• pazartesi tipli bir pazar gününde yapılabilecek keyifli bir tercih.

    --- spoiler ---

    sekansları düşünüyorum;

    - annesi'nin kendisine 12 yıl sonra neden şimdi çıkıp eve geri döndüğünü sorduğu sahne dramatikti. seni anlamıyorum ama seni seviyorum, en azından bunu kimse elimden alamaz cümlesinden sonra kaç yaşındasın şimdi sorusunu yönelttiğinde yazarın uzun bir süre nemli gözlerle bekledikten sonra 34 cevabını kenara koyuyorum.

    - sanırım annesinin çocuğunun eşcinsel olduğundan haberi yoktu ki, sen hala o homo mahallesinde mi oturuyorsun, sorusundan sonra gelen gençliğindeki eski erkek arkadaşıyla yaşadığı flashback ve kovalar, otlar içeren sevişme sahneleri. daha sonra erkek arkadaşının da kanserden öldüğünü öğrendikten sonra bir sigara yakmasını da koyuyorum. filmin başlarında kız kardeşinin ot ikramını geri çevirmişti.

    - marion cotillard'ı o saç, elbise ve kabullenilmişlik içeren gözlerle tam bir sıdıka halinde izlemeyi de koyuyorum.

    - filmin özeti son sahnedeki saat sahnesi. zamanı gelen saat çalıyor, guguk kuşu kafesinden çılgınca çıkıyor, evin içinde sağa, sola, kapıya, pencereye, cama çarptıktan sonra yere düşerek ölüyor.

    yazar da ömrü boyunca eşcinsel ilişkisini, hayat tarzını, düşüncelerini tamamen özgürce ifade/itiraf edemediği için bir kafese sıkışmış. engellere, dışlanmaya, aşağılanmaya çarpıyor hayatı boyunca. bu yüzden başka bir ülkeye taşınmış, ailesiyle irtibatını azaltıyor, 12 yıl boyunca görüşmüyor. ve yıllar sonra, ailesine kendisinin öleceğini haber vermek için dönünce hep doğru zamanı arıyor ama uygun zamanı bulup bir türlü itirafta bulunamıyor. kapı dışı ediliyor.

    ve finalde yere düşmüş ölü kuşa zoom yapıyor xavier dolan'ın kamerası.

    --- spoiler ---

    gayet fransız bir film olmuş;

    albert camus
    "insan söyledikleriyle değil, söyleyemedikleriyle insanlaşır."
  • filmekiminde izlediğimden beri aklımdan çıkmayan bir filmdi juste la fin du monde. oturdum bu gece yeniden izledim. ve abartmadan şöyle söyleyeyim. bu film bugüne kadar gördüğüm ve bugünden sonra göreceğim en güzel film olacak muhtemelen. evet abartmadan diyorum bunu.

    ilk izlediğimde louis'den ziyade antonie'ye odaklanmıştım. daha bir gerçekçi daha bir vurucu ve benim çok daha iyi anladığım bir karakterdi kendisi. hatta önceki entryde de yazmıştım "boğazımı düğümlüyor" diye. az önce izlerken bir şeyi kaçırdığımı hissettim. bir başka karakteri. suzanne'ı.

    antonie'yle özdeşleştirmiştim filmin sonunda kendimi ama bugün fark ediyorum ki yalnız bir antonie değilim bir tutam da suzanne'ım aslında.

    antonie.. sinirli, öfkeli, nefret dolu. louis'in gitmesinden sonra bir başına kalmış, terk edilme duygusunu sonuna kadar hisseden bir abi. ama bunun dışında hayatta istediklerini yapamamış ve sorumlu olarak da louisi gösteren birisi. haklı da aslına bakarsanız louis kendi hayatını kurmak için çekip gidince bütün sorumluluklar antonie'e yüklenmiş. evinde kalmak zorunda kalmış, dışarı çıkamamış, annesinin yanından ayrılamamış. ve bunlar yetmezmiş gibi bir de sürekli louis ile karşılaştırılıp değeri bilinmemiş. en çok da yaralayan bu galiba. kardeşi gitmiş o kalmış ve ona neden kardeşi gibi olamadığı sorulmuş.
    genel olarak konuşmuyor antonie. ama en çok da louis hakkında konuşmuyor. tıpkı louis'in öleceğinden konuşmaması gibi.

