• geç keşfettiğim müthiş roman.

    --- spoiler ---

    eminim bir gün sen de hayatının kadınına rastlayacaksın evlat.. ve ona şöyle diyeceksin: "ben evli bir adamım."

    --- spoiler ---
  • “bekar bir adam asla pişirmesi yemesinden uzun süren bir yemek hazırlamaz”. altını çizdim.
  • 'bu kitapta anlatılan olayların hepsi gerçektir, fakat hiçbiri henüz cereyan etmemiştir.'
  • her türlü cinayet, aşk, entrika, şeyhler, tarikatlar ne ararsan burda.

    rabbim tarantino şair olmuş roman yazıyor.
  • korkma ben varım, ayrıldık diye yok olacak değilim ya. nedendir bu bilinmeyen numaralardan arayan kişinin sesimi duyunca telefonu kapatması. biliyorum sensin.
    yaşayıp yaşamadığımı merak ediyorsun, sarhoş muyum, ağlıyor muyum merak ediyorsun, sensiz olamayacağıma seni o kadar inandırmışım ki.

    ama korkma ben varım, hatıraların en güzel tarafı, onları sizden kimsenin alamayacak olması. ben varım, sen hatıralardasın artık benim için. hatırlar benimle, sen benimlesin.
    git gidebildiğin yere.

    korkma ben varım, varlığım varlığına armağan. *
  • en çok, evlilikle ilgili söylediklerini sevdiğim roman.

    --- spoiler ---

    "saçmalamayı bırak. bir şapkayı beğenince onu kafana çiviyle çakıyor musun?"
    "yani?"
    "evlenme."

    --- spoiler ---
  • hayatımda duyduğum en güzel roman isimlerinden biridir. murat menteş hakkında hiçbir şey bilmeyen biri de olsaydım, kitapçıda karşıma geçip bana bunu söyleyen bir kitabı mutlaka alırdım.

    hayat boyu size bu cümleyi sarfeden kaç kişiyle karşılaşabilir, o anın tadını kaç defa çıkartabilirsiniz ki? benim başıma hiç gelmedi mesela...
  • 90'lı yılların ortalarıydı.
    o zamanlar gece dışarı çıkmak çok modaydı mahallede. fakat oturduğumuz sitenin çevresinde yeni bir site inşa ediliyor olduğundan, kız anneleri pek yanaşmazdı bu gece dışarı çıkmalara izin verme işine. inşaatta çalışan işçiler çocukları kaçırıyormuş gibi bir şehir efsanesi dolaşıyordu kulaktan kulağa. zar zor, yalvar yakar izin koparabilen az sayıda kız ise mutlaka komşunun oğluna emanet ediliyordu.

    yine böyle bir gece, komşumuzun oğluna emanet edilerek dışarı çıkmaya hak kazanıyorum. delirebilirim sevinçten. çılgınlar gibi saklambaç oynuyoruz, ebelemeç oynuyoruz, sevinçten ne oynayacağımızı şaşırıyoruz falan. neyse...

    o kadar koşturduktan sonra doğal olarak susuyorum fakat eve gidip su içsem, annem hayatta geri salmaz beni diye aklıma tabii ki şahane bir fikir geliyor. inşaatın çeşmesinden su içmek!
    fakat şehir efsanesi aklıma geliyor, tırsıyorum inceden. yine de inşaata doğru yol alıyorum. yaklaştıkça korkum artıyor. en sonunda emanet edildiğim arkadaşa sesleniyorum:

    - selçuuuuuuk, gelsene az
    - noldu?
    - ya gel işte çok susadım, inşaatın çeşmesinden su içicem ama korkuyorum
    - ya iç işte kızım nolcak ki (selçuk da cesur yürek mübarek)
    - korkuyorum ama

    o sırada karanlığın içinden bir ses:

    - korkma ben varım!!!

