dostlar
-
seçilmiş aileniz. her koşulda, herkesten sığındığınız, koruyan, güvenli, barınağınız. ailenin olması gerekeni üstelik de mecbur değilken olanlar...
hastalandığınızda ilgilenen, gel deyince geliverenler...ağladığınızda yanıbaşınızda olanlar, sizi terk etmeyenler... size katlanan, sizi taşıyan, affeden ve her koşulda sevenler.. sevecekleriniz, taşıyacaklarınız, katlanacaklarınız..
ve en güzeli dostlarla kurmaktır kendi ailenizi.. kurmuş olmaktır, kuracak olmaktır... -
"tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim
izmir'in eski rıhtımında
bilirsin, severim çok izmir'in eski rıhtımını
hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin
insanlar gibi konuşur o kuşlar bazen
ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları
millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler
hatırla
ne demiştim o gün ben sana
'her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır'
benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra
ve sense bana aragon'un
-parisli şair, yüzü aslan dolu-
sımsıcak, dipdiri bir mısrasını anlatmıştin
seninle ve parmaklarınla
bardakta duran suyun bir akarsuyu
nasıl kıskandığını anlatmıştın boyuna
nasıl mı
dedim ya, sesinle ve parmaklarınla."
cansever'in şiirinin bir bölümü böyle.
mehmet h. doğan anılarını aktardığı şimdi uzaklardasın'da bu şiirle ilgili epey ilginç bir gerçeği ortaya koyuyor. louis aragon'un sözü edilen mısrası "la delaissee" şiirinde geçiyor ve aslı şöyle:
"ne t'en va pas où se perd l'eau
méprisant le bonheur des verres
et l'univers des arbres verts
ne t'en va pas"
doğan'ın aktardığına göre: "şiirde "bardakların mutluluğu"nu, bardakta olma mutluluğunu hor gören, aşağısayan bir bir akarsu var; bu, tersine bir dönüşle "bardaktaki suyun akarsuyu kıskanması"na dönüşmüş edip'te."
bu terslikle ilgili olarak "ya ben iyi anlatamamışım o gece, "sesimle ve parmaklarımla" ya da böylesini uygun görmüş. daha sonra istanbul'da, rauf'ların evinde bir gece nasıl gülmüştük o "sevgilim" sözüne." diyor mehmet h. doğan.
o gece kimin bardağın, kimin akarsuyun tarafında olduğu konusunda kesin bir bilgiye ulaşmak kuşkusuz artık imkansız. izmir'in o zamanki en iyi meyhanelerinden biri olan ekspres'te bir masada edip cansever ve mehmet h. doğan karşılıklı oturup aragon'dan konuşuyorlar ve doğan'ın sesiyle parmakları, cansever'in bir şiirinde sevgilinin sesi ve parmakları oluyor. bundan eminiz. -
"dostlarımız, biz caddenin kenarında alevler içinde yanarken, karşıya geçip üstümüze işemeye üşenen kimselerdir."
murat menteş - dublörün dilemması -
bir edip cansever siiri;
geldin mi, iyi
yollarından yürüyüsler sızdıran sonbahar
bir tenhalığı eskisinden çok sezmeyi
bakımsız bahçeler mi olur, büyük ahşap boş odaları mı olur
ne olur
ey bana sevmeme gücü veren güzellik
eski bir kadını eski bir park kanepesinde bırakan sonbahar
aldatılmış bir yüzü yağmur oluklarında
o yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği
gece yarısı kokularında
yosunlu bir kıyıda ancak
dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı
işte
bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak
ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti
ey bana sevmeme gücü veren güzellik
sonbahar
sen mi kaldın bir
yok birşey yapacak.
bin dokuz yüz yetmiş bir yazı, ey unutulmayan yaz
bıraktığın gibi mi kalsak
bir çiçek milyon kere katılaştı eridi
açtı dağıldı
yaşamadı hiç belki
bir ışık olsun yakmadı
tuzlu ve ıslak bir ışık
tankerler geçti kıyılardan gene
suyu zonklataraktan
gül koktu saçlarında taşıdikları benzin
senin saçlarında
alnın üstünden kuzular inen bir tepe gibi eğildi
boynun bir uçurumdan çekiliyormuş gibi gergin
bitti o yaz, şimdi
yerleşti çoktan
bize sevmeme gücü veren güzellik.
tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim
izmir'in eski rıhtımında
bilirsin, severim çok izmir'in eski rıhtımını
hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin
insanlar gibi konuşur o kuşlar bazen
ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları
millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler
hatırla
ne demiştim o gün ben sana
'her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır'
benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra
ve sense bana aragon'un
-parisli şair, yüzü aslan dolu-
sımsıcak, dipdiri bir mısrasını anlatmıştin
seninle ve parmaklarınla
bardakta duran suyun bir akarsuyu
nasıl kıskandığını anlatmıştın boyuna
nasıl mı
dedim ya, seninle ve parmaklarınla
neden olmasın, yeni yakilan bir sigarayla da anlatılabilir şiir
apansız bir yolculukla da
bir karpuzu ikiye bölmekle, bir portakalı dilim dilim ayırmakla
anlatılabilir
ama bizim memleketimizde şiir
yazık ki ölümle anlatılır biraz
ölümle anlaşılabilir
olsun, diyeceksin ne çıkar bundan
biz hayatı şiirden
şiiri hayattan özümlemedik mi
ölümde girse araya
sahici aşklar kurmadık mı seninle
tertemiz, dosdoğru aşklar
izmir'de
izmir'in eski rıhtımında
unutmak için şimdilik
kolayca unutulmaz ya
içimizdeki bin dokuz yüz yetmiş bir yazını.
yeni bir yüzmüydü ne
kuru bir bozkırı çıkarıp göğsünden
yeni yazdığı bir şiiri düzeltiyordur ahmet oktay
alnını dayayaraktan cama
kalemsiz kağıtşiz yazar çünkü ahmet oktay
içinden geldiği gibi
ve mısra çeker durmadan, hafifçe eğri sırtını doğrultarak
nemlenir kimi zaman da gözleri
şiir yürür, şiir sever, şiir içer mi
şiir mi
yürür de, sever de, içer de elbet.
kocaman bir sevgi miydi ne
dünyanın bütün zamanlarını dolaşan
bastırıp gögsüne bozkırın
ey, baksana, diyor, ne biçim kent bu
geçerek caddelerinden
dalarak meyhanelerine
ne biçim kent bu
bilmiyor ki nice insan kolsuzdur
sevgisizliğe, bir sevgisizliğe kullanırlar kolu.
hohlayıp siliyorum iyice
gözlüğümün camlarını
göğe bakıyorum gözlerimi kısarak
güneye gidiyor bir leylek sürüsü
yeni caminin üstünde
son bir defa daha süzülerekten
erimeye yüz tutuyor kentin pembe kapıları
günbatımı!
günbatımı! yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle
kolumu tutuyor feşi naci, şu manzaraya bak, diyor
tam galata köprüsünün üstünde
diyor ya, biz alıştık, yüreklerimize bakıyoruz gene de
uykusuz gecelerimize bakıyoruz: onurun uykusuzluğu
susturulmanın
ve gün batımıyla leylek sürüsü
hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar naci'nin yüzüne
kırılmak ama birlikte
birlikte, ama kırılmamak
ve sanki kalplerimiz her yani dökülen bir otobüste
öyle
işte son damlalarını da bırakıyor güneş
karanlık bastiracak neredeyse
tırmaniyoruz yüksekkaldırımı
iyi biliyoruz, sevgimiz de öfkemiz de yalnız bizim olmamalı
güneş çekiliyor iyice
ne manzara kalıyor, ne göğün evlerindeki kızartı
ak bulutlar kara bulutlar
ötede bir bulut yavrusu
bilinmeli, diyoruz yeniden
yeniden başlamalı, yeniden
dostum, görüyorsun ya işte
bozuldu birkere umudun ordusu.
gelsene , diyordu izmir'deki sevgilim
son mektubunda
kemetaltındaki kahveleri anlatıyordu
ince belli çay fincanlarını
kim bilir, belki de avutmak istiyordu beni
unutup kendi mahzunluğunu
o kadar çabuk yeşerir ki, diyordu umut
öyle çabuk çiçeklenir ki
güçtür çünkü, herşeyden daha güç
denize, göğe toprağa karışmış bir kalebentlik
üstelik biliyorsun da
öfkeliyiz, öfkeyse sonuçtur er geç
bir aşk gibi yaşamak gerek öfkeyi
sevginin ağıtıdır bir bakıma
ve bir gün de gelebilir ki sevgilim
kapkara bir davet olabilir kin
zulmün ve tutsaklığın diyeti olabilir
sen bunu bilemezsin
bilsen de şairsin, havalar da, soğudu, kendine iyi bak
ve sakın unutma: sıra öfkenin.
