• ilk fener’e geldiginde daha pek kimse onu tanimiyordu, kendi adina çok da iyi bir sezon geçirmedi fener’de. sessizce ayrilirken ardindan hatirlanan seyler; smaçlari, bloklari ve kalbinde bir sorun olduguydu.

    zaman geçti, içindeki sokak basketbolu ruhunu avrupa basketbolunun soguk parkelerine daha basarili yansitmaya baslamisti. artik avrupa’da büyük hedefleri olan takimlarda oynama zamani gelmisti pau orthez ve sonra da efes pilsen’e transfer oldu. efes’te basarili sezonlar geçirdi. savunmaya daha hakimdi, oyununu gözle görülür sekilde gelistirmis, daha dogrusu avrupa’ya uyarlamisti; avrupa’nin duragan uzunlari karsisinda pota altinda inanilmaz etkili bir silah haline gelmisti. belki yüksek post’tan ve üçlük çizgisinin ardindan sut sokacak kadar yumusak bi bilegi yoktu ama pota alti kivrakligi, ziplama yetisi ve en önemlisi oyuna olan sevgisi onu avrupa’nin elit uzunlari arasina sokmaya yetmisti.

    bu zaman zarfinda, bu kadar istekli, candan ve sert oynayan bir adamin herhangi bir sorunla karsilasabilecegi tahmin bile edilmiyordu, kimse onun kalp sorunlarindan da bahsetmiyordu, o da bunu pek dert etmiyordu büyük ihtimalle, sanki hersey unutulmus ve rafa kaldirilmisti. conrad nba’de oynamayi çok arzuluyordu ve bunun için denver nuggets kampina gitti. conrad, bu kamp sirasinda takimla 10 günlük anlasmaya imza atmisken bir antreman sirasinda bayginlik geçirdi ve yapilan tetkikte bunun kalbindeki sorunla ilgili oldugu anlasildi. doktorlar ona açik bir dille "bi daha basketbol oynama" dediler. sonra conrad nba hayallerine ara verip tekrar avrupa’ya geldi ve fenerbahçe formasi altinda üçüncü ve son kez türkiye’de oynadi. conrad’in ne yazik ki bu gelis çok kisa sürdü. fenerbahçe’nin dream team’i dagilinca o da kendi yolunu artik türkiye’den uzakta çizmeye karar verdi. avrupa’da yine basarili oldu ve ardindan bir kere daha büyük hayallerin pesinden nba’in yolunu tuttu.

    conrad halihazirda new york’ta bir sokak basketbolu efsanesiydi, ancak kendini nba’de kanitlamak için herseyi yapmaya hazirdi. oyuna olan sevigisi, kararliligi ve azmi onu bu yolculugunda basariya ulastirmaya yetecek düzeydeydi, ancak ne yazik ki sagligi bunu karsilayacak kadar iyi durumda degildi. orlando magic’in california eyaletindeki yaz kampinda, çok genc yasta, bu basketbol asigi hayata gözlerini yumdu.

    onunla ayni durumda baska biri olsa belki avrupa’da kazandigi parayla kösesine çekilir ve hayatinin sonuna kadar rahat bir yasami tercih edebilirdi. ancak conrad’da olmayan sey pes etmekti, o her zaman kapasitesiyle daha iyi yerlere gelebilecegine inaniyor ve daha önemlisi sevdigi isi yapmak istiyordu. ancak bunu yaparken çok da dikkate almadigi sagliginin onu yari yolda birakacagini tahmin etmemisti.

    bugun yasasa belki nba’de çok önemli dakikalar alan bi oyuncu olamayacakti ama yine de yürekli bir görev adami olarak pek çok takimda yer bulabilecekti ve onu tv’de izleyip, "bizim conrad yine manyak smaç basmis", "oh herife nasi beyin vermis" diyebilicektik. ancak, keske hiç o kampa katilmayip, kendi sagligini tehlikeye atmasa, basketi avrupa’da sürdürse, ya da tamamen birakip inzivaya çekilseydi. böylece kendisi ve sevenleri için en iyi karari vermis olacakti.

    açikçasi ben bu satirlari "oyun"unu oynarken ölen bir basketbol efsanesi için degil de, nerde yasadigini bilmedigim, erken emekliye ayrilmis, evinde çocuklariyla ilgilenen, hep sevdigim ve takdir ettigim bir basketbolcu için yazmayi yeglerdim. en azindan "ya nooldu bu adama, nerde simdi acaba" diye aklima gelirdi arada, ama simdiki gibi onun adini her gördügümde bogazima bir yumruk oturmaz ve derin bi offf çekmezdim..erken gittin conrad,

    mekanin zaten cennet olmustur, rest in peace..
  • ölümünün üzerinden 10 yıl geçmiş... onun, bir parçası olmak için canını dişine taktığı ve bu uğurda kalbine yenik düştüğü organizasyona aynı sene bir başka efes pilsen'li hidayet girmişti de, dip çizgide her otobüs bekleyişinde bile heyecanlanıyorduk hido'nun o sacramento günlerinde. eminim conrad de o organizayon içinde yer alabilseydi, her bloğunda, her smacında aynı heyecanı duyacak, biz de oturduğumuz yerden fırlayıp tavana şaplak atmaya kasacaktık o patlama anlarında. olmadı, kısmet olmadı.

