• onemsemenin dozu arttikca, kirginligin da siddeti artar. onemsediginiz kisi sizi anlar diye beklersiniz, o yuzden kirginliginizi da belli etmezsiniz. kalir oyle kirginlik...
  • gözlerde saklanır. en çok da gülümserken ortaya çıkar.
  • kizginliga dogru kosan kalbin ayaginin sevgiye takilmasi yuzunden dusulen cukur.
  • "bir hayli kırgınım. beni anlamadığın kelimelerin, aslında her şeyi anlatıyor oluşlarına kırgınım." *
  • geçmez.

    yani daha doğrusu şöyle olur; kırdığınız insanın kalbinde başka bir yere geçersiniz.

    *
    bu sabah uyandığımı fark ettiğim andan itibaren aşırı mutsuz ve sinirliyim. şu saat oldu geçmedi, sabahtan beri kuyruğumla kavga ediyorum evin içinde.

    sabah rüyamda sevgilimi görüyordum, çok güzeldi her şey, fesatlık yapmayın sevgililiğin "kendine has" güzelliğinden bahsediyorum. o güzellikten uyanınca ateş edecek, kafasına "nasıl uyanırım lan ben allahın cezası orospu çocuğu!" diye bağırarak bir şeyler fırlatacak bir hedef aradım. yoktu tabii. adanalılığımın tavan yaparak çıktığı anlardan biriydi o, kapı çalsa "kimsin lan sen benim kapımı çalıyorsun dümbük!" diyerek topuklarına falan sıkacaktım. bireysel silahlanmaya gerçekten hayır ya hayır hayır yüz bin kere hayır.

    böyle başlayan günden elbette hayır çıkacak değildi. bok gibiyim.

    acaba bunu kimden bilsem de kime çamur atsam derken, aklım yine tuvalette çalıştı ve incelik yoksunu öküz aleyhisselamlara söylenmeye karar verdim.

    *
    ablamla çok farklı huyda insanlarız. o yüzden de, birbirini anlayarak dinleyen kişiler haline ancak yetişkin olunca gelebildik. ben çocukken o ergendi, ben ergenken zaten şehirden ayrılmıştı, olmadı olamadı yani.

    işte ablam gittikten sonra, tam da ergenliğin dibindeyim, hayatımda ablam olarak gördüğüm bir başkası vardı.

    özeniyordum bir de öyle şeylere. yani herkesin ablası abisiyle arası iyi, benim niye değil? gerçekten üzülürdüm buna. ama ablamla da geçinemezdim. o da meğer benim için öyle düşünürmüş.

    derken bu diğer abla da şehir değiştirmeye karar verdi.

    elbette çok bozuldum, epey üzüldüm. bir şey yapamayacağımı biliyordum ama üzüldüğümü saklayacak halim de yoktu.

    bir akşam annem ve babamla bir yere gittik, benim ailem tarafından "sürüklendiğim" ve epey de sıkıldığım bir yerdi. o zaman cep telefonum da yok. annemin telefonundan bu diğer ablaya mekanla ilgili bir sms attım.

    sanırım o günlerde gitmişti, ya da gidiyordu, yani öyle bir günlerdi tam hatırlamıyorum. neyse, o sms'le öğrendim ki, meğer telefon numarası değişmişmiş. cevap başkasından geldi, "bu numara artık bende" gibi bişey.

    kendimi nasıl "habersizce terk edilmiş" hissettiğimi tarif edemem. yok valla edemem mümkün değil. herhalde 16 yıl falan geçmiştir üzerinden ama hala edemem.

    ben yazmayı o zaman da çok seven bir çocuktum. oturdum, hiçbir zaman göndermediğim, çünkü okusun diye değil içimi dökmüş olmak için yazdığım bir metin karaladım. "sana neden mi kırgınım?" diye başlayıp, bir sürü çünküyle devam ediyordu. anafikir de "tabii ki bunu bana soracak halin yok, senden tabii ki bunu beklemiyorum ama sen benim ablamdın, gitmene ne kadar üzüldüğümü ve seninle konuşmayı ne kadar önemsediğimi biliyorsun, neden haber vermeden böyle yapıyorsun?" gibi bir şeydi.

    şimdi nerede o metin, ne oldu bilmiyorum. adana'nın bir köşesinde duruyordur herhalde, gidince eski kütüphanemi tekrar bir dökeyim.

    *
    sonra bir daha asla o ablayı "ablam" olarak göremedim. ki isabet de olmuş; insana dair bazı şeyleri ancak büyüdükçe görebiliyorsun.

    *
    işte biraz önce tuvalette aklıma gelen şey bu anıydı.

    çok küçüktü, çok basitti, ama çok üzmüştü ve ben üzerinden muhtemelen 16 sene geçmiş olmasına rağmen o kırgınlığı hala tarif edemiyorum.

    kendimi o kadar yalnız ve o kadar "çocuk yerine konmuş" hissetmiştim ki. bak çocuk yerine konmak 32 yaşında umrumda olmaz, ama 16 yaş için ölümcül bir şeydir. siz de bilirsiniz.