    aklım çıkacak gibi oluyor. karanlığın içinden bir el feneri ışıltısı bana doğru yaklaşıyor, selçuk kendi havasında ve ben korkudan altıma yapmak üzereyim. ağlamaya başlıyorum. el feneri yaklaştıkça yaklaşıyor. beni kaçıracağından adım gibi emin olduğum karaltı elindeki bir bardak suyu bana uzatıyor. korkudan yüzüne bile bakamıyorum. inşaatın bekçisi olduğunu söylüyor. suyu içiyorum. sonrasında arkama bile bakmadan koşarak uzaklaşıyorum.
    eve dönerken ''korkma ben varım'' diyen o ses yankılanıyor kulağımda.

    korktuğum şeyin tam da kendisi olduğunu düşünüp utanıyorum.
  • --- spoiler ---

    allah insanın mayasına ne katmışsa, bazı şeyleri asla ifade edemeyiz. bunu bilmek ya da sezmek bizi 'inanmaya' yöneltir. kur'an'da "allah kalplerde olanı bilir" yazıyor. çoğu kimse, bu ayeti şöyle anlıyor: "allah sizin gizlediklerinizi biliyor." bence ayetin asıl anlamı şu: "kalbinizde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığınız, dile getirilmesi imkansız bir şey var ya, işte allah onu biliyor, üzülmeyin."
    nitekim başka bir ayette de "allah'tan daha iyi dost mu bulacaksınız?" deniliyor.
    ...
    yine de insan istiyor ki, bir kişiyle olsun bu 'kalpteki sır', daha doğrusu 'kalbin sırrı' konusunda anlaşabilsin. birisi 'evet' desin, "seni anlıyorum. aynı dert bende de var."

    --- spoiler ---

    tanım: güzel tespitlerde bulunan bir kitaptır.
  • kitapta müntekim gıcırbey'in şebnem şibumi'ye müthiş mektupları vardır. kara sevdanın nasıl bir şey olduğunu anlatır bu mektuplar. bunların bir tanesini oturdum yazdım.
    "dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız tümüyle eğlenceli olmak zorunda." ile başlayan bölüm başarılı gerçekten.

    buyrun;

