• çalışma hayatına başladığım ilk günden beri böyle çalışıyordum zaten. mesleğim buna uygundu hatta benim mesleğimi yapıp freelance çalışan değil bir kuruma bağlı çalışanlar yadırganıyordu. sonra freelance bağlantılarım zamanaşımına uğradı ve yeniden bir takım bağlantılar kurma fikri gözümde büyüdü. bunun üzerine bir kurumda tam zamanlı olarak çalışmaya başladım. şansıma iş arkadaşlarım ve patronum çok iyi insanlar çıktı. bir sene gibi kısa bir sürede çok garip ama aile gibi olduk. böyle neredeyse mutlu bir anne - baba - kardeş ortamında çalışır gibi oldu. herkes çok anlayışlı, çok yardımsever ve idare eden bir yapıda.

    fakat sabah 9'da ofise gitmek, işim olmasa bile akşam 6'ya kadar orada oturmak durumunda olmak batmaya başladı bana. işler hafifleyince olayı ofisin bahçesinde piknik yapmaya kadar vardırmış, öğle yemeklerimizi iki saate yakın siesta haline çevirmiştik. öyle bir hal almıştı ki durum, bir takım sebeplerden çok geç yatıp sabah erkenden ofise gittiğim için deli gibi uykum geliyordu ve ofisteki karanlık bir odaya çekilip horul horul iki saat filan uyuyordum. gün içinde birbirimize komik videolar, işte gündeme göre siyasilerin saçmaladığı bölümleri falan izletiyor, memleketi kurtarıyor, dev geyikler yapıyorduk. çevremdeki herkes bana imreniyordu. hem eğlenip hem sıfır stres ile maaş alıyorsun falan.. e iyi tabii bu süper bir şey ama her güzelin bir kusuru var.. patron dışardan iş yaptırdığı insanlara, ofiste hali hazırda sürekli çalışanlarından daha çok para veriyordu. ya evde oturayım, gerekirse daha da az para alayım ama akşama kadar sırf vakit geçsin, dostlar alışverişte görsün diye burada oturmayayım diye söylenmeye başlamıştım. anneciğim başta olmak üzere bundan şikayet ettiğimi gören her yakınım bana buldun bunuyorsun muamelesi çekiyordu.

    sonra bir aydınlanma anı; tek bir sektör üzerine çalışmak boğazımı sıkar halde geldi. yaptığımız iş yaratıcılık gerektiren bir iş ama işte hep aynı sektöre hizmet veriyorsun ve farklı kurumlar için çalışsan da mevzular temcit pilavı gibi hep aynı. memur olan eşimin benden daha heyecanlı bir iş hayatı vardı mesela. ki hayatta heyecan arayan taraf genelde hep ben olduğumdan "ya bu işte bir yanlışlık var" lafı beynimde çınlıyor. orhan veli'nin "beni bu havalar mahvetti" dizesi de hayatımın mottosu olduğundan yazın en güzel günlerinden birinde ofisin bahçesinde kahve keyfi yaparken patrona "yeter, ben artık dayanamıyorum, işi bırakacağım" dedim. böyle ağaçlardaki kuşlar, bahçedeki tombul kedi, yan apartmandaki fast food'cunun çırağı falan aynı anda susup bana baktı. dünya durdu gibi bir an. patron şaşırdı tabii. yaptığım işten çok sıkılmış olduğumun farkında olduğunu ancak ofiste yakalanan bu aile ortamının bozulmasını istemediğini, benim iyi bir çalışan olduğumu ve burayla bağımın kopmasını tercih etmeyeceğini söyledi. o ara ajansın benden çok daha deneyimli kişisi de işi bırakacağını söylediğinden bana o işi teklif etti. e işe başladığımdan beri hep daha rahat olan ve parası çok daha iyi olan bu pozisyonu istediğim için bana teklif edildiği an sevinmedim desem yalan olur. artacak maaşımla birlikte kendimi kah italya'da kah ispanya'da fink atarken hayal ettim bir an. ama bunlar hep bir haftalık tatillerden ibaret olacaktı ve ben o ofise geri dönecek, bu döngüye yeniden girecektim.. kabus gibi. allem ettim kallem ettim ve çeşitli -ve aslında geçerli gibi- bahanelerle bu pozisyonu kabul edemeyeceğimi, şansımı freelance çalışmakta deneyeceğimi söyledim. el sıkıştık, ayrıldık medeni bir şekilde.

