• halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
    herşey naylondandı o kadar
    ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
    ama geyikli geceyi bulmadan önce
    hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

    geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    yeşil ve yabani uzak ormanlarda
    güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    hepimizi vakitten kurtaracak

    bir yandan toprağı sürdük
    bir yandan kaybolduk
    gladyatörlerden ve dişlilerden
    ve büyük şehirlerden
    gizleyerek yahut dövüşerek
    geyikli geceyi kurtardık

    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden

    'geyikli gecenin arkası ağaç
    ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
    çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı'
    ister istemez aşkları hatırlatır
    eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    şimdi de var biliyorum
    bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    dağlarda geyikli gecelerin en güzeli...

    hiçbir şey umurumda değil diyorum
    aşktan ve umuttan başka
    bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

    biliyorum gemiler götüremez
    neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini
    örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
    ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi
    geyikli gecenin karanlığında..

    aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    salt yadsımak için sevmiyorduk
    kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
    ne iyiydik ne kötüydük
    durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı...

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk

    'geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
    imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
    sultan hançerleri gibi ay ışığında
    bir yanında üstüste üstüste kayalar
    öbür yanında ben
    ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    domino taşları ve soğuk ikindiler
    çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    gölgemiz tortop ayak ucumuzda
    sevinsek de sonunu biliyoruz
    borçları kefilleri bonoları unutuyorum
    ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    bir bardak şarabı kendim için içiyorum
    'halbuki geyikli gece ormanda
    keskin mavi ve hışırtılı
    geyikli geceye geçiyorum'

    uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
  • geyikli gece, turgut uyar’ın hayatındaki değişikliğin sanatına yansıdığı en belirgin şiirdir. askeri hayattan sivil hayata, taşradan kente doğru bir geçiş yaşayan şair, birbirine karşıt olarak kabul edilen bu durumları, şiirinde çok güzel bir şekilde işlemiş ve yedirmiştir. ayrıca, dünyanın en güzel arabistanı, kitabı ile, yani geyikli gece şiirinin de yer aldığı kitap ile birlikte garip hareketi’nden ikinci yeni’ye de, kullandığı imgeler, olaylar ve dil farklılaşması ile geçtiği rahatça söylenebilir.

    kentli insanın, doğayla, kendiyle ve toplumla çatışması, içinde bulunduğu yalnızlık ve uyumsuzluk, uyum arayışı sırasında, kendinden çıkıp bir “form” olarak aynılaşması, turgut uyar’ın yansıtmak ya da daha ötesi içinde bulunduğu durumu göstermek için yazdığı, özellikle ikinci yeni’nin içinde kabul edilen şiirlerinde karşılaşılan öğelerdir . bu yansımanın en güzel görüntüsü geyikli gece’dir. şairin yaşamındaki geçişleri, kaçma isteğini, yalnızlığını ve ölüm imgesini ve toplumsal durumları gösteren bu şiir, korkuya, uygarlık diye pazarlanan teknolojiye karşı, onun içinde ama ona uyumsuz bir bireyin çatışması gibidir.

    ***
    halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
    her şey naylondandı o kadar

    ***
    bu iki mısraıyla başlayan şiir, korkulacak bir şey olmadığı halde korkan, tedirgin ve huzursuz olan insanın, özellikle kentli insanın tanımı gibidir. neden korkuyor, niçin kaçıyor, gibi soruların cevabı, “naylon” imgesi ile açıklanmaya çalışılmış. hem sahteliği vurgulama açısından, hem de şairin taşradan kente geçişi ile özellikle karşılaştığı doğalın karşısına çıkan, sonradan oluşmuş ya da oluşturulmuş bir pozisyon anlamında kullanılmıştır. bu iki vaziyet birbirini etkileyen ve birbirinin içine girecek sahteliği ve bunun yarattığı korkuyu ifade etmektedir.

    ***
    ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
    ***

    yukarıdaki “naylonlaşma”nın sonucu olarak gösterilen bir teknoloji durumun yarattığı hal, savaşların ve buna bağlı, yine doğal ve basit olan gibi değil de, daha büyük çıkarların ve acının karşılığı olarak yapaylığın bir sembolü olarak kullanılmaktadır.

    ***
    ama geyikli geceyi bulmadan önce
    hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
    ***
    geyikli gece’nin içi ve dışı olarak kabul edebileceğimiz iki unsur belirlediğimizde, dışında olanların, naylondan, sahte, yapay ve vahşeti, içinde olanların ise, korkudan arındırılmış ve doğal olanı barındırdığını söyleyebiliriz. burada “geyik” tabii ki doğayı, kentin karşısına konulmuş bir doğayı simgelemektedir. “gece” ise zamandan ayrı olarak, neredeyse güzel olan her şeyi yansılamaktadır: sevişme, mutluluk ve coşku. bunların birleşimi olarak şairin, hayalinde oluşturduğu “geyikli gece” ise, saf olanı, kullanılmamış ya da tüketilmemiş olanı temsil etmektedir.

    ***
    geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    yeşil ve yabani uzak ormanlarda
    güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    hepimizi vakitten kurtaracak
    ***

    dikkatle okunduğunda hemen göze çarpacağı gibi, biraz önce şiire yüklediğimiz anlamların, boşuna söylenmiş lakırdılar olmadığı anlaşılacaktır. neyin nerede başlayıp, bittiğine işaret eden şair, şiirin temelini, ikinci kıtadan itibaren bize sunmaktadır. “asfalt”ın burada teknoloji sıfatında kullanıldığı oldukça açıktır. onun bittiği yerde ise “geyikli gece” başlamaktadır. “asfalt”ın dışlanıp, güzel olanın, vakitten sıyrılmış, mekan olarak ise, sadece “asfalt”ın bittiği nokta işaret edilmesiyle “geyikli gece” olduğu gösterilmiştir. insanlara öğüt vererek “bilmelisiniz” denmekte, herkesin “geyikli gece”sinin birbirinden ayrı ama tek bir aynılığı taşıdığını, onun da “asfalt”tan kurtulmak olarak tariflendiği görülüyor. “vakit”in dışına çıkmak olarak tanımladığı şey ise, şiire girerken bahsettiğimiz bir korku ifadesi olarak tedirginlik ve telaştan azade olmanın isteğine bir göndermedir. vakit’in tanımı, belirlenmiş bir zaman, olarak yapıldığından burada anlatılmak istenen, kentli ya da modern insanın sürekli bir yerlere yetişme çabasına karşı bir göndermedir.

    ***
    bir yandan toprağı sürdük
    bir yandan kaybolduk
    gladyatörlerden ve dişlilerden
    ve büyük şehirlerden
    gizleyerek yahut döğüşerek
    geyikli geceyi kurtardık
    ***

    yabancılaştığı hali anlatmaya çalışırken bundan sıyrılmak, doğal olanı ve ona kaçışı da dövüşerek korumak istemektedir. sadece kendisinin değil, -yapmak, -etmek fiilinin içine kendisinden başkalarını da sokması ile, yalnız olmadığını, bir grubun eylemini anlattığı görülüyor. savaşlar ve kendi dışında olan için bir mücadele, doğanın tahribi ve kendi ve “biz” için dövüş, medeniyet/uygarlık/teknoloji-doğa çatışmasını yansıtmaktadır.

    ***
    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden

    ***
    “geyikli gece”nin dışındaki yaşantı, hem yalnızlık hem de birlik öğeleri taşımaktadır. gecenin içinde, herkesin kendi tasarladığı bir mekana giriş varken, dışında olanlar yalnız ama benzer sorunların ortada olduğuna işarettir. içki içmek, meksika’ya gitmek, özgür olma duygusunu, gecenin dışında olunduğunda, ona katlanmak için başvurulan yöntemler, uzaklaşma çabaları gibi gözükmektedir. buradaki şarap içme motifi, gece olan, lakin “geyikli gece” dışında olandır. daha ilerde bunun tersi bir durum da gösterilecektir.

