• "mp3 player = ipod" anlayışının da hastasıyım, sanki ipod'dan önce mp3 player diye bir şey yoktu da onla geldi, bize müzik dinleme imkanını ve ayrıcalığını sundu gibi aptal bir kanı var.

    - ipod'unu versene bir şey yükleyeyim.
    - ipod'um yok.
    - aaaa? nasıl dinliyosun müzik peki?

    dinlemiyorum canım ben, ipodsuz müzik mi dinlenirmiş zaten?
    kendi müziğimi kendim yapıyorum, tamtamımı, didgeridoomu beraberimde taşıyorum. oldu mu?

    böyle teknoloji fakirlerine dahi kazık mazık da olsa ipod aldırdılar ya, bravo adamların pazarlama departmanlarına.
  • bu aygitin adinin "apple mp3 player" gibi dandini bir isim olmayip "ipod" olmasinin yegane nedeni keyfiyet ve pazarlama gerekceleri degil 1991 yilinda yapilan bir anlasmadir sevgili saskin okurlar..

    1991 yilinda yildizi parlayan apple hop kendini atlantigin öbür yanina birleşmis krallik adalarina atmistir.. elinde kagitlar ticaret sicili yaptirmaya giden steve jobs daha önceden apple adinda bir sirketin ticaret siciline kaydigini yaptirdigini farkeder.. hemen incelenir sicil görülür ki "lennon,harrisson,starr ve mccartny" soyadlarina sahip 4 kafadarin böyle bir sirketi vardir..

    evet bu sirket "muzik" kavramina alenen sekil vermis olan "the beatles" toplulugunun bir sirketinden baska bir sey degildir.. neyse efendim steve jobs beatles fani oldugu icin işi yokusa sürmemis sirketin muteselsil ortaklari ile yapilan bir anlasmadan sonra su sonuca varilmistir "madem ki senin ismi apple ve benimki de apple sen sadece bilgisayar sektorunde kal ben de muzik sektorunde varolayim"

    neyse efendim balta döner sap döner gün gelir devran döner hesabi 2000 li yillarin baslarinda apple sirketi müzik sektorune girmeye yeltenmistir.. ama ne giris .. gerisini biliorsunuz artik market domination olarak mp3 playerlara genc nesil toplu halde "ipod" demekteler.. benim kiz gibi iriver im bile komsu cocuklari tarafindan ipod olarak adlandirilmakta.. bu gereksiz ayrintidan sonra su anki durumlara geceyim..

    gectigimiz aylarda gözünü acan apple corps sirketinin sahipleri (ki the beatles in kurdugu apple corp dur bu), bir tane ipod alip incelemislerdir.. ipod un bir tarafinda "ahaaaa apple" yazisini gordukten sonra tokat gibi bir nota gondermislerdir apple sirketine

    "sevgili apple;
    nasilsiniz iyi misiniz? biz cok iyiyiz..
    ipodunuzun muzik sektorunde oldugunu esefle goruyoruz. 1991 tarihli anlasmamizin sizin tarafinizdan tek tarafli ihlal edildigini de kah aglayarak kah icimize atarak farkediyoruz..
    size dava actik
    saglicakla kalin
    apple corp"

    olaylar boyle efendiler.. eer apple "ya nalakasi var bu bilgisayar bi kere" diyerekten mahkemeyi ve saygideger juriyi kandiramassa ipod un karinin büyük bir kismi adaya ucacak gibi gozukuyor..

    azuth beynelmilel bbc londra..
  • insanların neden yana yakıla hastası olduğunu bir türlü anlayamadığım alet. nedir yani, müzik yeniden mi icat oldu, insanlar müzik dinlemeyi yeniden mi keşfettiler yoksa, anlamadım ki ben. kıytırık bir dörtgen için tasarım harikası diye ilahiler yakanlar mı istersin, müzik dinlemeyi süper bir buluş gibi tarifleyenler mi istersin. nedir yani, bildiğimiz müzik, bildiğimiz walkman gibin birşey işte. ne oluyor, neler dönüyor, ben mi bir şeyler kaçırıyorum yoksa, bir anlayabilsem...