bin dokuz yüz yetmiş bir yazı
yok böyle bir sevgilim benim
ama dayanıklı, ama gözü pek, ama umutla dolu
olunca böyle bir sevgilim olsun isterdim.
elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum
hep bir yerlere gideceğim sanki
güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime
uçuşuyorlar
bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine
kupkuru
elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi
kalbim, diyorum
yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin -
sözleri ile yine beni hüzünlendirmeyi ve gözlerimin parlamasini* başaran, gizli tutulan bir ahmet kaya eseri. sözleri ise:
"adim kühaylan
zemheri yaylasinda dogmusum
koyaklarda kartal ucurmusum
kurt kovalamisim, adam vurmusum
onursuz yasanmaz demisim
rezil rüsva etmemisim kendimi böceklere
yavri yavri
bu yüzden dik bakarim adamin yüzüne
bu yüzden hoyrattir durusum
asi bir kühaylanim
anam rüzgar babam asiret
bin yildir bu kogustayim
diz cöktürmez beni hasret
seni sevdim
bir kekligin sesini üzmekten sakinir gibi
seni sevdim
gururlu dag ciceklerini gögsüme takinir gibi
ben sazimi kir cadirlarin boynuna astim da öyle geldim buraya
yavri yavri
ölürsem miradi ölürüm
harlanmis bir kilica alnimla dokunur gibi
asi bir kühaylanim
gözlerini benden ayirma
kirilip düserim sonra
kimse bakmaz yarama
bana ne getirdin ki cok
karda cürümüs sümbül soganlarimi
yoksa toz kaldiran taylari dar gecitlerdemi kanattin
o göcebe sevdamizin yamacina simdi kimler konuyor söyle
söyle kinali kuzum nerde
onu hangi namerdin sürüsüne kattin
asi bir kühaylanim
mahvuz vurma düsüme
delerim bu duvarlari jandarma kavusmaz pesime
ben ki dipsiz ucurum boylarinda kovalanmis iflah etmemisem
ben ki huysuz nehir yataklarinda dinlenmis islah olmamisam
nasil sigarim düsündünmü
su al tadimlik tosbaga ortasina simdi
yavri yavri
daglari cildirtan öykümü
ben bu demirlere dislerimle yazmisam
asi bir kühaylanim
el süremezler yeleme
birak yirtilayim artik birak, gem vurma dilime
hüznüm duvarlarinda sivasi dökülmüs bir yer vardir
bilirmisin yavri
bilirmisin cicekler centik centik solar
bu gavur ölüsü aksamlarda
birak gözyaslarimin oydugu cukurlar öylece betonda kalsin
dolansin pesime bir metelik etmez bu sirtlam adimlari, dolansin
yavri yavri
sapkam namusumdur
koma buralarda koma, tesbihim dagilmasin
asi bir kühaylanim
kesmez beni bu acilar
beni vursada bu pustlar
ancak arkamdan vururlar..." -
73 yılında vecdi ören tarafından kurulup akbayram ile çalışmaya başlamış grup.
bas gitar: vecdi ören
elektrogitar: galip kayıhan
bateri: koral sarıtaş
elektro bağlama, yaylı tambur: cudi koyuncu
daha sonra vecdi ören ve koral sarıtaş gruptan ayrılınca ağrı dağı efsanesinden davulcu nadir uygun, efsane klavyeci murat ses ve kurtalan ekspres grubundan basçı özkan uğur gruba dahil oluyor.
ilk ekibin çıkardığı plaklarda vecdi ören ve galip kayıhan riffleri, sololarıyla ortalığın mna koyuyorken (bkz: dağlar dağladı beni) ikinci ekipte murat ses grubun hakimi diyebiliriz. klavyeyi ağlatmaya başlıyor. (bkz: garip) -
buram buram türkü bar kokan ifade.
