19 entry daha
  • yunan mitolojisi hakkında bir şeyler söylemeye kalkıştığımızda muhakkak modern tavırlı olmak zorunda hissediyoruz kendimizi. öyle ya insanlık tarihinin en nihayetinde vardığı noktada, mekanik-bilim'in açtığı yolda konformist bir tutuma hizmet eden insanın merkez alındığı bir yaşama söz konusudur. bu yaşama anlayışı, kendi içinde tutarlıdır. zira doğa karşısındaki mücadelesinde hep "insan temelli" algılayışa yatkındı. bunun en güzel örneğini ortaçağ hiristiyanlık anlayışında görürsünüz. kilise tutar da ptolemaios'un evren düşüncesini kabul eder ve ateşli bir şekilde savunur. zira onun görüşüne göre, dünya tüm gezegenlerin merkezinde olup, güneş de onun etrafında dönüyordu. kilisenin bundan anladığı şuydu: dünya merkezdir, zira yaratıcı (creator ya da maker kelimeleri özellikle kullanılır) tanrı insanı merkez olarak yaratmıştır; o halde onun yaşadığı gezegen de evrenin merkezi olabilir. gayet tutarlı bir düşünüş. öyle ki copernicus, yeni çağ'ın müjdeleyicisi olarak bu görüşü yıkıp da güneş merkezli evren görüşünü sunduğunda, kiliseyle birlikte karşısında dönemin yeni araçını önerecek kadar yenilik yanlısı francis bacon'ı bulmuştu. yani ister dinden hareketlenin, ister gidimli felsefeden, sonuçta vardığınız yer "insan temelli" bir çevre algılayışı oluyor.

    hep insan, hep insan... zaten bunu bacon ve çağdaşlarında sıklıkla görmekteyiz. doğaya mı gidiyorsun? yararını unutma. onu kes, biç, ondan yararlan. bir gün ona geri döndüğünde, onu bulamazsan, çöplerini bu sefer de uzayın derinliklerine atabileceğini de unutma. modern tutum budur, modern tutum için xii. veya xiv. yy. insanı olmanız önemli değil, xxi. yy. insanı da olsanız, yunan ve roma mitolojisiyle bezeli antikçağ zhiniyetinin özlerinden, yapıtaşlarından numeni yitirdiğiniz ölçüde hepiniz aynısınız. aya ayak basan adamla, güneşin merkezliğini kabul eden adam arasında bir fark yoktur, hatta dünyanın merkez olduğunu savunan adam çıkıp da "doğaya, ona egemen olmak için git" önerisini sunabilecek kadar moderndi. oysa özellikle de yunan mitolojisinde modern algılayış yoktur, biz onun dışında kalıyoruz. doğaldır ki rönesans insanı da onun dışında kalıyordu, dedim ya yüzyıllar arasında bir kopukluk yok, modern insan her çağda aynı. çünkü tutumunda platon'un devletine uygunluk koşulu, çağlar içinde giderek sağlamlaşmış. bu şu demek oluyor, asıl egemen olan tanrı da olsa, kral da, sonuçta insan çevresi karşısında, hatta samanyolu galaksisi'nde, bir asli unsur. en azından kendisini böyle görmekle mükellef hissediyor. modernlik bu tutumla evvelinden seçilir. zaten bu yüzden homeros, platon'un devlet'inin dışında kalmıştır. platon için homeros şiiri yasaktı, daha doğrusu şöyle söylemeli, ancak devlet'in yararına olacaksa, şiirler, efsaneler okunabilirdi. tıpkı bir hiristiyan azizinin şiiri "şeytanlara yakışan bir şarap" olarak görmesi gibi. buradan tabi, platon'un bizim bugün modern dediğimiz zihniyetin, konformist hayat algılayışının da babası olduğu sonucunu çıkarmamız mümkündür. şiir açısından bakarsak, ne platon'un ne bir hiristiyan azizinin ne de macchiavellius'un devletinin, kendi savunma mekanizmasını delen bir şiire izin verebileceğini söyleyebiliriz. tutum aynıdır. zira konfor faktörünün öne alındığı yaşama biçiminde, yasak olan dionysiak tavırdır. oysa yunan mitolojisi bu kısıtlamadan muzdarip değildi, biz modernler, tıpkı rönesans kafaları gibi, oturup da yunan mitolojisi okuduğumuzda onu kendimiz gibi yorumlamak zorundayız. çünkü her türlü değer anlayışımız, merkezi insanın yararı, konforu olan bir anlayışa teslim.

