• öncelikle lafa şununla başlamak elzem. tüm cantona sevenler için poink'ten geliyor.

    had a friend we have in jesus
    he's our saviour from afar
    what a friend we have in jesus
    and his name is cantona

    ooh, ah, cantona
    ooh, ah, cantona
    ooh, ah, ooh, ah, ooh, ah
    ooh, ah, cantona

    --- spoiler ---

    çok değil bir iki gün önce sevdiğim bir arkadaşımla anka kuşunun hikayesini konuşuyoruz. dibe vurmaktan, tekrar yükselmenin yaşı ve zamanı olmadığından, hayatın her an değişebileceği bunun için sadece biraz gerçekten ama biraz azim ve inanç gerektiği hakkında şimdi muhtelemel size sıkıcı gelen ama ikimiz için gerçekten gerekli bir konuşmaydı bizimkisi.

    bu sohbetin üzerinden bir iki gün sonra bu filmi seyretmek haliyle çok daha anlamlı bir o kadar da düşündürücü oldu. eric bishop'un hayatının hikayesi, gerçekten ama gerçekten sorumluluktan kaçanların gün geldiğinde çökeceğini, anlamsız sıkıntılar yaşayacağını, karşı konulamayacak bir boşvermişliğe neden olup dibe kadar vurmayı anlatıyor adeta bize. idolü de eric cantona. eric cantona'nın aktif spor yaşamını bilenler sahada hiç bir şeyin onu korkutmadığını, hayata dair güçlü duruşunu, asla tavizler vermemesini, en önemlisi sorumluluklarından asla kaçan bir adam olmadığını bilir. eric bishop'un kendisinde bulamadığı özellikler yani. bu yüzden eric cantona'nın posteri 50 küsür yaşından sonra bile odasının duvarlarını süslüyor. zaten eric cantona'nın futbolu bırakması akabinde hiç manchester unt maçına gitmediğini de anlıyoruz filmde.

    artık bi şeyler yapması gerektiğinin farkında, dibe vurmuş çünkü eric. farkında ama nereden başlayacağını bilmiyor. biraz ot kafasıyla bir hanisulasyon(hiç beceremem bunu yazmayı, doğru mu oldu acep eheh) yardımına koşuyor adeta. idolü eric cantona kendi hayatını şekillendiren iç dünyasını aktarıyor baş rolümüze ve o ilk hayali sohbetten itibaren değişim başlıyor adamımızda.

    çok iyi bir karakter aslında adamımız. sorumluluklarından kaçıyor olsa bile verici bir insan. film boyunca akibetini öğrenemediğimiz, ismi sadece bir yerde o da dil sürçmesiyle geçen ikinci karısı yok ortalıkta. büyük ihtimalle kaçmış gitmiş.. kadın trajikomik bir şekilde eric'ten daha sorumsuz ki çocuklarını bile yanına almadan çekip gitmiş... ama eric sorumsuz ve korkak olmasına rağmen, sevgi dolu bir adam, kendi çocuğu gibi büyütmüş çocukları.. birbirleriyle sorunları olsa bile çocuklar eric'i seviyor eric'te çocukları. (belki de atladım o kısmı kadın ölmüştür günahını almayalım)

    o kadar iyi bir insan ki daha 21 yaşında kucağında bebeğiyle terkettiği hayatının aşkı, 30 sene sonra bile onu sever halde.

    sadece iyi insan olmanın, herkes tarafından seviliyor olmanın yetmeyeceğini söylüyor film bize. sorumlu davrandığın zaman cesaretli olduğun zaman sevenlerinin de desteğini almaktan çekinme sonuna kadar senle gelirler. zaten filmin bir yerinde cantona adamımıza bunu anlatıyor "ben sahada iyiydiysem onların(her maça gelen 60 bin taraftarın) bir gün olmayabileğinden korkardım".. yaklaşık böyle bir şey işte.. yani demek istiyor ki o taraftara karşı sorumluluklarımı yerine getirmesem 3-5 maç sonra onlar olmazdı... bundan dolayı mücadeleden hiç kaçmadım.

    --- spoiler ---

    uzun lafın kısası insana dair, insanın mutluluklarının küçük detaylarda saklı olduğunu anlatan bunu futbol sosuyla işlemiş harika bir film olmuş. bana en uzun entrymi yazdıracak kadar güzel bir film. entry kötü olabilir gerçi eheh. bu kadar uzun entry'yi okuduysanız eğer, ya cantona hayranı ya ken loach'un veya benim hayranımsınız demektir.. öyle keskin veri aldırabilecek film eheh

    not: fanatik olmasa da bir beşiktaş taraftar olan bana pascal nouma 'yı neden sevdiğimizi, adına hala neden marşlar okuduğumuzu hatırlattı, duygulandırdı...
  • ken loach abimizin yine döktürdüğü, enfes ingiliz filmi. futbol, aşk, hayat mücadelesi ve tabi ki eric cantona'yı görüyoruz bu filmde. sürünen, hiç bir işi yolunda gitmeyen, ve kendisinin de itiraf ettiği üzere hayatının bir çok evresinde hatalar yapan postacı eric'in halüsinatif arkadaşı ve idolü eric cantona ile girdiği diyaloglar sonrası kendini toparlaması, ve hayatına çekidüzen vermesinin hikayesi. yakaları kaldırdığımız günleri hatırlattığı için de ayrıca güzel olan yapıt.
  • - babanla yakın mıydınız?
    - bir keresinde yanlışlıkla üstüme oturmuştu.
  • yakalar havaya kaldırılarak izlenecektir.
  • hayatı eşittir futbol kavramına çok farklı bir yerden bakan, endüstriyel futbola da sıkça giydiren eğlenceli film.

