• bizim buralarda turk savcisi cekmiyor, sinyali zayif; o nedenle geleneksel giris, gelisme, sonuc uclusunu daha bir modern olan "dikkat cekme amacli provokatif hakaret", "aklibasinda elestirel analiz" ve "bitirici vurus amacli tatli-sert hakaret" uclusuyle degistirerek yazabiliyorum.

    hakaret:
    hazreti muhammed'in ogretilerine gonulden inananlar, gunluk hayatta icsellestirdikleri ahlak kurallarina ters dusmus oluyorlar.

    ***

    analiz:
    dikkatler cekildi mi? simdi saniyorsunuz, parasi icin yasca buyuk kadinla evlendiginden, bir duzine karisindan, 9 yasindaki kizla yatip yatmamasindan bahsedecegim. yahut evine gelen misafirlerin gidis saati icin ayet indirmesi, ona bulasan adamlarin ellerini kurutmasi * gibi kisisel husumetlerinden. belki de basit matematik yahut okuma yazma bilmemesi iddialarindan.

    halbuki bunlar isin magazin kismi. koca bir konunun bu ufak detaylarina hapsolup, algida secicilikle begendigimiz ayetler uzerinden kutuplasmalara gitmek oldukca verimsiz. dolayisiyla farzedelim hz muhammed hayatini mukemmel bir sekilde yasamis, #24161700 'te bahsi gecen tum ozelliklere sahip biriydi. (edit: entry silinmis, allah'in 30-40 tane iyi ozelligini listeliyordu bir kaynaga gore; utanilip silinecek birsey degildi yani, baska bir nedeni vardir gitmesinin)

    bu yine de ogretisini yaptigi sistemin ahlaki acidan "geri" oldugu gercegini degistirmiyor. bu ogretinin koku eski ahitte tabii, muhammed'in uydurdugu seyler degil ama ayni tanrinin yuzde 90 ayni ogretisini yaydigi icin sorumluluk sahibidir. bu kotulukleri onceki yazilarimdan, bir akisa gore derliyorum..

    1) cezanin musebbibi: allah insanlari atalarinin isledigi gunahlardan * sorumlu tutuyor (bkz: exodus). ezeikelde durumu biraz kurtarsa da gercek su ki, ibrani dinlerin ahlaki temeli olan on emirin ucuncusu bizim icin basbayagi ahlaksiz bir uygulama: "ben kiskanc bir tanriyim, bana inanmayanin ucuncu veya dorduncu nesil torununu [tam emin degil, uc bes diye yuvarliyor] bile cezalandiririm". oysa bizim ahlak anlayisimizda, ve dolayisiyla ceza hukukumuzda, cocuk babasinin gunahini tasimaz, dedesinin dedesinin gunahini hic tasimaz.

    2) cezanin sorumlulugu: misal hinduyum. cunku babam da hinduydu, onun babasi da, vs. islamiyetten haberim var ama 1 kusur milyar kardesim gibi ben de muhammedi reddediyorum. yani buyuk gunah yaziliyor hesabima, babam sagolsun. fakat babam olmasa da, bu cevrede yetistigim icin hindu olarak dogup olecektim. cevresel sartlardan olusan dusuncelerim ve inanclarimdan ne kadar sorumluyum? yetimhanede dogup buyudugum icin suca yatkinligim fazlaysa, isledigim gunahlardan ne kadar sorumluyum? fizyolojik olarak sinirlenmeye yatkinsam, ettigim kufurlerden ne kadar sorumluyum? akli dengem pek yerinde degilse, ancak ilac alinca yerine geliyorsa? kaderimizin sinirladigi o dar alanda, ozgur irade illuzyonuyla verdigimizi sandigimiz kararlar uzerinden yargilanmamiz, yargicin yeteneklerinden bagimsiz olarak yanlis degil mi?

    3) ceza unsurlari: on emirde hirsizliktan ve yalan tanikliktan once gelen zina, modern devletlerin ceza hukukunda olmayan birsey. olanda da uygulanmiyor (orn: bazi abd eyaletleri). ote yandan eski cin'de adami hadim ediyorlardi. nijerya'da kadina recm cezasi veriyorlar. bu cezalara barbarlik olarak bakiyoruz; hem cezanin dogasi yuzunden hem de ozellikle boyle tiriviri bir eyleme hak gorulmesi yuzunden. oysa muhammed'in ve isa'nin tanrisi bununla kalmayip bunu buyuk gunah addediyor. zinayi ahlaksizlik olarak addetseniz dahi, vicdadiniz isvecin ceza hukukuna mi yakin, nijeryaninkine mi, yoksa nijerya carpi sonsuzluga mi?

    keza homoseksuellik. "cezanin sorumlulugu" kisminda soylenenler gecerli, lakin bunun tamamen ahlaksiz bir secim olduguna inanan en dangalagimiz bile, homoseksuelligin bir suc olmasi gerektigine inanmiyordur. hele hele cezasi agir bir suc olmasina. hazreti lut'un hikayesini * okuyun, "ahlaksizliklari" yuzunden allahin son vatandasina kadar yokettigi sehirleri, sirf bu cinayete donup bakti diye tuza donusen lut'un karisini okuyun. sirf oldurmekle kalsa iyi, akabinde cezasi var. vicdaniniz buna mi yakin, homoseksuelligi allah'in yaptigi gibi olumle cezalandiran moritanya'nin, sudan'in, yemen'in ceza hukukuna mi, yoksa bunu barbarca addeden turk ceza hukukuna mi?

    4) ceza unsuru olmayan seyler: ahlaksiz olmak icin zorba olmaya gerek yok, adaletsizlige baskaldirmamak da yeterli. yani soylenen seyler kadar soylenmeyenler de onemli. birkac yuzyildan yahut onyildan beri kabul ettigimiz birtakim degerler, taviz vermeyi dusunmedigimiz bazi konular var: kolelik, irkcilik, somurgecilik, kadin erkek esitligi, cocuk haklari, inanc ozgurlugu, ifade ozgurlugu, demokrasi, hayvan haklari, cevrecilik, vs. ahlaki temellerimizi olusturan bunca konu icinde bir tanesi hakkinda dahi tevratin, incil'in yahut kuran'in, yahut hadislerin pozitif yonde tutarli, acik secik bir tutumu yok. yarisi hakkinda falan olmasa yine yeterince kotu ama hicbiri icin yok.

    bu kavramlar modern zamanlarda ortaya cikmis olduklarindan, ilk bakista, 1400 yil oncesinde bu konuda yargi aramak manasiz olabilir. misal hz muhammed'in koleleri olmasini "zamane sartlari" diye gecistirmek mumkun, onlara iyi davranmis olmasini ornek gostererek arti puan toplamak mumkun. lakin tum halklar, tum zamanlar icin yazilmis, allahin direkt sozu olan koca bir kitapta, kolelik kotudur diye tek cumlelik kategorik bir reddedis dahi olmamasi, bir inanan olsam vicdanimi sizlatirdi. cocuk istismari icin gorusumuz ne? bu kitaplarin geleinde kadina verilen degerle, gunumuz kanunlari arasinda secim yapmaniz gerekse neyi sececeksiniz?

    5) cezanin dogasi: cehennem nijerya, moritanya carpi sonsuzluktan da kotu, iskence dolu bir yer. dolusu fazla, kendisi tanim itibariyle iskence. bir cogumuza gore iskence hicbir sart altinda kabul edilemez birsey. bircok devletin de ceza hukuku bunu yasakliyor. benim gibi dusunenlere gore ise ancak cok kisitli durumlarda, cok kisitli surelerle ve kisitli yontemlerle uygulanmasi gereken birsey. dramatize edersek, dolu bir stadyumda bomba varsa, bunun yerini ogrenmek icin bombayi koyduguna yuzde 95 emin oldugumuz birine iskence edilebilir. ama bomba bulunduktan sonra iskence durur. bulunamayip patlarsa ve binlerce insani oldururse de iskence durur, cunku bir ceza araci degildir. dunyanin en kotu adami da olsa, ceza niyetine iskence yapmam, ahlakim buna elvermez. ama muhammed'in tanrisi yapiyor. hem de bir gun, bir yil, bir omur degil sonsuzluk boyunca yapiyor. stadyum dolusu adam oldurene de, zina yapana da, kendisine inanmayanin torunun torununa da, birbirine seven ayni cinsten iki kisiye de. bu orantisizligin ve adaletsizligin milyonda birine gunluk hayatta tahammul edemeyen bir insanin, ibrani dinleri ideal bir sistem addetmesi, cocuguna ogretmesi nasil bir celiskidir?

    6) cezanin/odulun suresi: sonsuz ceza, sonsuz odul ile beraber, ahiretin iki ahlaksiz yuzunu olusturuyor. buradaki ahlaksizlik cezanin yahut odulun dogasindan bagimsiz. zira ceza tarif edilemeyecek iskenceler de olsa, milyon yilda bir atilan cimdik de olsa, suresiz oldugu icin ikisi de ayni kapiya, yani sonsuzluga cikiyor. ve hicbir iyi ya da kotu davranis, sonsuz bir tepkiyi hakedemez. cezayi degil de odulu dusunurseniz de boyle. 60-70 yilda yaptiklarimizdan oturu sonsuz mutlulukla, tatminle, zevkle odullendirilmek adil degildir.

    ***

    hakaret gibi: aklini ve merakini kullanip dinlerin tarihini inceleyen, isin makroskopik boyutlarina sosyo-ekonomik cerceveden bakan, kisisel boyutunu psikoloji yardimiyla, doktrinleri ise felsefe ve mantik isiginda incelemeye calisan biri, eninde sonunda inanc, vicdan, sezgi duvarlarina tosluyor. inancin, bilimin teorisi, hatta teorinin ne oldugu konusunda pek dusunmemis, dusunse dahi kritik dusunce yetenekleri torpulendigi icin birtakim kliselere mahkum olmus insanlara - ki bunlarin bazilari cok zeki de olabilirler; sorun cpu'nun hizi degil, isletim sisteminin verimsizligi- once temel bir formasyon verip, ardindan arguman siralamak yillar surecek bir is. belki de insanlarin akillarina degil de, vicdanlarina, ahlaklarina hitap etmek daha makul bir yontem.

    sonucta mantiksizligiyla, kor inancin supheciligin yerini almasiyla ovuneni ve taraftar toplayani gorduk de, ahlaksizligiyla, adaletsizligiyle ovuneni, buyuyeni gormedik daha.