    bu açıdan baktığımızda ben, yunan mitolojisinin ön plana çıkarılışında maksatlı bir niyet de göremiyorum. zaten her türlü sistemin ilk örneklerini görmüş olduğumuz yunan dünyasının o mucizevi aydınlığında, mitolojinin es geçilmesi saçma olurdu. zaten bütün batı dünyasının özetle kabul ettiği şudur, evet felsefe yunan'da sistemleşmiştir, ancak ondan evvel bir doğu bilgeliği mevcuttur. ancak bu bilgelik sistemli bir düşünce yapısına sahip değildir. hatta felsefede presokratiklerle sokrates ve sonrası filozoflar arasında sistemlilik önemli bir tartışma konusudur. kimilerine göre presokratiklerin, anadolu'lu filozofların felsefe-bilim'in ilk ataları olduğu bir gerçekken, kimilerine göre bilim'in babası tam anlamıyla aristoteles'tir. aslında bana kalırsa, bu nokta da, üzerinde durduğum problem itibariyle önemsizdir. önemli olan insan merkezli bir bakış açısıyla rönesans insanının yunan mitolojisinden ne çıkarttığı ya da bizim ne anladığımızdır. bakın bununla ilgili en güzel belki en yetkin örnek yine francis bacon'ın de sapientia veterum adlı eseridir.

    eseri kabaca şöyle anlatabilirim, bacon oturmuş yunan mitolojisinde pek sık anlatılan hikayeleri derlemiş, özetlemiş ve her birinin devlet meselelerinde, ahlaki açıdan iyi tutumlar, dinde sevaba yönelik doğru davranışlar sergilemede modern insanlar için örnek teşkil ettiğine dair açıklamalar yapmış. örneğin pan'ın doğasından hareketle onu "doğa"nın (natura) kendisi ilan etmiştir. insanın doğa karşısında sergilemesi gereken ideal tutumu, eserinin bu bölümünde pan'dan hareketle anlatmıştır. başka bir bölümde juppiter'in cyclops'lardan yararlanışını, kralların haydutlardan yararlanışına benzetmiş, döneminin krallarına "haydutlardan yararlanmada" tavsiyeler sunmuştur. bu ve diğer örnekler gibi, modern insan temelli dünya anlayışını besler yunan mitolojisi. oysa gerçekte böyle miydi? yunan mitolojisi dediğimiz hikayeler bütününde asli unsur, onlarda ibretleri görüp kendi yaşantımızı daha da temize çıkarmamız mıydı? örneğin aşığı ares'le yatakta basılan aphrodite'nin orospulukla bezeli şehvetinden söz eden mitoloji, beri yandan aphrodite'nin kocası hephaistos aczine ağıt yakarak insanları vefaya, sadakata mı davet ediyordu? ben öyle sanmıyorum, kuran'daki ya da incil'deki ibretlik vakaların salt insanlara örnek teşkil etsinler diye oralara konduğunu sanmadığım gibi.

    mitoloji, hikayeler bütünüdür. bu hikayeler de aynı zamanda inanca bağlı ritüellerin temelini oluşturur. rönesans insanı, aydınlanma insanı veyahut yaşadığımız çağın insanı ona bakınca, kendine ders çıkarsın diye yoktu. bunun sağlamasını kendi hayatınızdaki sağlam inanışlarınızla da yapabilirsiniz. öyle ya, siz yaşantınızın merkezisiniz, başka birinin ibretlik vakasının baş kişisi değil. ancak rönesans insanı da, çağımızın insanı da almak istediğini almak istiyor. tıpkı troy filminde, kurgucuların achilles'i troyalı briseis'e aşık ederek oradaki "galip gelenin, esirine duyduğu döneme özgü egemenlik duygusunu" modernitenin algıladığı (ancak algılayabileceği) basit bir "aşk" anlayışına yedirmesi, onunla sınırlaması gibi. biraz da kapasite meselesi bu, insan kapasitesi kadarını alır, gerisini kaçırır. bacon'ın krallara nasihat çıkardığı mitolojik öyküden, aynı dersi çıkarabilir misiniz? mümkün değil.

    tabi burada ortaya koymaya çalıştığım modernitenin antik dünya karşısındaki hazine bulmuş tavrı, basit bir batı-doğu tartışmasıyla açıklanamaz. kara athena'nın içerdiği eleştirel bakışı, ben biraz anakronizme saplanmış görüyorum. ileride daha kapsamlı konuşma, dertleşme imkanımız olur umarım, şimdilik bu kadar.
166 entry daha
hesabın var mı? giriş yap