40 entry daha
  • bugün aklıma takıldı da; acaba philosophus'un ütopya'sı, hayal edilen o yer'i hep pozitif mi olmalıdır? aslında sözlükte gayet güzel bir tanımı yapılmış; liawrizas , hadiseyi şu açıklamalarıyla ortaya/sözlüğe koymuş; "1916'da thomas moore'un utopia kitabında ortaya çıkarılmış bu kavram iki yunanca kelimenin karışımından oluşmuştur:
    eutopia 'good place' (güzel yer) outopia 'no place' (hiçbir yer) varolanlar içinde en ideal ve mükemmel olan anlamında kulanılan utopyalar insanlığın her döneminde yaratılmaya çalışılmıştır. edebiyatta utopya (veya antiutopya) adı altında en çok karsımıza çıkan örnekler huxley- brave new world, orwell- animal farm, 1984, bacon- new atlantis, skinner- walden two." (#447155)

    benim düşündüğüm ise biraz farklı; acaba ütopya'nın sine qua non koşullarından biri, düşünen kişinin mutlaka yaşanılacak yer tarifi olması mıdır, yoksa hayal edilen; yani salt kurgulanan bir dünya da olabilir mi? aklıma tabi bu konu; bir örnekle geldi; şöyle ki bir fırının önünden geçiyordum baktım uzun bir sıcak pide kuyruğu; ve insanlar iftardan önce pidesini alıp eve gitme niyetinde; ve o an kafama dank etti düşünce; eğer insanların insanları yiyebildiği bir ülke olsaydı; ve bu yiyişme legal kabul edilseydi, insanlar devleti yani bu utopik mekanımın devlet sisteminde, yönetici kesimdekiler vatandaşlarına ne gibi cezalar kesebilirlerdi? görüldüğü gibi hayal ettiğim mekan oldukça yaşanılmaz bir yer; yani bizim anladığımız insanın varlığına aykırı; zira bir insanın diğerini yemesi durumu, ilkel, balta girmemiş ormanlarda, hayvanlar gibi gelişmiş, insanlıktan çıkmış, vahşi doğanın bir parçası olmuş yamyamlara uygun bir davranıştır; yani söz birliğinin, anlaşma'nın olmadığı yerde insan insanı yiyebilir.
    o halde insanın insanı yiyebildiği bir mekanda/ülkede/evrende; devlet fikri olamaz.
    çünkü devlet fikrinin temelinde insana hizmet söz konusudur; ama eğer ki sanayi devrimi öncesi derebeylerinin, toprak sahiplerinin, lordlarının, hatta roma'da 12 levha yasası'ndan önceki kölelik sisteminin her ne kadar insanın insanı yemesine sebep olduğu söylenemese de;
    insanın yaşama hakkının; köle sahibinde olduğu veyahut; ailede evladın yaşama hakkının verilip verilmeme yetkisinin de babada olduğu (bkz: paterfamilias) rejimler, dönemler yaşandı. e o halde insanın özvarlığının devamı eğer başka birinin eline verilebiliyorsa; o zaman bir insanın başka bir insanı yiyebilmesi de serbest olabilmelidir.

    eğer bir kişi, bir diğerini yiyebilme hakkını elinde bulundursaydı, fakat buna rağmen bunu yapmasaydı; genelde insanın insanı yediği, hatta yemeyenlerin aç kalıp (insan yeme alışkanlığı yüzünden bitki veya diğer etleri yeme kültürü oluşmuyor.) zayıflamaları toplum nazarında ayıp karşılansaydı, o halde insan yemenin insanlığın doğasına, yani yaşama hakkına ters olduğu konusunda düşünceler sarfeden kişiler toplumdan dışlanırlar mıydı?

    efendim bana deli gözüyle bakmayınız; ben de biliyorum eğer insanın insanı yeme özgürlüğü bir gerekliliğe dönüşseydi; zaten kültürün gelişmesi ve sağlam toplumsal yapılar oluşamazdı; bunu biliyorum ama bakın sesli düşünüyorum; zaten insan insan yeseydi; ses diye bir şey olurdu ama bunlar ne alfabeye dönüşebilirdi, ne de bir ortak dil oluşurdu. resmen hayvanlar gibi belli seslerle bir insan diğerini ürkütürdü. zira bir insan yiyebildiği bir insanla iletişime geçmek zorunda değildir, bunun ihtiyacını da duymaz. yani çizgifilmlerde görebildiğimiz; aslanla ceylanın dostluğu iddiası, işte bu açıdan bakıldığında mantığını yitirir; yani aslan asla ceylanla iletişime geçmez; zira doğası gereği; yiyebileceği bir varlıkla iletişim içine girmesi gereksizdir, hatta doğasına aykırıdır.

    o halde bir insan diğerini yiyebilseydi; ve bu gereklilik olsaydı; o gizemli ülkemde asla bir gelişme olmaz; hep orman içinde hayvanlar gibi insanlar da birbirlerinin zayıf anlarını yakalayıp, birbirlerini yerlerdi. hatta üreyememe sorunu da olurdu; düşünsenize üremek için, erkek olan dişi olanın bacaklarını açıp, araya girdiğinde aklında potansiyel yiyecek olarak düşlediği dişi insana olan, zaten ahlak gibi bir kavramdan söz etmek imkansızdır, o insana ait olan düşünme özelliğinden ötürü sahip olduğu yiyeceğine zarar verdiği düşüncesi; onu rahatsız edecekti; o halde üreme ortadan kalkmasa da, üremeyle ilgili bazı pratik çözümler bulunabilirdi.

    örneğin; erkek olan insanlar; cinsel birleşim içine girdikleri dişi insanları yemeyecek, bir başka erkeğin onu yemesine boyun eğecekti. çapraz eşleşme taktiğiyle; bu yemek ritüeli gayet düzgün bir şekilde işleyebilirdi. örneğin benim için potansiyel yiyecek olan bir dişinin başkasıyla cinsel birleşim içine girmesi; beni rahatsız etmeyecek; hatta yüklü olmasından ötürü benim için bambaşka bir lezzet olabilecekti. aynı şekilde benim cinsel birleşme gerçekleştirdiğim dişi insanı da başkasının sofrasına konulabilecekti. fakat bu noktada bir sorun oluşuyor; hem de kocaman bir sorun.

    efendim sonuçta; kadın da insan, o halde kadın nasıl yemek ihtiyacını karşılayacak; sonuçta su gibi,hava gibi bir ihtiyaç. o halde kadının da, cinsel birleşim içine girdiği erkeği, zayıf anında yeme gibi bir hakkı doğasına uygun olacaktı. yani toplumsal kurallar oluşamayacağından; daha doğrusu toplum yapısı kurulamayacağından; ayrı ayrı yaşayan insanların birbirleriyle olan iletişimsizliği aslında birbirlerinin doğasını da tanımalarına engel olacaktı; hatta doğanın kendisine alışmaları da imkansız olabilecekti; içlerinden şanslı olanlar yaşamlarını sürdürebilecekti; kumsaldan denize gidene kadar, yırtıcı kuşlar ve böcekler tarafından yenilmekten kurtulan , yumurtasından yeni çıkmış kaplumbağalar gibi, insanlar da, yeni doğduklarında başka insanların, yaşlı insanların masalarına yemek olabilme ihtimallerini yaşam koşullarında barındırıyor olacaklardı. gerçi masa kavramı da; kültürün ve gelişmişliğin sembolüdür; yani çırılçıplak gezinen insan; hayvanları yiyemediğinden onların sadece derisinden faydalanabildiği için; üstüne başına deriden paçavralar takabilecekti; fakat bu medeniyetin gelişmesi için yeterli değildi.

    oy oy..
1579 entry daha
hesabın var mı? giriş yap