uğrayarak işini, sevdiği kadını , babasını ve özgürlüğünü kaybeder ve olaylar gelişir. fakat ben kitabın artılarını ve eksilerini yorumlayacağım. spoiler'a maruz kalabilirsiniz , baştan uyarayım :)

    artıları ;

    + kitabın konusu sağlam temellere oturtulmuş. konu ağırlığını hissettiriyor.

    + kitapta mekan zenginliği fazlasıyla var. hele roma, paris ve marsilya'yı görmüşseniz kitabı daha farklı bir gözle okursunuz.

    + dantes'in hapisten kaçma sahnesi hem çok gerçekçi hem de çok sürükleyiciydi. en çok kaçma sahnesinin gerçekçi olması beni çok etkiledi.

    + kitapta aşkı , hırsı, intikam duygusunu , açgözlülüğü görüp, hissedeceksiniz. kitabın birçok duyguyu barındırması artı bir etken sağlıyor.

    eksileri ;

    - edmond dantes'in hapisten kaçıp, hazineyi bulmasının ardından kitap direkt 10 yıl ileri atlıyor. direkt 10 yıl ileri atlamayıp , dantes'in bu süreç boyunca en azından doğu'da uğradığı yerleri (konstantinapol ) ve karşılaştığı kişileri , kitaba dahil etse çok daha güzel olabilirdi.

    - dantes'in kişilik değişimi çok keskin verilmiş. beyazken neredeyse siyah kadar farklı. kitabın çoğu yerinde sanki başka adamı okumuş hissiyatına kapıldım.

    - olayları daha sade anlatmak yerine bazen gereksiz detaylara ve kişilere yoğunlaşması, okuma keyfini biraz düşürüyor.

    - kitap dantes'i genellikle dışarıdan göstermiş. iç düşüncelerini , aklından neler geçtiğine pek şahit olamıyoruz.

    8/10 puan kanaatindeyim.
  • 1552 sayfalık bir başyapıt. eseri bitirdikten sonra artık eskisi gibi olamayacağınızı size hissetirecek kadar güçlü bir eser.

    "tam olarak hayatı özetleyen iki büyülü söz olduğunu öğrendim:

    beklemek ve umut etmek"

    ölmeden önce mutlaka okunması gerekir. iş bankası yayınlarındaki çeviri tam metin. çeviri olarak en iyisinden okumak ayrıca önemli bir konu. keyifli okumalar...
  • (bkz: ezel), (bkz: esaretin bedeli) gibi film ve dizilere örnek olmuş bir intikam romanı. 2 kez ard arda okudum 3. kez okumayı düşünüyorum. hikaye napolyon döneminde geçer, zaten çalkantıda olan fransa’da birilerini suçlamak için fetöcü demeniz yeter de artar bile ve kahramanımıza fetöcü diye iftira atılır, hapse girer ve orada deli farya ile tanışır...
  • 2008 senesinde tanıştığım kitap. önce kısaltışmış versiyonunu, daha sonra tam metnini alıp okuduğum bir alexandre dumas klasiği. hemen her sene tekrar okumaya özen gösterdiğim, bana yazarının dövmesini yaptıracak kadar dumas’ı sevdiren, fransız edebiyatına beni yönlendiren yegane başyapıt.
    dile kolay, geçmişten günümüze tam yedi defa okuduğum kitap. hemen her okumamın ardından “bu sefer hakkında bir şeyler yazmalıyım” deyip -bir şekilde- ihmal ettiğim, uğraşmadığım, peşinden koşmadığım bu şiarın sonunda nihayete ermesini kutluyorum.
    bu yazıyı okumaya niyeti olan herkese sesleniyorum. bu yazı benimle kitap arasında son bir okumanın, son bir hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkmıştır. neredeyse iki bin sayfa olan bir kitabı yaza çize okuyunca ortaya çıkan notlar biraz uzun olabiliyor. bu yüzden ziyadesiyle uzun olacağını tahmin ediyorum. ancak öyle inanıyorum ki kitaba dair bazı güzel şeyleri irdelemiş olacağız.

    öncelikle kitap hakkında biraz konuşmak gerek. bu kitap dilimize osmanlı döneminin en önemli ne ünlü rum kökenli gazetecilerinden biri olan teodor kasap tarafından kazandırıldı. kendisi alexandre dumas’ın özel sekreterliğini yapmakla beraber onunla birlikte pek çok seyahate çıkmıştır. monte kristo kontu’nu ise 1845 yılında türkçeye ve biz okurlara armağan etmiştir. kitabın 1844 yılında yazıldığını da hesaba katarsak bu hizmetin ne derece büyük bir hizmet olduğunu anlamış oluruz.
    kitap günümüzde çeşitli yayınevleri tarafından basılarak okuyucuya ulaştırılmaktadır. peki günümüzden tam olarak 178 sene evvel yazılan bu kitabın hala okuyucu nezdinde değer görmesinin sebebi nedir?

