76 entry daha
  • sinema tarihinin en iyilerinden le passe. asghar farhadi'nin de halihazırda yaşayan en önemli 3-5 yönetmenden biri olduğu gerçeğinin altını da kalın kalın çizelim.

    farhadi, neredeyse her sanat filmine atfedilen ya da sanat sinemasıyla özdeleştirilen minimalizmin bayraktarlarından. fakat bu minimalizm farhadi sinemasında oyuncu ve mekan eksenli. mesele dramatik yapı ve özellikle diyalog yapısına geldiğinde tarantinoya rahmet okutacak bir diyalog yoğunluğu var son iki filminde. özellikle le passe'de.

    farhadi basit, klasik, tanıdık bir durumun otopsisini yapıyor filmde. sıradan insanın biyolojik rutininden, kültür rutinine, kosmos rutininden, toplumsal rutinine kadar. en basidin, sıradanın, görünüp geçiştirilen fiil ve oluşların kriminal çözümlemesini, kültürel çatışmaları ihmal etmeden varoluşssal çelişkinin çerçevesine ustaca iliştiriyor.

    aleladeliğin kompleks bütünlüğünü öyle ustaca çözümlüyor ki, karakterlerine söylettiği her cümle, yaptırdığı her eylem kabullenemediğimiz sıradanlığımızın gergefine bir dip not olarak ilişiyor. izleyicinin kendine tutulan aynada gördüğü şey öyle sahici ki sözcüklerin, duyguların, tepki ve reflekslerin şaşırtcı derecede sıradanlığı ve gerçekliğin kekeme ifşası temaşakarı savunmasız bırakıyor.

    yıkıcı, ezici, zalim bir gerçeklik bu. fakat gücünü gösterdiklerinden ziyade söylettiklerinden ve söyle(t)me cüretinden alıyor. seyircisini sarsmak, rahatsız etmek için neredeyse fiziksel hiçbir numaraya başvurmuyor. karakterler arası dinamikleri söylenmek istenip derinlere çekilen sessizliklerin dip noktasında şaşırtıcı bir çözümleme, patlama ve gerilimle yüzeye taşıyor. karakterleri fiziksel olarak hasar gördükleri bir zalimlik ya da çatışma içerisinde görmüyoruz. her şey ruhani ve duygularla ilgili. her şey yaşama atfedilen, kişinin kendine biçtiği, giydiği değerler keşmekeşinin bir sonucu. ama bu sonuç yüzleşmeden ziyade gizlemeye yönelik bir sonuç.

    ama farhadi ne pahasına olursa olsun yüzleşme derdinde. şarkın yüzleşmeden kaçan, suçlu, gizil tevekküllünü garbın çözümlemeye dönük pozitivist ahlakının potasında eritiyor. karakterler ancak kendi kültürlerinin dışında bir yüzleşmeye tabi oluyorlar. üstelik dışarıdan gelen (adam) bu konuda daha cesur. çünkü bu düzeyde bir çözülüş ve yüzleşme ancak büyük bir baskılanmanın ve zedelenmenin zarureti olarak ortaya çıkabilir. orada olan, bulunan (kadın) ise hala o baskıyı hissediyor. yüzleşmek tehlikeli olduğu kadar anlamsız. çünkü alışkanlıklar, öğrenilmişlikler öldürücü derecede güçlü. yüzleşmek demek zalim olmak demek, sadece başkalarına karşı değil üstelik. en çok kendine karşı.

    bu durum filmin, toplumsal, kültürel karakterle ilgili seçimlerini (bilinçli ya da bilinçsiz) netleştiriyor. doğup büyüdükleri kültürün varoluşsal özünü sindirip başka bir kültüre savrulan 3 karakterin yüzleşmek üzere çıktıkları yol o yüzden iki kat engebeli ve zorlu. çünkü savruluşlarının hem ruhsal, duygusal hem fiziksel, beşeri, kültürel elementleri bir çatışmanın ortasında. akılda ve duygularda bir tür arada kalma, geçmişten kurtulamama, hayal edilen, arzulanan güvenlik ve refah dolu geleceğe istedikleri gibi yelken açamama durumu söz konusu. geçmişin yarım bırakılmış tüm meseleleri bir kıymık gibi, bir diş ağrısı, bir yürek sızısı gibi durmadan geleceğe taşınıyor yüzleşemedikleri her an. üstelik kıta, ülke, şehir farketmeksizin.

    kurduğu duygu laboratuvarında sözcüklerin, dilin, karakterleri üstünde yaratabileceği her girift duyguyu, psikolojilerinin, yüzleşmenin dokunaklı cehennemine atılan her usul adımda ilmik ilmik çözülüşünü katmanlı, sabırlı bir şekilde aktarıyor farhadi. bunu öyle küçük dokunuşlarla yapıyor ki, duygu geçişlerinde yaşanan değişimler hızın yarattığı şaşkınlıktan ziyade halin, çözülüşün, yüzleşmenin vakarına selam ediyor. oyuncularından öyle oyunlar alıyor ki her birinin doğaçlamaya varan çerçevesiz, şablonsuz, darmadağın tartımları unutulmazlaşıyor.

    karakterlerin muğlaklığa meylettikleri tüm haller vicdanlarıyla, ahlaklarıyla, varlıklarıyla ilgili bir sınava dönüşüyor. diyaloglarda yakalanan doğallık, sözün yok edici, geri dönüşsüz süreci, sessizliğin zayıf tecridini, duvarlarla, eşyalarla, mekanlarla kurulan sözde sağlam sığınaklarını darmadağın ediyor.

    sinema tarihine (elbet benim için) geçeçek ustalık ve zerafette bir diyalog yapısı var filmin. diyaloğun işlevselliğini (üstelik bir sinema filmi olmasına rağmen) büyük tiyatro metinleriyle yarışacak düzeyde bir incelik, gerçeklik ve özgünlükle iliştiriyor filmine farhadi. 130 dakikalık geveze, kırılgan ama aynı ölçüde cesur bir vicdan ve yüzleşme manifestosunun neredeyse 120 dakikasında aynı ustalığı gösteriyor yönetmen olarak. tek bir cümle, sözcük, nida boşa gitmiyor. söylenen tek bir cümle bile doldurulmaya çalışılan boşluğun mecburiyetine teslim olmuyor. üstelik mesaj, tema, önerme gibi senaryo gerekliliklerinin yanısıra, anlatılmak, söylenmek istenen milyonlarca şeyin tercümesini evrensel bir düzeye taşıyarak. ve üstelik tek bir an gözünüze iğne batırmadan.

    eğer bir roman sinemasal olarak ifade edilseydi le passe bunun karşılığı olurdu. eğer yaşamla ilgili kendimize biçtiğimiz ahlak, namus, şeref, vicdan, haysiyet, onur, sorumluluk, sadakat gibi duyguların edebiyat dışında bir çözümlemesi yapılmaya çalışılsaydı karşılığı le passe olurdu (haliyle teoride bu ülkede neredeyse herkesin dilinde olan pratikte karşılığı olmayan kavramlar bunlar. ). eğer insanın bu dünya üstünde verebileceği en zorlu sınavın sinemasal ifadesi ortaya çıkarılmaya çalışılsa karşılığı bu meczup mütefekkir farhad'in le passe'si olurdu.

    evet asghar farhadi sinemanın mütefekkiri. tarkovski'ye atfedilen sinemanın şairi yaftası ne denli haklı ve gerçekçiyse farhad'inin sinemanın mütefekkiri olduğu gerçeği de gün gibi ortada.

    basit fikirlerden böyle derin, yoğun, güçlü, özgün sehl-i mümteni harikaları yaratmak çok çok az sinemacının becerebileceği bir şey.

    bazen sanat yapıtları içselleştirdiğimiz ve içselleştiremediğimiz tüm kavram ve durumların ötesine büyülü bir fener ve yılmak bilmeyen bir hakikat savaşçısı gibi taşır bizleri. siyaset, din, politika, ideoloji gibi kutuplaştırıcı, bölücü, düşmanlaştırıcı kavramlarla beslenen sözde hakikat ve adalet dolu obur nefretimiz bizleri duymaz, görmez, tepki vermez kılar. doğru ile yanlışın böylesine net çizgilerle ayrıldığı bir coğrafyada vicdan, ahlak ve adalet duygusunun bu denli muğlak, müphem olması yüzyıllardır yüzleşemediğimiz kötücüllüğümüzün trajikomik sonucu nihayetinde. ve eğer görmek istersek bazen böyle sanat yapıtları hiç beklemediğimiz ölçüde bir netlik ve saflıkla gerçeğin özgürleştirici ışığına uğurlar bizleri.

    sizlere naçizane tavsiyem farhad'inin bütün filmlerini ve özellikle son iki filmini izleyin ölmeden önce. hatta iki, üç kez izleyin. seyrettiğiniz şeyin (bir filmden, sanat eserinden ziyade) yaşamınızın ikiyüzlü rutinine kurduğunuz o sınırsız gabavetten teşekkül ahlak ve vicdan krallığınıza attığı o sert silleyi hissedersiniz belki de. belki bir umut silkelenirsiniz. çünkü sizler, bizler ve diğerleri, evinde yüce devletinizin, yüce polislerinizin hiçbir sebep olmaksızın öldürdüğü, katlettiği dilek doğan ve nicelerinin failleriyiz.

    filmin son sahnesinde karısının başında bekleyen samir gibi bölüştüğümüz sessizliğe kondurduğumuz korkaklığımızın bilinci günbegün içimizi kemirirken, sebep olup normalleştirdiğimiz tüm kötülüklerin, komaya girmiş insanlığımızın gözlerinden pişmanlık dolu tek bir gözyaşına, yüzleşmeye, isyan ve başkaldırışa dönüştüğü günleri görmeyi umuyoruz uyanabilmek için belki bizler de son bir umut...
45 entry daha
hesabın var mı? giriş yap