44 entry daha
  • matematik dünyası dergisinin son (2006-iii) sayısında efsane** bir konuya değinmiş matematik üstadı. zamanında kendisi de öğrenci olan, ancak profesörlüğe giden yolda bu süreci unutmamış ve öğrenci gözünden bakabilen az rastlanır hocalardan.

    yazıyı okuduğunuzda mutlaka kendinizden ya da çevrenizden örneklere rastlayacak ve ne kadar doğru olduğunu farkedeceksiniz.

    mizahi olarak çok güzel tepitlerle süslediği yazısını virgülüne dokunmadan aktarıyorum. yazı matematik dünyası dergisinin “matematik dünyası’ndan” başlıklı açılış yazısı:

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    bir zamanlar sınavlarımı kitap defter kapı pencere ve her ne varsa her şey açık yapardım. nasıl olsa öğrenciler sorularımın yanıtlarını kitaplarda bulamazlar kolay kolay. çoğu zaman zaten kitaplarda olmaz da, kitaplarda olsa ve bulsalar bile, fazla zaman harcamadan yanıtı bulmaları için kitabı iyice sindirmiş olmaları gerekir ki o zaman da zaten geçmeyi hakederler.

    amacım, öğrencilerin sınava hazırlanırken rahat olmalarını sağlamaktı. teoremleri ezberlemesinler, konuyu anlasınlar, sınavda düşünsünler ve en önemlisi ve başkalarının değil kendi akıllarına güvensinler.

    açık kitap, her öğrencinin isteyeceği türden bir sınav olmalı, öyle değil mi? öğrenciler hep eğitim sisteminin ezberciliğinden yakınmazlar mı? al sana hiç ezber!

    ama sınavda ne olurdu? öğrenciler, daha soruyu okur okumaz, kalemi kağıdı ve beyinlerini bir kenara bırakırlar, sorunun yanıtını bulacaklarını umarak kitaplara sarılırlardı. düşünmekten vazgeçtim, soruyu anlamaya bile çalışmazlardı... harıl harıl düşünmek yerine harıl harıl kitap sayfaları çevrilirdi. sınıfta sürekli bir sayfa hışırtısı sesi... ve “nerde bu alçak teorem” fısıltısı.

    oysa azıcık düşünseler yanıtı bulacaklarına adım gibi eminim. ama hayır! illa kitapta bulunacak! kendine güvensizlikten başka bir nedeni olamaz bunun.

    baktım birazcık düşünseler yapabilecekleri soruları benim özügürlükçü eğitim felsefem yüzünden yapamıyorlar, pes ettim, kitap ve defteri yasakladım sınavlarımda.

    kendine güvensizliğin bir başka belirtisi de, örneğin desrten sonra sorulan şu tür sorulardır: “hocam bu konuyu hangi kitaptan öğrenebilirim? bunlar nerede yazıyor?” daha şimdi ders verdik ya! not almadın mı? aldım... notlarını çalış işte... tek başına kal ve düşün. kendi örneklerini yarat. kavramla çamurla oynuyormuş gibi oyna, ta ki bir şekil alana, bir şeye benzeyene dek. hayır, illa bir kitap... çünkü, sınıfta ilk kez gördüğü kavramları hemen özümseyememiştir. üç aşağı beş yukarı anlayabilmiştir ancak. doğal ve olağan olan da budur ama ancak bir dahinin ya da çok profesyonel birinin ilk kez gördüğü bir kavramı anında özümseyebileceğini gel de anlat.

    öğrenci, benim bunları öğrenmek için bir kitap okuduğumu, ama o kitabı özellikle kendisine vermediğime inanmıştır. nerdedir o kitap! orda bir kitap var uzakta! ama hoca söylemiyor nerde olduğunu.

    kitap bulunduğunda da hep ilk sayfadan başlanır. sanki balzac okunuyor!

    bir de biri-bana-bunu-anlatsıncı’lar vardır. kütüphaneye gitmez, aramaz, araştırmaz, düşünüp taşınmaz! illa bana anlattıracak. işim bu değil mi, anatırım. anlamaz ya da tam özümseyemez. boş bakışlarından sezerim anlamadığını. anlamaz çünkü kavramla yalnız başına saatler geçirmemiştir. tek başına anlayacağına inanmıyordur. biri ona konuyu anlatmalıdır. kendine güvenmiyordur. ben tek başıma anlayamam, biri bana anlatsın düşüncesinin tutsağıdır.

    bu sorunu kime anlatsam “öğrenci psikolojisi” diyor. eğer gerçekten öyleyse yaşasın psikolojisiz öğrenci!

    ali nesin

    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
829 entry daha
hesabın var mı? giriş yap