    işte bu ve bunun gibi sorulara cevap arayacağız…

    başlayalım;

    kitabımızın başkahramanı edmond dantes, henüz 19 yaşında firavun gemisinin kaptanı ve biricik sevgilisi mercedes’in eşi olmak üzereyken haince bir komploya kurban gider. bu komployu hazırlayan kişiler ise danglars, fernand ve de dolaylı olarak caderousse’dir. bu üçlünün spontane bir şekilde bir araya gelerek yazdıkları ihbar mektubunun villefort adında bir savcının eline geçmesiyle olaylar gelişmeye başlar. ihbar mektubunda edmond dantes’e napolyon tarafından verilen bir mektuptan bahsedilir. bu mektubun üzerindeki adreste villefort’un babasının adının yazmasından ötürü, babasını ve konumunu koruman isteyen savcı villefort, edmond dantes’i şato if isimli bir hapishaneye yollar. yalnızca en tehlikeli siyasi suçluların atıldığı bu zindanda umuda ve özgürlüğe yer yoktur.
    biricik mercedes’i ile dünya evine girmek üzere olan edmond dantes, kutlamanın ortasında yaka paça alınarak zindana atılmıştır. ekmeğini denizden kazanan, özgürlüğüne ve sevdiği kadına düşkün olan edmond bütün bunlardan yoksun bırakılarak adeta mezara gömülmüştür.
    daha kötüsü ise edmond dantes’in suçunu bile bilmemesidir. yıllarca ne suç işlediğini bilmeden zindanlarda çürür. ilk zamanlarda umudu canlıdır, bir karışıklık olduğuna ve oradan kurtarılacağına inanır. ancak günler, aylar ve hatta seneler geçtikçe bu umudunu yitirir. geceler boyu ağlayarak, yalvararak dualar eder. küçükken annesinin ona öğrettiği bütün duaları tekrar tekrar okur; duaların içinde daha önce fark etmediği anlamlar bulur. edmond’un ailesinden geriye kalan tek kişi olan babasının hayatta olup olmadığını bilmeden, mercedes hakkında hiçbir haber alamadan seneler geçirir.

    “…. ah! mercedes, adınız, adınızı hüzünlü iç çekişlerle, acı inlemelerle, umutsuz hırıltılarla söyledim; adınızı soğuktan buz keserken, hücremdeki samanların üstünde diz çökmüşken söyledim; adınızı sıcaktan tükenmişken, hücremin döşemesinde yuvarlanırken söyledim. mercedes, intikam almam gerek çünkü on dört yıl acı çektim, on dört yıl ağladım, lanet okudum…”

    görüldüğü üzere yazar edmond dantes’in bütün kazanımlarını ondan tek tek almıştır. ailesini, sevdiği kadını, özgürlüğünü, hayallerini, umutlarını ve hatta adını. o artık yalnızca bir hücre numarasından ibarettir; 34 numara.

    dantes’in çektiği işkence öyle büyük bir boyuttaydı ki batakhaneler, haydut ve katil koğuşları ve hatta kürek mahkumluğu bile ona cazip gelmeye başlamıştı. “kürek mahkumları en azından benzerleri ile bir aradaydılar. aynı havayı soluyup aynı gökyüzüne bakıyorlardı. kürek mahkumları mutluydular.”
    burada fransa’nın suçlulara yönelik doktrininden de biraz bahsetmemizde fayda var. fransız hükumeti geçmişte suçluları ıslah etmekle uğraşmıyordu. bazı kürek mahkumları gerçekten kürek çekerken bazı kürek mahkumları da sömürgelere yollanıp ağır işlerde çalıştırılıyorlardı. bu konuyu yaşamış birinin gözünden okumak isteyenlere henri charriere’nin “kelebek” isimli kitabını tavsiye ederim.
    edmond en korkunç işkencelerin onlar için fazla yumuşak özellikle fazla kısa olacağını düşünüyordu. çünkü işkenceden sonra ölüm geliyordu; ölüm huzur değilse de en azından ona benzeyen bir duyarsızlık vardı.

    edmond geçmişimden bahsederken “henüz bir insan olduğum zaman” der

    edmond dantes bütün umudunu yitirir ve kendini öldürmeye karar verir. bu tasarısını gerçekleştirmek için gardiyanların getirdiği yemeği düzenli olarak camdan dışarı atar. takatini iyice kaybettiği bir vakitte ise hapisten kaçmak için tünel kazan ancak hesap hatası yapan bir rahibin kendi hücresiyle çıkmasıyla kendini öldürmekte vazgeçer. işte buradan sonra karşımıza üç edmond dantes çıkacaktır. yani edmond dantes toplamda iki defa dönüşüm geçirecektir.