    ***
    ***
    ***

    edit: burayi, mesajla gelen elestirilere/aciklamalara ayirdim. alintilarim, mesaj atani kotu gostermedigi icin, bir ayarlasma duellosuna girmedigimiz icin isimlerini de yazdim:

    1) knight of thorn: "muhammed'in tanrısı, stadyum dolusu adam oldurene, zina yapana ya da birbirine seven ayni cinsten iki kisiye sonsuzluk boyunca değil; "günahlarının cezasını çekene kadar" ceza vereceğini söylüyor. elbette bu cezanın ne kadar olduğu belli değil; ancak sonsuz olduğunu da söyleyemeyiz"

    yorumum: ilkin, once de dedigim gibi, cehennemden bagimsiz olarak cennetin de sonsuza kadar surmesi adaletsiz olmaya yeter. sirf cezalara bakarsak, hangi suclar icin boyle bilmiyorum, ama bir tane bile sonsuza kadar ceza varsa bu da sonsuz adaletsizlik demektir. demin google'a "sonsuza kadar cehennemde yanacak" yazdim, soyle seyler geldi, dogru mudur emin degilim:

    "gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (nebe suresi, 21-23) "

    "hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. "iman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır." (bakara suresi, 80-82)"

    vikipedi: "islam inancında kafir (inanç esaslarından bir veye daha fazlasına inkar eden), müşrik (allah'ın birliğine inanmayan) ve münafık (müslüman gibi görünüp islam'a inanmayan) olan kişiler öldükten sonra, ahirette, sonsuza kadar cehennemde kalacak ve azap göreceklerdir. allah'a inanıp da islamın emirlerinden bir kısmını yapmayanların ise bir süre cehennemde kalıp cennete geçeceklerine inanılır"

    ***

    2)
    her sey uzak : islam'da günahın babadan çocuğa geçmesi diye bir şey yoktur. tam aksine doğan her çocuk temiz doğar denir. ki bu da hristiyanlık ile islam'ın en önemli ayrımlarından biridir.
    ferrarisini yapan bilge: islam'da çocuklar ergenliğe kadar tamamiyle masumdur

    yorumum: islamda gunah cocuga gecmez derken, cogunlukla kastedilen ilk gunah/vaftiz hususlaridir hristiyanliktaki. ben burada 10 emir'in bir maddesinden bahsetmistim. islam'da 10 emir'e direkt bir referans yok, sadece paralel ayetler vardir. bu maddeye paralel olan ayetlerde ise "ucuncu veya dorduncu neslinize kadar cezalandiririm" kismi yok. oyleyse bu halki bir elestiri, ama su var: on emir'in verildigi hazreti musa'nin en aziz peygamberlerden biri oldugu kabulu var islam'da. dolayisiyla islam'a gore en muhim insanlardan birinin basina, ibrani dinlerin tarihindeki en onemli hadiselerden biri geliyor, ve hem yahudiler bu kadar temel bir ogretiyi goz gore gore carpitip boyle bir sey ekliyorlar tabletlere (ama diger kisimlari ayni kaliyor) hem de yuzlerce sene sonra gelen kuran bu konuda bir aciklama, dogrulama yanlislama getirmiyor.

    3) [alintilarin bazilari baglam disi anlasilabilecegi icin magdur olmasin diye ismini vermedim]
    a) " zina için dört şahit gerekiyor. bu cezanın kanıtlanması bu şartla çok zor. zaten peygamber döneminde de zina çok nadiren cezalandırılıyor."
    b) "eşcinseller müslüman toplumunda görmezden gelinirlerdi. yani uygulama bu konuda konuşmamaktan ibaretti."
    c) "ahlaki temellerden bahsediyorsun. kölelik mesela halen geçerli değil mi? zeki olanın ceo olduğu bir düzende yaşamıyor muyuz. bütün diğer aptallar da ona kölelik yapmıyorlar mı? ya da onun da köleliğini yaptığı kıymeti kendinden menkul sermaye sahiplerine. islam efendinin köleye karşı sorumluluklarını çiziyor. onun da “kendini gerçekleştirebilmesine” olanak tanıyor. ilk müezzin bir köleydi. bir dönem birçok asalet sahibi dururken yine bir köle ordunun başına geçirildi. "
    d) "islam'dan önce kölelerin yaşamaya bile hakkı yokken islam'da bugünün medeni toplumlarında da olduğu gibi sadece başkalarının işlerini gören insanlar olmuşlardır. ayrıca köle azad etmek çok büyük sevaptır"

    -benim elestirilerimi simdiki duzen uzerinden bana yansitip "bu sistem daha mi iyi sanki?" diyorsun. burada iki yanlis var. bir, islamiyetin yahut hristiyanligin sisteminin ahlaken kotu olup olmamasi, bizim modern toplumlarin ahlaki duzeylerine bagli degil. yani sermaye koleligi var diye, islamiyetin koleligi mesrulastirmasini elestirmeyeyim mi?

    ikinci yanlissa, benim elestirdigim zamane arap toplumlarindaki pratik uygulamalar degil (oyle olsaydi isim cok kolay olurdu), kuranda, incilde yazanin ahlaki. bir nevi anayasa. dolayisiyla "seninki de benimki kadar kotu" demek icin bununla kiyas yapacagin sey de modern toplumlarin anayasasi/beyannameleri olmali, o toplumlarin pratikteki uygulamalari degil. yani 2011 yilindaki sekuler ahlak anlayisimizin ideal hali, ideal islam ahlakindan daha ilerde diyorum iskenceyi, koleligi, kadin ve cocuk haklarini ornek gostererek.

    islamin efendinin kole icin cizdigi sorumluluklarla, bir modern anayasanin, evrensel haklar bildirgelerinin ve calisma kanunlarinin ve sendikalarin, insanlara, cocuklara, iscilere verdigi haklar arasinda dunya kadar fark var.

    4) ferrarisini yapan bilge
    "insanlar farklı şartlarda olduğundan yargılamanın adaleti için yargılama şartları da farklı olacaktır. müslümanlar tarafından yetiştirilenle başkaları tarafından yetiştirilen aynı şekilde yargılanmaz. insanın yatkınlığı olan günahlar esas sınavlarıdır. akli dengesi yerinde olmayanlar akli dengeleri yerinde olmadığı zamanlardan sorumlu değillerdir"
    "sırf hayvanların korunması hakkında bile bir çok hadise var"
    "insanın dünyada yaptıkları cennetin karşılığı değildir. insana ödülü, gözüyle kulağıyla yani şu anda olan her şeyiyle zaten verilmiş olup insan bunların karşılığında ibadet etmektedir. bir nevi vergileri gibi düşünebiliriz."
  • su anda cok sakinim ve son derece efendi bir uslupla -okuz mokuz demeden- bir cogunuzun da burada deginecegim bazi noktalari onceden dusunmus oldugunuzu kabul ederekten, hz muhammed ile ilgili olasiliklari siralamak ve bunlar uzerinden bir tartisma analizi yapmak ister deli gonlum:

    1) sirasiyla yahudilikte, hristiyanlikta ve islamiyette anlatilan yaratici gercektir (bilincli, zeka ve bilgi sahibi, uzay-zamanin disinda, antropomorphic [insana benzeyen, insan-merkezci], insanlari test eden, cennet ve cehennemi yaratan, seytanla mucadele icinde olan, evreni bu test ve mucadele icin bir sahne olarak yaratmis, vs) ve hz muhammed onun elcisidir. bu allah anlayisiyla ve judeo-christian dogmayla (islamiyeti de icerir bu baglamda) uyusmayan, tarih boyunca ortaya cikmis, ilkel olsun organize olsun, diger tum dinler/dogaustu inanislar yalandir ya da yanilsamadir.

    2) bir dogaustu kuvvet vardir (sadece allah gibi degil, bilincsiz bir guc de olabilir), hz muhammed de evrenin bu sirrina vakif olmus, buddha gibi biridir, dolayisiyla "dogruya" ulasmak icin secilecek bir cok yoldan biridir. lakin islamiyeti sekillendiren dini dogmalar sonradan ortaya cikmis, yahut semitik (sami) dinlerin dogmalarindan uyarlanmis ve ona atfedilmistir; yani bir nevi hristiyanliktaki hz isa'dan sonraki degisime benzer bir surec izlenmistir.

    3) hz muhammed iktidar icin bilincli bir sekilde insanlari kandirmis, ardillari tarihi degistirerek bu mucadeleye kutsal ve pozifit bir anlam kazandirmistir.

    4) hz muhammed kisisel iktidar hirsi icin degil, daha iyi bir toplum yaratmak icin, yani duzgun isleyen ve sartlara uygun bir ahlak anlayisina dayali bir toplum duzeni icin bu ise girismistir. bu toplumdan gucunu alan etkin bir siyasi ve askeri kuvvetin olusmasi bir yan etkidir, onun asil amaci degil. her halukarda, ends justify means dusturundan yola cikmis, amacina ulasmak icin de yepyeni bir kutsal doktrin uydurmak yerine de halihazirda bilinen sami dinlerinin anlayisina kendine uyarlamis, bu sayede saglam bir mesruiyet edinmis

    5) hz muhammed kimseyi kandirmamistir, lakin dogaustu bir yani da yoktur. basitce, ogretisine samimi olarak ama yanlis nedenlerle inanmistir. mesela tipki bazi sara hastalarinda oldugu gibi dogaustu aciklamalara normalden fazla egimlidir ve onculu olan sami dinlerindeki inanislarin etkisiyle kendini elci olarak gormeye baslamis (bunun gunumuzde de ornekleri var, epilepsi nobetleri ozellikle temporal lobe'u etkilediginde bu tip semptomlar artiyormus). kerameti kendinden menkul baska bircok peygamber ve dini hareket tarihin tozlu yapraklarina gomulurken, hem sosyo-politik nedenlerin uygun olmasiyla, hem de sami dinlerinin insanlara daha cazip gelmesiyle (ruhun olumsuzlugu, ilahi adalet, cennet, iyilik dolu bir yaratici) onderi oldugu toplumsal hareket kritik esigi asmis ve ondan sonra tarih, ona gereken mesruiyetini sonsuza dek bahsetmis.