önüne gelene "dostlar" ve "kardeşim" ifadesini kullananların samimiyetsiz bir hâl aldıklarını anlamaları için ne yapmamız gerek? -
şüphe duymaya başladığım kavram.
nasıl mı? şöyle;
önceki entrylerimi okuduysanız baya kötü bir ayrılık yaşadığımı ve çöktüğümü bilirsiniz. neyse şimdi eskisine göre baya toparladım ve iyiyim. kendime odaklandım, kendimi düşünüyorum ve kendimi toparlıyorum.
bugün en yakın dostlarımdan biriyle oturduk ve bir şeyler içtik ve muhabbet ettik. zamanla konu geleceği yere geldi.
(bkz: elephant in the room)
ben zaten umudumu kesmişim, hani çok seviyorum, çok değer veriyorum, ama durmadan karşı taraftan bir negatif "bitti, bitti, bitti, bitti, bitti" ve "düşünme", "yanlış yaptı", "aldattı".
zaten ilk baştan böyleydi, 3 yakın dostumda bitti bitti bitti demişlerdi.
neyse ben geçen ay, bir çaresiz çökmüş anımda gidip konuşmasını istemiştim. istemiştim ki anlatsın duygularımı, anlatsın neler hissettiğimi ne kadar değer verdiğimi..
bugün dedim ki "abi peki sen hiç bahsetmedin mi, onu ne kadar sevdiğimden, ne kadar değer verdiğimden, ne kadar özlediğimden ve üzüldüğümden"
"hayır" dedi..
"peki ne dedin" dedim..
"sana emin olmadığı sürece yaklaşmamasını söyledim, bittiğini, bir daha olmayacağını" söyledim dedi..
o anda fark ettim ki dostlarım dediğim insanlar benim doğru düşündüğüm şeyi yapmıyorlardı ve yapmamışlardı..
kendileri bunun bittiğine karar getirmişler, ve bunun benim için doğru olduğunu düşündüklerinden buna göre karar almışlardı..
ulan size ne! benim ne düşündüğüm ne hissettiğim önemli! siz nasıl dostsunuz benim için doğru düşündüğünüzü yapıyorsunuz? bu mudur gerçek dostluk? o benim hayatımdı, her şeyimdi lan..
benim en yakın, en kardeşim dediğim insan isviçre'de okuyor şu anda. geçen çok acı bir şey demek zorunda kaldım. bir kızla çıkıyor ama doğru olduğunu düşünmüyorum.
"abi dedim sana bir şey söylemek zorundayım, çok zor, ama sen benim kardeşimsin ve anlarsın. çıktığın kız sana yakışmıyor" dedim.
"abi ben öyle düşünmüyorum, yanılıyorsun" dedi.
"abi senin bileceğin iş, benim görevim bunu sana demek" dedim.
hala çıkıyorlar ve ben görevimi yerine getirdim.
işte dostların yapması gereken budur. çok kızgınım niye bunu yapmadılar diye. 1 ay geçti, aşkımdan geberdim, her sabah uyandım, ve öldüm, her gece yattım ve öldüm..
oyun mu bu lan, benim hislerim ve duygularım. siz nereden biliyorsunuz bizim ilişkimizi, bizim hislerimizi? nasıl kendi doğru düşündüğünüzü yaparsınız. önemli olan benim hislerim ve duygularım! biliyor musunuz ne kadar zor uzaktan ilişki yürütmek! çok sinirliyim sözlük..
ben bugün yeniden kimseye güvenmemem gerektiğini öğrendim.. -
kelimeler, cümleler, sayfalarla özdeşleştirdiğim.
"okuduğumuz en güzel şeyleri, genellikle sevdiğimiz bir kişiye borçluyuzdur. ve ondan, sevdiğimiz birine bahsederiz öncelikle. belki de, duygunun kendine has mahiyeti, tıpkı okuma arzusu gibi, tercihten ibaret olduğu için. sevmek, nihayetinde, tercih ettiğimiz şeyleri tercih ettiğimiz birilerine bağışlamaktır. ve bu paylaşmalar hürriyetimizin görünmez kalesini kalabalıklaştırırlar. içimizde sürekli olarak kitaplar ve dostlar bulunur." -- daniel pennac, roman gibi, metis yayınevi, syf. 66 -
dostlar irmak gibidir;
kiminin suyu az, kiminin çok..
kiminde elleriniz islanir yalnizca,
kiminde ruhunuz yikanir boydan boya...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap