• sanki bir eline buzlu cam, diğer eline fırça almış, portreleri camdan bakarak çizmiş, dolayısıyla tuvalde tipi kayık, camda düzgün görünen portreler çıkmış ortaya. iç dünyası resimleri gibi pek karışık bir ressammış belli ki, at kırbacıyla kırbaçlanarak hizaya getirilmeye çalışılmak, annesinin iç çamaşırlarını giymek... hangi sanatçının hayatını deşsen bir dolu hüzün, keder.. sanat denen bu sesi büzüşesicenin acıdan başka beslendiği bir şey var mı ki!
  • "hayalgücü, insana ne olamadığı ile arasındaki dengeyi kurmaya yardım ederken; espri anlayışı ise, insana kendisinin aslında ne olduğunu onu avutarak söyler."
  • "kapitalist dünya düzeni diye bir şey varsa, francis bacon gibi bir siyasetçi/düşünür bir zamanlar var olduğu için vardır."

    jimi the kewl
    bahreyn, 2005

    "ondaki egemenlik hırsı her alanda, her aşamada gerek büyük gerekse küçük her işte kendini bilgelik olarak göstermektedir. felsefede bir bencil aranacaksa o francis bacon'dır. kariyeri geliştirmede secret adlı abuk sabuk kitaba değil de, bacon'ın eserlerine bakmakta fayda var. tabi batılıların new age dedikleri, bu başlıkta da felsefi ve ilmi köklerini kabataslak olarak incelemeye giriştiğim o aydınlanma zihninde egemenlik hırsı her türlü değerin altında yatan temel itkidir, humanizma yani insancıllık ile birey hak ve özgürlükleri ya da demokrasi medyanın veyahut okyanus ötesi çalışan büyük şirketlerin, silah şirketlerinin, kola şirketlerinin, fast food şirketlerinin arzuları gereğince, sorosçu zihinler (bkz: open society reforming global capitalism) gereğince okyanus ötesine bombalar taşınırken, "demokrasi götürdüğünü söyleyen" ile "demokrasiyi evinin tepesinde bomba pakedi olarak amerikan savaş uçağı kargosuyla alan" fakir ve çaresiz insanlar işte hep baconcı zihnin mağdurudurlar. hep söylüyorum bir kez daha söyleyeyim; attilla erdemli hocamız müthiş bir şey söylemişti bu yaz başında; bu yaz susuz kalacaksak, bu baconcı "doğaya egemen olmaya çalışan yeni çağ insanı" nın manipulasyonunun sonucudur."

    jimi the kewl
    ekşi sözlük, 2007

    (bkz: #11049352)
  • "..bir devletin, bu tarz silaha sarılmasını gerektirecek haklı nedenleri ya da bahaneleri kullanabilecek yasalara ya da toplumsal değerlere sahip olmasıdır. zira insanların doğalarında yatan adalet duygusu haklı bir gerekçesi yoksa (bir sürü yıkımlara yol açan) bir savaşın başlamasına, en azından göz boyamak için bile karşı çıkar. örneğin türklerin elinde her zaman için dinlerini ve yasalarını yaymak gibi bir savaş nedeni bulunur."

    ("praecepto praecedenti affine est ut status quis utatur eiusmodi legibus et consuetudinibus quae iustas illi causas, aut saltem praetextus, arma capescendi tanquam in promptu ministrent. etenim ea est insita animis hominum iustitiae apprehensio, ut bellum (quod tot sequuntur calamitates) nisi gravem ob caussam, saltem speciosam, inferre abstineant. turcis praesto est semper et ad nutum belli caussa, propagatio scilicet legis et sectae suae.")

    fr. bacon, sermones fideles, 29 "de proferendis finibus imperii"

    ekleme:

    http://www.robmillard.com/…rchives/francisbacon.png
  • "sömürgecilik nasıl yapılır" ın dersini britanya yakasından dünya siyasetine efendice veren'dir.

