lou reed
-
istanbul'a geldiginde sade bir hayran olarak konser sonrasinda sofrasina oturdugum kisi. cok ilginctir ki konser bittikten sonra arkadasimin kiz arkadasi "ben tuvalete gidicem" diye tutturmustu. bizim arkadas da "of hadi iyi be" falan dedi gittik hep beraber tuvaletin oraya. ben bunlari tuvaletlerin orada beklerken bir baktim asagida sahne arkasina inen merdivenler var. bunlar cikti tuvaletten hadi mi falan diye gozgoze gelip indik merdivenlerden gayet cool bir sekilde. guvenlik falan "iyi aksamlar" deyip onumuzden cekildi, biz tabii anlam veremedik ama "iyi aksamlar" cekip devam ettik istikametimize. derken asagida gazeteciler, sosyeteden tipler falan orada kokteyl havasinda masalarin etrafinda sohbet ediyorlar, kameralar var, yekta kopan cekim yapiyor, gectik duvarin dibinde bekliyoruz. derken guvenlik geldi orada bulunan herkese tesekkur edip cikmalarini istedi ve demir bir kapi kapatti fakat bir ayrintiyi unutuyordu, biz hala icerideydik. aradan yarim saat falan gecti ıksv genel muduru gorgun taner geldi. bize "hayirdir gencler?" diye sordu, biz de "lou reed'in cikmasini bekliyoruz" dedik. "daha cok beklersiniz, cikmasina daha var" dedi. ben de "bizim acelemiz yok, bekleriz sabaha kadar dedim", guldu gitti. 10 dakika sonra geri donuste "ohoo, hala burada misiniz?" dedi ama biraz asabiydi sesi, ben de ukala ergen bir tavirla "acelemiz yok dedik ya" dedim tam soylenmeye basladi ki beklenen sahis cikageldi. capcanli karsimda duruyordu. gecti masasina oturdu. garson sarap koydu masadakilerin kadehlerine. biz orada heyecandan kedi yavrusu gibi titrerken bize bakti, eliyle bizi cagirdi. gittik masanin yanina, otursaniza dedi. ruyada gibiydik. oturduk, ben sustum konusamiyorum, yanimdaki arkadasim biraz daha girisken o konusuyor birer kadeh sarap ictik, imza aldik ve tesekkurlerimizi sunup kalktik. o gazla "olm lou reed'le sarap ictik lan" diye bagira bagira etilere kadar yurumustuk. vay be ne guzel bir aksamdi.
-
vay amına koyayım diyorum sadece.
lou reed ölür mü lan? ne bileyim reed gibi dylan gibi cohen gibi bowie gibi adamlar sanki dünyanın ortaya çıkmasından beri şarkı yazıp söylüyorlar gibi geliyordu bana.
neyse, the velvet underground adı altında çok iyi müzisyenlerle çalışıp, çok iyi şarkılar yazmıştı. güzel bir miras bıraktı geriye. unutulmayacak. -
vefat etmiştir. günümüz "perfect" değildir artık.
kaynak: http://www.rollingstone.com/…er-dead-at-71-20131027 -
biz onu parkta sangria içerken hep hatırlayacağız. ışık içinde uyu.
-
rock muzigin singer-songwriter-yahudi 3 temel tasindan biri bugun hayatini kaybetti (digerleri bob dylan ve leonard cohen).
elbette en iyi donemi velvet underground donemi. sonrasinda da arada iyi isler cikarsa da andy warhol ve nico doneminde yaptiklari gercekten cok farkli. son yillarda yaptigi isler acikcasi pek dinlenesi degil ama 60'lar sonu ve 70'lerde yaptiklari rock muziginde cok farkli bir yer tutmustu.
bir roportajinda "kafamin icinde bir radyo caliyor, canim istediginde onu dinleyip beste yapiyorum" diye bir sozu vardir. bu sozler beyninin muzige olan yatkinligini gosteriyor. ayrica muzik beyni iyi olan insanlarda goruldugu gibi yuz asimetrisi (yuzun sol tarafi daha yipraniktir) gorulmekteydi. o nedenle reed hep sagdan resim vermeyi tercih ederdi.
