• yanilgi icinde olmak..kendini bilmezlik..
  • gaflet içinde olabileceğini aklına bile getirmemek en büyük gaflet olabilir mesela. hatta o gaflette olma ihtimalin doğduğun andan öldüğün ana kadar saklıysa, gafletten çıkılmaz, yalnızca farkına varılır, o da şansın varsa.

    yoksa, fanatik eğilimler kök salabilir. öyle ki, içinde bulunduğu gafleti benimseyip aşmaya çalışanı gafil belleyip, onu gönül gözü kapalı veya duruma göre vatan haini olmakla itham etmeye başlayabilir insan. bu gafletin karşısında yapılacak pek bir şey yoktur maalesef. kendinde ve başkalarında kendini sürekli tekrar eder durur. ve hep bir gafil avı gibi yayılır, kendini ayakta tutar. genetik olarak maymuna mı daha yakınız zombiye mi karar veremezsiniz. kanınıza işlerler, kuşatırlar, sustururlar, hizaya getirirler, gaflet içinde olabileceğinizi baştan kabul ederek konuştuğunuzu bile göremezler, görse bile inanmaz, gafil avlanmak istemezler. şüphesiz ki bilmezler, yalnızca aptallar ve ölüler fikir değiştirmez.
  • dalalet'in kardesi
  • gaflet, olaylardan, denk gelinen insanlardan, karşı karşıya kalınan durumlardan bir anlam çıkaramamak ve onların gelişigüzel cereyan ettiğini sanmaktır.

    nasıl ki, rüyalar gelişigüzel ortaya çıkmamakta ve yorum gerektirmektedir, aynı şekilde dünyanın tüm olayları da kalbi uyanık bir kimse için yorum ve tevil konusudur.

    karşımıza çıkan her insan, her olay, her durum bir kelimedir ve kainat bizimle o kelimeler vasıtasıyla konuşur. taşlaşmış kalpler/bilinçler bu konuşmayı algılayamaz. varoluşu kendi kalbi gibi cansız zanneder.
  • aslında her an o’nu hatırlamak, övmek, sevmek; o’ndan korkmak dolayısıyla günahlarımıza tövbe etmek içindir. bunun dışındaki hallerimiz gaflettir.

    gaflet fark edildiğinde yok olan bir perde gibidir. perdeler kalkınca hayat sahnesi, sahne arkası dahil görüş alanımıza girer ve ne için olduğumuzu anlarız. aslında biz o’na ne kadar uzaksak o’nun bize bir anlık bile olsa çok yakın oluşunun anlaşılması da denilebilir.
  • bize iddiasız kalabilmeyi nasip et ya rabbelalemin. sönücü bir meşaleye aldanıp da güneşlik taslayanlardan olmayalım, ne olur o zaman halimiz? şaşırdıkça haddimizi bildir, bildir ki hamdımızı daim kıl.
  • gaflet; en önemli görevi düşünmeyip, cenâb-ı hakk’a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmaktır. nefsine ve heveslerine bağımlı olarak allah’ı ve emirlerini unutmaktır.

    gâfil insanların bazı vasıfları vardır.
    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “allâh’ı unutan ve bu yüzden allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (haşr, 19)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “dünya akıllı insanların ganimeti, cahillerin gafletidir.” (gazzâlî, ihyâ, ıv, 373)

    şöyle bir kıssa nakledilir:

    dükkânı şehrin çıkış kapısında bulunan bir bakkal varmış. o kapıdan ne zaman bir cenâze çıksa yanında bulundurduğu testiye bir meyve çekirdeği atar ve bir ay sonra da onları sayarak:

    “–bu ay şu kadar kişi testiye düştü!” dermiş.

    ecel tokmağı bir gün onun da kapısını çalmış. epey bir zaman geçtikten sonra, ölümünden habersiz bir dostu kendisini ziyârete gelmiş. onu göremeyince de komşularına:

    “–burada oturan bir bakkal vardı; ona ne oldu?” diye sormuş.

    oradakiler de hep bir ağızdan şu cevabı vermişler:

    “–o da testiye düştü!..”