    "...gittiğiniz topraklarda barbarlar yaşıyorsa, asla onları işe yaramaz, boş şeylerle dost edinmeye çalışmayın, adalet ve hoşgörüyle onlara yaklaşın; ancak yine de güvenliğiniz için her an tetikte olmaktan da vazgeçmeyin, onların sevgisini düşmanlarına karşı onlara yardım ederek göstermeye çalışmayın, ancak yardıma ihtiyaçları olduğunda da bunu onlardan esirgemeyin. içlerinden bazılarını sömürgeyi kuran ülkeye yollamak da mühimdir, zira böylelikle orada insanların yaşama koşullarını görecek ve geri döndüklerinde vahşi insanlarına gördüklerini öveceklerdir. daha sonra sömürge gelişince erkeklerin yanında kadınları da getirmenin zamanı gelmiştir; böylelikle yeni kuşakların da gelmesiyle, sömürge, dışarıdan gelebilecek tehlikelere maruz kalmayacaktır. böylesine gelişmiş bir sömürgeyi bırakmak, ondan yüzünü çevirmek çok utanç verici bir şey olur, zira bu kadar çok zavallı insanın kanına girmekten ve onları korunmasız bir şekilde yapayalnız bırakmaktan başka bir şey değildir bu."

    sermones fideles, xxxiii. de plantationibus populorum et coloniis

    http://www.english.qmul.ac.uk/images/fbacon.gif
  • çelişkilerin adamı gibi durur francis bacon, ama öyle değildir, böyle olmasaydı doğal olmamış olurdu. neden mi? şu yüzden; francis bacon'ın yaşadığı çağ, bana kalırsa insanlık tarihinin gurur duyulacak veya nefret edilecek herhangi bir çağ değildi, eh zaten bu konuda en nihayetinde herhangi bir çağı yüceltip, diğerini alçaltmaya da gerek duymuyorum, bunu da "bizi ortaçağ karanlığına taşımak istiyorlar..." veya "ortaçağ karanlığı'na hayır!" sloganları atanlar için söylemiyorum sadece (karanlık gibi bir kavramın bile göreceli hale gelmesi, insanlık adına bilmiyorum nedir ama felsefe adına müthiş bir şeydir; ortaçağ 'ın gelmiş geçmiş en entelektüel çağ olduğunu söyler faruk akyol hocamız, gelin de karanlığı tartışalım!), yeniçağ din dışı batı düşüncesi ve felsefe-bilim alanında ortalığın bir hayli karışmış olmasını ortaçağ ve evvelinden bağımsız, gökten zembille inmiş bir atılımlar çağına borçlu sayanlara da hatırlatmak istiyorum. o halde yaşadığımız çağ nasıl evvelinden veyahut sonrasından bağımsız değilse, yeniçağ din dışı batı medeniyetinde ve francis bacon'da karşımıza çıkan, tespit edebildiğimiz kadarıyla bir mana ifade eden her türlü veri aslında öncüllerininin artıklarıdır. francis bacon'ın yaşadığı çağ karmaşanın, ani yükselişlerin ve buna karşılık ani düşüşlerin çağıdır. bacon'ın ülkesi yani rüşvetin palazlandığı hatta kökleştiği ingiltere'siyle, akdenizlilerin batı hindistan 'ı keşfi (india orientalis !) ardından dünyanın yeni egemenlerinin, bana kalırsa imperium romanum sonrası, ayakta kalabilmelerinin, daha da güçlenebilmelerinin çarelerini aradıkları gerçekten ama gerçekten kilisenin egemenliğine karşı insanın egemenliğinin artık tümüyle su yüzüne çıktığı bir dünyadır.

