• bir on dakikadır duruyorum şu ekran karşısında da anlatmak istediklerimi anlatabilecek bir tek cümle gelmiyor aklıma. ne yazsam yetersiz.

    bir sevgili nasıl bu kadar kendinden çok karşısındakini düşünür anlatacak edebi kelimeler bulamıyorum. doğum gününde, hastalanmış, ateşler içinde, kusmaktan bitap, gözünü açık tutmaya çalışırken, kendini bırakıp lohusa depresifi karısını sakinleştirmeye çalışan, gözlerinden sevgi akan bir adam en iyi nasıl tasvir edilir bilmiyorum.

    geçtim normal hali, o hasta haliyle, karısı zorlanmasın diye alt değiştirme seromonisine yandan destek atan, malzeme taşıyan, sevgilisi emzirirken pipet koyduğu bardakla su içiren, terini silen, moral veren bir adama hangi kelimelerle teşekkür edilir onu da bilmiyorum.

    şimdi sen içerde, artık dayanamayıp uyurken, ben burada en melankolik halimle seni ne kadar sevdiğimi düşünürken, en büyük derdim seni nasıl sevdiğimi anlatamamak olsun diye geçiriyorum içimden. sen nasıl olsa benim gözlerimden, ellerimden bilirsin sana olan sevdamı.

    iyi ki doğdun gözümün nuru, iyi ki yarim oldun, iyi ki hayat ortağım, yoldaşım oldun. seni dünyalar kadar çok seviyorum.
  • tam 7 yıl önce bu vakitler, manyak gibi dans edip, halay falan çekip içiyorduk bir yandan da. acayyip eğleniyorduk. gündüzünde ise epey çile çekmiştik. dile kolay şuradaki ve şuradakine benzer gudik şeyler giyili vaziyette tanımadığımız insanların bizi öpmekteki ısrarıyla savaşmakta, karşılığında altın veriyor olmaları hasebiyle sessiz kalma kararı verkmekte idik.
    şaka değil düğün salonuna ayyayye koko cambo ile girmiş iki zavallıyız. oysaki olanca kıro solculuğumuzla merdena mına ile girme talebimizi belirtmiş, gereken altyapıyı sağlamış idik. israil ve amerika'nın bu elim olaydaki parmaklarından hala şüpheliyiz.
    bu şoku atlatamadan ise ümit besen ile dans etmiş, bıçak kesmiyor diyen garsonu bıçaklamış idik. bu sonuncusu şaka, bıçaklamadık, pastayı kafasına geçirdik.

    "yeaa bırak o da eksik kalsın", "bu da olmayıversin", "geç onu geç" şeklindeki yaklaşımlarıma cinnet geçirmeye 5 kala edasında göz deviren aney, duvak da almadığımı görünce cinnete 1 kalaya kadar gelmişken "temam temam" diyerek pes etmiş, son anda nereden ayarlandıysa getirilen bir bildiğin tülü kafama örtmüştüm. ahahah şaka değil! yani tül değil elbet ama kafamla direk hiçbir bağlantısı olmayan bir duvak tepemden sarkar iken salona girmiş ve cambaz edasıyla (ve ümit besen çalarken ühühühühüh) dans etmek zorunda kalmış idik. o duvak sen kay, çınarlıada garibim tutmaya çalış, saryade sinirlen, o zamanlar henüz dilde seksizme duyarlı olunmadığından "sikecem duvağını da gelinliğini de" şeklinde söylen falan derken ben soyunup rezalet çıkarmadan bitti neyse ki ümit besen de oturabildik nikah masasına. espri yapma zorunluluğu bulunan nikah memuru ve onunla paslaşmakta zorunlu olan nikah şahidi engelini de kimseyi öldürmeden tamamlayıp, üstüne onyüzbinmilyor kişi öpüp, düğünün en eğlenceli kısmı olan takı sayma merasimini de atlatıp, iki üç tur tey tey kendinden geçip halayı da çektikten sonra, düğünlerin ennnnnn olay çıkarıcı an numara 1'de yer alan aile fotoğrafı çektirme modunu bile atlatıp, akşamında kendimizi taksim'e o manyak kıyafetlerden de kurtulup attık ki normal insanlar bunca manyaklıktan nasıl keyif alabiliyor zerre anlamadan.