    unutmayalım ki her canlı bir gün mutlakâ ölümü tadacaktır. ecel denilen o testiye düşmeyecek bir insan yoktur. fakat insanoğlu, ekseriyetle çevresindeki insanların birer birer dâr-ı bekya göç edişlerini seyreder de, yine de gafleti sebebiyle ibret alamaz, kendini dâimâ ölümden uzak görür…

    aslında insan, ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. nitekim yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcud olan, fakat insanın gaflet ve acziyeti sebebiyle çoğu kez habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında çok ince bir perde olduğunun bir göstergesi değil de nedir?

    gâfil bir kimse, hayatı nefs gözlüğüyle seyrettiğinden, bir gün mutlaka karşılaşacağı ölüm, diriliş, hesap, sırat gibi zor menzilleri unutur. ilâhî nîmetler karşısında nankörlük ederek pervasızca günahlara dalar. cehâlet, şehvet, ihtiras, kibir, gurur, cimrilik ve öfke gibi hamâkat manzaraları sergiler.

    kalbi gafletle perdelenen gönül, hakikati idrâk edemez hâle gelir. bu sebeple büyükler, üç sıfatla muttasıf olan insanların aslâ hak dostu olamayacaklarını bildirmişlerdir. derin bir gafletin neticesi olarak kişide hâsıl olan bu üç vasıf; cimrilik, kibir ve ahmaklıktır. (osman nûri topbaş, genç dergisi, şubat-2012)

    her nakşında ayrı bir hikmetin sergilendiği bu ilâhî dershânede insana ihsan edilen nimetler, kişinin gönül dünyasına göre ya hayra götüren veya şerre sürükleyen iki uçlu bir bıçak gibidir. insana düşense, -rabbi’nin kendisinden arzu ettiği şekilde- âhiret rotası üzere yaşanan bir dünya hayatıdır.

    yâ rabbi! biz kullarını gâfillerden eyleme. cümlemizi, kalpleri allâhın zikri ile huzur bulan, allâh’a kulluk idrâkini gönüllerinde dâimâ canlı tutan sâlih kullarının zümresine ilhâk eyle!

    âmîn…
  • aymazlık.
  • • gaflet, her zaman hürmetsizlikten, küstahlıktan meydana gelir. hürmet, üstün görme, insanın gözünden görüşe engel olan hastalığı giderir de göz gerçeği görür.

    • gaflet ve kötü bir huy olan unutkanlık, hürmet ve saygı ateşi ile yanar gider.

    • onun heybeti, büyüklüğü, insana uyanıklık ve anlayış verir. gönülden unutkanlık da, yanılma da çıkar gider.

    • yağma zamanı halkın uykusu kaçar. “hırkamı çalacaklar.” diye kimse uyumaz.

    • hırkayı çaldırmak korkusu ile insanın uykusu kaçarsa, ya can korkusu varken, unutkanlık uykusu gelebilir mi ?

    • “unutup işlediğimiz günahlardan ötürü, bizi suçlu sayma!” ayeti buna şahittir. çünkü unutmak da bir bakımdan suçtur.

    • bu sebepledir ki, unutan bir kimse hürmette, saygıda kusur etmiştir. hakk’ı her şeyden üstün görmenin kemaline ulaşamamıştır. yoksa unutkanlık, ona nasıl hücum edebilirdi ?

    • gerçi unutmak zarurî olarak, çaresiz gelir çatar. fakat insanın da unutmamak için sebeplere sarılması elindedir.

    • çünkü insan cenab-ı hakk’a hürmette, tazîmde kusur işler, gevşeklik gösterirse, bundan unutkanlık, yanılma ve şaşırma meydana gelir.

    • nasıl sarhoş, sarhoşlukla cinayetler yapar, sonra da; “özrüm vardı, ben kendimde değildim, ne yaptığımı bilemiyordum.” derse...

    • ona derler ki: “ey kötülük eden kişi, o içkiyi, sen kendi dileğinle içmedin mi ?

    • kendinde olmayış, sana kendiliğinden gelmedi. onu sen çağırdın. o dileği, ihtiyarı kendin meydana getirdin.

    • sarhoşluk, senin cehdin, senin gayretin olmaksızın gelseydi, can sakîsi senin ahdini korur, seni gözetirdi.