    freelance acayip bir şeymiş. bir kere müşteri temsilcin, pazarlamacın, çalışanın, patronun, sekreterin, çaycın hep sensin. bir kişi de işin ucundan tutmaz haliyle. çok bunaldığında laptop'ı alır bir kahvede, bir birahanede de akşama kadar takılarak çalışabilirsin. hatta bir hafta sakin bir tatil yöresine gider işleri oradan da yürütürsün. ofiste sigara içmeye çıktığın zamanda bir yüzüp gelebilirsin falan.. fakat işte müşteri bulmalısın önce. sonra hayat standardını alıştığın şekilde sürdürebilmek için en az yerleşik düzende aldığın maaşı aylık olarak çıkarabiliyor olmalısın. pek pazarlamacı, girişken biri değilim diyordum. bi bok yedim kafasında idim. fakat çelik de değişti, ben de.. değişmişim yani. devir teslim töreni için ofise gittiğimde patronum beni gayet sıcak karşıladı. ona freelance projelerimi anlattım. "vay" dedi, "çok iyi fikirlerin var ve sen bunun altından çok rahat kalkarsın.." hatta bana işleri bir seneye kadar büyüteceğimi öngörerek seneye ortaklık yapmak isteyip istemeyeceğimi filan sordu. ofisi ortak kullanabiliriz birilerini işe alman gerekirse falan. ben tabii bana gösterilen bu güven karşısında çok mutlu oldum ancak "müşteri yok kiii.." lafı beynimde yankılanıyor. potansiyel bir kaç müşteri var ama bir kesinlik yok henüz falan.. sonra bir ampül yandı kafamda. böyle akp ampülü değil de bakkaldan alınan eski ampullerden. patrona yapacağım freelance işin aslında kendisinin de ihtiyacı olan bir şey olduğunu söyledim. "beni biliyorsunuz, çalışma tarzımı beğeniyorsunuz ve bu girişime şirketinizin çok ihtiyacı olduğunu biliyorum. benimle evl.. pardon benimle böyle bir iş ilişkisine girmeye ne dersiniz?" dedim. adamcağız dumur oldu. "ben seni işte iyi bir çalışandır, orada oturur, işini yapar diye görüyordum ama senin içinden iş bitirici bir ticari zeka çıktı iyi mi.." dedi. "eyvallah patron, ee ne dersin?" diyince de önümüzdeki ay hemen başlayalım, o arada bir kaç arkadaşımı da sana yönlendireceğim iki müşterin daha olsun başlangıç için sonrasına bakarsın" dedi. hay babanın kemiği!! patronum oldu müşterim.. "tatilini yap gel, bize bir sunum yap, sonra birlikte neler yapabileceğimize bakıp hemen işi geliştirmeye başlayalım" dedi. "arada ofise gelirsin, durum değerlendirmesi yaparız ve bağımız da kopmamış olur, her şey süper!" kafasında görünce patronu ben bir sevin.. grafikeri, web masterı, benim yerime işe başlayan arkadaşı öp falan.. yok öpmedim ama öyle bir psikoloji işte..

    "sonra maaşsız çalışılan bir iş nasıl olurrr, hayatta olmazzz, aç kalırsıın, sokaklara düşersiiiin" yapan yakınlarıma durumu anlattım. onlar dumur ben dumur. dedim ilk günden müşteri bağladım iyi mi.. bir tanesi de hazırda bekliyor. onlardan şu kadar para alacağım ve alırım da yani ödeme sektiren tipler değil, biliyorum. sonra ajansın çalıştığı çok büyük bir müşterinin de benim yaptığım işe ihtiyaçları olduğu çıktı ortaya, iş saçma bir hal aldı. tek kişilik dev kadrodan çalışan istihdam etme noktasına üç ay kadar bir sürede el mahkum geçmek zorunda olacağım dank etti. böyle sabah 9 akşam 6 çalışan durumundan medya devine dönüştüm. otuz santim daha uzun, 40 kilo daha fazla olsam neredeyse aydın doğan yani.. gerçi daha dönüşmedim ama artık nasıl bir izlenim bıraktıysam sıfır mukavemetle herkesin benimle çalışmaya istekli olduğunu gördüm. ben bir sevin yine..