    şimdi eğlenceli kısmı özet geçip tüm bu eziyetli saçmalıkları niye anlattım biliyor musunuz, ben tüm bu korkunç saçmalıklara, sonrasında gelen ailenin dahli saçmalıklarına, kurumsallığın dibine girmeye, toplumsal beklenti gerzekliklerinin kıyısından da olsa girmeye sadece ama sadece ama sadece bu adam için katlanırdım, sadece bu adam için katlandım. zira ben gibi delinin agresyonu sıklıkla normal sınırları aşsa da bunca saçmalığı ancak bu adam bu kadar komik ve eğlenceli hale getirebilirdi. (yarın bir gün aze okur diye çocuk sahibi olmak saçmalığı hakkında yazmıyorum hiç, şşşş)

    bunca yıldır yaşadığımız bunca zorluğa rağmen inandıklarımıza asla ihanet etmemiş olduğumuz için,
    rahat edip, mülk sahibi olalım, para edinelim diye kendimizden hiç vazgeçmediğimiz için,
    her tür zorluğa el ele göğüs gerip mücadeleden hiç vazgeçmediğimiz, kendimizi kandırıp kendimizden vazgeçmediğimiz için,
    kavga dövüş de etsek, didişip birbirimizi gıcık da etsek yoldaşlığımızı hiç kenara bırakmayıp kendimizi, ilişkimizi hep ileriye götürdüğümüz için,
    şahane bir imalat ile olağanüstü ürün aze çınar'ı oluşturduğumuz için,

    benimle aynı evi paylaşmaya başladığın ve benim bugüne kadar yaşamamı, sakarlıktan, açlıktan, pislikten, beceriksizlikten ölmememi sağladığın için,

    beni çok sevdiğin, kendini çok sevdirdiğin için,

    sana koca bir ömür borçluyum.
    işbilir insanım, sana güzellik yapıyor görünüp kendimi sağlama aldım!!

    seni o kadar çok seviyorum ki, bilebilsen çok şaşarsın.
  • çınarlıada kucağına aldığı aze'ye, aze'nin odasındaki hayvanları tanıtıyor. saryade de başka odada, sesleri geliyor:

    - bak bu horoz kızım, sabahları insanları uyandırırlar köylerde, üürürüüüüü derler. bunlar da ördek suda yüzerler, vak vak derler. bunlar da inek. süt verirler. ama anneyle karıştırma sakın. annen inek değil. inekler de annen değil, tamam mı kızım.
  • an itibari ile duruşu bakışı değişti. şimdi uğruna kaplan kesileceği gerekirse süt dökmüş kediye dönüşeceği bir kızı var.
    duruşunda baba ağırlığı, gözlerindeki şefkatte başka bir derinlik var. zaten bitmek bilmezdi enerjisi şimdi onca telaştan sonra hala altunizade'den seyrantepe' ye bile koşabilecek enerjisi var.
    tarih en gereksiz adamı bile yazar da, babalığından dem vurmaz.
    ama aze çınar' ın ilk gülüşü, ilk elini tutuşu, başı babasının göğsünde uykuya dalışı tarih kitapları yaktırır adama, sahaflar yaktırır hatta.ilk gün bebeğini kucağına alıp o mercimek burnunu temizleyebilen kaç baba var bu coğrafyada? gözleri endişe ile mutluluk arasında bir yerde gezinip duran, aşkı iki kadına yetecek kaç adam var?
    aze çınar babasına yakıştı, babası aze çınar babalığına...
    öperim gözlerinden
  • bir telefon görüşmesi:

    s: yaa ahmedinejad gelmiş tüm yollar kapalıydı, yürüdük beşiktaş'a kadar!
    ç: ahmet mi gözaltına alınmış? hangi ahmet??
    s: lan ne gözaltısı, uydurmaa. ahmedinejad gelmiş diyorum.
    ç: ölmüş mü!! nasıl ölmüş yaaa???

    kendisi karagöz'dür biraz.
  • biz hayatın acemisiyiz 30 yıldır. ısrarla bu çeşit yaşamın inceliklerini reddederek, öğrenmeyerek, profesyonelleşmeyerek sürdürüyoruz düşe kalka hayatı. bize gösterilen yaşama biçimini, doğruları kabul etmeyip kendi kendimize öğrenmeye çalışıyoruz doğruları, deneme yanılma yöntemi en büyük klavuzumuz.

    önderimiz beckett: hep denedin hep yenildin, bir daha dene bir daha yenil, daha iyi yenil...

    deneye yenile bulduk doğrularımızı, üzüle üzüle bulduk aydınlığı bazen. en iyiyi bulmak için ayrı kaldık bazen, beraberken en dost olduk hep.

    yenilgiler toplamı bir hayattan bunca güzelliği nasıl çıkarabilir insan şaşmamak mümkün değil. hatta tüm güzelliklerin o yenilgilere borçlu olması... bildik "yengilerle" kirletilmemiş bir hayatın verdiği gurur...

    zorluklar, o zorlukların tercihlerimizin sonucu olduğunu bilmenin rahatlatıcı etkisi. biz hiçbir zaman inanmadığımız bir hayatla gelen kolaylığı tercih etmedik senle. o yüzden zorluklar hep başımız gözümüz üstüne oldu.

    biz iki deli seçtik, tercih ettik ve yaşadık da iyiyi kötüyü, iki hayat acemisi bir bebekle ne yapacaklar bilemeyip paniğe kapıldığım çok oldu. bize dayatılanı reddedebilme gücünü gösterdik ama ya bebeğe dayatılanlara aynı güçte karşı çıkamazsak diye korktuğum. deneyip yanılırken ya bebeğe zarar verirsek diye, ya beceremezsek diye...