    (bkz: teknolojiye mesafeli durmak)
    (bkz: sanırım yaşlanmak)
  • sahip oldugumuz icin sukretmemiz gerekendir.
  • içine atılan geri alınabiliyor. öyle muhteşem, inanılmaz bir dosya şifreleme sistemi falan yok bunu engellemek için, sizin pornonuzu saklamanızla aynı yöntemi kullanıyor hatta, adını değiştirip gizli dosya yapıyor.
  • lisedeki narin, elleri manikürlü, adidas ayakkabılı, siyah düz saçlı melis'i hatırlatır bana.
    herkesin cep telefonunun, evinde internetinin olmadığı dönemler... sınıfta 21 kişiydik, sadece bir kaçımızın mp3 çalar diyebileğim aletleri vardı, onlar da doğubanktan alınmış çakma, dandik ürünlerdi. ama melis farklıyıdı; onun ıpodu vardı. biz ıpodun ekranında görüntünün kayışını bir mucizeyi izler gibi izlerdik melisin kibar ellerinde... bazen emanet ederdi birimize, voleybol oynamaya giderdi. bir gün bana emanet etmiş 'istersen dinle' demişti. çok sevinmiş ama çaktırmamıştım. renkli çorap kılıfından çıkarıp kurcalamış kurcalamış ama ne mümkün bir türlü işin içinden çıkamamıştım! garibanlığımı yüzüme yüzüme vurmuştu o salak aletin...

    evet melis, görüyorsun ki 4 yılın hatrına seni bana hatırlatacak ipod dan başka bir şey yokmuş. şimdi sen düşün!
  • 14 yıl önce duyurulduğu gün yapılan internet yorumları epey eğlenceli. daha ilk sayfada "great just what the world needs, another freaking mp3 player. go steve! where's the newton?!", "uuhh steve, can i have a pda now?" gibi enfes yorumlar, süper ileri görüşlülük örnekleri var, tam ibretlik.
  • hakkinda "bitti", "devri gecti" seklinde yorum yapanlara kismen katiliyorum ama kullanmak icin benim de gecerli sebeplerim var.spotify olsun deezer olsun bunlar guzel seyler fakat ben ve benim gibi gelenekciler icin ipod'un yerini tutmuyor birturlu. mesela telefonumda spotify var, uyeligim de var, fakat gel gelelim metroyu kullanirken dinleyemiyorum, uzun yolda sebekenin cekim gucunun dusuk oldugu yerlerde de dinleyemiyorum, yok yillik uyelik ucreti, yok internet pakedi, bilmem nesi bir suru is.

    bazen sehrin bir ucundan diger ucuna gittigim veya gunde 3 farkli sehir gezdigim oluyor, telefonumun sarjinin bitme riskini goze alamiyorum, iste bu gibi durumlarda ipod classic gunumu kurtariyor, ben zaten genelde yeni trendleri takip eden biri olmadigimdan hepi topu 100 parca dinliyorum, kulakligi takip play'e basmak cok daha kolay geliyor acikcasi.
  • ultimate jukebox. şimdi ipod classic olarak satılan 160gb'lık ipod'um vardı bundan altı sene önce mi ne. tam hatırlamıyorum ama üniversitede birinci sınıftayken aldığımı hatılıyorum, şimdi bunun üzerine altı sene geçtiğine göre o zaman almışım demek ki. neyse. içi de doluydu pezevengin, 160gb'ı da doluydu. deli müzik dinlerdim o zaman. ama müzik nazisiydim yaşım gereği. koca arşiv tamamen progressive rock ve türevleri, klasik, blues ve soundtrack doluydu. gipsy kings, tom waits gibi farklı tatlar falan da vardı arada. last.fm falan da bayağı popülerdi o zaman. scrob mu ne deniyor ondan yapıyordum paso.