    • sana arkadaş olur, senin namına o özür dilerdi. ben allâh aşkı ile mest olanın küçücük suçuna, yanlışına kul olayım, köle olayım.”

    mesneviden....
  • • peygamberler dediler ki: “gönülde bir gaflet illeti peyda olur. bu illet yüzünden, insan hakîkatin düşmanı kesilir.
    • bu gaflet hastalığı yüzünden, allâh’ın verdiği nimet tamamıyla illet olur. hastalıkta yenilen yemek insana nasıl kuvvet verir?
    • ey günah işlemekte ısrar eden, direnen kişi, senin karşına nice hoş şeyler gelir, gelir ama, onların hepsi de sana kötü görünür. saf, duru su senin gözünün önünde bulanır, içilmez olur.
    2680• sen bütün bu hoş şeylere düşman oldun da, bu yüzden neye el atarsan, o şey sana kötü görünür, kötü olur.
    • sana hayat olan, dost olan kişi, gözüne hor hakîr görünür.
    • sana yabancı olan kişi, senin nazarında çok büyük ve muhterem sayılır.
    .• bütün bunların hepsi de, gönlündeki gaflet hastalığının tesiridir. bu hastalığın zehri, bütün bedene, bütün uzuvlarına yayılır.
    • önce, bu illeti defetmek gerek. çünkü, insanda bu illet bulundukça şeker bile ona pis görünür.
    2685• karşına çıkan her güzel şey, her iyi şey sana çirkin görünür. kötü gelir. hattâ âb-ı hayat elde etsen, sana ateş görünür.
    • birer mânevî hastalık olan gaflet ve kibir gibi kötü huylar ölümün ve onunla bununla didişmenin kimyası, yâni sebebidir. bu kötü huylar insanı mânen öldürür de, o kişi artık hakk’ı ve hakîkati aramaz olur.
    • o hastalık sende bulundukça, gönlü dirilten can gıdasını yersen, o gıda bedenine gelince kokar, leş kesilir.
    • nazlarla, niyâzlarla avlanan, yâni gönülleri kazanılan azîz varlıklar sana yaklaşsalar, o azîz varlıklar sana bayağı görünürler.
    • akıllı bir kimse, başka akıllı bir kişi ile dost olunca aralarındaki sevgi gün geçtikçe artar.
    2690 • fakat nefsin aşağılık nefislerle tanışması, sevişmesi, iyice bil ki her an sevgiyi azaltır.
    • çünkü nefsanî arzular peşinde koşan dostların nefsi, tanışmada bir maksat, bir fayda gözetir. onu bulamayınca dostluğunu çabucak bozar.
    233
    • eğer dostunun yarın âhirette senden nefret etmesini istemez isen, bir akıllı kişi ile, bir akılla dost ol.307
    307 zuhruf sûresi’nin 67. âyetinin anlamı şöyledir: “dünyada nefsanî dost olanlar, kıyâmet gününde birbirlerine düşman olacaklardır. takva sahipleri müstesna.”
    • nefsanî arzulara boyun eğmiş, nefsin zehirleri ile hastalanmış isen, eline ne alırsan al, o da hastalanır, illet kesilir.
    • eline bir mücevher alsan, taş olur; birine gönülden bağlansan, o sana düşman kesilir, seninle kavga eder.
    2695• kimsenin söylemediği, duymadığı bir nükte duysan, onun üzerinde akıl yorsan, onu anlasan, o nükte sana tatsız, zevksiz mânâsız gelir.
    • onu anladığın halde, zevkine varmadığın için, “ben bunu çok işittim, artık eskidi. arkadaş, sen bana bundan başka bir şey söyle” dersin.
    • bir başka taze, yepyeni bir şey duyduğunu farzet. ertesi gün ondan da bıkar, ondan da nefret edersin.
    • sen sendeki hastalığı gidermeye bak. hastalık geçince, her eski söz, sence, yeni bir söz olur.
    • o eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir. yüzlerce meyve hevenkleri bitirir, yetiştirir.

    sabır ve sükut ilâhî rahmete sebep olur. belirti ve şahit arayışın, hastalık eseridir.
    • “susun.” âyeti308 emrini kabul et ki sevgiliden susmanın karşılığı canına bir lutuf gelsin
    308 a’raf sûresi, 204.
    • fazla sözü sat da, yerine can bağışlamayı, mevkî peşinde koşmamayı, fakirlere bol bol sadaka vermeyi satın al. • böyle yap da, allâh’ın lutfu seni övsün, senâda bulunsun. gök bile senin insanî mertebene haset etsin. (bkz: mesnevi)
hesabın var mı? giriş yap