    "kalbin darmadağın olunca, kafan da karışır

    şebnem, italyan kahvesine batırılmış irlanda çöreğim;
    çöpten metal kutular toplayan zombi gibiyim.
    şebnem peynirsiz labirentte dönüp duran fare gibiyim.
    şebnem beynim bulaşık teline döndü.
    sana olan duygularımı mesafe, boşluk, bildiğin hiçlik mayalıyor.
    bazı konuları açıklığa kavuşturmak için çenemi tutmam ve birtakım sonuçlar elde etmek için de hiçbir şey yapmamam gerekirdi.
    asmaların başında nöbet tutmak, üzümlerin olgunlaşmasını sağlamıyor.
    saatin akrebinden hız beklememeliyim.
    tüm umudumu hayırlara vesile olan aksaklıklar, 12den vuran yanlış anlamalar ve sorunları halleden hatalara bağladım.
    dünyada sahtelik kadar gelişim gösteren başka bir şey yok.
    o yüzden paradokslarla haşır neşir olmadan hayatımıza canlılık katamıyoruz şebnem.
    imkansıza yatırım yapmadan kazanamayız.
    kaybetmedikçe zenginleşemeyiz.
    dirilmek için kendimizden başlayarak her şeyi yok etmemiz gerek.
    vücut bulması için can attığımız şeyi inkar etmek, yok saymak, reddetmek zorundayız.
    doğru, ancak yalanların sürekli desteği sayesinde ayakta durabiliyor.
    kederliysen güleçliği, sevinçliysen somurtuşu kalkan olarak kullanmalısın.
    dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor.
    insanın ayna karşısında yaşadığı türden önemsiz bir belirsizlik ile sarsıcılıktan uzak karmaşa dinmiyor.
    sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan, belki bu tuhaflıktan büyük heyecanlar çıkarabilirdik.
    ben riskleri yönetemiyorum şebnem. afeti kontrol edemiyorum, krize söz geçiremiyorum.
    sürprizlerin üzücülük arz etmesi sürpriz olmuyor.
    bana öyle geliyor ki, bizlerde olgunluk alametleri gibi yansıyan şeyler, tecrübelerimizdeki alelade acılıktan ileri geliyor.
    delidoluluğun uzantıları gibi algılanabilecek davranışlarımızın da doğallığı su götürür.
    geçerlilik kazanmış riya sisteminin kusursuz işleyişi, ilişkilerimize garantiler getiriryor.
    güvenliği kilitlerde buluyoruz şebnem.
    emniyet ile itimat aynı şey artık.
    ve birine itimat edecek kadar güvenmenin manası yok.
    aşk hiçbir çağda güvenli bir heyecan olmadı. fakat aşkın bizi manasızlığa kelepçelemesini, aşağılayıcı bir üslupla imha etmesini göze alamıyoruz.
    insan kendi aptallığını büyüklüğüyle yüzleşince kahrolmaktan kaçınamıyor.
    artık iltifatlar, ikramlar, nazik teklifler en büyük tehditlere dönüşüyor.
    peygamberin mirası tebessüm, riyanın kırmızı alarmı haline geldi.
    dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız tümüyle eğlenceli olmak zorunda.
    her türlüsü ürkütücü olan içtenlik baş gösterdiği anda, şakaların opak muşambasına bürünüyoruz.
    birbirimizi oyalamak kibarlığın yegane yolu oldu.
    saptırılmış ve bir yönetmeliğe uyarlanmış saygının gereği olarak cıvıtmak... ne kader ama.
    kral, en büyük soytarı olmak zorunda.
    insanlar, yakınlaşmanın yolunu kendilerini acındırmakta ya da muhataplarını kafasına demirle vurmakta arıyorlar çoğu zaman.
    bir de benim gibi, dokunaklı genelllemeler yapanlar var.
    şimdi bunları söylüyorum ya, sabah dünyaya, insanlara inanıyor olarak uyanacağım.
    nefertiti'yi [üst kat komşumun kedisi] ve yavrularını görünce, yani bekleyen bir takım vazifeler, insanlık görevleri olduğu fikrine kapılacağım.
    hayatın ölümden, aşkı her ikisinden de büyük olduğuna inanacağım.
    ve bu saçmalığı doğuran şartlar, seni benim için dünyanın en değerli insanı kılıyor.
    keşke başka ihtimaller de olsaydı, gerçek hatalar yapabilseydim hiç değilse...
    cehennem, biliyorsun, tüm sorulara aynı cevabın verildiği, azabın kurumsallaştığı, eziyetin otomatikleştiği yerdir.
    ya çok derin acıların ya çok büyük hedeflerin var ya da çok inatçısın şebnem. bunların hepsi ya da her ikisi de olabilir.
    bazı şeylerin anlamı ortaya çıktığında, o şeylerin kendileri çoktan yitmiş oluyor şebnem. biz aslında kaybettiklerimiziz. kendisi kaybolunca anlamı parlayan şeylerle kuşatılmış durumdayız. bu anlam birikintisi, aslında hayatla ilgisi kesilmiş olduğu için anlamsızlığa matuf.
    görüyorsun ya, tüm sözlerim, zavallılığa dönüşmüş bir samimiyetten geriye kalan ve ağıt izlenimi uyandıran gevelemelerden ibaret.
    aslında tüm insanlığı ilgilendiren bunca belirsizlik içinde yalan da önce ihtişamını, sonra da görülebilirliğini kaybetti.
    doğrunun önemi kalmayınca, yalanı ancak kendine söyleyebilirsin. kendini bulabilirsen tabii.
    şebnem çok saçmaladım bağışla.
    insanın kalbi darmadağın olunca kafası da karışıyor.
    mümkünse söylediklerimi unuturken beni aklından çıkarma.
    huşuyla öpüyorum."
hesabın var mı? giriş yap