    belki baska olasiliklar da vardir ama simdilik duralim: sorun nedir? sorun bunlardan hangisinin gercege daha yakin oldugunu bulmak. din felsefesi, mantik, tarih, antropoloji, psikoloji, politika ve noroloji bize bu konuda yardim edebilir. ben bunlari gozonune aldigimda son ihtimali daha akla yatkin buluyorum ama kisisel inancim onemli degil, su anda kimseyi de bu yonde ikna etmek gibi bir derdim yok. onemli olan, insanlarin ilk iki ihtimale (yani kutsal icerikli ihtimallere) nasil olup da vardiklari, bu surecte izledikleri yoldur. bunu anlamanin en iyi yolu sokratik metodla bolca soru sormaktir.

    lakin benim bu noktada karsilastigim ilk sorun su ki, bir kez sorgulama yoluyla bir sonuca varmaya basladiniz mi, ister istemez, hz muhammed disindaki bilinmezler de bu sorgulamayi etkiliyor: dogaustu guclere inanmak, spesifik olarak allah'a inanmak, hz. muhammed'den sonra gelenlerin tarihsel anlatimi carpitmis olup olmadigina inanmak gibi. yani tartismanin odak noktasi cogu zaman daha bastan sapiyor ve anlasmazliklar, iki tarafin aslinda bambaska seylerden bahsetmesinden kaynaklaniyor.

    bu baglamda, tartisma teknigi aciisindan ilginc buldugum icin, hz muhammed'in gercekten de bir elci olmadigi olasiligini ortaya atinca alacaginiz cevaplari irdelemek istiyorum:

    1) "ne yani, butun bu evren bir sans eseri mi yaratildi, ona mi inaniyorsun buna inanmiyorsun da".

    basit bir ornekten basladim. iki ayri hata var. birincisi bu tur cevaplar hz muhammedin mesruiyeti konusuyla degil, dogaustu bir yaraticinin varligi konusuyla ilgililer, o yuzden tamamen gecersizler. ikincisiyse either or fallacy denen hatadir, yani bir insan hem evrenin sans eseri ortaya bu haliyle cikmadigina hem de hz muhammedin gercekten allahin elcisi olmadigina inanabilir. hatta hem bir yaraticiya inanir, hem de allahin, yani islamiyetin tasvir ettigi yaraticinin varligini reddeder ki bu da otomatikman hz muhammedin peygamberligini kabul etmemek demek.

    2) "bu kadar insan hz muhammed'e inaniyor, hepsi salak da bir tek sen mi akillisin" (sozlukte de bolca gorebilirsiniz bunu)

    gorundugunden cok daha onemli bir aciklama bu, cunku uzerinden daha detayli konulara giris yapacagim, uzun uzun yaziyorum: argumentation kavraminin bircok ogesi vardir, burada da herseyden once isin retorik kismina bakalim. retorik, kurulan mantiktan bagimsiz olarak, onu dinleyen kesime en uygun ve etkin bicimde iletmekle ilgilidir. burada da savunma tarafi, "hepsi salak bir tek sen mi akillisin" diyerek hz muhammedi sorgulayani saldirgan ve kendini begenmis biri gibi gosteriyor ve dinleyicinin, argumanlarin iceriginden bagimsiz bir sekilde karsi tarafa negatif bir onyargi beslemesine neden oluyor.

    halbuki veri eksikliginden dolayi yanlis bir inanca sahip biri peki hala cok zeki olabilir, dogru seye inanansa akli melekeleri yerine bunu tamamen aldigi egitime borclu olabilir. hz muhammedi sorgulayan biri de kendini zeki, digerlerini aptal olarak gormek zorunda degil. kaldi ki kisinin boyle bir kendini begenmislik icinde olmasinin, argumanlarinin dogrulugu/yanlisligi uzerinde, yani konu uzerinde, en ufak bir etkisi yok.

    retorik kismini gecersek, aptal/akilli ayrimi ayriyeten bir de mantik hatasina dalalet. buradaki hata bir yanlis onkabul (false assumption), o da, insanlarin inanclarina akilla vardiklari onkabulu. yukarida dedik ki, akilli insanlar bilgi eksikligiyle yanlis inanclara varabilirler. ama bu bile sunu varsayiyordu: herkes, tecrubelerinden elde ettigi tum verileri sentezleyerek, olabilecek en uygun aciklamayi getirir.

    bu rasyonel yaklasim, bilimin isleyisinin merkezinde bulunuyor ama hemen hemen hicbirimiz kisisel inanclarimizi boyle ozgur bir akli muhasebeyle belirlemiyoruz, demografik sebeplerle o inanclara sahip oluyoruz. yani cogunlugun hz muhammede inanmasinin temel nedeni musluman bir ailede dogmus olmasi, tipki brezilyada dogan birinin buyuk ihtimalle katolik olacak olmasi gibi. benim insanlarin atlamasina en cok hayret ettigim noktalardan biri bu ve iki dayanagi var:

    ilkin, ozgur bir muhasebe icin yeterli veri lazim, yani konumuza uyarlarsak, hz muhammed inancina saglam bicimde ulasabillmem icin yukarda bahsettigimiz bilim dallarina ek olarak , iyi bir felsefe temelim olmasi lazim, ustune diger dinlerin aciklamalari hakkinda da egitim almam lazim. islamiyet disinda hicbirsey ogrenmemis birinin hz muhammed inanci ne kadar saglam ve degerli olabilir? saniyorum gunumuz turkiyesinde ve dunyada bu baglamdaki donanim eksikligi uzerinde uzun uzun konusmaya gerek yok.

    ikinci nokta ise tamamen demografik yapiya endeksli: yeterli veriye sahip olsak dahi, dogdugumuz yere ve aldigimiz egitime bagli olarak, bir suru onyargiya, sartlandirmaya, yanliliga tabiyiz. bilgimiz var ama bunlari sentezleyecek mantik donanimimiz hatali.

    bu iki etki birlikte gozonune alininca, hepimizin farkinda oldugu son derece bariz bir gercek on plana cikiyor: yunanistan sinirlarina girince bir anda insanlar akli melekelerini kullanarak ortodokslugu secerken, egenin bu tarafindaki bizlerin istisnasiz sekilde bambaska bir sonuca varmasi baska neyle aciklanabilir? beyrut gibi karisik sehirlerde dahi musluman ailelerin cocuklarinin musluman olmasi, hristiyanlarin hristiyan yetistirmesi, bir durzinin budist bir cocugu olmamasi salt tesaduf olabilir mi? eger herkes akliyla bu isi secseydi, dini inanc dagilimlarinin politik-demografik dagilimlarla pek guzel ortusmesinin tek aciklamasi tesaduf olmaliydi.

    bu baglamda, kisilerin inanclari saglam temellere dayanan cikarimlar degil de, neredeyse tamamiyle tesadufe bagli etmenlerle belirleniyor.

    buradan da basa donuyoruz, yani "bu kadar insan inaniyorsa..." savunmasi, aslinda tamamen o inanca bagli topluluklarin dger topluluklari siyasi,askeri ve kulturel olarak domine edebilmesine indirgeniyor. bir de elbette, bir inancin insan psikolojisine cazip gelip gelmemesine. yani mesela nihilizmi yaymak icin, olumsuz ruh ogretisine sahip bir dine kiyasla, cok daha buyuk bir propaganda emegi gerekecektir.

    buradan da, savunmanin temellendigi diger bariz mantik hatasina gorunmez bir gecis yapiyoruz: argumentum ad populum. birseye inanan insan sayisi, o seyin dogrulugunun ihtimalini degistirmez; o ihtimal, inanclarin temel aldiklari nedenlere gore degisebilir ancak. yani nicelik degil, niteliktir onemli olan. 1 milyon kisinin yildirimin zeus'tan geldigine inanmasi, 1 tane bilimadaminin deneylerini ve mantik kurgusunu en ufak bicimde zayiflatamaz.

    dini doktrinlerin dogalari sorgulamaya acik olmadigindan, sorgulayan da cogu toplumda ciddi bicimde cezalandirildigindan, her nesilde demografik etkiler sebebiyle ve "e bu kadar insan inaniyorsa gercektir" dusuncesiyle daha da kuvvetlenecektir. yani ilk evrelerinde kritik esiki asan her turlu inanc sistemi bu yolla mesrulastirilabilir; scientology hala mucadele verirken mormonlar biraz daha yakinlar bu esige, hinduizm ise coktan asmis durumda ornegin.

    3) "hz muhammedden veya diger dinlerin iddialarindan sana ne kardesim, inanani mutlu ediyorsa birak"

    yine tartisma teknigi acisindan ilginc bir ornek, cunku uyumlu bir butun olarak gorunse de, bu cumlede aslinda iki ayri iddia var ve bastan bunlari ayirmazsak sonradan zorlanabiliriz.

    birincisi bana giren cikanin ne oldugu, yani daha genel anlamda baskalarinin inanclarini sorgulamaya hakkim olup olmamasi. bu aslinda benim gibi zibidilerin kisisel hakkindan ibaret degil, cok daha derin bir konu ve temelinde cozulmemis bir ikilem yatiyor; basit bir ornekle aciklayayim.
    -devlet inanc ozgurlugunu garanti ediyor.
    -devlet dini orgutlerden vergi almiyor ve bazi ayricaliklar taniyor.
    -devlet her onune geleni dini orgutlenme diye tanimiyor
    -bu ne bicim bir inanc ozgurlugu, kime gore neye gore sinir cekiyoruz?

    simdi dusunelim, islamiyet'in turkiyede din olarak taninmasi, evrensel kaidelere gore cok mantikli olmasindan veya lehinde karsi konulamayacak kadar cok ve kesin kanit bulunmasindan dolayi mi, yoksa bahsettigimiz demografik nedenlerden dolayi mi? hadi semitik dinler her yerde biliniyor, peki niye scientology amerikada kilise statusu kazanabilmisken ingilterede boyle bir hakki yok?

    simdi bir adim daha ileri gidelim: hz muhammed'in mesruiyetini sorgulamayalim, diyelim buna hakkim olmasin. fakat islamiyet bundan ibaret degil. evlilik, kurtaj, hirsizlik, kadinin rolu, kilik kiyafet, egitim gibi bircok alanda, yoruma acik bir cok emri var. kac kisi hz muhammed'in allahin elcisi olduguna inanip, sunnete riayet etmeyecek? kac kisi sunneti kanun kabul edip, onun otesine karismayacak? yani nerede duracak bu is ve ben hangi noktadan sonra uygulamalari sorgulama hakkina erisecegim, hangi noktada cocuklarimin nasil egitilecegine ses cikaracagim?