    suzanne.. abisini neredeyse hiç tanımamış, duyduklarından yazdıklarından çıkarımlar yaparak onu tanımaya çalışmış, başarılarıyla övünüp onu idealleştirmiş. onun gibi gitmek isteyip de gidemeyenlerden. belki beceremediğinden belki de yapamayacak olmasından -ve evet bu ikisi apayrı şeyler-

    evdeki karmaşa ve gerginlik de bu iki karakterden çıkıyor zaten. birisi bir an önce louis siktir olup gitsin ve yaşattıklarını tekrarlamasın istiyor diğeri ise bugüne kadar tanrı gibi gördüğü insanı insan olarak tanımak istiyor.

    bunların yanına louis'i çok seven, onu anlayan ve antonie'ye çok da değer vermeyen anneyi ve louis hakkında hiçbir şey bilmeyen ama bir şeyleri sezen catherine'i de eklediğimizde ortaya muhteşem bir trajedi çıkıyor.

    çok şey anlatıyor film. çok şeyler söylüyor ve guguk kuşunun ölmesiyle bitiyor. "zaman kalmadı".

    filmin renklerine, oyunculuklara, çekimlere, sinematografiye değinmeye gerek bile duymuyorum. hepsi harikulade zaten. hepsi birbirini tamamlayacak kadar güzel.

    3 güzel şarkı var filmde onları koymazsam olmaz ama;

    exotica - une miss s'immisce

    camille - home is where it hurts

    moby - natural blues

    neyse önceki entryimde umarım bir gün yazarım demiştim o gün de bugünmüş demek.

    antonie'den bir replikle bitirelim bu entryi de; "sessiz insanların iyi dinleyici olduklarını sanıyorsunuz ama ben insanlar beni rahat bıraksın diye susuyorum."

    ha bu arada aklıma gelmişken sahi siz ne demek olduğunu bilir misiniz antonie'yi ve suzanne'yi aynı vücutta yaşamanın ne demek olduğunu?
  • "söyleyememek" üzerine bir xavier dolan filmi.
  • (bkz: http://variety.com/…ux-end-of-the-world-1201481234/)

    jean-luc lagarce'ın oyununa dayanan film, ölmek üzere olan bir yazarın, bunu ailesine söylemek üzere memleketine gitmesini konu ediyormuş. gücenmeler, darılmacalar, kırılmacalar, empatisizlikten ölmeler, gelsin güzel şarkılara klip çekimleri, ağır çekimlerde sigara dumanları ve pastel renkler. ama çok da değil.
  • filmin izah etmeyi beceremediği ama metnin çağırdığı anlam üstüne;

    gitmek istiyorsun, neden gitmek istediğini bilmeden. gitmek istiyorsun, gitme isteğini yaratan şey kalmana bir sebep bulamamak çünkü. gitmeyi istemek değil bu, kalmak için bir sebep bulamamak. duvarda bir çatlak oluşuyor o gün. küçük, ufacık, sessiz bir çatlak. üstünü bir fotoğrafla örtüyor annen. o çatlağın yıllarca orada öylece duracağını, belki de unutulacağını düşünüyor herkes. aslında sen bile bilmiyorsun zamanla olan bu yarışın sonucunu. yolcuğulun ne kadar süreceğini.

    ileriye gitmek için harcamıyorsun onca yılı. sadece geriye dönmemek için harcıyorsun. sana acı veren bu.

