• konunun dört acı tarafı var:

    1. ifade özgürlüğünün bir sınırı var muhabbeti. ben yazmaktan yoruldum bu adamlar bunu tekrarlamaktan yorulmadı. ifade özgürlüğü hukuki bir kavramdır. senin kahvehanedeki ahmet abiyle olan hukukundan bahsetmiyorum avrupa insan hakları sözleşmesi madde 10 ve ilgili içtihattan bahsediyorum. ifade özgürlüğü tam da çoğunluğun fikirlerine ters düşen fikirler için geliştirilmiştir. yani %99'u siyahçı olan bir ülkede sen "beyaz doğrudur" diyorsan esas o zaman ifade özgürlüğün korunmalıdır.

    2. belli başlı dini ritüelleri ya da gelenekleri abuk subuk bulan herkesi "prim yapmaya çalışıyor yeaa" diye geçiştirmeye çalışmak. bu üzücü çünkü söyleyenin beynini kullanmadığını çok belli eden bir tavır. fazıl say, avusturya'da dünyaca prestiji en yüksek düzeyde bir konser verdikten birkaç gün sonra aynı muhabbet yapılmıştı. evet kardeş bu adamlar senin kahvehanende prim yapmaya çalışıyor, sanatlarında en tepeye oynamak yetmiyor.

    3. müslümanların hiçbir dogmaya karşı çıkmaması, sorgulamamayı ve biat etmeyi hayatlarının birinci koşulu yapmaları. al mesela sana'a 1 ve kuran'ın kökleri orada duruyor oku güzel kardeşim. dininin aslını araştırınca, sorgulayınca ateyiz olmayacaksın merak etme. rönesansı uzaydan gelen ateyizler değil birçoğu din adamı olan ama bilim ve zekaya inançları dini dogmalara olan inançlarına üstün gelen insanlar yaşattı ve o nefret ettiğin batı (kölecilik vs. atladığımız yok konudan uzaklaşmamak adına değinmeyeceğim) hala bu bilim ve sorgulama üstüne kurulu düzenin ekmeğini yiyor. al mesela (bkz: descartes)

    4. herkes müslüman olmak zorunda değil. herkes müslüman olsa bu sefer sünni müslüman olmak zorunda değil. aman tadımız kaçmasın ali rıza bey tavrıyla iktidar müslümanı olmayan insanların zorbalığa karşı durmaması. bir yazar ne güzel belirtmiş: "laikleri bir kaşık suda boğacak bağnazları hala incitmeme derdi" diye. yeni mağduriyet yalanları yaratmamak adına insanlar neredeyse sinmiş durumda. ergenekon ve balyoz gibi hukuk skandallarında yapılan hukuk katliamını zamanında belirtmek darbeci olmakla eşdeğerdi, buna benzetiyorum biraz. burada iktidarın yarattığı algı alanı içinde debeleniliyor ya da hareketsiz kalınıyor. yemeyin bunu artık.

    edit: esasen birinci başlıkla alakalı bir karşı argüman var ona da değinelim: "kendi toplumu ve değerleri ile barışık olmama" kardeşim sen ciddi ciddi bana türkiye'de sadece ve sadece bir (1) çeşit toplum ve değerler bütünü olduğunu mu söylüyorsun? o sadece ve sadece bir tane olan toplum ve değerler bütününü bana tanımla hele bir. burada sanırım yazarın atıf yaptığı türk-islam sentezi ki bunu artık faşizm alt başlığında tartışmak daha doğru olur.

    adam olmak editi: kardeş kimse senin ataerkil zihniyetinin ürünü bir "adam" kalıbına oturmaya çalışmak zorunda değil, meselemiz insan olmak, insanca yaşayabilmek meselesi.

    kartalkondu adlı yazarın uyarısıyla sana'a 1 ve kuran'ın kökleri'ne verilen bkz. düzeltilmiştir.
  • "hakaret"in h'si olmayan tvitler nedeniyle yargilanan ve asagidaki cesur ve yerinde savunmayi yapan sanatci.
    bu yargilama sadece erdogan'in degil, bu halkin ayibidir. yazik gunah

    savunma:

    "twitter paylaşımlarımda hiçbir hakaret unsuru olmadığını savunuyorum. bu davaya konu olan üç tweet’i teker teker ele alıp açıklayacağım.