    varmak istedigim nokta belli: bir inanc sisteminin iddialarindan suphe duymak dogaldir, hatta bu supheleri dile getirmek sadece hak degil, sorumluluktur da. cunku insanlar toplum icinde yasarlar ve inanclar da salt kisisel olgular degildir, toplumsal boyutlari vardir.

    yani senin neye inandigin ister istemez beni ve cocuklarimi etkiliyor. hatta daha ilginc bir ornek olarak, senin neye inandigin kendi cocugunu da etkiliyor, lakin kimsenin kendi cocugu ustunde sonsuz bir hakki yok, olduremezsin ornegin, devlet gelip seni hapse atar. peki inanc konusunda sinir nerede olmali? istedigin herseyi cocuguna asilayabilmeli misin? ilk tepkimiz elbette "sana mi soracagim" olacak ama ozellikle demokratik toplumlarda, eger senin verdigin din egitimiyle buyumus cocugun yarin oburgun oy kullanip, herhangi bir konuda (kurtaj hakki gibi) benim hayatimi kokten degistirebilecek bir konuma gelecekse ve ben, "ulan bu konuda senin sidikli cocuguna mi soracagim" diyemiyorsam, bu iste bir gariplik var. elbette bu konularda gri tonlari epeyce mevcut, ama kesin olan birsey su ki, en ufak bir sosyal boyutu bulunan her inanc sisteminin, en temel doktrinlerinin dahi, kisisel inanc ozgurlugu kilifi altinda durust bir sorgulamadan muaf olmamasi gerektigidir.

    "inanani mutlu ediyorsa birak" kismi da yukardaki argumanlardan nasibini almali elbet. fakat onlara ek olarak, soyle bir acilimi var: dinlerin dogruluguyla yararlari farkli konular. insan bir yalana inanarak mutlu olabilir (hatirlayalim, bunu yapmasi icin illa aptal olmasi gerekmez), bu sartlar altinda o yalanin standart olmasi, dogma haline gelmesi iyi midir kotu mudur? yani kirmizi hap mi mavi hap mi kardesim? ustelik bir dinin ne kadarinin ne kadar yalan oldugu belirsizligi de isin icine girince iyice karmasiklasiyor bu ignorance is bliss ikilemi.

    ve tabii en tarafsiz haliyle, soyle bir soruna yolaciyor: dogrulugundan emin olmadigim bir olgu, seni mutlu beni ise mutsuz yapiyorsa (yukarda degindigimiz sosyal acilimlari araciligiyla) ne olacak bu is?

    4) "hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler." (kalem 68/5-6)

    ilkin, oculu boculu seylerle insanlari iknaya calismak, arguman eksikligine dalalet eder. bir yaratici olduguna, bu yaraticinin allah gibi bir varlik olduguna, onun peygamberleri olduguna ve hz muhammedin de bu peygamberlerden sonuncusu olduguna inanmak (hepsine birden inanmak) icin one surulen sey "cikista gorusuruz" mealinde, ustelik hicbir zaman da dogrulugu test edilemeyecek bir tehditse size hayirli gunler dilerim. hele ki "allahin etkisinden bagimsiz bir ozgur iradeye dayanarak yapilmis eylemlerin adaletli bicimde degerlendirilmesi" gibi bir ahlaka dayanan bir inanc sisteminde, inancinizin ufak bir kismi dahi odul/ceza uzerine kuruluysa zaten bu sizi ahlaksiz yapmaya yeter. (ya da odul ceza sayesinde allah ozgur iradenize karisiyor demektir ki bu da bence tum judeo-hristiyan doktrininin bariz bir zayifligi)

    ikincisi sorun ise daha temel: sorgulanan sistemi, o sistemin sinirlari icinde kalan, dolayisiyla harici bir referans noktasi tarafindan onaylanamayacak bir iddiayla savunulamaz.

    ornegin, dunyaca unlu bir fizikcinin herhangi bir iddiasini sorgularsaniz, alacaginiz cevap nasil ki onceki ornekler dogrultusunda "ben dunyanin en unlu fizikcisiyim, dedigim dogrudur" veya "bu kadar insani ikna ettim, hepsi aptal da bir sen mi akillisin" gibi bir sey olmaz, ayni sekilde bu konumuz baglaminda da "teorim dogrudur cunku son kitabimin ucuncu sayfasinda yazdigina gore bu kitapta yazan hersey dogrudur ve inanmayan zamani gelince karadeliklere dusecektir" gibi birsey diyemez. onun yerine kendi kendini dogrulayan soylemlerinin disina cikip, harici bir referans noktasina gore iddialarini hakli cikarmak zorundadir, "su su su deneyleri yaptim bu sonuca vardim, isteyen aynisini kendi labinda yapsin gorsun" gibi.

    ayni sekilde "x dininin kaynagi su su su nedenlerle dunyevi olabilir; tarihte sonradan kutsallikla bezenmis bircok tarikat liderinin hikayesi var, din kurup basarisiz olan bircok insan var, bunlardan bazilarinin epilepsi hastaliginin inanclarina etki ettigi biliniyor, bu sartlar altinda allah inancinda bir sakatlik gormezsek dahi, 1400 yil once yasamis bir sahsin gercekten sozkonusu allahin elcisi oldugunu nereden bilecegiz" diyen birine "cunku x dininin kitabinin ikinci sayfasina gore x dini gercektir, kaynagi dogaustudur" demek tamamen anlamsiz birsey, acemi bir totoloji. oysa ki, "hayir cunku one surdugun nedenler hatali", "hayir cunku x dininin kutsalligina olan inancim baska saglam temellere dayaniyor" gibi harici etkenlerle desteklenmis bir cevap lazimdir.

    hicbir inanc sistemi self-referencing'le ayakta duramaz; ustelik ayet vererek self-referencing savunma yapmayi daha da ironik kilan sudur ki, aslinda o inanc sistemleri su anda da o temeller ustunde ayakta durmuyorlar zaten. ornegin kuran'da salt "bunlara inanin, cunku bunlar dogrudur" denseydi buna kimse ikna olmazdi. elbette mutemadiyen boyle totolojiler var dini kitaplarda ama arada harici nedenlere de basvuruluyor; ornegin evren gibi, hayat gibi, insan bilinci gibi kaynagi bilinmeyen (artik bazilari neredeyse biliniyor denilebilir ama bu konumuz disinda) olgulara aciklama getiriyor, dahasi bunlarin karmasikligini on plana cikararak gucunu kanitliyor (bkz: ey yumurtaya can veren allahim), varolussal absurdlugu bir cerceveye oturtuyor (hepimiz variz cunku tanri bizi test ediyor, hayatin anlami bu), tereddutte olanlari bir odul/ceza sistemiyle iknaya calisiyor (cennet cehennem), vs.

    kisacasi dinin kendisi bile "bunlar dogru kardesim, cunku ben dedim, suphesiz gunun birinde goreceksiniz" demekle kalmayip binbir taktikle insani iknaya calisirken, bu sisteme inanan birinin savunmasinda totolojiyi on plana cikartmasi iyice garip.

    5) son olarak "bu inanc isleri akla mantiga uymaz kardesim, bosuna sorgulama, bunlarin hicbir anlami yok; ben inaniyorum ve bunu ne senin aklina ne de kendi aklima anlatmak zorunda degilim"

    geldik zurnanin zirt dedigi yere. katildigim bir cok tartismada olay burada baslayacagina burada bitiyor. bu da bende dogal olarak su ilk tepkiye neden oluyor: bu bir devekusu taktigi; insanlar celiskiye dustukleri vakit kendilerini en cok rahatlatan secenegi seciyorlar, bu da cogu zaman zaten aliskin olduklari mevcut inanclari oluyor. bu tip islemler cogu zaman bilincaltinda olup bitiyor zaten, biz secimimizi orada coktan yapmis oluyoruz, geriye bunu bilincin rasyonalize etmesi kaliyor.

    neyse bunlar spekulasyon da benim ilgimi ceken asil sey, inceledigimiz savunmanin temelinde yatan varsayim, yani inancla aklin apayri platformda olmalari. buna kesinlikle katilmiyorum, hayatimda gordugum en vahim ve yaygin tarihi yanilsamalardan biri olsa gerek. bunu kanitlamanin da cok kolay bir yolu var: kimse akilda mantikta izdusumu olmayan tamamen fantastik bir seye inanmaz. bilimsel olarak kanitlanmamis bir fenomen uzerinde fikir yuruturken vardigimiz ve inanc diye etiketleyebilecegimiz muglak aciklamalar, rahatlatici ve onyargilarimiza endeksli olmakla birlikte, bariz mantiksal hatalardan arinmis ve bilgi seviyemizle paralellik gosteren aciklamalardir. yoksa sirf bizi rahatlatacak diye kimse allahin turk irkina kaynaklik etmis bir kurtun annesi olduguna ve turklerle savasmis herkesin otomatikman cehenneme gidip sonsuza dek karniyarik yiyecegine inanmaz (hem karniyarik cok guzel bir yemektir, cehennemde asla vermezler)

    yahut dinin disinda, daha genel olarak, bilinmeyen bir olayi hic alakasiz etmenlerle aciklamaya calismayiz, bu icgudusel olarak bize ters gelir. hayatin anlami 42 kez osurmak degildir mesela, anti-madde halamin sumuklerinin alfa kanalindan uzay zaman dokusunu etkilemesiyle olusmamaktadir, klavyeme dokundukca bilgisayarim tahrik olmamaktadir, 2 kere 2'nin kiraz ettigi bir gezegen yoktur, big bang'den "once" iki cekirge tavla oynarken kavgaya tutusmamislardir, evreni "gorunmez spagetti canavari" yaratmamistir... ama allah yaratmistir deriz. cunku spagetti canavarina kiyasla allah gibi omnipotent, omniscient bir varligin evreni yaratmasi daha akla yatkin. cunku evrenin yaratici olmadan ortaya cikmasi insan zihnine rahatlik veren birsey degil, uzay-zamandan once ne vardi bunlar neden oldu sorusunu geberene kadar sormak zorundayiz ve bir yaratici bu dogrultuda bizi tatmin edecektir. hayatin anlami da osurmak degil, bu yaraticinin bizi test etmesidir. evet daha akla yatkin, tamam.