    bu yeni fakat eskinin doğal bir sonucu olan dünyanın siyaset, felsefe ve bilim alanında en mühim kişilerindendir bacon, bu çağın yaşadığı karmaşaya (en temel karmaşa sebebinin özellikle de kiliseye karşı devlet yani insanın egemenliği (bkz: niccolo machiavelli) ayrıca insanın bireysel yaşamındaki mevki savaşı olduğunu belirtmek isterim) dair pratik önerileriyle, felsefe-bilim'de aristoteles'in organon'una karşı çıkışıyla (krş. novum organum) bacon yaşadığı çağın çelişkilerini yaşar, bu açıdan bakıldığında o hiç çelişkili değildir. nos modernes yani "yaşadığı çağın modernleri"nin savaşını farklı görür bacon, şöyle der bir yerde: "modern savaşlar, savaşçılara büyük şöhretler ve onurlar kazandıran eski çağlardaki savaşlarla karşılaştırıldığında karanlıkta kalmış olarak değerlendirilebilir" (serm. fid. xxix- de proferendis finibus imperii) bacon'ın burada kastettiği silahlı savaşın aslında hiç de troya savaşı'na benzemediğidir, ama sadece böyle mi? sadece elde silahla yapılan devletler arası savaşlar mıdır eski çağların o şöhretli savaşlarının kıyısından köşesinden geçmeyen, yoksa insanın kendisiyle, kendisini tanıması ve doğaya egemenliği savaşında da bir farklılık var mı? bana kalırsa bu sorgunun yapılabilmesi için bacon en uygun denektir. bacon gerek eserlerinde gerekse diplomatik olsun, şahsi olsun kendi yaşamında işte bu farklı ve daha modern savaşın hiç de miğferine çiçek ekmiş askeri değildir, o daha küçük yaşlarda saray hayatının içinde, kraliçe elizabeth'in yani daha sonraki çağların müderrisleri tarafından ingiliz edebiyatı'nın altın çağı'na hükmeden hatta adını veren o kadının gözünde "küçük mühür bakanı"dır (anlatılan bir öyküye göre; bir gün kraliçe bacon'a kaç yaşında olduğunu sormuş, o da "haşmetmeabanızın uğurlu saltanatından iki yaş daha genç" yanıtını verivermiş. başka bir söylentiye göreyse; kraliçe ondan daha küçükken bile "benim gelecekteki bakanım" diye söz edermiş). dedim ya hiç de masum değildir bacon, bunu sadece adalet kürsülerinde aldığı rüşvetler ve hediyeler yüzünden söylemiyorum, bacon bir aynasıdır çağının, bu yüzden çıkar da size yükselmenin sırlarını, bir arkadaştan nasıl faydalanılması gerektiğini anlatabilir, bunu özellikle moral yazılarında sık sık görürüz. o montaigne gibi havada kalan beylik lafları etmez, o sırtını siyasette başta machiavelli, guicciardini olmak üzere çeşitli kafalara dayamış, insan egemen yeni çağların müjdecisi, güçlünün güçsüzü ezdiği yeni dünya düzeninin fitilini, eski çağlardan aldığı yakma gücüyle ilk ateşleyen büyük düşünür olmuş, bu haliyle "roma için iyi olan dünya için de iyidir" anlayışını "yararlı olan en iyidir" veya "benim işime gelen en iyidir" anlayışına döndürmüş, işte bu çerçeveden bakıldığında çağının en uygun aynası olmayı başarmış, adil ama hak yiyen, bilimden yana ama çağının bilim alanındaki çeşitli yeniliklere gözlerini yummuş (örneğin copernicus'un güneşin sabit, diğer gezegenlerin döndüğüne dair yeni keşfine karşılık, ptolemaios'un skolastik düşüncenin, ortaçağ hiristiyan dogmasının da desteğini arkasına almış dünyanın merkezde olduğu, diğer gezegenlerin primum mobile bir şekilde kendi çevrelerinde döndüğü görüşünü sürdürmüş, buna inanmayı tercih etmiştir. yine w. harvey'in keşfi olan kan devranı sistemini de küçümsüyordu), sömürgecilik anlayışının yerleşmesini dölleyendi (bkz: coloniae eminent inter antiqua et heroica opera) (bkz: #11103215) ama "gittiğiniz topraklarda barbarlar yaşıyorsa, asla onları işe yaramaz, boş şeylerle dost edinmeye çalışmayın, adalet ve hoşgörüyle onlara yaklaşın; ancak yine de güvenliğiniz için her an tetikte olmaktan da vazgeçmeyin" (serm. fid. xxxiii- de plantationibus populorum et coloniis) diyebilen de oydu.

    onun egemenlik hırsıyla çalkalanan çağıyla özdeşliğini novum organum'da net haliyle görürüz. idoller adını verdiği, insanın engellerini okuruz onda.

    idoller konusu novum organum, aphorismi xxxix vd. 'de geçer. (ingilizcesi için: http://getir.net/pba ; latincesi için: http://getir.net/pbb )

    idola tribus yani soy idol'ünde insanın soyundan gelen kötülükleri, insanın doğayı ve nesneleri kendi ölçüsüne göre kavraması olarak göstermiş (nov. org. i.xli: "idola tribus sunt fundata in ipsa natura humana, atque in ipsa tribu seu gente hominum. falso enim asseritur, sensum humanum esse mensuram rerum; quin contra, omnes perceptiones, tam sensus quam mentis, sunt ex analogia hominis, non ex analogia universi. estque intellectus humanus instar speculi inaequalis ad radios rerum, qui suam naturam naturae rerum immiscet, eamque distorquet et inficit.") bunu da insanın doğaya egemenliğine ilk engel olarak gösterir. ona göre eğer insan soyundan gelen kötülükleri sorgulamadan kabul eder, doğaya bu at gözlükleriyle bakarsa asla ama asla doğaya egemen olamaz.

    idola specus yani mağara idolüyle söylemek istediği ise; insanın sonradan aldığı kültür ve eğitimin onda küçük bir mağara yaratması ve sonunda kendi yarattığı bu mağaradan çıkamamasıdır. ona göre insan kendi küçük dünyasında değil, evrensel dünyada yaşamalıdır. aksi durumda ilerleme kaydedemez (nov. org. i.xlii: "idola specus sunt idola hominis individui. habet enim unusquisque (praeter aberrationes naturae humanae in genere) specum sive cavernam quandam individuam, quae lumen naturae frangit et corrumpit: vel propter naturam cujusque propriam et singularem; vel propter educationem et conversationem cum aliis; vel propter lectionem librorum, et authoritates eorum quos quisque colit et miratur; vel propter differentias impressionum, prout occurrunt in animo praeoccupato et praedisposito, aut in animo aequo et sedato, vel ejusmodi: ut plane spiritus humanus (prout disponitur in hominibus singulis) sit res varia, et omnino perturbata, et quasi fortuita. unde bene heraclitus, homines scientias quaerere in minoribus mundis, et non in majore sive communi."). bir sohbette çiğdem dürüşken hocamız çok güzel belirtmişti; bacon'ın böyle düşünmesi doğaldır, zira bu çağ aynı zamanda "in partes exteras" yani yurt dışına çıkışların, seyahatların çağıdır. bacon'ın daha küçük yaşta (1576'da, 16 yaşındayken) fransa'ya, bilgisini arttırmak üzere kraliçe elizabeth'in fransa büyükelçisi sir amyas paulet'in yanına siyaset öğrensin diye yollanmış olmasında da bir pay vardır muhakkak bu denli açılım ve yeni yerlerle birlikte, yeni insanlara da hükmedebilmenin önemini görmesinde ya da atılımı insanın küçük mağarasında yankılanan bir ses olarak tahayyül edememesinde.

    idola fori yani çarşı idolü ise onun gördüğü üçüncü engeldir. ancak bacon gibi bir kafa, eski çağların mefhumlarının oldukları gibi kaldığını söyleyebilecekti. nitekim bacon'ın burada gördüğü önyargıların zararlar galiba onun en rahatsız olduklarıdır. eskilerin bu önyargıları, insanın doğaya egemen olmasını engeller, çünkü kendi mağarasından (bu mağara platon'un mağarasından gelmektedir) çıkamayan insan aynı zamanda, mağarasındakilerle yaşamak zorunda kalandır. mağarasındakiler insanın önünü tıkar! mağarasındakiler insanın gelişimini engeller! mağarasındakiler insanın doğa karşısındaki egemenliğinin en büyük düşmanıdırlar! insan dışa açılımlı olmak zorundadır! (nov. org. i.xliii: "sunt etiam idola tanquam ex contractu et societate humani generis ad invicem, quae idola fori, propter hominum commercium et consortium, appellamus. homines enim per sermones sociantur; at verba ex captu vulgi imponuntur. itaque mala et inepta verborum impositio miris modis intellectum obsidet. neque definitiones aut explicationes, quibus homines docti se munire et vindicare in nonnullis consueverunt, rem ullo modo restituunt. sed verba plane vim faciunt intellectui, et omnia turbant; et homines ad inanes et innumeras controversias et commenta deducunt." )