    ama aradan geçen 10 senede değişmeyen tek birşey var: koraç kupası alındığı yıl ortaokul talebesi olan şimdinin eşek kadar adamı ben; hala, emek harcayarak attığım her sayıdan sonra geri geri savunmaya koşarken, sağ elimle sağ göğsümü, sol elimle de sol göğsümü tokatlıyor ve bu hareketi nereden öğrendiğimi düşünüyorum bir an için. sonra o gülümseyen beyaz dişler geliyor aklıma ve diken diken olan tüylerimle tebessüm edip maçıma devam ediyor, savunmaya konsantre oluyorum. tıpkı onun en şukelasından yaptığı gibi...
  • fenerbahçe'deki ikinci macerasını halil üner bitirmiştir. üner bilerek ve isteyerek idmanın saatini ve yerini ona yanlış bildirmiş sonra da notere idmana gelmedi diye zabıt tutturmuştur. ayrıca bir maçtan önce kamptan kaçtı iddialarının yalan olduğu bizzat oda arkadaşı ibrahim kutluay tarafından açıklandığı halde yönetim halil üner'e inanmayı yeğlemiştir. ibo'nun gidişinde bu olayın da payı vardır.
  • bugün itibariyle buralardan göçeli dokuz sene geçen adam.
    bir sahil kasabasında yazı geçiriyorum o vakitler, günler denize girip futbol, basketbol oynamakla geçiyor klasik şekilde. bir salı günü yine öğle saatlerinde kalkıp aynı aktiviteleri yaptıktan sonra eve doğru gidiyordum. sporla pek de alakalı olmayan bir arkadaş yanıma gelip mcrae ölmüş dedi, aklıma ekranda sürekli dönen yeni zelanda rallisi ile alakalı olips motor spor reklamlarının etkisiyle colin mcrae geldi. -hoş sonraları o da gitti ya- üzülüp arkadaşa nasıl öldüğünü sordum, yaz ligi antrenmanında kalp krizi geçirdi deyince kafamda şimşekler çaktı tabii. bu ölen colin değil basbayağı daha birkaç gün evvel yunan kanalı ert'de paok'taki güzel hareketlerinden bir seçki izlediğim conrad'dı. şokun etkisiyle eve gittim ve yalan olması ümidiyle spor haberlerini bekledim. ne yazıkki arkadaşın söylediği doğruydu.
    televizyondan teyidi alınca evin içinde dört dönüp sıcağa rağmen dışarı çıktım. tsai ming-liang'ın vive l'amour'undaki kadın gibi bir yandan yürüyor bir yandan da istemdışı olarak hüngür hüngür ağlıyordum. sıcaktan ötürü etrafta kimse yoktu, bir çocuk parkına gelip sıcaktan neredeyse alev almış olan salıncağa oturdum. burada da bir süre ağladım, yatışmam bir saati buldu. toparlanıp eve döndüğümde deponun derinliklerindeki fast break dergilerinden birkaçını çıkarıp koraç kupasının kazanıldığı seneden fotoğraflara baktım. içim burkuldu ama artık ağlamıyordum ve o günden sonra bir daha hiç ağlamadım*. zannedersem mcrae ile birlikte çocukluğum da o gün ölmüştü.
  • çok ateşli bi adamdı bu... fenerbahçe'de oynamış, her gelen topu smaçla tamamlamıştı. şutu iyi değildi ama, ribaund için canını verebilirdi. zaten smaç'la bitirerek gereken istatistiği yapıyordu...

    daha sonra pau orthez'e gitti ve mvp seçildi orda, bunu gören efesliler -ki hep bunun olmasını istemiştim- alıp getirdiler conrad'ı...