    gün geldi gittikçe daha az kullanmaya başladım aleti, zaten ağzına kadar dolu olduğu için yeni keşfettiğim müzikleri koymak için eskilerini silmem gerekiyordu. ama çok üşengeç olduğum için bunu yapmıyordum. alet bir sene önce mi bozuldu. arşiv hayvan olduğu için bilgisayarda da tutmuyordum hiçbirini, hariciye de ipod'dan aktarmak bayağı uğraş gerektiriyordu. o yüzden tüm arşiv uçtu gitti. benim gene hiç sikimde olmadı neredeyse. sadece çok zor bulunan, saatlerce nette aradığım bayağı nadir, eski şeyler vardı. onlara biraz üzüldüm o kadar.

    ben bunları niye anlatıyorum bilmiyorum. o yüzden toparlamaya çalışayım. bu müzik naziliği çok pis bir şey. insanı douchebagyapıyor. o yüzden kulağınıza güzel gelen her boku dinleyin. sırf genelde dinlediğiniz tarza uymuyor diye dinlememezlik yapmayın bence. müziğin kalitesi de o kadar önemli değil. boktan şeyler de dinleyin arada. anıra anıra bad romance kareokesi yapabiliyorsam yıllarca rush dinledikten sonra, herkes yapabilir. zaten yıllar geçtikçe sizinle yola devam eden müzikler sizin asıl yoldaşlarınız oluyor.

    ilk adam gibi müzik niyetine dinlediğim rush'ı halen dinliyorum ama orhan babayı, lady gagayı da dinlemekten gocunmuyorum artık. rush'la benzer zamanlarda dinlemeye başladığım camel'i ise artık iki üç ayda bir, bir albümünü açıp dinliyorum. geçen bu arşivi tekrar diriltme çalışmasına gireyim dedim, last.fm sağolsun hiçbirini unutmama izin vermedi, baktım zaten artık o arşivden kalan bir çok şeyi pek dinlemiyorum. amına koyim sırf egzantrik diye metamorfosi diye boktan bir grubu dinleyip durmuşum saatlerce. büyümek bazen güzel bir şey.
  • beni apple fanboy yapmış alettir bu arada.

    bir zamanlar cebit bilişim eurasia diye bir fuar vardı (tüyap'ta yapılan), belki hala vardır.

    muhtemelen lise hazırlık sınıfındayım, fuara gittik babamla. envai çeşit teknolojik alet, müthiş teknolojiler derken bir iki salon gezdikten sonra her şey birbirine benzemeye başlamıştı. yani kağıttaki yazıyı tarayıp tercüme eden kalem şekilnde cihazlar, bimem kaç yüz megabyte ram'li bilgisayarlar sırf pc net veya chip dergilerindeki fiyat listelerini bile okumaktan zevk alan beni kısa sürede baymıştı.

    sonra beyaz bir standın önünden geçerken cam içine hapsedilmiş parlak demir görüntülü bir kutu gördüm. kalabalığı yarıp bu şeyi elime alınca önce aletin kendisine hayran kaldım, hala ne olduğunu bilmiyordum ama arkası metal, önü kalın cam gibi plastik arkasında korunan, dokunması bile zevk veren bir kutuydu. lan resmen misketlerin içindeki şekilleri hayranlıkla inceler gibi inceliyordum bu şeyi, inanılmaz bir güzellik.

    sordum görevliye, meğer mp3 çalıyormuş. çalıştırıp bana verdi, ön tarafındaki yuvarlak şey inanılmaz güzel "tık tık" hissi vererek dönüyor ve yaptığım en ufak hareketi bile anında ekranına yansıtıyor. inanılmaz bir şey! resmen yeni bir organizmayla iletişin kurar gibiydim, fuardaki geri kalan her şey çağlar öncesinin teknolojisi gibi gelmişti.

    kulaklıkları kulağıma takmadım bile***, bir kaç dakika içinde oradan ayrıldık zaten. bu aletin adını ve markasını bile öğrenememiştim.

    okulda arkadaşlar arasında dönen tüm muhabbet megabyte v.s. üzerineydi, bir de bizim lisede çok zengin insan yokmuş ki hiç kimsede görmedim bu aleti ama aklımdan çıkmıyordu be. bizim zengincene arkadaş sony'nin mp3 cd'si çalan playerından almıştı, ben de şu 3.cü sınıf olanlarından almıştım. arkadaşınki daha inceydi, daha güzeldi ama sonuç olarak benimkinden hiç bir farkı yoktu - ikisi de çağlar öncesinin dandik teknolojisiydi, ikisi de içine taktığın cd'yi çalıyor işte.