    --- spoiler ---

    bar sahnesinde endüstriyel futbola geçirilen laflar, sonraki sahnelerde postacı eric'in "maça gitmeyeli 10 sene oldu, çok özledim" cümlesini, sebep-sonuç ilişkisi bakımından özetliyor aslında...

    - walking adverts. look at you. just sponsors' names on your chests. we don't have sponsors on our chest. we're like barcelona.

    - what kind of car parks in there on a match day?
    * not the kind of cars we can afford. how many postmen you know go to the game?
    - yeah. we're going on bikes with fucking baskets on the front.

    eric: i mean, where else can you sing at the top of your voice with all your mates? that's what i really miss. it's gotta be a good 10 years now since i last went to a game.

    --- spoiler ---
  • film başladığında "10. dakikasında hala sıkıcı olursa kapatırım" dedim.
    9. dakikada gol oldu, filmin beni sardığına karar verip devam ettim.

    --- sürpriz bozan ---

    ortaların ilersine doğru "bu filmin adı ofsayt osman olmalıymış" dedim.
    bitiş düdüğü çaldığında osman* kupayı kaldırıyordu.

    --- sürpriz bozan ---

    güzel film.

    not: eric cantona'yı lui méme diye bir fransız aktör oynamamış. lui-méme fransızcada "kendisini canlandırıyor" (as himself) demekmiş. öyle kastta yazan her şeye atlamayın.*
  • ken loach'tan enteresan güzellikte bir deneme.

    --- spoiler ---

    "it was a pass."

    --- spoiler ---
  • ken loach'dan futbol severler için harika bir film.. futbolu galip geldiğimiz için sevmeyiz. bilakis kağıt üzerinde galip olduğumuz hiç bir maç bize mutluluk vermez.. biz futbolu bir martı'nın vapur'un peşinden gitmesi gibi severiz.. oradan birileri bize gevrek atma ihtimalini düşünerek. belki bir pas çıkartır hagi, nihat aşırtır kalecinin üzerinden, semih susturur son dakikada binleri, hakan şükür uzak köşeye bırakır, kewell ayağının üstüyle yapıştırır topu kaleye ve biz hayatın tüm boktan şeyleri unutup gideriz. işte bu yüzden futbol'u belki de yarım milyar insan seviyor dünyada..

    işte böyle nefesi kesilip, hayatı siktir edenlerden bir tanesinin hayatını anlatmış, ken loach "looking for eric" de.. öyle beğendim öyle sevdim ki, padişah olsam sanırım ken loach'i devlet nişanı ile ödüllendirirdim "sultan azuth nişanı" takardım boynuna.. futbol sevmeyen birisi için bir şey ifade edebilir mi film emin değilim. belki benim eğlendiğim kadar eğlenmez, belki tahmin etmez gerçek futbol görüntülerinin neler olabileceğini ama yine de sever sanırım. başroldeki yaşlı eric'in kaybedişini, arkadaşlığı görüp eğlenebilir.. adam bilmem kaçıncı karısından kalan üvey evlatları ile birlikte yaşıyor.. o kadar dibe vurmuş ki filmi intihar sahnesiyle açıyorsunuz.. sonrası ise aleni komik bir macera.. ama işte şahsen benim filmin çoğu yerinde evimdeymiş gibi hissetmem, eric'in duvardaki eric cantona posteri ile kadir inanır'ın komser şekspirde atatürk'le konuşması gibi konuştuğu sahneler sayesinde oldu..

    ken loach bize eski haltlari geri vermiş anlatabiliyor muyum? futbol oynayanları ilah gibi gördüğümüz zamanları, arkadaşların yardıma koştuğu anları, başımızın cidden boka bulandığı zamanları geri vermiş kamerasıyla.. ama demiş ki bir yandan "bak cantona da sonuçta senden farklı düşünen bir insan değil. ok senin dertlerin ayrı, onun dertleri ayrı.. mesela onun çözmesi gereken şey kime pas vereceği oldu zamanında, ama senin de sorunun aynı değil mi? sen topla değil de başka şeyle vereceksin belki pasını ama pası attığın adama ikiniz de güvenmelisiniz yoksa bu iş olmaz"

    velhasıl ben çok sevdim. gönlümün altın palmiye'sini verdim dünyamın en güzel 2. yönetmeni ken loach'a.. ha sokakta görsem tanımam, selam vermem orası ayrı.. ha bir de futbol üzerine kendi düşüncelerini konuşturtmuş bir sahnede oyunculara.. endustriyel futbol, futbolu gerçekten seven bir grup insanı nasıl tribunlerin dışına itiyor onu söylemiş. eh haklı da herkesin takımını tribunde izleme şansına sahip olması gerek.. tek maça 50 lira veremeyen insanlar varken bu çok zor..
  • hayatının son 10 dakikasına 3-0 geride giren bir garibanın en azından bir puan alabilmek için yaptığı çırpınışlarını anlatan ken loach dramı.
    eric cantona'nın obi-wan kenobi tarzı öğütleri de filme fight club havası katmış.

    --- spoiler ---
    herif maçı 4-3 aldı len... helal olsun!
    --- spoiler ---
  • hayatın pis taban girdiği adamımız sayesinde futbol neymiş, taraftarlık nasıl bir şeymiş anlatan, bu kadar insanın neden maç izlerken kendinden geçtiğinin cevabını veren film. cantona reisi bizlere tekrar sevdirmesi de ayrı güzelliği.
hesabın var mı? giriş yap