    gözlerini kapatan küçük bir çocuğun oyunuyla başlıyor geri dönüş. ölümün anlamını çözmeye yeltenmeden, yüzleşmeden sadece dönüyorsun. bir itirafın var bunca yıldan sonra. söylemeye cesaret edemediğin ama söylemeye mecbur olduğun. bunun bencilce olduğunu biliyorsun. bunca yıldan sonra geriye dönüp öleceğini söylemek. bunun can yakan bir tarafı var. öleceğini bilmek değil üstelik. onların öleceğini bilmesi. sarsılmaz, uzlaşmaz, umursamaz 12 yıldan sonra böylesine yenik ve çaresiz dönmek. 12 yıl sonra döndüğün yere, başladığın yere dönüp ölümünü muştulamak. bencilce olan yanı bunu, bu meşum haberi bir bomba gibi ortalarına bırakmak değil. bunu yapmanın kolay olduğunu biliyorsun. bencilce olan hayatına ortak etmediğin aileni şimdi ölümüne ortak etmek. hiçbir şey istemeyip, vermediğin insanlardan ölümüne ortaklık beklemek. gerçeğin zamana direnen aptalca bir inadı var. hesaplaşamadığın bir yaşamın, dünyanın anlamını çözmeye bile yaklaşamadığın bir hayatın özetini böyle çıkaramayacağını biliyorsun.

    duvardaki çatlak büyümüş. eve yayılmış. tahrip etmiş eşyayı, insanı. abinin alnından ağzına doğru uzan bir öfke hattı oluşmuş. ona bıraktığın bir yük var tavrılarında. senden nefret ettiğini belli etmek için elinden geleni yapıyor. ama elbet öyle olmadığını biliyorsun. seni affetmek istiyor. anlamlı bir söz, cümle bekliyor senden. sen uçuşundan, havaalanında oturduğun kafeden söz ettiğinde öfkelenmesi bundan. annenin, kardeşinin yükü onun omuzlarında. sen kaçmak için tek bir gerekçeye bile ihtiyaç duymazken o kalmak için yaşamını, hayallerini, umutlarını ortaya koymuş.

    3 kelimelik cümlelerin bundan. susman, konuşamaman bundan. dünyaya lanet okuyan sessizliğin bundan. etrafında biriken bu hoyratlığın tatlı hülyasında yaşarken, ölümün o keskin iradesiyle karşılaşıyorsun. ve ilk kez bu kadar şaşkınsın. ilk kez sadece özel günlerde bir ilişki kurduğun ve böyle sürdürme konusunda bir rahatsızlık hissetmediğin ailene karşı yetersiz ve sorumsuz hissediyorsun. yanlarında olsan yaşamlarında yaratabileceğin etkinin zaman çizelgesini çıkarıyorsun kafanda. küçük kız kardeşinin kırılganlığını örtebilecek bir elbise dikebilirdin ona. uyuşmak için içtiği cigaranın dumanına ortak olabilir, havaya dağılan, odayı kaplayan o büyük ağırlığı omuzlayabilirdin. anlamsızca söylenen, havaya saçılan, eşyalara, perdelere, pencerelere doluşan sözcüklerin aslında söylenmek istenen şeylerin üstünde büyüyen çırpınışlarını görebilirdin ki artık görüyorsun.

    sözcüklerle aran iyi oysa. ama sadece yazarken. konuşurken seni frenleyen, durduran, gizlenmeni sağlayan bir tutumun var. seni güçlü ve makul gösterdiğine ikna olduğun ama çokluk öz savunmanı yerle bir eden sebepsiz kaygı ve mutlak pişmanlığını maskeleyen.

    bunca anlamsız cümlenin, sessizliğin, boşluğun işaret ettiği şeyi anlıyorsun artık. yargılanmak istemiyor ama itiraf da etmiyorsun. bağışlanmak istiyor ama kabullenmiyorsun. geri dönmek istiyor ama nasıl kalacağını bilmiyorsun. gitmek istiyor ama nereye gideceğini bilmiyorsun. kendi küllerinle yarattığı dünyan, elllerine doldurduğun rüzgar, kalbinde sönmek üzere parlayan güneş. hiçbirinin ne anlama geldiğinin bilmiyorsun. ama gülümsemek hala onlara karşı nezaket göstermenin bir yolu. bu vahşi, karmaşık, kaba dünyanın ortasında iyi bir şeyler olabileceğine inanarak gülümsemek.

    mutlak olan bir şeyin seni beklediğini biliyorsun. 34 yaşında olduğunu itiraf ederken kalkıştığın şey belki de ilk kez isyan. başına geleni hak etmediğini düşünüyorsun herkes gibi. henüz bunun için erken olduğunu düşünüyorsun. evde büyüyen çatlağın yarattığı yasın, ilentinin, sessiz yakarışların yakana yapıştığını, bir bedel ödediğini, ödemek zorunda olduğunu düşünüyorsun artık. bu da kefaretin. tüm bu öfke ve kırgınlığa karşı onlara verebileceğin tek şey ölümün. onlara bırakabileceğin, sana ilişkin tek ve kesin şey bu. ve canını en çok yakan şey bu.

    peki ya tüm bunlar bir işe yaramazsa. öleceğini bilmek onları daha da öfkelendirirse? senden daha çok nefret ederlerse. zamana astığın beklenti torbası sonsuza dek boşalırsa. çocukluğuna dair tüm o hatırlanmaya değer görüntüler seni terk ederse.

    diyaloğun sürer gibi yaptığı, anlamın bir keşmekeşe dönüştüğü, varlığın zavallılığını kabul ettiği her öfkeli kalkışmada sana yönelik bir suçlamanın farkındasın. artık bağ kuramazsın. varlığını onlara bir armağan gibi kabul ettiremezsin. geri döndüğünü muştuluyup onlarla kalamazsın. deli annen, öfkeli abin, kırılgan kardeşin ve tüm karmaşanın ortasında sana hayranlık duyan abinin eşine verebileceğin bir şey yok ölümünden başka. suçluluk ve pişmanlık bu.

    evet ev acıtıyor. çatlak büyüyor. dönüş sancılı.

    bavulun elinde kalmak mı gitmek mi ikileminde, itirafın iç cebinde. kalmak mı gitmek mi bilemiyorsun. hangisini becerebildiğinden bile emin değisin. üstüne hiç düşünmemiş, olması gerektiği gibi sadece yapmışsın.

    bunu hiç düşünmemiştin. kalmayı bilmediğin için mi gitmelisin yoksa gitmeyi bilmediğin için mi kalmalısın? ve onlara bırakacağın son şey, sana dair hatırlamaları gereken en keskin ve mutlak şey ölüm mü?

    alt tarafı dünyanın sonu öyle değil mi? alt tarafı ölüm ve hiç beceremediğin bir ortaklığa nihayetinde onları ortak etmemelisin. yas ve ilenti sürsün. varlığını mutlak kılacak tek şey, son hediyen, ölümün olsun. ama yine de bu durumu hiç kimse bilmesin.
  • filmekimi 2016 kapsamında nişantaşı city's cinemaximum'da kötü bir kopyasının izletildiği film. zira şu resimde hazırladığım üzere biz alttakini izledik ama asıl film üsttekiymiş. biraz evvel eve gelip filmin fragmanlarını izlerken fark edip şok geçirdim. zaten filmi izlerken de "bu ne biçim renk, ne biçim görüntü kalitesi böyle" deyip durmuştum. sebebi ortaya çıktı. 8 ekim 2016 cinemaximum city's rezilliği resmen.
  • sinematografik açıdan beğendiğim ama metin açısından zayıf kalan bir dolan filmi. kendisini hep abartılmış bulmuşumdur. çoğunluğun aksine müzik kullanımını çok beğenmedim ve gereksiz her yere yerleştirilmiş hatta öyle ki bazen müzik klibine döndüğü yerleri oldu filmin. oysa ki sessizliğin daha çok yakışacağını düşündüğüm bir filmdi.
  • cermodern açık hava film günleri kapsamında bugün izlediğim xavier dolan imzalı film.

    nathalie baye ve vincent cassel'ın oyunculuğuna hayran kaldığımı belirtmeliyim. film hakkında pek fikir beyanında bulunamayacağım zira bir tiyatro oyununun xavier dolan versiyonu.

    --- spoiler ---

    aslında tüm filmi son sahne çok güzel özetliyor.*

    --- spoiler ---

    edit: yalnız ankara seyircisine hayran kaldım. açık hava sineması olmasına ve ara ara yağmur yağmasına rağmen filmi izlerken kimseden çıt çıkmadı.
  • kadroyu ve yönetmeni okuyunca istemsiz "oyşş" dedim. tez zamanda inşallah.
hesabın var mı? giriş yap