    ayder yaylası’ndan başlayalım. bu iktidarın doğayla arası pek sağlıklı olmamıştır. inşaat ve beton aşkı her zaman doğa aleyhine çalışmıştır. onlar için önemli olan her zaman pazarlanacak yeni rant alanları yaratmaktır. toprağı, alınıp satılacak arsa olarak görürler. doğaya verilen zararların tipik örnekleri arasında, örneğin kaz dağları’nda maden aramaya izin verilmesi, köylülerin karşı koymasına rağmen ikizdere’de taş ocaklarına ruhsat verilmesi, özel koruma altındaki kıyıların imara açılması sayılabilir. cumhurbaşkanı da zaman zaman bizzat özeleştiri yaparak, örneğin istanbul için şunları söylemiştir: “biz bu şehre ihanet ettik. istanbul’un kıymetini bilemedik. bundan ben de sorumluyum.” (21 ekim 2017).

    aynı şekilde ayder yaylası için de “biz burayı kirlettik, rezil ettik” dediği halde yaylayı turizm merkezi ilan ederek kentsel dönüşüm çalışmalarını başlatmış, imara açıp buranın doğal yayla olma vasfını kaybetmesine olanak sağlamıştır. işte benim tweet’im bu durumu eleştiriyor. “parmağının değdiği yeri beton edip kurutuyor” demek bir durum beyanı, bir eleştiridir. kesinlikle hakaret değil.

    ikinci tweet’in konusu cumhurbaşkanı’nın diploması. yıllardan beri tartışılıyor. vardı, yoktu. geçerliydi, değildi. sahteydi deniyor. davalar açılıyor, reddediliyor. onaylanan fotokopidir, orijinal diploma ortada yok deniyor. olay avrupa insan hakları mahkemesi’ne kadar gidiyor. bütün bunlar yıllardır kamuoyunun gözleri önünde oluyor. konuyla ilgili kitaplar yazılıyor. internete girin “erdoğan’ın diploması” diye arayın, bakın neler çıkıyor karşınıza. en son bir kurul meseleyi “özel hayatın gizliliği” kapsamında değerlendirdi. neden özel olsun? mademki yasal olarak belli bir göreve seçilebilmek için o diploma gerekli, o zaman açıkça ortaya konmalı. özel hayat kapsamına girmez ve gizlenemez. bu tweet’le ifade ettiğim gibi ben de bir yurttaş olarak bu diplomayı görmek istiyorum. bu benim hakkım. bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanımız’ın diploması tartışma konusu olmamıştı. hepsi devlet arşivlerinde yerini aldı. hepsi kesin, açık ve nettir. bu diplomayı da görelim diyorum.

    aynı tweet’in baş tarafında “alemin çocuk doğurup doğurmayacağına karışacağına” diye bir ibare var, onu da açıklamak isterim. cumhurbaşkanı ara sıra “biz kimin özel hayatına, yaşama biçimine karıştık” der, der ama açıkça bilindiği gibi üç çocuk, beş çocuk, yurttaşların kaç çocuk yapacağına bile o karar vermek ister. bu da beni rahatsız ediyor ve bu tweet’le o konuyu eleştiriyorum.

    üçüncü tweet’teki çobanlık meselesine gelince: bir gün cumhurbaşkanı şöyle dedi: (14 kasım 2016) “çobanlık felsefesini anlamayan, insan yönetemez. ben de bir çobanım.” işte bu konuşma son tweet’ime ilham kaynağı oldu. kendisi çobanlığı gururla kabul edip savunduğuna göre burada hakaret söz konusu olamaz. o çobanlığı tercih edebilir ama ben sürüden biri olmayı kabul etmiyorum. çağdaş bir toplum özgür bireylerden oluşur, halk koyun sürüsü olamaz.

    türk usulü başkanlık sistemi ülkemiz için felaket oldu bence. benim asıl eleştirdiğim budur. başkanlık sistemine başından beri kesinlikle karşıyım. tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bir sistemde halk huzur bulamaz. nitekim bu sistemin yürürlüğe girmesinden bu yana, kısa zamanda siyasi, sosyal, tüm alanlarda zararlarını gördük; dengeler bozuldu, sistemin sürdürülebilir olmadığını anladık.

    en önemlisi, ülkemizin ekonomisi çöktü. paramız büyük bir hızla ve durdurulamaz biçimde değer kaybetti. enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı, yoksul kesimin giderek daha yoksul olması bu sistemin çıkmazını açıkça ortaya koydu. dilerim ilk seçimde bu ucube sistemden kurtulup yeniden parlamenter sisteme geçer, onu geliştirir, demokrasiyi yeni baştan inşa eder, huzur buluruz.

    teker teker tweet’lerimin savunması böyle. genel duruma bakarsak ülkemizde, son 6 yıl içinde cumhurbaşkanı’na hakaretten 38 bin dava açılmış, bu herhalde bir dünya rekoru. durumun nedenlerini araştırmak gerekiyor kanımca. neden bu kadar çok dava? daha önceki dönemlerde bu tür davalar yüzlerle sayılırken bu dönem birdenbire on binleri konuşmaya başlıyoruz. demek ki ifade özgürlüğüne ciddi bir saldırı var, baskı var burada. suskun, evet efendimci bir toplum isteniyor. soru sorulmasın, eleştiri yapılmasın, iktidara koşulsuz biat edilsin. insanlar hapse atılmaktan korkup sussunlar, bu mudur amaçlanan?