    *
    "çocuk yerine konmak."

    yanlış ifade ettim aslında, çocukların dikkate alınmamayı hak ettiklerini tabii ki düşünmüyorum. yaygın bir yanlış ifade bu. ki aksine, dikkate alınmak en çok çocukların hakkıdır.

    bu ifade hatasını nasıl düzelteceğimi şu an bilemiyorum ama siz beni anlamışsınızdır.

    *
    sizleri bir yere koyuyoruz.
    o yere konmayı hak edip etmemek sizinle ilgili değil, biz koyuyoruz.
    işte ondan gerisi artık sizinle ilgili oluyor.
    orada durmak istiyorsanız bunu sizin yapmanız gerekiyor.
    istemiyorsanız, karşınızdakinin hislerini dikkate almak insanlığından yoksun olmamanız bekleniyor.

    *
    ya bu bir insana yapılacak en kötü şey ya.

    seni kendi içinde bir yerlere bir tepelere koymuş insanın aslında senin içinde pek de öyle özel bir yerde olmadığı; senin onu başından beri pek de "iplemiyor" olduğun, ama aslında ondaki yerinden ötürü de içten içe bir haz duyduğun, karşılık vermediğin bu önem sayesinde kendi egonu parlattığın, ama aslında ego sandığın şeyin altı boş bir kibirden ibaret olduğu gerçeği. (the blacklist izlemiş olanlar burada lizzy'yi düşünsün.)

    *
    bu arada, ego yanılgısı hakkında da kafamda epeydir dönen şeyler var ama oturup yazmaya üşeniyorum. onu da yanlış biliyorsunuz.

    *
    sikicem derin dondurucusunu, eve asıl kum torbası almalıyım.
  • kendineyse şayet, hayattan zerre tat almamaktır, hayata kalınan yerden devam etmek ama hiçbir şeyden tat almamak...
    tuzu hep azdır yediğim yemeğin,
    ayaklarımda takat yok, hangi ara ağırlaştı ayaklarım bu kadar..

    ...
    gelmiyor içimdem hüzünlenmek bile
    gelse de
    öyle sürekli değil
    bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
    o kadar çabuk
    o kadar kısa
    işte o kadar ... * *

    uyurum bütün gün, bilirim uyanık kalmaz yaramaz bana, herşey toplanmıştır yine etrafıma, ne yana dönsem çarparım kırgınlıklarıma. bu entryi bile yazmaktan vazgeçirmektedir işte o kadar.

    peki sonra ne oldu bana bunca kırgınlıkla

    iki insan gibi kaldım
    birbiriyle konuşan iki insan * *
  • dışarıya yansıtılan öfkeden sonra, insanın kendi başına yaşadığı aşama. kırgınlık mutlak ki kızgınlığın peşi sıra gelir. öyle pattadanak, hiç bağırmadan, suçlamadan, öfkelenmeden sessiz sedasız çıkagelen kırgınlık, öfke aşamasının atlatıldığı anlamına gelmez, kesinlikle gelmez. yaşanması gereken bir öfke varsa yaşanacaktır, ve pek hazindir ki sırasını karıştırıp kırgınlıktan sonra sahnede görülen öfkenin hedefi sapar, insan kendine çeviriverir oklarını; zaten kırık ruhunu öfkesiyle delik deşik eder.
  • "ben kimsenin canını yakmak istemiyorum, kimse de benim canımı yakmasın."
    birikmiş öfkemi bu cümleyle kimseye yöneltemedim.
    kendim hariç.

    kırgınlık öfkenin sahibine yönelmesidir. sahibine batan.
  • bir zamanlar bacaklarımda korkunç ağrılar vardı, bu ağrılar yürüyüşümü etkiliyordu, aile fertlerinden biri bir konuda beni yalnış anlamış ve bana acımasızca 'bir gün hiç yürümeyeceksin ve seni kimse kurtaramayacak' demişti.

    şimdi konuşuyoruz nadiren de olsa, gülümsüyorum.

    ben yürüyemeyecek durumlara gelmedim, aksine iyileştim. o ise hep utanç içinde kaldı. o hep orada gözümde, o sözleri söylediği yerde duruyor.

    kırgınlık bu.
  • "sana kırıldım" demeye bile mecali olmaz insanın bazen. tüm enerjinizi alır. kızgın olmak için yalvarırsınız kendinize. bilirsiniz ki kızgınlık, kırgınlıktan daha kolaydır. kandırmaya daha müsait en azından. sonra bir zaman gelir. "ben neye kırılmıştım?" diye sorarsınız kendinize. işte o zaman, kırıldığınız insanla hiç kırılmamış gibi yaşamaya devam etmenin zamanı gelmiştir. bu soruyu sormak içinizden hiç gelmiyorsa... uu beybi.

    zamana sövme zamanıdır.
hesabın var mı? giriş yap