    ***
    ’geyikli gecenin arkası ağaç
    ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
    çatal boynuzlarında soğuk ayışığı’
    ister istemez aşkları hatırlatır
    eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    şimdi de var biliyorum
    bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

    ***
    şair, bu noktada ilk defa “geyikli gece”yi bize anlatmakta, tasvir etmektedir. orasının nasıl bir yer olduğunu, oradan uzak kaldığı bir anda kişiye neyi duyurduğunu anlatmaktadır. rahatsız olmanın tersi sayılan imgelerle, doğayı ve sakinliği, güzel olanı yani aşkı, en olmazı, yüceyi, yükseği ayağının altına alış ile yeryüzü ile gökyüzünün birleştirilmesi izah edilmektedir. aşkı, “bir seviniyorum düşündükçe bilseniz” diye ifade edişi, “geyikli gece” ile onu hayalleştirmesini, mekanın (geyikli gece) aşk ile hele nasıl güzelleşeceğine tarifsiz bir durumla yaklaşması, şiirin yapısı itibariyle herkesin “geyikli gece”sinin hayalinde farklılaşması teması ile mükemmel bir uyum sağlamaktadır.

    ***
    hiçbir şey umurumda değil diyorum
    aşktan ve umuttan başka
    bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

    ***
    umut, uygarlığın dışında olan, el değmemiş olarak tarif edilen “geyikli gece”nin gerçekten oluşuna dair bir yönelimdir.
    bir önceki kıtada olduğu gibi, “geyikli gece” bir sevinç nişanesi olarak görülmekte, o akla geldikçe sürekli onun için bir şeyler yapmak istenmektedir. bu kıtadaysa, orası aklına gelince, şarkı söylemek istemekte ve şarap içmektedir. belleğine varınca, “geyikli gece” onu hayalinde korumak için hep bir eyleme girişmektedir.

    ***
    biliyorum gemiler götüremez
    neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
    örneğin manastır'da oturur içerdik iki kişi
    ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
    geyikli gecenin karanlığında

    ***
    uygarlığın ve bilimin “neonlar ve teoriler” olarak tarif edilip, kentin gecesini aydınlatabileceğini, ama kendi gecelerini aydınlatmak bir yana, içine bile sızamayacağını, “geyikli gece”de bunlara yer olmadığını anlatmaktadır. dördüncü kıtada içilen şarap, “geyikli gece”nin içinde değilken, burada, manastırda oturup içmek, bizzat onun içindedir. “geyikli gece”de artık, basit anlamda sayılamayacak bir cinsellik anlatılmaktadır; diğer “dünya”da olamayacak, ancak “geyikli gece”de olabilecek türden bir sevişme.

    ***
    aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    salt yadsımak için sevmiyorduk
    kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
    ne iyiydik ne kötüydük
    durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk

    ***
    bu iki kıta, aynı anlama gelebilecek, “geyikli gece”nin dışındaki kötülüklerin, aldatılmanın ve hüznün yansıtılması üzerine kuruludur. aldatanın uygarlık olduğu, hatırlanmasını, unutulmamasını öğütlediği şeylerin ise, “geyikli gece”nin içinde, bir nostalji tutturmak için değil de, onu yaşamak için eylenmesini istemektedir. çaresizliğin ve eşitsizliğin anlatıldığı dokuzuncu kıta ise, “geyikli gece”nin bunları barındırmadığını, garipsediklerimizin ve dışlandığımız durumların olmadığını anlatmakta, üç bardak şarapla, o dünyaya, güzel, saf ve doğal olana geçiş yapılıp, diğer taraftan kurtuluşu haykırmaktadır. “kesme avize”lerin altında gerçekleşen burjuva etkinliklerinin, semaver ve eski şeylere yönelişin, onlar açısından bir zevk, “geyikli gece”ye gelmesi beklenenler de ise zorunluluk oluşu, iki tür yaşantının “başta ve sonda ayrı ayrı” oluşu, hüzün içermekle birlikte daha çok öfke taşımaktadır. bir karşı çıkış içinde, adam bıçaklayıp, yerlere tükürsek, rahatlardık, diye anlatılan şey, toplumun, uygarlığın kısıtladığı ve belirlediği kurallara bir tepki olarak sunulmuş, sonrasında, bunları yapmaktansa, en iyisi “geyikli gece”de uyumak olduğunun söylenmesi, aslında şiirin kurgusu açısından da (bir şeyleri değiştirmek arzusu taşıyan, yine de edilgen olan kişinin tasviri olarak düşünüldüğünde) olması gerekeni, müthiş bir sarahatle yansıtmaktadır.

    ***
    ’geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
    imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
    sultan hançerleri gibi ayışığında
    bir yanında üstüste üstüste kayalar
    öbür yanında ben’
    ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    eskimiş şeylerle avunamıyoruz
    domino taşları ve soğuk ikindiler
    çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    gölgemiz tortop ayakucumuzda
    sevinsek de sonunu biliyoruz
    borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
    ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    birbardak şarabı kendim için içiyorum
    ’halbuki geyikli gece ormanda
    keskin mavi ve hışırtılı
    geyikli geceye geçiyorum’

    uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

    ***
    şiirin bu son kıtasında anlatıcı iki kere “geyikli gece”ye gidiyor, geliyor ve anlatıya oradan devam ediyor. aslında “geyikli gece”ye bir gidiş değil de daha çok bir kaçış söz konusudur. borçlardan, bonolardan, çaresiz kaldığı bu yaşantıdan bir kaçış. ve şarap içişi de bu kaçışın, unutuş halinde ortaya çıkmasıdır. içki içilir, “geyikli gece”ye geçilir, bir kadın yıkanır. sevinç, arzu, mutluluk ve doğallık bu kaçışın içindedir. unutmak bu bakımdan yararlıdır ve ancak şarap sayesinde olmaktadır. kentli yaşamına ayak uyduramayan, onun sıkıntılarından tükenmiş, vakitsiz ve hayali bir dünyaya geçiş yapmak, uygarlığın karşısına, en başta hayali koymak, onun içine ise, kendi belirlediği bir doğayı yerleştirmek şairin, şiirin amacıdır. uyumsuz olanın zavallılığından çıkması da, öfkesini bastırması da ancak bu şekilde olmaktadır.

    bu arada şunu unutmadan; bu yazı da alıntı olmasa da bir kaynağın yararlı olduğunu, ondan etkilendiğimi söylemeliyim.
  • "üç ev görsek bir şehir sanıyorduk" hadi otur bir kitap yaz... konu belli...
  • turgut uyar'ın başucu eseridir.

    "durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı"
  • dua gibi bir şiirdir...
    insan ne zaman ki yorgun hissederse hayat mücadelesinde kendini, okumalıdır bu şiiri...
    ya da umutsuzluk yakaladığında olmadık bir yerinden ciğeri...
    ya da yanlız hissetse üç ev görmenin hayalini kurmalı meksika'da...
    ve güzeli, o eski dost özlendiğinde (bkz: mrblack), geçmiş zaman turguy uyar geceleri anısına, okunmalıdır... onun da ruhu hissetsin, uzanıp kendi yanaklarından öpsün diye...
  • turgut uyarın en iyilerinden .. kötüsü var mı ki
    "halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
    her şey naylondandı o kadar"
  • bana göre tüm şiirlerin yazılma sebebini açıklayan,
    birçok şeye benim tarafımdan son noktayı koymuş,
    başka başka şiirlerde hep karşıma çıkan,
    şiirler üstü bir şey, bir "hal"dir geyikli gece.
  • 'hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıcaklasak yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk...'
  • sırf son dizesi bile herşeye rağmen geçen bir ömrü anlatmaya yeter dediğim turgut uyar şiiri.
    " uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum."
  • cevapları içinde gizli bir soru. soruları içinde doğan bir cevap. öperken öldüren cani bir aşık. giderken gelen mayıslı bir umut. kendi yanaklarına uzanmaya üşenenler için bir define haritası. her şey ve herkes geçer adlı kainatın orta yerinde yapayalnız sıkıntı çeken tüm varol uş'ların saçına uzanan anadolulu bir şefkat eli. insana kendini, kendi hissettiren bir turgut uyar merhemi. çalıyorum. çalıyorum. çalıyorum.
hesabın var mı? giriş yap