    oysa ki fuarda gördüğüm alet neydi öyle, elinde tutması ayrı bir zevk düğümesini çevirerek ekranın hareket etmesi ayrı bir zevk. insanın zihnini kurcalıyor, bir teknoloji ürünü ile bu kadar direkt bir iletişim kurmak, bu kadar sürtünmesiz bir arayüz beyinde şimşeklerin çakmasına sebep oluyor.

    o zamanlar apple'ın türkiye'de hiç bir şeyi yoktu, bu ipod'tan lise bitene kadar da pek gördüğümü hatırlamıyorum, muhtemelen ilk iphoneu görene kadar da bir apple cihazına dokunmamışımdır.

    sözlükteki entry'leri okursanız devamlı bilmemneyin ses kalitesi daha iyi, bilmem hangi markanın mp3 çaları yarı fiyatına 4 kat fazla depolama alanı sunuyor diye gidiyor.

    yahu hiç biriniz mi ellerinizi kullanmıyorsunuz? hiç biriniz mi resim çizmedi, heykel yapmadı? hiç birinizin mi kız arkadaşı olmadı? hiç biriniz mi otomobil sürmedi? hiç biriniz mi kaykay yapmadı? hiç biriniz mi bisiklet sürmedi?

    vücut - beyin ilişkisi inanılmaz bir şey, siz çevrenize vücudunuzla ve çoğu zaman ellerinizle müdahalede bulunursunuz ve çevreniz size bir tepki gösterir, bu tepkiyi de beyniniz yorumlar ve bir ilişki kurar. beyin fizik kanunlarına göre bu ilişkiyi yorumlamakta aslında çok iyidir, mesela bir ipin ucuna taş bağlayıp çevirirseniz zihniniz hemen bunu çözümler ve yaptığınız hareket size doğal gelir, doğayı çözme ve yönetmenin zevkini verir.

    butona basınca bir yerde bir ışık yanması, bir şeyin oynaması eğer tutarlı bir şekilde olursa da beyniniz bunu yorumlar ama özellikle bir şeyi hareket ettirdiğinide başka bir yerde başka bir şeyin hareket etmesi durumunda zihniniz bu ikisi arasında sanal bir bağlantı oluşturur ve her şey çok doğal gelir.

    işte apple'ı diğerlerinden ayıran şey de bu ilişkiyi çok iyi anlaması ve çok iyi kullanması.

    apple aynı olayı daha önce mouse ile yapmıştı, fareyi hareket ettirdiğinizde ekrandaki işaretin de anında aynı şekilde hareket etmesi devrimdi.

    apple bunu daha sonra da iphone ile yaptı. ekrana dokunduğunuzda ve parmağınızı hareket ettirdiğinizde parmağınızın altındaki şey de sizi 1:1 takip ediyordu, üstelik hızlandırıp bıraktğınızda momentum sahibi olduğu için hareketine devam ettiğini görüyordunuz ve beyniniz bunu kütlesi olan fiziksel bir obje olarak algılıyordu. yavaşlayınca beyniniz bunu sürtünme, sekip durunca da bariyer olarak görüyordu.

    en iyi makine-insan arayüzleri zaten hep bu şekildedir zaten, sürmesi en zevkli araçlar direksiyonun ve pedalların en tutarlı tepkiyi veren araçlardır mesela.

    işte apple'ı apple yapan da elektronik cihaz - insan etkileşimine bu doğallığı getirmesidir. hani hala ipod'un neden bu kadar sevildiğini anlamadıysanız, hala apple pahalı, ses kalitesi bilmemne kadar iyi değil diye düşünüyorsanız size gerçekten siyecek lafım yok. elinize kalem alıp resim yapın, kil alıp heykel yapın, top alıp oynayın, bisiklet alıp sürün, paraşüt alıp uçun. vücudunuzla bir şeyler yapın da ufkunuz genişlesin, tanıyın bedeninizi ve çevre ile olan ilişkisini.
hesabın var mı? giriş yap