    üstelik avrupa insan hakları mahkemesi de şorli kararıyla artık cumhurbaşkanı’na hakaret diye bir suç kabul etmiyor, insan haklarına aykırıdır diyor. bu suçtan ötürü göz altına alıp yargıladıklarınıza 7 bin 500 euro tazminat ödeyeceksiniz diyor. bunun üstüne benim başka bir şey söylememe gerek kalmıyor sanırım. takdir sizindir."
  • güneşin etrafında kaç kere döndü dünya, bilmiyorum. bugüne kadar kendisini kaç kere izledim; kaç kere gördüm; kaç kere duydum; saymadım. değişmeyen tek şey varsa o da, yaşamaya dair şiirini her okuduğunda, göğsüm gözle görülür şekilde inip kalktı her defasında. belki gözlerim de doldu ya, orası lafügüzaf.

    bu akşam, hepsinden farklı olarak, biraz da şans eseri ya, yaşamaya dair'i okurken sahnenin sol tarafına doğru geldi, usul usul eğildi, yaşının verdiği yorgunluğu içindeki heyecanla gizleyen gözleriyle, gözlerime değdi;

    "yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin!"

    şimdi, gözlerime öyle "yaşa!" dercesine bakıp da bu iki dizeyi söylemişken, yaşamaktan başka şansı kalır mı insanın?

    yaşayacağım.
    ana rahmine yeni düşmüş bebeğin umutla bakacağı bir dünya için.
    zeytin de dikeceğim üstelik.
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil.
    ölmekten korktuğum halde, ölüme inanmadığım için.

    "yaşamak yanı ağır bastığından."
  • dedesinden kalan eminönü'ndeki hanı tiyatroya çevirecek kadar sanat aşığı insan.onu "parayı cukkalamak"la suçlayacak insanların tamamı o imkana sahip olsalardı ay başlarında elinde portmoneyle dükkanlardan kira toplamaya gidecekken,esen yelden yana görünüp devlet yardımlarını "cukkalayacakken",uyduruk tv kanallarına(trt dahil) kıçı kırık sanat programları yaparak halkın vergisini,bandrolünü balya balya cebine atacakken;kendisi tevazu içinde hayatını doğru bildiğini yapmaya adamış ve -ben de dahil- kendinden sonraki jenerasyonlara tiyatro,şiir,hasılı sanat zevki aşılamayı tercih etmiştir.keşke bu emeğinin karşılığı ona daha çok para olarak dönseydi.ergen devlet büyüğü çocuklarının 'danışman' sıfatıyla kazandıkları paraların yüzde birini kazansaydı keşke.itin köpeğin ağzına düştüğüne değecek bir yaşam standardı olsaydı keşke
  • sene olmuş 2015, hala "kutsala hakaret" zihniyetinde olanları bize gösteren sanatçıdır. kutsalın sana kutsal, bana değil, o yüzden ister hakaret ederim, ister överim. bu sadece beni ilgilendirir.

    düşünce özgürlüğünün bile bir sınırı olması gerektiğini zanneden, öyle olsa adının özgürlük olamayacağını anlayamamış şeylerin eleştirdiği, yetenekli tiyatro oyuncusudur aynı zamanda.
  • kimse nazım hikmeti onun gibi söyleyemez kanımca..
  • genco erkal eşittir, nazım hikmet. tuncel kurtiz eşittir, şeyh bedrettin destanı. müşfik kenter eşittir, orhan veli. ne güzel eşitlikler zinciridir ki tam karşılığını bulmuştur.
  • "biz 1 mayısları 1 haziranda kutlarız, herkes de şaşar bu işe." demiştir.
  • konu$urken bile $iir okur sanki
    korkunc guzel bi ses tonu
    super kir saclar
    a$ik olunabilir bi adam
    tehlikeli
  • bıraksan "şeytan taşlayacağım" diye elin suudilerine taş parası ödeyip, sonra da ezilerek ölecek kafadaki gençler tarafından eleştirilen, eski toprak bir sanatçımız.

    ne değermiş arkadaş ya...
    biri bir twit atınca rencide oluyor ama en kutsal yerinde, insanlar göz göre göre, üstüne vinç düşürülerek filan öldürülünce gıkı çıkamıyor.

    pes.
hesabın var mı? giriş yap