405 entry daha
  • sefalet ve sefahet:

    “dikkat ediyor musunuz? hayat pahalandıkça lükse ve eğlenceye karşı rağbet fazlalaşıyor; sefalet arttıkça sefahet çoğalıyor: taksim gazinosu*, park otel, tokatlıyan hıncahınç. yeniden lüks çay salonları ve lokantalar açılıyor. orta ve aşağı derecedeki eğlence yerleri de kalabalık. bir sayfiye evine altı ay yaz için beş yüzle iki bin beş yüz lira verenler sayısız. birinci sınıf terzilerin salonları dolup taşıyor.

    malî durumumuzdan haberi olmayan bir ecnebi, taksim’den tünel'e kadar, oraya buraya uğraya uğraya bir gidip gelse şöyle düşünür: ‘bu memlekette para pek bol ve hayat pek ucuz galiba!’ fakat bu ecnebi, köşedeki zerzevatçının bir kilo domatese iki lira istediğini görürse apışıp kalacaktır. türkiye’de herkesin birer milyoner olduğuna hükmetmekten başka çaresi kalmaz. fakat kırk lira aylıkla beş nüfus geçindiren kahramanlar olduğunu öğrenirse büsbütün şaşırır.

    bu tezat yalnız yabancıları değil birçoklarımızı da hayrete düşürüyor ve herkes biribirine soruyor:

    — yahu!.. para yok, sefalet çok diyorlar, bütün lokantalar, terzi evleri, eğlence yerleri hıncahınç... halk bu parayı nereden buluyor?

    geliniz, sizinle şu ‘halk’ sözü üstünde bir daha duralım:

    ‘halk’ kim? taksim gazinosunda gördüğünüz 300 kişi mi? pavyon barında viski içen 30 adam mı? bunlar halk denizinde birkaç damla. asıl halkı, milyonlarca halkı buralarda göremezsiniz. hovardanın har vurup harman savurduğu saatlerde, asıl halk, başını avuçlarının içine almış, düşünmektedir.

    gözümüzün önüne iki kefesi de para dolu bir terazi getirelim. gökten inen bir el bu kefelerden birindeki parayı azar azar alıp öteki kefeye doldursun. tabiî, kefelerden biri ağırlaşır, öteki hafifleyip havaya kalkar. işte, ağırlaşan kefede harp zenginlerinin, hafifleşen kefede halkın serveti vardır.

    şimdi biz yalnız ağırlaşan kefeye bakıp biribirimize soruyoruz:

    — canım haniye para yoktu. bu nedir?

    bu, paradır, hem de halkın parasıdır; fakat artık halkın cebinde değildir. kefenin biri ağırlaştıkça öteki hafifliyor.

    sefaletle beraber sefahetin de çoğalmasında bir sebep daha var. kolay para kazanan bir sınıf türedi. bir vuruşta binlerce lira kıvırıyor. alın teriyle ıslanmayan bu servet, o vurguncu sınıfın gözünde, kuş yemi kadar bol, darı gibi ucuz bir nesnedir. bunu eğlence âleminde bir sürü güvercinlere ve piliçlere serpmekten daha keyifli ne var? haydan gelen huya gider, derler. ben ‘hay’ ve ‘huy’ arasında hiç seyahat etmediğim için buraların nereleri olduğunu bilmem. fakat şunu biliyorum ki, erbabının kasasına ve kesesine haydan tümen tümen para geliyor ve kısa bir istasyon yaptıktan sonra dosdoğru huya gidiyor. sanki hayla huy arasında gayet muntazam hava postaları ve trenler işliyor, her gün deste deste para taşıyor.

    ‘sefalet ve sefahet ana kızdır. ananın açlıktan, kızın şampanyadan nefesi kokar. ana dilenci, kız prensestir. fakat bu hain kızın taktığı bütün elmaslar vaktiyle anasınındı. gözümüzün önünde kız anasını soyup soğana çeviriyor.’

    fakat yüzlerine, kılıklarına, yaşayışlarına bakarsanız bayan sefahetin bayan sefaletten doğduğuna asla inanmazsınız. kız geceleri anasını soyar, gündüzleri ondan bucak bucak kaçar.

    bayan sefalet inledikçe bayan sefahet narayı basacak, dişinden tırnağına kadar pırlantalarla donanacaktır. yalnız kıza bakarak hükmümüzü vermeyelim. bir de anasına bakarsak içimiz parçalanır. fakat tamtakır evinde bir köşeye büzülen o kadıncağızı park otelde bir ziyafet sofrasının başında göremeyiz. şahit olduğumuz hep kızının parlak hayat ve maceralarıdır. bunun için parmağımız ağzımızda kalıyor ve bu pahalılıkla bu lüksü izah etmeye muvaffak olamıyoruz.”

    (yeni mecmua, 13 haziran 1942)
61 entry daha
hesabın var mı? giriş yap