    1) özgür ve mutlu edmond dantes

    daha önce de dediğimiz gibi; edmond dantes henüz 19 yaşındayken kaptan olmak ve sevdiği kadın olan mercedes ile evlenmek üzeredir. mesleğinde iyidir, özgürlüğüne düşkün bir gençtir. ona karşı kötülükle dikilen gözleri göremez, gördüğü zaman da onları dikkate almaz. insanoğlundan büyük kötülükler beklemeyen, hayat görüşü oturmamış ve de ziyadesiyle cahil biridir.

    2) tutuklu edmond dantes

    umudunu,inancını ve imanını yitirmiştir. bazen onun tanrıya ettiği küfürleri duyan gardiyanlar korkup orayı hızlıca terk etmektedir. gençliğini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. kısa bir süre sonra rahip faria ile tanışarak yeni bir eksene girer. rahip faria filozof mayası olan bir adamdır. oldukça zeki ve çalışkan biridir. edmond dantes’i eğitirek onun ufkunu açar. hapisteyken okuma yazma, ingilizce, yunanca, matematik, kimya, biyoloji, dilbilim, felsefe, tarih, siyaset öğrenir. faria, edmond’un başına gelen gelen olayları yorumlayarak ona neden hapiste olduğunu gösterir. rahip faria sayesinde kendisine karşı kurulan komployu çözen edmond dantes’in o saatten sonra yüreğinde tek bir duygu kalır.

    -intikam

    3) monte kristo kontu
    edmond dantes dönüşümünü tamamlamıştır. 19 yaşında girdiği if şatosu zindanlarından 33 yaşında kurtulmuştur. toplamda 14 senesini zindanlarda çürütmüştür. rahip faria sayesinden haberdar olduğu hazinenin tek sahibi olur. daha sonra if şatosunun duvarları arasında çığlık atarak yinelediği yeminini gerçekleştirmek üzere kabuğuna çekilir. bu tasarıyı gerçekleştirmek için 40 yaşında paris’e gidecektir. yaklaşık olarak 6-7 sene kadar doğu memleketlerini gezer.

    karşımıza üç farklı edmond dantes çıktığını söylemiştik. birazdan bahsetmek istediklerim için kitabı biraz anlatmak gerekiyordu. şimdi ise kitaptan ziyade edmond dantes’in iç dünyasına odaklanacağım. tam bu noktadan sonra yoluma kronolojik olarak devam etmeyeceğimi ve kitaptan bolca alıntı yapacağımı söylemem gerek.
    daha önce de demiştik. şato d’if esasen bir mezardır. edmond’un erdemleri, duyguları ve anıları bu mezarda tıpkı bir ceset gibi çürümeye başlar. edmond artık ölmüştür. hapisten çıktığında ise monte kristo’nun teninin beyazlığına sıkça atıfta bulunulur. edmond şato d’if’ten tıpkı bir vampir gibi bembeyaz teniyle ve insanlıktan arınmış olarak çıkar.
    onun teninin güzelliği anlatılırken vampir metaforundan yararlanılır. peki neden vampir? benim bu konuda bir fikrim var. öncelikle bildiğiniz üzere vampirler fazlasıyla güzel mahluklardır. insanüstü güçleri, hızları, yetenekleri, soluk tenleri ve cazibeleri vardır. ancak bütün bunlara sahip olmanın bedeli de kan içmektir. monte kristo da hızlı, muktedir, cazip ve de de istidatlı bir adamdır. geri dönme sebebi de mutlak bir şekilde kan içmektir.

    “şimdi” dedi yabancı adam, “elveda iyilik, insanlık, minnettarlık… yürekte açan tüm duygulara elveda!... iyileri ödüllendirmek için kendimi tanrı’nın yerine koydum… kötüleri cezalandırmak için intikam tanrısı yerini bana bıraksın şimdi!”

    intikam alma arzusuyla paris’e giden monte kristo ince hesaplar yaparak düşmanlarının arasına sızar. daha önce de dediğimiz gibi, amacı kendisine yapılanlara denk bir intikam almaktır. peki kont neden edindiği servet sayesinde birkaç kiralık katil tutup kendisine bu kaderi reva görenleri cezalandırmayı tercih etmemiştir? sebebini kendisinden dinleyelim;
    “eğer bir adam görülmemiş işkencelerle sonu gelmeyen acılar vererek babanızı, annenizi, sevgilinizi öldürmüşse, yüreğinizden söküp çıkardıklarında orada sonsuz bir boşluk, her zaman kanayan bir yara bırakan bu varlıklardan birini öldürmüşse, giyotin katilin art kafa kemiğinin dibi ve yumuşak kasların arasından geçtiği için yıllarca sizin ruhunuzu acılar içinde bırakan biri birkaç saniyelik bedensel acı çektiği için, toplumun size ödediği bedelin yeterli olacağını mı sanıyorsunuz?”