    ateşliydi dedim ya; coştururdu seyirciyi de; takımı öne geçirecek bi sayı attıktan sonra, 360 derece çevirirdi kollarını, kafasını potaya çarpacak kadar sıçrardı sewincinden... çok iyi vücudu wardı adamın, efes'in koraç kupası'nı kazandığı kadroda wardı. bi koç kez eurostars'a seçildi, yaptı.
  • andorra'dan bir takımın efes'le yaptığı maçta, murat evliyaoğlunun fast break'te orta sahadan attığı pası havada kapıp, arkasını dönüp basmıştı da.. o gece uyku tutmamıştı gözlerim. süper adamdı. güzel yüzü, sevecen tavrı vardı. maç öncesi ısınma sırasında bastığı smaçlardan sonra seyirciye sevinç gösterileri yapardı keza seyirci de ona..
  • m.ö okuldan kaçıp fenerbahçe futbol takımının antrenmanını seyretmeye giderdik. her ne kadar fenerli olmasam da trenle kaçak seyahat etmek, sonunda dereağzında ünlü futbolcuları görmek çok güzeldi. hayal meyal olsa da hatırladığım basketbol takımının antrenman yaptığı yerinde dereağzına yakın oluşuydu. yanımdaki arkadaş levent topsakal'dan imza alırken bir taksi yaklaştı önde oturan kavruk abinin dizler tavana değiyor.* şok içinde, taksiden zar zor inişine bakıyoruz. hayatımda ilk defa bu kadar uzun ve koyu tenli birisini kanlı canlı görüyorum. taksiden iner inmez imza için etrafını sardık. yanımdaki fenerli arkadaşım sevinç içinde; ''makri, napçaz cimboma bu hafta'' diye sordu. kornaya basarken elin aldığı şekli düşünün, orta parmağı da hafif dışarı çıkarın. bu hareketle, öpücük sesini müthiş bir uyum içinde birleştirerek son derece sempatik bir şekilde cimboma bunu yapıcaz gibisinden hareketini çekti. herkes gülmeye başladı ve conrad imzaları dağıtıp salona girdi. ne zaman ismine bir yerde denk gelsem hep aklıma o gün gelir. allah rahmet eylesin makri. seni çok sevdik.
  • paok'da oynadıgı sırada türk telekom karşisinda son 1.5 dakikaya 5 sayı önde girer paok.pota altında bi top kapma mücadelesi sonrasında hakem topu paok'a verir..
    mcrae gidip hakeme topun kendisinden cıktıgını söyler hakem kararını degiştirir telekom o hucumda bir üc sayı kazanır ve maca ortak olur..türk telekom o macı kazanır ama macı kazanmasından cok mcrae'nin yaptıgı akıllarda kalmıştır..
  • efes pilsen de sampiyon olduklari sezon sonunda televizyon progaramina katildiklarinda nasil bu kadar iyi ziplayabiliyosun sorusuna ayakkabilarimin altindaki kucuk adamlar sayesinde diye cevap vermisti.soruyu soran da ismet bademdi.
  • kendisiyle ilk tanışmamız bayağı eskilere, hbb’nin kolej basketbolunu yayınladığı yıllara dayanır. syracuse üniversitesinin nba’e gideceğine kesin gözüyle bakılan atletik pivotuydu izlediğimiz kadarıyla.ama drafta ikinci turda wizards tarafından seçilmesine rağmen, belki henüz oyununun o düzey için yeterli görülmediğinden belki de kendisi avrupada daha az çabayla daha çok kazanacağına inandığından nba’i zorlamak yerine yaşlı kıtadan gelen teklifleri kabul etti.o dönemde 1907 derneği’ninde girişimleriyle basketbola hatrı sayılır bir bütçe ayıran fenerbahçeye gelmişti.

    zaten amerikan sokak basketbolunda bile saygı duyulan bir isim olmasına neden olan o anormal atletizm yeteneğini gelir gelmez türk seyircilerine de göstermeye başlamıştı mcrae.pek bilinmez ama o sezon bir lig maçında 10’dan fazla (emin değilim ama 13 olabilir) blok yapmış ve maçı triple double ile tamamlamıştı.

    ama oyunu hala üst düzey basketbol için yetersizdi.smaç haricinde fazla bir hücum silahı yoktu, savunması ise avrupa basketboluna uymuyordu. sonucunda da sezon sonu türkiyeden ayrıldı ve fransanın yolunu tuttu.

    artık fransada ne yaptılarsa efese transfer olduğunda çok daha hazır ve donanımlı bir oyuncuyla karşı karşıyaydık.efeste olduğu dönemde iki pota altında da terör estiren bir silaha dönüşmüştü.o efsanevi koraç kupası yolculuğunda takımının en spektaküler ismiydi.yaptığı bazı smaçlar ve bloklar bugün bile basketbolu o dönemde takip edenler tarafından çoşkuyla aktarılır.salonda canlı izlediğimiz bir maçta murat evliyaoğlu’nun attığı garip bir pası havada yakalayıp neredeyse rakibinin üstünden geçerek ters smaçlaması abdi ipekçi tarihinin gördüğü en fantastik anlardandı.o dönemde ipekçi'ye ikinci adresimiz yapacak kadar çok gitmemizin nedenlerinden biriydi.

    sonrasında bir sabah gazetede okuduğumuz ölüm haberi ve sanki tanıdığımız bir arkadaşımızmış gibi içimizde yarattığı o acı burukluk.ama aklımızda hep o ölümsüz görüntülerle kalacak mcrae, biz onu bize hissettirdiği o muhteşem duygularla hatırlayacağız.
hesabın var mı? giriş yap