    ne zaman bu korkulara kapılsam sen, dünya dışı evimizin aslan kralı, güçlü gülümseyen yüzünle "hahayyyt bizim en beceriksiz halimiz bile sıradana on basar korkma" diyorsun gözümün önünde canlanıp. ne zaman hormonal hamilelik paniğine kapılsam, seni düşününce kendimi bir tatil köyünde, dalgaların sesini dinleyerek uzanmış hissediyorum.

    kızımız en fazla sıradışı olacak ve bununla sorun yaşayacak, tek sorunu bu olsun. biz ne zaman sıradanı sevdik ki benim canım, enginarım, sevgilim, dostum, masal kahramanım, bebeğim...

    seni çok seviyorum.
  • çınarlıada: hayatım senle bi gün kırmızıya (bar) gidelim.
    saryade: olur hayatım gidelim.
    çınarlıada: (on saniye sessizlik ardından, birden) kızımı nereye bırakıcam!?!?!? sen git ben gelmiyorum!!!
    saryade: tövbe tövbeeeee
  • hayatımın repertuarının adıdır. dostum dostum güzel dostum ile başlayan bir repertuar. bir şarkısın senle başlayıp binlerce şarkıya, türküye dönüşen...

    bir güzelin aşığıyım erenler dedirtti sonra.. "gözlerin bir çığlık, gözlerin bir yaralı haykırış" oldu çoklukla. "sevgi güzellik ister gülüm, güzellik emek ister" en temel şarkısıydı bu repertuarın. beni ondan ayrı koymaya çalışanlara inat, "sevdaya yasak koyanın dünyada yeri olmaz " diyen sevda türküsü en dilinden düşmezi.

    merdena mına oldu sonra. "ölümümsün gule" demenin en içli hali.

    dinlenmeye en doyulamayan repertuarın adıdır çınarlıada. hayatımın repertuarının. elin elimde olsun kapı kapı dilenek bölümü başladı sonra, asla dilenecek hale düşmesek de, elele türlü sıkıntıları aştığımız bir dönem. domates biber patlıcan şarkısıyla gülpembeyi yanyana dinletebilendir . hissettirebilendir. "rahimdeki yavruyu atlandıran" gecem gözlü, sürgünleri yok sayan direnç gülü. "ekmeğe banılan tuz", musluğa dayanan ağız" seviyorum seni demenin binbir yolu. gaybana gecelerin sahibi, huzurlu geceler yaratıcısı. bir fincan kahve olsamla repertuarın her gecesi olup, kahve olup huzurum olan, kırkbin yıl hatır sahibi.

    çekelim turnam sineye en baba b1 türküsü olan, her tür kaprisi, sıkıntıyı, kederi sineye çeken. mevsimsiz kar'ım benim. "ellerini ellerime bırakanım"

    6 yıllık ,hevalim, "önce bir kıvılcım düşüren" arkadaşım, tam 4 yıldır can yoldaşım , dil sırdaşım. "gün olur devran döner, ağlayan bayram eyler"im.

    ekşi sözlüğün tamamını verseler sığmayacak kadar çok şarkı, türküden oluşan baharım benim. en çok da bitmeyecek kavga'm. yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
  • yarın sınavı olan bu gudik önce gündüz gezmeye çıkmış, 21.00 gibi eve gelip türlü bahanelerle ders başına oturmayı bu saate kadar ertelemiştir. en son on dakika önce ders çalışması için ısrar ettiğim için bana küsmüş , "feysbuk sayfan bokum gibi!!" deyip gayet olgunca dil çıkarıp ders çalışmaya salona geçmiştir. ve fakat iki dakika evvel yine yanıma gelip şu diyaloğu gerçekleştirebilmiştir:

    - yaaaaaa ben burada senin yanında çalışabilir miyiiiim lütfeeeen?
    - ya olmaz klavye sesi, video izliyorum falan geç içeride çalış!
    - ya ama içeride çok sıkılıyorum lütfeeen burada çalışayım.
    - len ders çalışmanın eğlencesi mi olur sıkılacan tabi?
    ve kendini aşar:
    - yaa ama bugün hiç sıkılasım yok yaaaaaaaa.
  • çok uyanık çok. beraber uzman tvde video izliyoruz. konu: bebek tee anne karnından itibaren anneyle bir bağ kurar mı?

    doktor (yaklaşık olarak) : bebeğin ilk duyduğu ses anne kalbi. alışık olduğu koku anne kokusu. doğduktan sonra da huzursuz olduğunda, ağladığında anne kucağına alırsa, annenin kalp atışı, annenin kokusu bebeği sakinleştirir.

    çınarlıada: yani hayatım, ben bebek ağladığında: "al sende duruyor" deyip sana verirsem, tembellikten değil tamamen bilimsel bir gerçekten tamam mı?
hesabın var mı? giriş yap