    gördüğünüz üzere edmond dantes’in almak istediği intikam insanın yalnızca canıyla ödeyebileceği bir bedel değildir. hapisten çıktıktan sonra babasına ve mercedes’e ne olduğunu araştırırken öğrendiği şeyler onun bu intikamı için gerekli motivasyonu sağlamaktadır. edmond’un gariban babası açlıktan ölmüştür, mercedes ise edmond’un rakibi fernand ile evlenmiştir. burada ilginç bir parantez açmakta fayda vardır, edmond ölen babasının mezarını monte kristo kontu olarak çok defa aramıştır. belki de avrupa’nın en zengin kişisi olan bu adamın gücü bir avuç toprak içerisinde babasını bulmaya yetmemiştir.
    edmond dantes kendisine ihanet eden kişilerden alabileceği en ağır intikamı almak istemektedir. ailelerini, servetlerini, onurlarını yok etmek ve hatta canlarını almak istemektedir. bu uğurda yavaş yavaş planlarını uygulamaya başlar.
    edmond dantes bile artık insan olduğunu düşünmemektedir. o insanlığı geride bırakmıştır. edmond bu uğurda çok daha ileri gidecek ve kendisini bir intikam tanrısı olarak dahi adlandıracaktır. o artık iyi dostlarını ödüllendiren, kötüleri ise cezalandıran bir mahluk olduğunu düşünür. kendi adaleti ile tanrı’nın adaletini bir tutarak acımasız planlarını hayata geçirir. ancak en sonunda görür ki onun terazisi de hatalıdır.

    bir insanın hayatını ne “iyi” yapar?
    sevgili, aile, aşk, kariyer?

    edmond bunların hepsini kaybeder. o genç delikanlı zindanda azap içerisinde ruhundan parçalar koparan zamana teslim olur. ağlayışları, çığlıkları duyulmaz. edmond duygularını kaybederken bilgi kazanır.

    edmond adalet ister

    kendisine sağlanamayan adalete takıntılı hale gelir.

    kendisini bir üst otorite, bir cezalandırıcı ve ödüllendirici olarak tayin eder. o artık düşmanlarına bencil ve dostlarına diğerkam olmak üzere geri döner. bana sorarsanız edmond artık akıl sağlığını kaybetmiştir.

    peki edmond’un intikamında ürkütücü olan şey nedir?

    şimdi aramızda bazı insanların empati yaparak edmond’u haklı görmesi doğal. bana göre onun intikamını korkunç yapan 2 unsur vardır

    1) edmond bu intikamı parça parça hayata geçirir. onları önce maddi daha sonra da manevi yönden çökertmeye başlar.

    2) intikamına masum aile bireylerini de dahil eder.

    “kutsal kitapta şöyle yazıyor” diye yanıt verdi monte kristo: “babaların günahını üçüncü ve dördüncü kuşağa kadar çocuklar çeker. “tanrı bu sözleri peygamberine söylettiğine göre, ben neden tanrıdan daha iyi olayım?”

    edmond dantes’in aldığı intikamın korkunçluğu onda bir dönüşüm yaratır. aslında ölçüsüz adaleti ile edmond dantes de savcı villefort gibi birine dönüşür.

    1)edmond da bir villefort’a dönüşür
    2)adaletsizlik adaletsizlik; öfke de öfke doğurur

    edmond dantes ile rahip farya arasındaki fark nedir?

    farya edmond’un alternatif kaçış planını reddeder çünkü faria mazlumu incitmek istemez. edmond ise amacı uğruna suçlu suçsuz ayırmayacak noktaya gelmiştir.
    faria filozof bir insandır. insan doğası suçtan iğrenir der. o kimi açıdan sokrates’e benzer.

    faria edmond’dan özür dileyerek onun bugüne kadar yüreğinde olmaya intikam duygusunu ektiği için özür diler. edmond’un tepkisi ise çok ilginçtir. bu konuda ne tartışır ne de akıl ister. yalnızca “başka şeylerden söz edelim” der.

    faria’nın intikamı:

    faria hazinenin ona işkence eden adamların eline geçmemesinden duyduğu hazla intikam arzusunu giderir.
    - “ama şimdi sizi sevdiğim için herkesi affettiğime göre” diye devam eder. faria ikinci nöbetten sonra herkesi affetmiştir.
    buraya dikkat etmekte fayda var. nedenini daha sonra açıklayacağım…

    edmond’un canavarlaşması

    kitaptaki en ilginç olaylardan birisi ise edmond dantes’in de içinde bulunduğu haydut çetesinin gümrük memurları ile girdiği çatışmadır. bu çatışmada bir gümrükçü vurulup ölür. iki tayfa da yaralanır. buraya kadar her şey olağan akışındadır. daha ilginç olan ise sonra başlar. edmond bu çatışmada yaralanır. her ne kadar yazar bu çatışmada edmond’un bizzat çatıştığına dair bir ifadede bulunmasa da sonraki paragrafta şöyle ilginç bir hadise meydana gelir:

    “ayrıca ölümcül yara almış olan gümrükçüyü incelemişti, ister kanın sıcaklığı, ister insancıl duyguların körelmesi nedeniyle bu görüntü onu çok az etkilemişti.”

    bu paragrafta edmond’un davranışı ile bir önceki cümleleri birleştirince ortaya ilginç bir ihtimal çıkmakta.

    gümrük görevlisini edmond dantes mi öldürdü?

    hemen ardından şöyle devam eder yazar:
    “dantes, ilerlemek istediği yolun üzerindeydi, ulaşmak istediği amaca doğru yürüyordu: kalbi göğsünün içinde taşıyordu.”