    ote yandan biraz daha ileri gidip, tipki ucan spagetti canavarini sorguladigimiz ve inanc olarak kategorize edemeyecek kadar aptalca buldugumuz gibi, mevcut dini inanclari sorgularsak ne olur? mesela yaraticinin tesaduf eseri bu kadar insanmerkezcil olmasini merak edersek, yahut bizi test etme prosedurunun ozgur iradeyle cakistigini, bizi test etme gerekliliginin ise yaraticinin sonsuz iyilik ozelligine ters dustugunu soylersek, yahut doktrinin baska noktalarini elestirip fazlasiyla dunyevi bulup (dunyevi etmenlerle rahatca aciklanabildigini dusunup), ornegin panteizmi daha da akla yatkin bulursak, bu sefer "akilla iman ayri cicekleri sulayan yagmurlardir" gibi bir ciftestandartla karsilasiyoruz, isimize gelince aralarina duvar oruyoruz ve alistigimiz sinirlarin disina cikmamis oluyor. hayatimiz boyunca tukurdugumuzu yalamak zorunda kalmamak da bonusu.

    halbuki insan kendi hayatini gozlemleyerek bu cifte standardi gozlemleyebilir. akliniza gelebilecek hemen her turlu inanciniz, aslinda hakkinda yeterince bilgi edinemediginiz konularda yuruttugunuz dogru/yanlis fikirlerdir. inanclar, henuz bilimin kesinligine ulasamamis veya dogasi itibariyle hicbir zaman ulasamayacak teorilerdir, o kadar. dogdugunuz yere, aldiginiz egitime gore bu teorilerin dogasi degisik olabilir ama az cok ayaklari yere basacaktir her zaman ve psikolojinizin ihtiyaclarina paralel olacaktir. insanin hayalgucu dusunuldugunde olasi sonsuz sayidaki inanc sistemi yerine, bu sartlari yerine getiren sadece birkac duzine ana sistemin tarih boyunca dunyada yeserdigini hatirlamak yeterlidir, ve sizin inancinizin da bunlardan yalnizca biri oldugunu. sistemlerin genel hatlarinin ne idugu belirsiz kalp gozune degil, gunun sartlarina uygunluk gosterdigini hatirlamak yeterlidir, ornegin roma eski dunyanin hakimiyken kimsenin kalp gozunun hz muhammed'i buddhayi falan gormedigi, asurlular ve hititliler kuvvetlilerken kimsenin vaadedilmis topraklar pesinde abuk sabuk collerde kosturmadigini... sizin de olum korkusu yuzunden birseye inanmak icin dogal olarak meyilli oldugunuzu.. bu seyin tam olarak ne olacagina da dogaustu gercekleri tarttigi iddia edilen iman terazimizden, ozgur irademizden ziyade, o asurlulardan romalilardan beri gelen tarihsel surec icinde belirlenmis siyasi ve demografik parametrelerin belirledigini...

    ben inananlardan inandiklari seyi kanitlamalarini beklemiyorum, inanmayanlardan bir inanc sisteminin (veya ateizmde oldugu gibi hepsinin) yalan oldugunun kanitlamalarini beklemedigim gibi. daha kucuk olcekte, hz muhammedin gercekten allahin elcisi olup olmadiginin "karara baglanmasi" da umrumda degil. zira dogasi itibariyle bu konular bilimsel yontemin kesinliginin disindadir ama olasiliklarin ve akil terazisinin degil.

    ve eger ki akil ve inanc ayri diyarlarin degil de ayni dunyanin icinde yeseren kavramlar, eger ki inanclarimizi bilgilerimiz, ihtiyaclarimiz ve onyargilarimiz isiginda akil yuruterek belirliyor ve sosyo-politik sartlara uygun olarak yayiyoruz, o zaman inananlarin en azindan doktrinlerinin mantiksal hatalarina akla yatkin aciklamalar getirebilmeleri lazim, tartisirken de yukarda bahsettigim ve atladigim bircok hatadan kacinabilmeleri lazim. bunlari yapamadan ozgurce inancini secmekten falan bahsedilemez.

    nasil ki varolussal hezeyanlarla basedemeyenlerin bir kismi kendini dine veriyor, muminlerin de "inancim sorgulamadan muaftir","hesap gunu geldiginde gorursun" gibi cocukluklari birakip, durustce kendileriyle hesaplasmalari ve gerekirse azizlerini, peygamberlerini, tanrilarini, yaradilis efsanelerini oldurup, varolussal hezeyanlarin umutsuzluk dolu pencesine kendilerini birakmalari lazim.

    edit: kafa karisikligi olmasin diye ekleyeyim, en basta dedigim, insanlarin yeterli veriyle ve ozgur ve hatasiz bir mantikla inanclarini secmedikleri, kontrol edemedikleri etmenlerin daha belirleyici olduguydu. sonda bahsettigim ise, her turlu inancin iyi kotu akla yatkin hale getirilebilir oldugu, aksi takdirde birak toplumsal bazda ciddiye alinmasini, kisisel olarak da cogumuzun onlari ikna edici bulmadigi, bu yuzden de akilla imanin ayri olmadigiydi. iki baglamda da akil kelimesi kullanildigindan celiskili gozukebilir ama epey farkli seylerden bahsettigimi dikkatle okuyanlar rahatca anlar.

    edit: takip eden fikirler ve duzgun entryler uzerine bilahare yorum yaparim (bkz: jimi the kewl) ama simdilik diyecegim su ki, bu kadar notr bir uslupla yazilmis, kimseyi birseye ikna etmek istemedigini acikca iki defa belirtmis, bilimi arkasina aldigini falan iddia etmemis sadece ufak bir noktada norolojinin konuyla olasi bir alakasini belirtmis, aslen ne din kavrami uzerine ne de hz muhammed uzerine bir kesin karara varma cabasi gutmeyen (boyle bir seyin gudulemeyecegini de acikca belirtmis), odak noktasi ilgili tartismalardaki bir takim yanlislari inclemek olan bir yazi hakkindaki bazi yorumlari okuyunca "bambaska seylerden bahsediliyor yahu" diye dusunmemek elde degil. neyse, birtakim onyargilar yuzunden okudugunu anlamakta gucluk cekenlerle ve illa yazarina gizli bir amac atfetme zorunlulugu hissedenlerle tartismanin dahi iyi bir yani var: baska bir yolla derdimi anlatamayinca zorla sukuneti ogreniyorum. bu gidisle yakinda alcakgonullu bile olurum.
  • hz muhammed, davasini ilan ettiginde mekkenin ileri gelenleri tarafindan iddiasindan vazgecmesi icin mekke emirligi, mal ve civarin en guzel kizlari teklif edildigi halde "bir elime gunesi, bir elime ayi verseniz davamdan vazgecmem" deyip erkegin uc zaafi olan koltugu, mali ve kadini ayni anda reddedebilmis bir insan olup hakkinda, mal ve kadin duskunu diyebilecek derecede ahmaklasanlarin iftira atmakta yarisa girdikleri son peygamber.
  • hz. ayşe ile olan evliliği olmasaydı hakkında başka daha ne gibi bir fikir teatisi yapılacağı merak edilen kişi imiş. kendisiyle ilgili konuşulacak o kadar çok konu var ki hakikaten meraklı gönüller rahat olsun, huzur da bulsun.

    düşünün, yüce bir tanrı en başta evreni yaratmış, dünyayı yoktan var etmiş, üzerine dağları, taşları, suyu ve toprağı serpiştirmiş, bitki ve hayvanlara can vermiş, önce erkeği olmak üzere insanı yaratmış, sonrasında milyonlarca yıl geçmiş ve biz insanların tanımıyla 6. yüzyıl adı verilen zaman aralığına gelinmiş. bu yüzyıl içinde tanrı yarattığı insanların doğru yolda olmadıklarını ve ahlaki yeterliliklerinin olması gereken konumda bulunmadığını görmüş, ki yeni bir din, yeni bir peygamber ve yeni emirler göndermeye karar vermiş. bu görev için arabistan adı verilen yerde kureyş kabilesine mensup olarak yaşayan ve adı "allah'ın sevgili kulu" anlamına gelen abdullah adlı bir arabın oğlu muhammed'i seçmiş.

    şimdi buraya kadar her şey güzel. fikir şahane. senaryo mükemmel. lakin bu aşamada tanrı'nın o ana kadar yerleşmiş yanlış ve sakıncalı tüm insani değerleri, zararlı yargıları, mutsuzluk üreten gelenek, görenek, töre, yerleşik ya da evrensel tüm kötü adetleri cümleten ortadan kaldırması, yüceliği ile kudretini tüm görkemiyle bildirmesi, alemlere tanrı kavramını çok açık bir manada ifade etmesi gerekmez miydi? kötülüğü bütünüyle kökünden yok edip yerine tüm insanlığı güzel ahlaka, ideal mutluluğa, tanrısal erdeme, insani fazilete ulaştıracak ve nihayetinde bizi ab ı hayatla (bu kelimeyi seviyorum) tanıştıracak nefis bir yaşam şeklini bizimle buluşturması icap etmez miydi?

    hem tanrı, insanlara erdemi öğretmek için, kullarına doğruluğu iletmek için illa ki yine bir insan mı seçmek zorundadır? "ol" demesiyle evreni yaratan bir tanrı, tanrısal anlamda çok basit olan böylesi bir iş için ne diye defalarca uğraşsın, elçiler ile vakit kaybetsin? yeri, göğü, her şeyi yaratan bir allah/tanrı: yaşamlarını düzenlemesi için aciz kullarına bir din göndermeye karar verdiğinde, bu işe aracılık etmesi için niçin konumları tartışmalı insanları, bir katili (hz. musa), babası belli olmayan bir çobanı (hz. isa) ya da geliniyle de evlenen bir koyun tüccarını (hz. muhammed) görevlendirsin?

    sonsuz güç sahibi yüce allah/tanrı, bir tek tanrısal dini nasıl olup da bu kadar başarısız bir biçimde insanlığa duyurmaya çalışsın, ki yıl olmuş 2008, hala ilahi dinler olarak adlandırılan dinlerden bihaber milyonlarca insan var, bir tanrı ne diye bu denli beceriksizce hareket etsin?

    bir tanrı, gönderdiği kutsal kitapların değiştirilmesine ya da söz eklenip çıkarılmasına müsaade eder mi? kurgusu baştan bozuk ayetleri kullarına tebliğ eder mi? peygamber olarak seçtiği görevlilerinin eziyete uğramasına, işkence görmesine, öldürülmesine izin verir mi? öyle bir saçmalık olur mu, tanrı katında böylesine bir acizlik vuku bulur mu? bir tanrı tek başına insanlığı mutluluğa ulaştıramaz mı? melek, cin, şeytan ve benzeri -insan kurgusu- hayali varlıklardan medet ummadan yarattıklarını huzura kavuşturamaz mı?

    bütün bu soruları bilimin ışığı altında akıl ile yol alarak çözebilen insan, huzurlu bir ruha sahiptir. aslında sonsuz hayatın sırrını bulmuştur, yaşamın gizemine ve evrenin erdemine erişebilmiştir ki ne mutlu ona.