    bu olaylar da bir hafta içinde oluyor. bir hafta önce sandviçimi alıp ofisteki sandalyeme kurulmuş içim kurumuşken bir hafta sonra müşterilerle el sıkışma noktası. "sende acayip bir potansiyel var ama enerjin reddediyor, onu bir kırsan parayı da kıracaksın" diyen, kahve falında "bir eşik var önünde, atlayabilecek psikolojiye gelirsin ooo deve yüküyle para girecek evine" diyen arkadaşlar "biz dediydik" moduna geçti. öngördüğüm şey freelance çalışırken başımı kaşıyamayacak kadar yoğun olacağım. sabah 9'da ofise gidip bütün gün geyik yaparken şimdi belki de sabah 6'da işin başına geçip akşama kadar sadece tuvalete gidecek kadar zamanım olacağı ve çalışma saatlerimin asla bitemeyecek olması. sonra belki birini istihdam edeceğim ve bir taraftan müşterilerin isteklerine yetişmeye çalışırken bir de çalışan kaprisleri çekeceğim. mutsuz muyum? hayır.. korkuyor muyum? asla.. freelance bir eşik. müşteri bağlayacak girişimcilik ve onlarla iyi ilişkiler kuracak kadar politik olunursa, bir de işte iyi olunursa kafa çok daha rahat olur gibi. eşek gibi çalışıp mutlu olmanın tanımı bu herhalde. bu uzuuuun entryi daha iyi gelişmelerle editleyeceğimi umuyorum. şu an beni ofiste okuyan arkadaşlarıma göz kırpıyor, selamlarımı iletiyorum. viva la freelance!
  • free ve lance kelimelerinden oluşur. "küçük mızrak" anlamındaki lance, onaltıncı yüzyılda, eski italyancada, kelime anlamı "kırık mızrak" olan ve "eski asker" anlamına gelen "lancia spezzata" ifadesinde kullanılmıştır. aynı ifade ingilizceye, "en düşük rütbeli asker" anlamına "lancepesade" kelimesi ile geçmiştir. haçlı seferleri sonrası, para karşılığı hizmet veren şövalyeler ise, "freelance" olarak anılmıştır.
  • bir gün lord tadında yaşarken ertesi gün homeless moduna geçmenin, bir sonraki gün yine lordlar kamarasına dönmenin, sinüzoidal yaşam eğrisi sahibi olmanın en garantili yolu.
    yorar adamı.
  • "sabah gec kalkabileceksin" derler bunun hakkinda.

    dogrudur. gerci su da vardir, normal iste calisanlarin sabah uykudan kaltigi saatte, freelance'ci hala ayakta is yapiyor olur.
  • freelance bi iş yerinde 2 ayda sadece çalışma saatleri içinde bitirebileceğin işi, evde 1 haftada hem de hiç uyumadan bitirebilmektir
  • ön eki itibariyle sağladığı "işyerinde bi ofise çakılıp kalmama" özgürlüğünü bilgisayar başında "evin bi odasına çakılıp kalma" garantisiyle nötralize eden, üstüne üstlük "zamanın hakimiyim" havalarında salınırken yaklaşan yazı/proje/ is teslim deadline'iyla saray yavrusu bi evi bile o esnada 3,5 atan freelancer'a dar edebilecek piskolojik etki ve yetkiye sahip çalışma şekli
  • her zaman hayal ettiğim çalışma biçimiydi ve sonunda gerçek oldu. iki aya yakındır bir mobilya firmasının ürünlerinin tanıtım metinlerini yazıyorum. ama ne yazmak... günde 20 sayfaya yakın tanıtım yazıyorum ve hiçbirinin benzer olmaması lazım, çok fena kafa yoran bir iş. neyse asıl mesele freelance çalışmayı düşünenlere bir şeyler söylemek istiyorum. bir kere her zaman tatildesin ve aslında hiçbir zaman tatilde değilsin. normal bir işte sabah 9'da işte olur, 7 gibi çıkarsın ama bu işte öyle bir şey yok, 24 saat çalışmakla meşgul kafan. örneğin istediğim saate kadar uyuma lüksüm var. başlarda öğlen 1-2 gibi uyanıyordum, şimdi günden yararlanmak için uyanma saatimi 10'a çekebildim. kahvaltı, duş derken 11 gibi çalışmaya başlıyorum. ilk bir iki saat verimli çalışıyorum ama sonra telefon çaldı, kapı çaldı, iş sürekli bir şekilde bölünüyor. dolayısıyla konsantrasyon çok kolay dağılıyor. hadi biraz dinleneyim çalışırım diyorsun, nasıl olsa başında patron yok ve işleri ağırdan alıyorsun. böylelikle o iş uzadıkça uzuyor ve bütün güne yayılıyor. benim bugünkü işim daha az önce bitti mesela. bu tabii biraz benim rahatlığımla da alakalı ama insan yayıyor haliyle. mesela kurban bayramında herkes 9 gün tatil yaptı, benim bir günüm bile boş olmadı, çünkü ne kadar yazarsam o kadar kazanıyorum. kendi kendime tatil verebilirdim ama bu ödememe yansıyacaktı. bu da dezavantajlarından biri. belli bir maaşın yok. performansına göre ücret alıyorsun. ücret konusunda da şunu söyleyebilirim, işe gidecek olsam vereceğim yol ve yemek parasını çıkarınca hemen hemen aynı parayı kazanıyorum. hatta kendimi disipline sokup 7'de kalkabilsem daha da çok kazanırım. avantajlarına gelecek olursak bunu listeleyeceğim:

    1-) çalışırken yüksek sesle müzik dinleyebilir ve şarkı söyleyebilirsin.
    2-) başında bir patron olmadığı için kimsenin kaprisini çekmek zorunda değilsin. bu en güzel kısmı. kimseye kendini beğendirmek zorunda da değilsin. ego yok, yorucu insanlar yok, oh mis.
    3-) sabah erkenden kalkıp duş, makyaj, fön sıkıntılarına girmek zorunda değilsin. bütün gün eşofmanlarlayım.
    4-) yatağına uzanarak da çalışabilirsin. hatta bazen tek elimle yazıyorum. öbürüne başımı yaslıyorum falan. lakayıtlığım çok ileri boyutlarda.
    5-) kahve almaya giderken patrondan saklanmak gibi bir dert yok. kahve-sigara sınırsız...
    6-) mola zamanlarını kendin belirlersin.
    7-) çalışma zamanlarını kendin belirlersin.
    8-) özellikle kış aylarında bunun tadını yaşayacağım. karda kışta herkes dolmuşlara doluşurken sen kahveni alır, sıcacık yatağında çalışırsın.
    9-) öğle saatlerinde bi' işin varsa kimseden izin almadan gidebilirsin, işini akşam halledersin.
    10-) trafik gibi bir derdin olmaz. bu da en güzellerinden biri.

    şöyle bi' baktım da hakikaten avantajları çok fazla. ama asıl mesele şu ki bu işin en tehlikeli kısmı yaymak, işi uzattıkça uzatıyorsun ve böylelikle bütün gününü yiyor. bu huyumu alt edebilmek için şu sözü duvarıma yazdım: "bir işin en çok vakit alan tarafı o işi yapmamaktır." yani patronun yoksa biraz da sen kendine patron baskısı yapacaksın ve hız kazanacaksın. onun dışında mis gibi bir şey. özgürsün, rahatsın ve istediğin her yerde çalışabilirsin.
  • oldukça zor, oldukça yorucu ve garantisiz bir hayatı getiren tercih.

    iş hayatına 4 kişi freelancer olarak atılmıştık fakat şu anda sadece birimiz yoluna emin adımlarla devam ediyor. belirli bir firmanın, her ayın belli bir günü yatan maaşın, eşek gibi sabahlamasan da gelecek sabit paranın konformizmi; ofis hayatı, patron çilesi ve iş arkadaşı işkencesinden daha cazip geldi, idealler bir tarafa -cv'ler ilgili şirketlere- bırakıldı.
  • merdümgiriz ruhuma ilaç gibi gelen çalışma şekli. klima, pencere, müzik sesi, çıkış saati, öğle yemeği vs. artık tartışma konusu değildir. ekip çalışmasını sevmeyen ya da yapı itibarıyla beceremeyen, ancak tek başına çok iyi iş çıkaranlara özellikle tavsiye edilir*.

    hayalim, freelance çalışan sağlam bir ekip oluşturup büyük bir ajans kalitesindeki hizmeti çok daha ucuza sunmak. gâvur yapıyor valla.
  • freelance aslinda i$sizim ama kisa zamanda cok para kazanabilme yetenegine sahibim demektir. bu yuzden tembel coder' lar, dergi editorleri, bilumum kitap yazarlari rahatlikla bu kategoriye sokulabilir, hemde geri cikartilmamak kaydiyla.

    nil karaibrahimgil yada turkcell in ozgur kizi, freelance kavraminin turkiye, ortadogu ve balkanlar daki en ozgun ornegidir. kendisi dagda bayirda gezmis. bununla yetinmeyip oglanin birinide pesine takmis hem ozgur yasamis hemde kisa zamanda cok para kazanarak kelimenin sozluk anlamina ek bir katkida bulunmustur.
hesabın var mı? giriş yap