    -bana sorarsanız edmond burada ilk cinayetini sırf içindeki vahşeti tanımak veya onu sınamak için gerçekleştirmiştir.

    kitapta gördüğümüz kadarıyla kont uzun süreler doğu ile haşır neşir olmuştur. onun intikamında kendine özgü bir doktrin vardır ancak daha önce dediğimiz gibi; kont “tanrıcılığa” oynar ve kendi adaletinin daha adil, hızlı ve etkili olacağını düşünür.
    kont görmediği çok az idam türü olduğunu söyler.
    “bu korkunç gösterilerde hazır bulunmaktan zevk aldınız mı?”

    “birinci hissettiğim şey iğrenme idi, ikincisinde kayıtsızlık, üçüncüsünde merak.”

    intikam ile kafayı bozmuş olan kont insana dair bütün yok etme şekilleri üzerinde ihtisas yapmıştır. işte tam burada yazar bizim daha önce sorduğumuz bu soruyu franz’ın ağzıyla sorar:

    “ama” dedi franz konta, “bu durumda sizi hem yargıç hem cellat yapan kuramınızla sonsuza kadar yasanın gücünden kaçabilmek için önlemler almanız zor olacaktır. kin kördür, öfke de şaşın, kendine intikam içkisi dolduran, acı bir içki içme tehlikesiyle karşı karşıyadır”

    ancak kont burada kibirlice bir cevap verir:

    “eğer zavallı ve beceriksiz ise evet, ama eğer milyoner ve becerikli ise hayır.”
    kitabın sorduğu en ciddi sorulardan biri de budur işte…

    insan kendi adaletini tahsis edebilir mi?

    daha ilginç olan bir mesele de kontun yemek seçimiyle karşımıza çıkar. şimdi dikkatli bir şekilde 31. bölüme odaklanalım. monte kristo, denizci simbad kimliği ile ağırladığı franz ile bir yemek yer. bu yemekte monte kristo, franz’a bir çeşit macun ikram eder.

    “pekala, bu tür yeşil reçel hebe’nin jüpiter’in sofrasına getirdiği ambrozia’dan ne fazla ne eksiktir.”

    franz bu maddeyi tadar ancak tadını beğenmez. bunu dile getirdiği zaman ise kont:
    “çünkü damağınızdaki sinir uçları henüz tattıkları bu maddenin yüceliğine hazır değil” diye cevap verir.

    kont bu madde için neredeyse bir sayfa övgüler düzer. daha sonra da onu “ilk kullanımda sevilmeyen ancak daha sonra çok sevilen şeyler” sınıfına sokar. kont bu madde için “insanı dünyanın kralı, evrenin kralı, yaratılanların kralı” olacaksınız der.
    şimdi 35. bölüme geri dönelim. albert ve franz’ı yemeğe alan kont onlara pek fazla eşlik etmez.

    “konta gelince her yemeğe şöyle bir dokunuyordu, konuklarıyla sofraya otururken basit bir nezaket görevini yerine getiriyor, kendisine tuhaf ya da özel bir yemek getirmek için onların gitmesini bekliyordu sanki”.

    kont daha önce franz ile yerken de aynı davranışı sergilemişti. şimdi parçaları birleştirelim

    kont bir bağımlıdır. almak istediği intikamı tasarlarken diyar diyar gezmiş, doğuda yeni kimliğini kazanmış bir insandır. doğudan getirdiği alışkanlıklarından birisi de budur. yani diyebiliriz ki kont kontrolünü tamamen kaybetmiş bir intikam alma makinesidir. kalbindeki bir parça merhameti de düzenli olarak uyuşturmaktadır.

    edmond dantes’e göre toplum yalnızca ona zarar vermek için vardır

    monte kristo’nun intikamı aynı zamanda topluma karşı alınan bir intikamdır. “ama ben insanlıkla ilgilenmiyorum, beni korumayan hatta genellikle benimle sadece bana zarar vermek için ilgilenmiş olan toplumu korumaya çalışmıyorum hiç; onlara saygımı yok ederken ve onlara karşı tarafsızlığımı korurken toplum ve insanlığın bana hala borçlu olduğunu düşünüyorum” der. o bir zamanlar suçluları aşağı görürken artık onları koruyup kollayan bir insan halini almıştır. hatta yanında çalıştırdığı kişilerden bizzat haydut ve kanun kaçağı kökenli olan hizmetkarlar da vardır. şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki kont insana düşman olduğu kadar topluma da düşmanıdır.

    edmond dantes’in yanılgısı

    suç ve ceza’da raskolnikov kendisini napolyon ve diğer büyüklerle bir tutarak tıpkı onlar gibi başkalarının kaderini tayin edebileceğine inanıyordu. monte kristo da aynı hakkı kendisinde bulmaktaydı. yargıç villefort ile yaptığı görüşmede “siz kendinizi de biraz önce sözünü ettiğiniz doğaüstü varlıklardan biri mi görüyorsunuz?” sorusuna “neden olmasın” diye cevap verir. kont da kendisini atilla ile özdeşleştirerek “tanrının kırbacı” örneğini verir.

    “bir tutkum oldu mösyö.”
    “hangi tutku?”

    “herkesin hayatında bir kez başına gelen şey benim de başıma geldi, şeytan tarafından yeryüzünün en yüksek tepesine kaçırıldım; oraya varınca şeytan bana tüm dünyayı gösterdi ve daha önce isa’ya söylediği gibi bana tüm dünyayı gösterdi ve daha önce isa’ya söylediği gibi bana da şöyle dedi: ‘söyle bakalım insanoğlu, bana tapmak için ne istersin?’ o zaman uzun uzun düşündüm, çünkü uzun süredir korkunç bir tutku içimi kemiriyordu; sonra ona yanıt verdim: ‘dinle, her zaman yazgı’dan söz edildiğini duydum ama ne onu ne de ona benzeyen hiçbir şey görmedim, bu da bana onun var olmadığını düşündürdü; yazgı olmak istiyorum, çünkü dünyada en güzel en büyük ve en yüce bildiğim şey ödüllendirilmek ve cezalandırmak.’ şeytan başını eğdi ve içini çekti. ‘yanılıyorsun’ dedi, ‘yazgı vardır; sadece sen onu görmüyorsun, çünkü tanrı’nın kızı olan yazgı da babası gibi görünmezdir. ona benzeyen hiçbir şey görmedin, çünkü yazgı görünmez güçlerle hareket eder ve karanlık yollarda yürür; senin için tüm yapabileceğim seni bu yazgının görevlilerinden biri kılmak. ‘pazarlık yapılmıştı; burada belki ruhumu yitirecektim, ama ne önemi vardır’ dedi monte kristo. “pazarlık yeniden yapılacak olsaydı yine böyle davranırdım.”

    kont benedetto’nun caderousse’yi öldürmesine izin verir. ancak burada ince ayrım vardırç kont caderousse’ye “eğer sağ salim evine gidebilirsen seni bağışlayacağım” der. yani benedetto’nun ona pusu kurduğunu bilmektedir ancak ona engel olmaz, çünkü tanrının bu cinayeti onayladığını düşünür. daha sonra da tanırının onunla aynı fikirde olduğuna karar verir. yani ortada şöyle bir mantık vardır

    seni cezalandırmayabilirim
    ancak tanrı bunu isterse…
    tanrı bunu istemedi
    o halde seni cezalandırma konusunda benimle aynı fikirde.

    kont burada intikamını meşrulaştırır. caderousse’nin ölümünden sonra “varan bir” der. demek ki ona zarar veren bazı kişiler için finalde ölüm planları vardır.

    kont’un yeni kimliğini özümsemesi

    “kadın kontun elindeki tabancayı fark etmişti, masanın üstünde de iki kılıcın durduğunu görüyordu. kadın içeri doğru atıldı. baptistin soran bakışlarla efendisine bakıyordu. kont bir işaret yaptı, baptistin dışarı çıktı ve kapıyı arkasından kapadı.”
    “kimsiniz madam?” dedi kont peçeli kadına. yabancı kadın, yalnız olup olmadığından emin olmak için çevresine bir göz attı, sonra diz çökmek ister gibi eğildi, ellerini kavuşturup umutsuz bir sesle “edmond” dedi, “oğlumu öldürmeyin.”
    kont geriye doğru bir adım attı, hafif bir çığlık attı ve elinden tuttuğu silahı bıraktı.
    “siz hangi adı söylediniz madam de morcerf” dedi.
    “sizinkini!” diye haykırdı kadın peçesini atarak, “sizin adınızı, belki de unutmadığım tek ad olan sizinkini. edmond, size gelen madam de morcerf değil, mercedes!
    “mercedes öldü madam,” dedi monte kristo, “ve ben artık bu isimde kiseyi tanımıyorum.”
    “mercedes yaşıyor mösyö ve mercedes anımsıyor, çünkü sadece o sizi gördüğünde, hatta görmeden, sesinizden edmond, sesinizin tonundan sizi tanıdı; ve o zamandan beri sizi adım adım izliyor, sizi gözetliyor, sizden korkuyor ve onun mösyö de morcerf’i vuran darbenin hangi elden geldiğini anlamaya ihtiyacı olmadı.”
    “adam” dedi monte kristo, “siz karıştırıyorsunuz: bu bir felaket değil cezadır. mösyö de morserf’e vuran ben değilim, onu cezalandıran tanrı”

    işte burada görülüyor ki kont kendisini tanrı ile bir tutmakta, kendisinin onun intikamını tahsis eden bir elçiden ziyade bizzat onun yerine koymaktadır. ancak daha önce de dediğimiz gibi; insan için böylesine bir rol fazlasıyla ağırdır ve insan kusursuz adaleti tahsis edemez.

    “neden siz tanrının yerine geçiyorsunuz?” diye haykırdı mercedes. “neden onun unuttuğu şeyi anımsıyorsunuz? yanya ve onun vezirinden size ne? fernand mondego, tepedelenli ali paşa’ya ihanet ederken size nasıl bir zarar verdi?”

    “tanrı’ya intikam borcum var” der monte kristo. demek ki hapisten çıkışını bir mucize veya tanrının bir işareti olarak algılayıp bu misyonu edinmiştir.

    şimdi ise daha ilginç bir meseleye giriş yapıyoruz. edmond dantes’in yarattığı bu “ikinci yüz” bir süre sonra onun yeni kimliği olur. mercedes ve fernand’ın oğlu albert ona saygısızlık yaptığında çok ağır bir tepki vermesinin sebebi de var olan bu yeni kimliği bir önceki kimliğinden çok daha şiddetli bir şekilde koruma istencidir.

    “mercedes, soyluluğumu, beni başkalarına üstün kılan gücümü sevdim, bu güç benim hayatım. bir sözcükle onu paramparça ediyorsunuz, ölüyorum!”
    burada görülüyor ki monte kristo ciddi bir güç zehirlenmesi geçirmekte. bununla birlikte, yarattığı yeni kimliğe o derece bağlanmıştır ki, daha önce bir defa edmond dantes olarak ölmesine rağmen, ikinci ve gerçek bir ölümü sırf monte kristo kimliğini korumak için göze almaktadır.

    kont’un niyeti albert’i öldürmektir. ancak daha sonra onu affeder ve hatta ona saygı duyar. burada kont daha sonra geçireceği dönüşümün ilk işaretlerini verir. önceleri kendisine zararı dokunan şahısların her şeyini almak isterken daha sonraları niyetini hafifletir ve intikamını tekrardan bir teraziye koyar.
    “…tanrının intikamını hak eden once insan mutlu yaşarken babamın açlıktan ve acıdan öldüğü bu ülkeyi terk etmiş olacağım.”
    kont’a göre tanrının adaleti aksak ve yavaştır.

    nihayetinde kont krallık savcısı villefort ile de hesaplaşır. “ben if şatosunun zindanlarına gömdüğünüz bir zavallının hayaletiyim. bu hayalet sonunda mezarından çıktı. tanrı ona monte kristo kontu maskesini taktı ve onu ancak bugün tanıyabilmeniz için altınlarla, elmaslarla kapladı” der ve kimliğini ifşa eder.

    ancak tam burada kontun yaptığı korkunç “hesap hatası” onu sarsar.

    “bak! edmond dantes” dedi konta karısının ve oğlunun ölü bedenlerini göstererek, “bak, intikamını iyi aldın mı?...”

    monte kristo korkunç görüntü karşısında bembeyaz oldu: intikam haklarının çok ötesine geçtiğini anladı; artık: “tanrı benim için ve benimle beraber” diyemeyeceğini anladı.

    monte kristo, villefort’un oğlunu yaşama döndürmeye dahi çalışır. onu kucaklar ve valentine’nin odasına taşır. kont artık anlamıştır, insan adaleti ölçülü değildir. kont’un da eline kan bulaşmıştır. önceleri kendisini tanrı ile denk hatta ondan üstün tutma cüretinde bulunan kont kitabın sonlarına doğru son bir dönüşüm değişir. intikamını alırken fazla ileri gittiğini, insanın adaletinin de “aksak” olabileceğini görür. önceleri kendisini tanrı ile bir tutanlara kibirli gösteriler yapan kont artık bunu yapmayı bırakır ve vicdan azabının da etkisiyle daha mütevazı bir kimliğe yönelir.

    emmaneul kontu “tanrı” olarak çağırdığı vakit edmond dantes “böyle söylemeyin,” dedi hemen. monte kristo, “bunu hiçbir zaman söylemeyin dostlarım; tanrılar hiç kötülük yapmaz, tanrılar durmak istedikleri yerde dururlar: rastlantı onlardan daha güçlü değildir, tam tersine rastlantıya egemen olan onlardır. hayır, ben bir insanım emmanuel.”

    kont’un burada vurgu yaptığı “rastlantı” iki şekliyle ele alınabilir. öncelikle edmond dantes’in hapse düşüşü de bir rastlantı eseri meydana gelir. onun karşısına çıkan kişinin villefort olması da… kont’un hesap edemediği bir başka rastlantı da villefort’un karısının villefort’un oğlunu da zehirleyip öldürebileceğini ihtimalini hesaba katmamasıdır.

    peki bütün bu olanlardan ötürü kont pişmanlık duyar mı?

    “büyük kent!” diye mırıldandı, başını eğip ellerini dua edermiş gibi kavuşturarak, “işte kapılarından geçeli daha altı ay bile olmadı. beni oraya tanrının götürdüğüne inanıyorum, beni oradan zafer kazanmış olarak geri getiriyor; varoluşumun sırrı duvarlarının içinde, bu sırra sadece onu kalbimde okuyabilmiş olan tanrıya emanet ettim; sadece o, benim kinsiz ve kibirsiz, ama pişmanlık duyarak çekip gittiğimi biliyor.”

    dikkat ederseniz kont burada ilk defa “pişmanlık” kelimesini ağzına alıyor.

    daha sonra yazar bu soruyu direkt olarak karakterin ağzından sorar.

    “hay allah!” diye devam etti, “kendime saptadığım amaç saçma bir amaç mıydı? yoksa on yıldır yanlış yolda mıydım?”

    kont’un kendisi de bu sorgulamaya dahil olur. kont artık tanrı’nın adaleti ile ölçüşecek gücü olmadığını görür. ancak bu pişmanlıktan kurtulmak için iş şatosunu ziyaret eder. bu ziyaret sonucunda kont içindeki kuşkuyu “ikinci defa” yere serer.

    merhamet duymak mümkün müdür?

    edmond dantes’in aşırıya kaçan intikamından nasibini almayan tek kişi danglars olur. “kendisinin de bağışlanmaya ihtiyacı olduğu için sizi bağışlayan insanım” der ona. danglars’ı serbest bırakır. karnını doyurur, yetimhaneden çaldığı parayı öder ve 50.000 frank parasını ona bırakır. danglars her şey bittiğinde su içmek için ırmağa eğilir ve saçlarının bir gecede bembeyaz olduğunu görür.

    o halde merhamet en ağır intikam mıdır?

    ve kont da merhamete ihtiyaç duyar;
    villefort’un öz kızından “yaşamınızda hep yanınızda olacak olan meleğe, ara sıra, kendisini şeytan gibi bir an için tanrıya denk sanan, ama sonra bir hıristiyan’ın tüm alçakgönüllülüğü ile yüce gücün ve sonsuz bilgeliğin sadece tanrının elinde olduğunu kabul eden bir adam için dua…” ister.

    bana sorarsanız bu kitapta mutlak haklı veya mutlak doğru yoktur. herkesin kendine göre gerekçeleri vardır. monte kristo’yu kıymetli yapan nedir? bana sorarsanız onu bir klasik yapan en önemli unsur çok katmanlı ve yeniden yorumlanabilmeye açık olmasıdır. öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki “klasik” demek eski demek değildir. klasik demek her dönemde yeniden yorumlanabilen ve okura hitap edebilendir.

    “ve kont o kadar sevdiği kadının ricalarına kendini bırakma korkusuyla titreyerek anılarını nefretinin yardımına çağırıyordu”

    “o zaman o taş gibi adam kalbinin göğsünden fırlayacağını hissetti, yakıcı alevden bir ışık boğazından gözlerine fışkırdı, başını eğdi ve ağladı”

    işte burada görülüyor ki kont’un mercedes’e bir zamanlar duyduğu sevgi ile ona ve onun dahil olduğu bu senaryodaki herkese olan nefreti neredeyse birbirine denktir. kont’un yüreğindeki nefreti iyileştiren şey nedir peki?

    onu yeniden merhamete çağıran şey nedir?

    edmond dantes’i ağlatan şey nedir?

    cevabı sevgi, dostlarım… nefret yok edicidir, sevgi ise bağışlayıcı.

    en büyük intikam merhamettir.

    edit: imla.
  • bu kitaptaki kaçış yönteminin dizi, çizgi film, çizgi roman gibi 50 farklı yerde kullanıldığını görmüşümdür.

    onun dışında eserin kendi pek çok uyarlama ve yeniden yoruma konu olmuştur.
  • franz kafka'nın dönüşüm kitabının altına deli gibi yazmışız buraya 3-5 kişi yazmış bu da bizim ayıbımız olsun sözlük..

    180.sayfalardayım kitap çok akıcı kendini okutturuyor ama ramiz dayımızın kitaba erken veda etmesi beni biraz üzdü..

    dantes ise yavaş yavaş fetöcü gibi sızıyor ortamlara.

    bitireyim tamamını editleyeceğim.
  • -ben tanrıya inanmam keşiş.
    -peki ya o sana inanıyorsa?

    bu sahne beni çok etkilemişti.
hesabın var mı? giriş yap