    dördüncü ve son idol ise; idola theatri yani sahne idolüdür. yeryüzü oyun oynanan bir yere benzer. büyük düşünürler bu sahnede rol alırlar. düşüncelerini burada savunur, pek süslü sözleriyle insanların gözlerini burada boyarlar. pek çok kişi de burada sahneye çıkanlara bir anlam veremez, böylelikle bu oyun ve yanlışlıklar kuşaktan kuşağa sürüp gider. insan mağarasındaki büyük adamlara bağlı kalmamalıdır! insan mağarasındaki büyük adamların gürültüsünde kaçmalıdır! (nov. org. i.xliv: "sunt denique idola, quae immigrarunt in animos hominum ex diversis dogmatibus philosophiarum, ac etiam ex perversis legibus demonstrationum; quae idola theatri nominamus; quia quot philosophiae receptae aut inventae sunt, tot fabulas productas et actas censemus, quae mundos effecerunt fictitios et scenicos. neque de his quae jam habentur, aut etiam de veteribus philosophiis et sectis tantum loquimur, cum complures aliae ejusmodi fabulae componi et concinnari possint; quandoquidem errorum prorsus diversorum causae sint nihilominus fere communes. neque rursus de philosophiis universalibus tantum hoc intelligimus, sed etiam de principiis et axiomatibus compluribus scientiarum, quae ex traditione et fide et neglectu invaluerunt. verum de singulis istis generibus idolorum, fusius et distinctius dicendum est, ut intellectui humano cautum sit." ; krş. pazar yerindeki sinekler - nietzsche) insanın mağarasındaki büyük adamların büyük gürültülerinden kaçabilmesi için mağarasından çıkıp, makro mağaraya yani dünyaya açılmalıdır! her ne kadar insanın açılacağı bu yeni ve büyük dünya da ona dar gelecek, ve mars'a ayak basmanın en büyük heyecan olacağı çağlar için küçük bir adım gibi görünse de, bu kafanın skolastik dünyanın bitişiğinde hatta onun içinde kendini, yerini yurdunu yeniden tanımlamaya girişmesi en az ilk çağ filozoflarının doğaya bakışları kadar önemlidir. mutlusunuzdur yeni dünyadan, mutsuzsunuzdur, hiç farketmez; geldiğimiz nokta budur, sadece bir tespiti yapalım, sonra ağlarız veyahut güleriz.

    fransa 'da descartes neyse (ne olduğuna dair bir şeyler karalamıştım: rene descartes/@jimi the kewl), ingiltere'de francis bacon odur. onunla nasıl bir kırılma yaşandığı kabul ediliyorsa, bacon'la da benzer bir yeni aletten söz etmek gerekir. onu kendi kafamızla veya eskilerin bilgeliğiyle (onun dediği gibi; veterum sapientia) yargılayıp, çağında, daha sonradan ne menem bir şey olduğu anlaşılacak olan sömürgeci ve her alanda emperyalist zihniyetten ötürü suçlu bulmak işin en kolay yolu aslında, en başta da dediğim gibi; çelişkilerin yüzyılında, o hep arada kalmışlıktan ötürü çelişkili gibi durmaktadır, oysa o çağının adamıdır, o çağının hiç de yabana atılmayacak bir zekaya sahip, "benim memurum işini bilir" düsturuna göre; işini pek bilen büyük bir adamdır, onun büyüklüğü sadece "nam et ipsa scientia potestas est" sözünde bile kendini gösterir, o yeni dünyanın bilgisi, bilgesi, belgesidir.

    http://www.flickr.com/…tos/13263677@n02/1423680771/
    http://farm3.static.flickr.com/…57_af04cec42c_o.jpg
  • "bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir; bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir; bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir" diyen düşünür.
hesabın var mı? giriş yap