hayati boyunca icinde firtinalar kopan bir insandi. kucukken escinsel egilimleri oldugu icin ailesi haftada uc kere beynine elektrosok verdirerek "tedavi" etmis. kill your sons sarkisi bunun hakkindadir. genelde cok asabi roportajlar verirdi. en azindan benim okudugum roportajlarda gazetecilere pek oyle sempatik yanitlar verdigini gormedim.
ariza bir adamdi. gunluk hayatta pek sevilesi bir adam olmadigini tahmin ediyorum. konserlerde sikca ruhsuzca takildigi, akli orada degilmis gibi davrandigi gorulmekteymis. cok kotu konserleri olurmus. ama gercek bir sanatci oldugu, cok acaip pek esi benzeri gorulmemis bir muzik yaptigi kesin. -
çok sevdiğim, gençliğime damgasını vurmuş bir abimdi. abimizdi.
ilk dinlediğim zamanı gayet net hatırlıyorum. üniversite sınavlarına hazırlandığım 1997 yılıydı. ders çalışırken -istanbul'da bir çok yerde çekmeyen ve kesik kesik yayın yapan- açık radyo açıktı. ömer madra, açık gazete'de o zaman yeni çıkan "the best of velvet underground: words and music of lou reed"i çalmıştı. velvet underground'un müziğinin -hele de lou reed'in sözleri ve vokaliyle nico'nun sesinin- beynimden vurulmuşa çevirdiğini anımsıyorum. sonra o yıl bütün yaz -hele de doğu karadeniz'e yaptığım uzun otobüs yolculuklarında- defalarca dinlediğimi anımsıyorum. sonrasında lou reed ve vu* üniversite öğrenimim ve sonrasında** hep yaşamımın arka ve ön planlarında vardı.
lou reed benim için çokça i'm waiting for the man'di, all tomorrow's parties'ti venus in furs'tü, i'll be your mirror'du, stephanie says'ti, perfect day'di... bundan çok daha fazlasıydı ama. lou reed'i büyük yapan çok şey var: o müthiş sözleri, kıyametten çıkıp gelmiş gibi derin vokali, bir-iki akorla nefis müzikler yapması ve belki en çok da andy warhol ve velvet underground ile yaptıkları avant-garde sanat... (sadece nico, maureen tucker, john cale ve sterling morrison'un olması bile çok şey söylüyor.)
lou reed'in ölümü, gençliğimin sona ermesi gibi.
huzur içinde yat lou. seni özleyeceğiz. -
nick cave olsun, tom waits olsun, leonard cohen olsun yaşı olmayan adamlar gibi gelir bana hep, lou reed de onlardan biriydi. 71 yaşında geriye onlarca albüm ve şarkı bırakıp ayrılmış buralardan.
onun kadar kaygısız,
"sweeter than wine
softer than a summer's night"
diyecek biri çıkmayacak artık. -
the little willies adlı şirin köylü* grubunun adına yazdıkları aynı isimli şarkının, tüm araştırmacı ruha sahip lou reed hastalarına ithaf ederek, sözlerini yazayım*:
we were drivin through west texas
the land of beef and pork
where they tend the hides of leather
we wear back in new york
in a pasture, along a roadside
behind a brokedown shack
on a dusky side of evening
we saw a figure dressed in black
and we don't mean to sound like we're trippin
but we swear to god
we saw lou reed cow tippin
cow tippin
hey lou, "is that you?"
she said as we pulled to the shoulder
he just said, "go screw."
and then he turned and tipped one over
under a spitshine western sky
the color of blue varnish
hey it's like fellini
actually i'm thinkin more like jim jarmusch
and we can't say how much we've been sippin
but we swear to god
we saw lou reed cow tippin
cow tippin
i got cops on the cell
i said i got a little story to tell
lou reed is in the cow pen
they said, oh no! not again!
and we hope our perceptions isn't slippin
but we swear to god
we saw lou reed cow tippin
cow tippin
cow tippin
cow tippin
cow tippin
you really think that was lou reed?
cow tippin
i'm sure it was, he was wearing black levis
cow tippin
i thought he was a vegetarian
cow tippin
he's just tippin them over, he wasn't eating them
cow tippin
oh
cow tippin -
şiirlerinden harika şarkı sözleri yaratabilen yetenekli insan..şöyle bir şiiri vardı:
büyü ve yitiş
bir kez ateşten geçtiysen
alçak gönüllüğü öğrenirsin
ve kurtulursun kuşku labirentinden
alçakgönüllüğü öğrenmezsen
işıklar seni kör edebilir
kimse buna inanmasa da
kibiri,sızıyı aşarsın
peşini bırakmayan bir geçmişi de
ve en iyisi şansa umut bağlama
geç ateşin içinden kavuş ışıga
ateşin içinden geçerken
salla doğru salla elini
silip atacak çok şey var
kafanda bu ölümcül kuşkuya
kimse yardım edemez sana
çok güçlü olmak zorundasın
sıfırdan başlaycaksın çünkü
bir daha ve bir kez daha doğacak
sönmüş bir ateş olacak
karşında dimdik duran
deler ki
kimse bunu başaramaz
oysa sen istiyorsun
ama shakespeare olamazsın
ne de joyce unutma
peki geriye ne kaldı
yalnız kendin olmak değil mi
ve de acı veren bir hırs
en baştan başlamalısın
bir kez daha ve o anda
o gözalıcı ateş yeniden alevlenir
alçakgönüllüğü öğrenirsin
mide bulantılarından da kurtulursun
bir tarafa bırakınca
hep ben birimciliği
sinirlenmeyi ve kendinden şikayeti
geçmiş gülünç gelmeye başlayınca
o zaman büyünün tadına varırsın
ve kendi savaşını kazanabilirsin
görürsün bu ateşin adı tutkudur
ve önündeki bir kapıdır
duvar değildir
ateşin içinden geçerken
hatırlamaya çalış onun adını
dudaklarını yalayıp duran
alevlerin içinden geçerken
hep aynı kalamazsın
ve eğer evin yanarsa
ilk iş o kapıya koş
fakat alevleri söndürme
herşeyde biraz büyü vardır
ve bazı yitişler
herşeyi toparlar -
sahnede bir garipmis megerse lou amca. boyle cool durmaya kasiyormus gibi gozukup de bir yandan hakikaten cool olmak, suratta siklemezlikle garip bir ciddiyet arasinda surekli gidip gelen bir ifade, "arkadaslarla garajda takiliyoruz" tadinda bir lakaytlik. sarki aralarinda gitar teknisyeni geliyor, tac takma toreni gibi lou'nun gitari cikarip yenisini takiyor, lou giymesi icin paltosu tutulan hurmetli buyuk tadinda hafiften boynunu egip kolunu kaldiriyor falan. en cok bilinen sarkilari (sweet jane, perfect day, vs.) isteksiz soylemeler, ustunkoru gecivermeler. perfect day'in nakaratini olayin tum kitsch'liginin uzerine gider bir farkindalikla "just a perfect night, i am glad i spent it with you" diye soyluyor seyircileri gostererek, tamamen ciddi suratta belli belirsiz bir siritis. bazen sarki esnasinda hakkaten spontan olup olmadigi anlasilamayan direktifler veriyor el kol yordamiyla, "klavyeci sen sunu cal", "davulcu evladim hadi sen bi solo at simdi" tarzi. kisacik bir konser, guc bela bise cikiliyor. en sonunda da "it's been a truly remarkable night" tadinda bisiler soyluyor lou, suratta yine o perfect day ifadesi. selam verip gidiyorlar, tek bis, 12 sarki, bitti.
yalniz asil ilginc olan su ki, tum bu irrasyonel vaziyetlere ragmen konser guzel. tum kirik dokuklugu icinde kendini anlamlandiran acayip bir performans. lou reed aleminden yeniden dunyaya donuluyor konser bittiginde. eve gitmek icin arabaya biniliyor, cd calar calistiriliyor, ve lou konser oncesinde kaldigi yerden "take a walk on the wild side" diye sakimaya devam ediyor.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap