• hakikaten okuduğumuzu anlama konusunda ciddi problemlerimiz var.

    üşenmeden tek tek cevaplayayım:

    1- sen dibine kadar sıkıştıracaksın. 8 saat yasal iş gününü açık açık ve utanmadan 14-15 saatlere çekeceksin. ondan sonra günün birinde kafana esecek, zaten artı değerini son damlasına kadar sömürdüğün işçiyi kapının önüne koyacaksın. sonra o işçi hakkını arayacak. türkiye özeline geçiyorum şu an, iş mahkemesine gidip işe iade davası açacaksın. kazansan bile işe iade falan yok. işveren , seni kovduğu ve mahkemede geçen sürede sana vermediği parayı işletecek. o parayı da başka birini sömürürken bir yandan kullanacak. ve haksız olduğunu bilmesine rağmen emeğin değerini yeterince işlediği için işe almak yerine ( kapı gibi mahkeme kararına rağmen) parayı çat diye ödeyecek. kime neyi anlatıyorsunuz arkadaşım siz? bunlardan onlarcası her gün elimden geçiyor benim. olay hindistan'a geldiğinde somut şartların da etkisiyle şirazesini kaybeden insanlar adamı yakıyorlar. iyi hoş da, sen bütün bunları yaparken bir şey yok, ama karşı taraf tepki verdiğinde ucuz ve sulanmış hümanizm naraları. şiddet, sadece fiziksel değildir. şiddet, bütün baskı mekanizmalarının yekünüdür. bak hiç akademik mecraya falan girmiyorum: ne ekersen, tam da onu biçersin. bizler aşağılık değil, bilakis dürüstüz. peki sizler? o kokuşmuş hümanizmanızın arkasına saklanmak yerine içinizden geçeni açık açık söylesenize? bir şey söyleyeyim mi, diyemezsiniz. zira esasen içinizden falan geçen bir şey yok. ezen ve sömüren sınıf it gibi titrer yeri geldiğinde, ve bu farkındalıkla insan haklarını ve hümanizmi evrilterek sana servis eder. eder ki, o it gibi titrerken sen arada iyiniyetli bir tampon bölge işlevi gör. uyanın abi, uyanın.

    2- düzen yıkıldığında kimsenin kimseyi asıp keseceği falan yok. ama fena bir bilgi eksikliği var burada. ben özgürlüğü ezilenler için istiyorum. insanlığını kaybederek sömürenler, düzen yıkıldığında insan olmanın özlerine dönerlerse ne ala. ama eğer diretirlerse, ( ki sermaye mükemmel bir uyuşturucu ve prangadır) toplumsal kınama devreye girer. ispanya iç savaşında güneyde kurulan komünlere ilk başlarda katılmak istemeyen küçük toprak sahiplerine kimse dokunmadı. sadece komünlerin üretim-tüketim dengesinden uzak tutuldular. ama o küçük toprak sahipleri, o komünleri izleye izleye topraklarını bırakıp birlikte yaşamı seçtiler. kim kimi neden kessin? o ceo bugün yanarak öldüyse ve buna bir anlam yükleniyorsa o anlam şu:" tamamen de savunmasız değiliz. eğer ipin ucunu kaçırırsanız, cevabı da aynı ölçekte gelir. " sana levyeyle dalan birine sen tokat mı atarsın? bu ne iyimserlik abi? bir de unutmadan:

    stalin'le bizleri karıştırmayın , rica ediyorum. aradaki farktan ne kadar haberdarsınız bilmiyorum ancak, anarşist-komünistim ben. açın bir öğrenin, neymiş ne değilmiş.

    3- iyi ki aptallaşmışım. en azından bir zamana kadar aklım olduğunun göstergesidir. ve bu, doğuştan aptal olmaktan kat be kat iyidir.
  • madencilerin ölümü kadar kabul edilebilir değildir. sonuçta patron, ekmek veriyor!!11

    işçi biri ölür yarın başkası gelir ama işletme mezunları öyle mi. devletin eğitim yatırımları heder oldu :'(((

    (bkz: #19241415)
  • işçiler amiri/patronu değil kendilerini yaksaydı o kadar da korkunç gelmeyecekti.
  • olayı sebepsiz bir vahşet, seri katillerin zevk cinayetleri gibi görenlerin hayal dünyasına bakalım:

    "özgür iradeleri ile, kendilerine uygun işi seçip/beğenen o işte çalışmaya zorlanmamış (mecbur falan olmayan) insanların, iş akdinin öteki tarafındaki kişi tarafından kanuni ve meşru şekilde sonlanmasına gösterdikleri akıl almaz tepki. oysa zaten birikimleri ile bir sonraki işe girinceye kadar bir süre tatil yapıp kafalarını dinlendirmelerini sağlayacak bu ara, aslında bir şans bile denebilirdi. manyak katil olmayı seçtiler"

    işletmelerin ve maddi kaynakların özel mülkiyetinin cari olduğu bir dünyada, "sadece yaşamak" isteyen mülksüz bir insan, yiyeceğini üretmek, barınacak yere sahip olmak, sırtına bir giyecek geçirmek için ya kendini işe alacak/buna karar verecek patronun emrinde, "emek piyasası"nın koşulları dahilinde oluşmuş koşullarda (mesela hindistan çin koşulları) bir işte çalışacak ya da birinin mülkü olan tarlaya girip hasadı çalmak ya da orasını ekip biçmek zorunda kalacak, birisinin mülkü olan arsaya gece kondu yapacak, birilerinin elbisesini çalacak, koyununun yününü çalacak. bunu yapmak istemeyen insanın yaşaması için gerekli maddi kaynaklara ve hizmetlere ulaşmak için birine ait bir işletmede çalışması lazım. 3. bir seçeneği yok. bir işten atıldığında da açlıkla ve yoklukla mücadele etmesi gerekiyor. bu koşullar altında, çalışmak, iş arama, işe alınma ve işe girmeyi "kafasına silah mı dayamışlar", "işten atınca kendi evinden mi atmışlar" diye düşünmek bu süreci bireylerin özgür iradeleri ve rızaları ile yaptıkları seçimler gibi görmek ilginçtir. ücretli kölelikle, kölelik arasındaki farkın, kölelerin sahipler arasında esnek (euphemism'i "özgür" dolaşım) dolaşımı olduğunu, çoğu kişinin kölenin karın tokluğuna barınma garantisi ile çalışması ile ücretlinin (bkz: ecir) açlık sınırında ve iş garantisi olmadan dolaşması arasında nasıl bir özgürlük farkı olduğunu sorgulamakta güçlük çekmeyceğini sanıyorum. insan yakmak vahşettir, insanlığı elinden alınmış insanlıktan çıkarılmış köleler zincirlerinden kurtulursa yapabilirler, tarihin her devrinde. insanların insanlığının elinden alınmasına sadece yaşamalarına yönelik ihiyaçlarına kulak tıkayan bir sistem savunusu ise iradi ve hesapçı bir vahşetin arkasında durmaktır. vahşetlerin çatışmasında bilinçli kötülerin tarafında olmayın. bilinçsiz mağdurların mağduriyetinin giderilmesi iki tarafa da "insanlığı" geri getirecektir. <ayrıca (#22403067)>
  • cinnettir.
    asıl vahşet ise işçinin ölmek ya da öldürmek noktasına getirilmiş olmasıdır.

    kendini ya da ailesini yakmış olsa "vah vah açlıktan cinnet geçirdi zavallıcık" olurdu, patronu yakınca "vahşi" oldu. iki eylem de aynı vahşetin sonucu ve iki işçi de aynı kişi dikkat ederseniz.

    vahşi kapitalizm lafı götten uydurulmamıştır.
    kapitalizm öldürür sloganı da.
  • kenan evren türk dil kurumu'nu devletleştirirken bir demeç vermişti. "onlar ağasını öldüren eşkıya romanına ödül verdiler," diye. ona göre bu kabul edilemezdi, çünkü sonuçta darbenin görevlerinden biri zaten "iş barışı"nı sağlamaktı, o günün gazetelerine bir gözatın.

    bu açıdan, ekmek derdinde olan insanların sömürüsüne birincil elden alet olanların karşılaştığı vahşi tepkinin sınıf nefreti olduğunu söyleyenlere tabi kızılır. sonuçta yokluk yüzünden yaşadığı sorunların husumet olduğunu düşünüp suça karışan bir birey, egemenler için korkutucu değildir, ama sömürüsünün ve sınıfının bilincinde olan kitleler egemenleri tirtir titretir.

    bunu anlatanlara da ancak hayvanlı analojiler kurulur. bizler aslan payını alamıyoruz ormanda, doğrudur.
  • bu olay çerçevesinde; dinimizde özel mülkiyet caiz olmayabilir bu ayrı bir konu ama piyasalar kurban istiyor diyip işçileri işten çıkardığında şunun hesabını veremiyorsun.

    son 20 yılda küresel ekonomi büyürken, en yoksul ile en zengin arasındaki uçurum büyüyor, yoksul gittikçe yoksullaşıyor. bu piyasalar nedense çalışana değil hep mülkiyet sahibine yarıyor. ne biçim dinmiş bu böyle?
  • yalnız ben bir şeye çok gülüyorum: "bir de bize faşist derler, pis gomonis, anarşikler."

    sen faşistsin evet. ama esasen insan öldürdüğün için değil. tahammülsüz, hoşgörüsüz, emek düşmanı, örgütlü veya örgütsüz mücadele etmek yerine arkadan dolanarak sopa tuttuğun için kanlı ellerinde. öldürme, senin metedolojinin dişlilerinden sadece bir tanesi.

    hani yeni olaylara falan atıf yapılınca benim çok daha eskilere gidesim geldi aniden. 1876'da 8 saat iş günü için greve giden işçileri asker ve polisle bastıramayınca fabrika sahipleri eski azılı suçlulardan müteşekkil paramiliter orducuklarla işçi kırıyorlardı. zaman değişti, devlet ve iktidar daha mikroskobik boyuta geçiş yaptı, ölümlerin ve sömürünün de kendiliğinden ve münferit olaylar olduğu sanrısı yaratıldı. 80 sonrası yetişen , demokrasi ve insan hakları algısı sakat evren gençliği ise güdük ve güdümlenmiş vicdan , emek algılarıyla konuşur oldu.

    ama bak öyle değil. yakanlar, zinhar faşist değiller. akrep önce kendini sokar zannediyorsunuz değil mi?

    ı ıh. önce etrafına alevden çemberi yaratanı sokup öldürüyor işte. papaz her zaman pilav yemiyor yani.

    evet faşist değil bu adamlar. hatta biraz daha ileri gideyim: biz literatürde buna meşru müdafaa diyoruz. parasını vermediğin, emeğini iç ettiğin, üzerinden o iğrenç yağlı göbeğini büyüttüğün o işçiler çaresizliğe isyan ediyorlar. çünkü günümüzde çaresizlik ölüme eş değer. çocukların açlıktan ölmesi de tam olarak aynı çaresizlik=ölüm denklemi yüzünden.

    bu olay bana da albert parsons 'u hatırlattı:

    "dinamit eşitlemedir, nihilisttir. şiddetin yayılmasıdır. baskının yıkılmasıdır. otoritenin yıkılması barışın doğuşudur. dinamit barışçıdır ve insanın en iyi, en son dostudur."
  • insaniyet adına üzülmemiz gereken olay(mış). işçi'nin parasını vermemek, hak mücadelesini yasal şiddetle kırmak, keyfi yere işten çıkarmak tüm dünyada sistemli bir şekilde yürütülen politikadır. sömürünün ekmeğini yiyen patron da, onun bokunu süpürmekle görevli bol maaşlı, tasmalı müdürü de her halükarda haksızdır. insanlığın "normal akış" içerisinde hiçe sayıldığı yerde ezilenden insanlık bekleyemezsin. her yıl yüzlerce işçi ihmal yüzünden ölür, binlercesi kapının önüne konur, patronun cebine üç kuruş daha fazla girsin diye milyonlarcası güvencesiz çalıştırılır. ben sadece buna üzülürüm. onlarca insanı mağdur ederek servet yapan patronlar yakılmış, onların rahat rahat at koşturması için her türlü şiddete başvuran polis öldürülmüş, falan fişmekan, zerre umrumda olmaz. yasaları hazırlayan bunlar, uygulayan bunlar, tepene çıkan bunlar, haksızlığa maruz kaldığında arkasını dönen bunlar. ondan sonra yok patron da insanmış da, yok her haksızlığa uğrayan gidip mıymıymıymış da, fasa fiso.
  • ogünperver'in yürek sızlatan isyanıyla bir huşu doldu içime ve hümanist bir şey olmadığı sonucuna vardım.
hesabın var mı? giriş yap