    ~

    islam peygamberine gelelim. nihayetinde eğer benim zihnimde anlamlandırdığım türden bir tanrı olsa ve o yücelik abidesi yaratıcı hz. muhammed'i peygamber olarak seçse idi, hz muhammed'e elçilik görevinin bildirildiği 610 yılına kadar dünya üzerinde tanrısal erdeme muhalefet eden bütün olumsuzlukların, tanrı'nın biricik kulları olan insanların huzuruna ve faziletine zarar veren, mutluluğunu engelleyen tüm şer uygulamalarının tanrı buyruğu ve iradesi ile bir anda ortadan kalkması ve yerine saadeti ebedi kılacak hükümlerin konması, elçinin de hakikaten alemlere örnek olacak bir yaşam sürmesi, davranışları, konuşmaları, tavırları ve yaşayışıyla da tüm devirlere model olması gerekirdi.

    peki öyle mi olmuştur?
    isterseniz en baştan başlayalım. mü'minlerin annesi zannedilen hz. hatice, hz. muhammed ile ne şekilde evlenebilmiştir? dönemin en zengin dul kadınlarından hatice hanım, yanında çalışan kervanbaşı muhammed beyi beğendikten ve evlenmeye karar verdikten sonra bu fakir gençle nikahlanabilmek için şarabın nimetlerinden ne ölçüde faydalanabilmiştir?

    bu sorulara tamamen islam dini kaynaklarından cevap bulalım: (bkz: hz. hatice/@altay). hz hatice, kabile içindeki zayıf sosyal konumundan dolayı muhammed bin abdullah ile evlenmesine izin vermeyen babasını kıvama getirmek için sarhoş eden ve içkinin etkisindeki babasının bu aczinden faydalanan bir kadındır. islam'ın kaynağındaki bu tuhaflığın işbirlikçisi de elbette yüzü suyu hürmetine alemler yaratılan (!) abdullah oğlu muhammed'dir.

    kölelik: insanı mutsuz eden, özgürlüğünü yok eden, insan aklını, ruhunu ve bedenini esaret altına bir uygulamadır, ki insanlığa bir din gönderen tanrı'nın ilk yapması gereken işlerden biri de köleliği yasaklamak olmalıdır. halbuki islam'a bakınca kölelik kurumunu tüm azametiyle görebiliyoruz. "insanın insana kulluğunu kaldırmaması, bilakis yasal hale getirmesi" bile tek başına islami öğreti sisteminin tanrısal bir yönünün olmadığını ispat eder durumdadır. tanrı nazarında kadın, erkek, zengin, yoksul, köle, cariye, çaylak, moderatör vb. ayrımı olur mu? bize bu ayrımı yutturmaya çalışan da şüphesiz ki ya köle taciridir ya da moskoftur. (nesiller arasında ayrım yapan da terbiyesiz, pistir. yetmedi kalleştir). allah'ın karşısında bütün insanlar kul, herkes eşit değil midir? (bkz: islamda kölelik)

    ilk ayette "oku" emri tebliğ edilmesine rağmen hayatı boyunca okuma yazma öğrenmeyen, ümmi olarak bir yaşam süren son peygamber hz. muhammed de köleliği kaldırmayı bir yana bırak, bilakis -kendisi de kullanarak- meşrulaştırmıştır. son peygamberin kendisi de, kankaları olan ashabı da ölene kadar kölelerden sömürü sağlamış, hem bu dünyada hem de öbür dünyada cenneti yaşamışlardır. (bkz: cennetle müjdelenmiş on kişi)

    hz. muhammed [soluyla yemek yiyen adamı çolak yapan peygamber] islam dini ile insanlığı putlardan kurtarmamış, kurtarmak bir yana onu çöl bedevilerinin islam öncesi adetleriyle, dönemin mevcut inançlarıyla, kavminin erkek cinsel açlığı ve kendi kişisel korkuları ile harmanlamıştır:

    (bkz: allah/@altay)

    (bkz: cahiliye devri)
    (bkz: kubaba) (bkz: kybele) (bkz: kibele) (bkz: kıble)
    (bkz: şiğar) (bkz: muta nikahı) (bkz: hülle)
    (bkz: şeytan taslamak) (bkz: şeytan ayetleri)
    (bkz: hacer ül esved) (bkz: menat) (bkz: hübel)
    (bkz: tavaf/@signifier)
    (bkz: kabedeki putlar) (bkz: puta tapmak)
    (bkz: ka'b ibnu'l-eşref) (bkz: esma bint mervan) (bkz: ebu rafi abdullah ibnu ebi'l hukayk) (bkz: ben-i kurayza kabilesi)

    ~

    buraya kadar olan kısım hrıstiyan gavur masonik goministlerin saf müslümanların kafasını karıştırmak için ortaya attıkları bir olasılıktır. elbet ateistlerin içindeki korkunç boşluk kaynaklı dehşetli yalanlardır.

    hz. muhammed'in son peygamber olmadığını ya da kuran-ı kerim'in değiştirildiğini iddia edenler kesinlikle kafir, ateist, gomünist, bilgisiz, karacahil ya da misyonerdir. güzel kitabımız orjinaldir, boya, parça değişimi ya da kazası yoktur, değiştirilmemiştir, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. eden kahrolsun faşiktir, dhkp-c'lidir, müşriktir.

    bu çirkin ve asılsız iddialar iman içindeki huzurlu müslüman kardeşlerimizin aklını karıştırmak için kafirler tarafından bilerek ve maksatlı olarak yapılmaktadır. dinimiz mantık dinidir. kitabımız akıl matbuatıdır, ışık ve sevgiyi emreder.

    islamiyette her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve o şekilde tebliğ edilmiştir. hz peygamber son elçidir. hz. hatice de kadınların en şereflisidir, müslümanların annesidir. hz. ayşe mü'minlerin teyzesidir. hz. zeynep ise halasıdır. başka türlü düşünenler kesinlikle kafir, ateist, gomünist, bilgisiz, karacahil ve misyonerdir.

    müslüman dediğin kendi zayıf aklına güvenmez, güvenmemelidir. zaten dini bu insani aklımızla asla kavrayamayız. mümkün değil çözemeyiz. hem kuran sembollerle yazılmıştır. içinde 1001 türlü şifre vardır. alemler hz peygamberin yüzü suyu hürmetine, muhtemel perihan mağden'in inci gibi dişleri hatrına yaratılmıştır. hz muhammed burak isimli kuyumcu dükkanı görünümlü bir bineğe binip uzay alemini dolaşmış ve galaksiyi turlamıştır.

    bir müslüman öyle fazla düşünmez, düşünmemelidir. azıcık saksıyı çalıştırdı mı şeytan onu ziyaret eder, ki alimallah dinden çıkarır. müslüman dediğin kaderci olmalıdır, kaderine razı durmalıdır. bir açlık yaşayınca bahtını öbür kıtlığa; hemen bir sonraki felakete hazırlamalıdır. hayır ve şerrin hepsi allah'tandır diye düşünmeli, her şeyi tanrı'ya yormalıdır.

    mü'min dediğin doğuştan kazanılan tüm değerleri sorgusuz sualsiz kabullenmeli, -eğer varsa- yaratıcı'nın, yoksa doğa'nın kendisine verdiği aklı kullanmamalıdır. dinini, adetlerini, kültürünü, yaşam şeklini, yönetim biçimini, sevk ve idare edenleri sorgulamamalı, dinsel; siyasal ve yönetimsel tarihi sömürü düzenlerini fark etmemelidir. dünyaya geldikten sonra ümmetin itaatkar bir üyesi olarak yaşamını idame ettirmelidir.

    işte hayat budur. böyle bir yaşam huzura açılan kapıdır. elbette cehalet mutluluktur. cehalet hakikaten insanı mesut eder. çünkü ortalama bilgiye sahipsindir, tembelsindir, muhafaza edicisindir, bilgiye ve bilimin getirdiklerine açık değilsindir. doğuştan dayatılan, içine doğulan ailenin edinilen değerlerine sımsıkı sarılmışsındır, ki yaşamda tek amacın binlerce yıl öncesinde oluşturulmuş ve zaman içinde tabu haline getirilmiş kurallara ve emirlere körü körüne iman etmek olmuştur. tek gayen budur, ki itaat et rahat et basiretsizliğinde, akşam rüzgarında savrulur, hiçbir zaman farkına varamadan ruhunu kandırır durursun. bir gün bedenin kavrulur, toprağa konursun, kız çocuğu memelerine sahip hurilere kavuşma hayalleriyle kendince bahtiyar bir gübre yığını olursun.

    görüldüğü gibi cehalet huzurdur, kendini aldatılmaya şartlandırmak ve cesaretsizlik kaynaklı bir korkuyla gerçeklerden kaçmanın sonu budur. öbür türlüsü mutsuzluk getirir. bilimin ışığı altında akıl ile yol alarak nihayetinde yaşamın sorgulanması sonucu elde edilen bilgi, gerçeğin çölüne adım atmayı ve elbette sorumluluğu da beraberinde getirir. ilaveten insanların aldatılmasından kaynaklı huzursuzluğu. nihayetinde öfkeyi. sorgulayarak yol alan, öğrenen, bilen ve gerçeğe ulaşan özgür bir zihin, huzursuzluk -ya da diğer bir anlatımla ruhunun açlığını gidermenin verdiği huzur- içindedir ki ruhen özgürleşen bir bedendir. bu herkesin erdemi değildir. dayatılana kanmak, aileden miras kalana körü körüne inanmak cahillerin, korkakların ve yorgunların uğraşıdır. kanının emildiğini hissetmeden yaşamak, aslında mesut ve bahtiyarlığın da sembolüdür. yok sen dinini sorgulamaya başlarsan çelişkileri ve yalanları mutlaka görürsün, ki gönlüne bahar kokusunu da mutlak doldurursun.

    islam dinin peygamberinin -hem de yeri göğü her şeyi tüm evreni yaratan bir allah'ın emri üzerine- oğulluğu zeyd'in karısı zeynep ile evlenmesini aklına, vicdanına, mantığına, kişisel ahlakına, insanlığına ve erdemine kabul ettirebiliyorsan, bunda bir gariplik görmüyorsan, tarihin bu menfaat yalanının özünü gönlüne yedirebiliyorsan, hayat elbette güzeldir. senin dinin tabii ki de ilahidir, sonsuza kadar insanlara faziletli olma yollarını gösterecektir, kutsal kitabın evrenseldir, değişmemiştir, değiştirilemeyecektir. değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecektir.

    nihayetinde ya iman edeceksiniz, ki hiçbir şey sormayacaksınız. her şeyi olduğu gibi kabul edecek, takva içinde yaşayan inançlı bir müslüman olacaksınız ve ödül olarak da göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızların hizmet verdiği erkek arap cennetine, bulüğ çağındaki küçük kız çocuğu vücutlu hurilerin koynuna gireceksiniz, ya da dini sorgulayarak ister istemez ne kadar büyük bir sömürü düzeni içinde olduğunu görecek ve dinden çıkacaksınız, ki aslında hiç olmayan cehennemlerde yanacaksınız.

    islam dinine, peygamberine, kuran-kerim ayetlerine, her şeyi en başından bildiği iddia edilse de kuran'da öyle olmadığını bize ispat eden ve iki de bir fikir değiştiren ay tanrısı'na (bkz: nesh), hz. muhammed'in yaşadığı dönemde de çok şiddetli itirazlar gelmiştir ki kuran'da neredeyse bütün bu mevzular yazılıdır. eksik kısımlarını da kuran tefsirlerini ve ilgili hadisleri okuyarak tamamlayabilir, islamiyetin kutsal kitabının aslında kendi içinde tutarsızlıklar taşıyan, çelişkiler içeren, tanrı'dan gelmeyecek derecede bozuk bir kurgusu olan, 7. yüzyıl çöl arabı erkeğine hitap eden, salt çöl arabı erkeğinin yaşamını düzenleme amacını güden, konu bütünlüğüne sahip olmayan, yaklaşık yarısına yakın bir bölümünün tevrat'tan ve yahudi efsanelerinden yapılan alıntılardan oluşan bir efsaneler ve masallar kitabı olduğunu fark edebilirsiniz.

    velhasıl ortadoğu'da bir yahudi olarak dünyaya geldiysen "et ve yoğurdu" beraber yiyemezsin, bu dini bir yasaktır. müslüman bir coğrafyaya doğduysan kadınların saç tellerini örterek allah'a yakınlaşacağını zanneden bedeviler ile muhatap olursun. din adına işlenen günahlarda yok olan baharları, tarihin karanlık devirlerinden günümüze emirler bildiren otorite bağnazlığında ölen çocuk yüzleri görürsün. elbet hep üzülürsün.

    halbuki insan aklı sorgulamayı gerektirir. dayatılanı sualsiz kabul etmeyi değil. insan tarihin sömürü yalanlarında yaşamak için ruhunu zorlamamalı, masallarda bedenini yormamalı, aklın ve bilimin ışığı altında yol almalı, insanlığın sevgisine katkı yapmalı, gerçeğin içinde duyguyla var olmalıdır.

    nihayetinde kutsal olan duygudur, insandır, sevgidir. insan sevdikçe, duygulu baktıkça erdemlenir. sevgi bize tek gerekendir.
  • karısı aişe'nin evlilik yaşı 1400 yıldır ve hala tüm dünyada 9 iken nedense son zamanlarda laik türkiye cumhuriyeti sınırları içinde 17'ye çıkarılmaya çalışılan kişi. cnbc-e'nin adamın ağzındaki sigaranın üstünü çiçekle kapatması gibi oldu bu da. ne oldu? islam peygamberinin bir davranışı türk örf ve adetlerine uymadı mı? çocuk yaştakiyle cinsel ilişki fikri araplarca değil ama bizim toplumumuzca rahatsız edici ve son derece sapıkça birşey olduğu için sahip olduğumuz sahte inançları kenara bırakmak yerine çocuğun yaşını 9'dan 17'ye çıkarıp kendimizi kandırarak vicdanen rahatlamaya çalışmak çok daha kolay sanırım.
  • "pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan korkun" seklindeki bir japon atasozounu, kendisi demiscesine yakistirilan kisi.
  • alemlere rahmet olarak yaratılan.allah (c.c.) ın kulu ve elçisi.son peygamber.
  • iki ayetle başlamak istiyorum.

    kuran'da günümüzdeki ve geçmişteki cihadsever müslümanları tokatlayan müthiş bir ayet vardır, yunus peygamberin kavminden hareketle, yunus suresi 99: "eğer rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların tümü toplu halde mutlaka iman ederlerdi. hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!"

    şura suresi 48'de de peygamberi bekçiliğe karşı uyarır: " yüz çevirirlerse, biz seni onlar üzerine bekçi göndermemişiz. sana düşen, tebliğden başka bir şey değildir."

    niye bu iki ayetle başladım, şu yüzden: hizbullah ve el kaide başta olmak üzere çeşitli kesimlerin islam'dan anladığı şeyin, muhammed'e bildirilenle onun uygulamalarından farklı olduğu aşikar. tanrı tarafından belirlenen sınıra göre, müslümanların müslümanlığının bekçisi dahi olamayan bir peygamberden bahsediyoruz. peki "peygamberin kılıcı" bahsi nedir o halde? şöyle xvi. yy.'da francis bacon, dinde (kilisede-mezheplerde) birliğin yollarını ararken, sermones fideles sive interiora rerum iii.'te bir yerde şöyle der: "...dinin birliğini sağlarken, sağlamlaştırırken özellikle birliğin ve tanrısal şefkatin yasalarını yaralamamaya, bozmamaya gayret etmelidir. hiristiyanlar dünyevi ve ruhani olmak üzere iki kılıçtan söz ederler. hiristiyanlıkta bu iki kılıcın, dini yaymaya ve korumaya yönelik, kendilerine özgü yerleri ve görevleri vardır." (iii. de ecclesiae unitate: "iam, quatenus ad modos per quos conciliatur unitas, cavendum est hominibus ne dum unitatem religionis procurent et muniant, leges charitatis et societatis solvant et demoliantur. inter christianos duo tantum recipiuntur gladii, spiritualis nempe et temporalis. uterque autem suum habet locum et suo perfungitur munere in religione christiana propaganda et protegenda.") buraya kadar tamam, ancak bundan sonrasında bacon, müslümanların peygamberi muhammed'e sataşarak şöyle der: "bunların yanında muhammed ve onun gibilerin kullandığı, asla elimize almamamız gereken üçüncü bir kılıç daha vardır: bu kılıcı kullanırsak, dini savaşla yayar, vicdanları baskı altına alan kanlı zorbalıklara neden oluruz. halkın eline kılıcı vermek, halka karşı açık saygısızlıkların, geleneklere aykırı davranışların, kumpas kurmaların, isyanların desteklenmesi, suikastlerin, cinayetlerin artmasını ve benzeri sonuçları doğurur. bütün bu şeyler açıkça devletin büyüklüğüne zeval vermeye ve yöneticilerin otoritesini sarsmaya yöneliktir. oysa bu yetkinlikler zaten tanrı tarafından düzenlenmişlerdir." (a.g.e.: "sed neutiquam arripiendus est gladius tertius, qui est mahumetis aut illi similis: hoc est, ut religionem bello propagemus, aut cruentis persecutionibus vim conscientiis inferamus, exceptis casibus scandali aperti et insolentis, blasphemiae, aut machinationis adversus statum civilem, ne dum ut foveantur seditiones, animentur coniurationes et rebelliones, gladius in manus populi transferatur, et similia. quae omnia manifesto tendunt ad maiestatem imperii minuendam et auctoritatem magistratuum labefactandam, cum tamen omnis legitima potestas sit a deo ordinata.")

    "muhammed'in kılıcı"nın akıttığı kana dair, papa xvi. benedictus'un 9 - 14 eylül 2006 tarihleri arasında almanya'da yapmış olduğu konuşmada da benzer bazı ifadeler vardır:

    "...inanç işlerinde zorlama yoktur - bu, konuyla ilgili bilgi sahiplerinden bildiğimize göre, muhammed'in de güçsüz ve tehdit altında bulunduğu zamanlardan kalan, ilk surelerden. tabii, imparator kuran'da yer alan -daha sonra ortaya çıkan- kutsal savaşla ilgili hükümleri de biliyor. imparator, 'kitaplılar'la 'inançsızlar' arasındaki farklı muamele konusunun ayrıntılarına girmeksizin, şaşırtıcı bir haşinlikle, bizi yadırgatacak bir sertlikle, keskin bir şekilde konuyla, dinle şiddet arasındaki ilişkiyle ilgili, konuşma arkadaşına yöneliyor. diyor ki: 'bana muhammed'in getirdiği yeni bir şey var mı, göster bakalım. o vakit sadece, yazdığı gibi, inancını kılıçla yaymak gibi kötü ve insani olmayan şeyler göreceksin.' imparator, bunu dile getirdikten sonra, inancı şiddete başvurarak yaymanın, neden ters tepici olduğunu, daha ayrıntılı olarak gerekçelendiriyor. şiddet, tanrının ve ruhun doğasıyla aykırılık içindedir." (#10043430)

    oysa en başta sunmuş olduğum her iki ayet de burada "kan akıtıcı islam" figürünün tersini emreder. hatta bakara suresi 256. ayet de bizzat kan dökücü, cihadseverlerin islam'dan hiçbir şey anlamadıklarını da ortaya koyar:

    "dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. her kim tâğuta sırt dönüp allah'a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. kopup parçalanması yoktur o kulpun. allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir."

    muhammed'i cihadsever müslümanlardan ayıran yaşar nuri öztürk'e göre, peygamberin kullandığı kılıç, kuran'ın bildirdiği emre aykırı değildir, şöyle diyor: "...hz. peygamber'in kılıç kullanması bu kurala aykırı değildir. çünkü kılıcı nebî olarak değil, bir insan sıfatıyla kullanmıştır. o, normal görevi olan tebliği yapıyor; siz bu apaçık tebliği (belâğ-ı mübîn) engelliyorsunuz. bu andan sonra hukukun genel kuralları işlemeye başlıyor. yani hiç kimseye dokunmadan, kimseyi zorlamadan inandığı gerçekleri tebliğ eden bir insana müdahalenin vücut verdiği meşru savunma hakkı doğuyor. nebî ve ona bağlı olanlar bu hukuksal haklarını kullanıyorlar. hatta hz. peygamber ve bağlıları bu meşru savunma haklarını bile çoğu kere kullanmamışlardır. bir grup düşünün, malını mülkünü mekke'de, müşrik saldırganlara bırakarak medine'ye hicret ediyor. öteki grup, önceki yaptıkları yetmiyormuş gibi kalkıp medine'ye kadar geliyor ve hicret eden o insanları orada da zulmü altında ezmek istiyor. bunlara karşı savaşıyor hz. peygamber ve bağlıları. böyle bir savaşı 'dini savaşla yaydılar' yalanına delil olarak kullanmak akla ters düşmektir. dini kılıçla yaymak yok, fakat tebliği engelleyenlere kılıçla karşı çıkmak vardır. buradaki espriyi iyi kavramak gerekir." (y.n. öztürk, kur'an ve sünnete göre tasavvuf, sf.107, yeni boyut 7. baskı, istanbul 1997)

    küresel bağlamda islami terrör diye bahsedilen olguya dair mustafa akyol'un koymuş olduğu bir şerh var, ondan alıntılayarak hz. muhammed'in kılıcına dair kimi batılı söylemleri sürdürelim. akyol, "hâlâ islam’ın yanında ve terörizmin karşısındayım" başlıklı yazısında (http://www.derindusunce.org/…orizmin-karsisindayim/) şöyle diyor: "...bilgileri kullanırken seçici davranıyorlar; bu şekilde önyargılarına dayanan tezlerini destekleyen düşünceleri güzelce kullanıp, desteklemeyenleri hiç görmek istemiyorlar. bu şekilde islam’daki ve islam tarihindeki emsalsiz insanlık ve hoşgörü öğretisini ve örneklerini görmemezlikten geliyorlar. ayrıca, islam medeniyetinin uzun tarihi boyunca ortaya çıkan bütün kanlı sayfaları islam’a ait değerlerle ilişkilendirip müslümanların da yanlışlar yapabileceği, bunun sebebinin islam’ın yönlendirmesi değil, kişilerin kendi seçimleri olabileceği gerçeğini gözardı ediyorlar." burada, daha evvel benim #13433290 ve #13501931 nolu entirilerimde de yazmış olduğum gibi tek bir "islam"dan bahsedemiyoruz, ne geçmişte bu böyleydi ne de şimdi. islam dinine mal edilen her türlü kanlı eylem, tümüyle islam'ı bağlamaz diye düşünüyorum. bunun için de en temel dayanağım daha muhammed peygamber ölür ölmez islam'ın içinde ayrışmaların ve hzipçiliğin başlamış olmasıdır. hatta şöyle bir kurgu anlatılır hep, muhammed'in cenaze işleriyle uğraşmakta olan ali'nin, "muhammed sonrası iktidar kimin elinde olacak" tartışmasından uzakta kaldığından ali taraftarlarının tepki gösterdiği ve ali taraftarı olmayanları "muhammed düşmanı" olarak gördüğü söylenmiştir. bu kurgu sadece bu haliyle kalmamış, ayrışmalar #13501931 entirimde de belirttiğim gibi had safhaya yükselmiştir. ayrışmalardan da ayrışmalar çıkmıştır, öyle ki sonunda "hakiki müslüman" diye mutlak bir değer yargısının olmadığı anlaşılmıştır. aynı probleme alevilerin surekli katliama ugramasi hususunda da rastlarız, öyle ya "hangi 'doğru' islam anlayışı", "hangi 'doğru' islam anlayışı"nı yargılamış ve ezmiştir? düşünebiliyor musunuz "yorum kapılarının açık bırakılışı" islam'ın sunduğu her bilginin tartışılmasına, yerilmesine sebep olmuştur. (örneğin bkz. orhan hançerlioğlu, başlangıcından bugüne mutluluk düşüncesi, sf.23vd., varlık yay., 1965) islam'ın bu haliyle tartışmaya kapalı olduğunu iddia etmek yersizdir, zira daha peygamber ölür ölmez beliren, farklı görüşlerden doğan egemenlik savaşının kendisi de öyle boyutlara varmıştır ki akan kanların önü alınamamış, peygamberin soyundan gelenler bile daha ilk yüzılda katledilmiştir. yani peygamberin kılıcı hem islam dininin içinde hem de dışında ne kuran'dan ne de peygamberin kendisinden icazet almıştır! peygambere atfedilen hadislerle ilgili reşad halife, edip yüksel gibi düşünürlerin "sadece kuran'a bakalım, hadislere itibar etmeyelim, peygamber sadece tebliğ edendir. hadisler" düsturların da bu yüzden haklılığı yok değil. (şu linklerden yüksel'in "şeytani öğretiler" olarak bahsettiği peygambere atfedilen bazı hadislerin kuran'la çeliştiğine dair bir karşılaştırmalı derlemeye ulaşabilirsiniz: http://www.flickr.com/…2565@n08/2621320388/sizes/o/ - http://farm4.static.flickr.com/…81_a50b34b4d5_o.jpg)

    ancak benim asıl dikkatimi çeken husus, giovanna borradori'nin derlediği, türkçeye emre barca tarafından çevrilen yapı kredi yayınlarından da basılan terör günlerinde felsefe adlı yapıtta da rastgeldiğimiz gibi jürgen habermas ve jacques derrida gibi modern felsefecilerin hala ve hala tek bir islam fotoğrafı çekebiliyor gibi konuşmalarıdır. habermas'ın milliyetçi cuntaların yaratmış olduğu hayal kırıklığından ötürü 'bugün dinin, eski siyasi eğilimlere göre öznel anlamda daha ikna edici bir dil sunuyor olmasını' doğal karşılaması da şaşırtıcıdır. (radikal kitap, s.383, sf.12: 18 temmuz 2008 cuma : http://www.radikal.com.tr/…20.07.2008&categoryid=40) tek bir islam gibi tek bir din fotoğrafı çekilebilirmiş ve ona göre bir değerlendirme yapılabilirmiş gibi, öylesine rahat bir değerlendirmedir bu. öyle ki kant'a atfedilen "aydınlanmış bir çağda değil aydınlanma çağındayız" sözünden hareketle günümüzdeki rejimlerin bile tartışmaya açılabildiği bir ortamda "mutlak iyi"yi temsil etmediklerine dair söylem mutlak bir şekilde sunulurken, söz konusu olan 11 eylül sonrası amerika'nın yaşadığı histeri hali olunca (habermas'a göre) radikal islam ve buna bağlı olan küresel terör modernitenin panik içindeki reddi, hızı önlenemez hale gelen modernleşmeden kaynaklı bir eşitsizliğin dışavurumu tespiti de sanki bütünüyle doğruymuş gibi beraberinde geliyor. batıdan doğuya bakılınca "radikal islam" görülebiliyor da, doğudan batıya bakınca görülen başka-islam dışı radikal söylemler, oluşumlar da acaba yine modernitenin reddi olarak mı değerlendirilmeli? muhammed'in kılıcı burada farklılaştırıcı unsurmuş gibi durmasın, zira yine habermas'ın yukarıda alıntılamış olduğum gibi, "dinin ikna ediciliğine" dair tespitini sadece islamiyet değil hiristiyanlık açısından da değerlendirmek gerek. dünyada muhafazakarlaşmanın yükseldiğini görüyoruz ve burada sadece habermasçı "modernitenin reddi"ne bağlılık durumu göze çarpmıyor, ikna ediciliğin kökünde profanlaşmayı aramak gerek. kimse yoğurdum kara demez, hiçbir dindar için, içinde olduğu inanç dünyası berbat değildir. lucretius, de natura deorum'unda "tantum relligio potuit suadere malorum" yani türkçesiyle "din, insanları böylesine kötülüklere yönlendirebilir" diyordu kral agamemnon'un, kızını savaşta zafer uğruna tanrılara kurban vermesi durumu karşısında! amerika'nın ırak saldırısı altında da dinsel sebepler arayanlar yok mu, bay başkanın "haçlı seferi" gafı da hafızalarda taze!

    galiba bacon'ın öğüdünü dinleyen kimse yok, o "muhammed'in kılıcını kimse eline almamalıdır" demeye getiriyordu, ama ne hiristiyanlar ne müslümanlar felsefeci, filozof milozof dinlemiyor, daha peygamber ölür ölmez peyda olan islam içi egemenlik mücadelesinde kimsenin kuran'ın söylediklerini ciddiye almaması gibi. elden düşmeyen bir kılıç, muhammed'in kılıcı!
  • türk milletinin islamiyetten önce kızları diri diri toprağa gömdüğünü ve bu durumun muhammed'ten sonra değiştiğini sanan destekçileri var.

    arapların saçma sapan uygulamalarını örnek gösterip bir arpa boyu yol ilerleyişlerine alkış tutmak nasıl bir kafaysa çözemedim ben onu.

    dünyanın fazlaca büyük bir parçası olmayan çölleşmiş bir yarım adada, bazı cahiller dün kız bebekleri toprağa gömüyor ama bugün gömmüyor diye sevinç naraları atacak değiliz. çünkü bugün o bebek bir kadın olduğunda sansüre uğrayıp cinsel temalı bir hatasında yine toprağa gömülüp cezalandırılıyor.

    cidden biraz düşünün ya biraz ya biraz.
  • sahaya süreceği muhtemel 11 şöyle:

    ...................hatice....................
    ................................................
    cuveyriye........hafsa..........meymune
    .................................................
    ...........safiye......zeyneb(h.).......
    ..................................................
    habibe.......seleme......sûde.....zeyneb
    ..................................................
    ....................ayşe........................
hesabın var mı? giriş yap