• sonsuza nispetle üçün de, beşin de, milyarın da sayı değeri sıfırdır. herhangi bir sayı bölü sonsuz, sıfırdır; isterse bu sayı trilyon çarpı trilyon olsun.

    işte bu yüzden, evrensel şuur indinde niceliklerin ve boyut farklarının bir önemi yoktur. en küçük ile en büyük; en zayıf ile en güçlü; en zengin ile en fakir; en güzel ile en çirkin; en bilgili ile en cahil* vs... ona göre aynıdır. evrensel düzen dahi bu prensibe göre yapılandırılmıştır ve halihazırda bu prensibe göre işletilmektedir.

    mesela, iki dilim ekmeği olup bir dilimini dostuyla paylaşan bir fakirin kazancı, bill gates'in tüm afrika açlarını doyurmaktan elde ettiği manevi kazançtan çok daha yüksek olabilir. zira sözü edilen evrensel kural gereğince, niceliklerin değil niteliklerin sonuç alıcı etkileri vardır. sığ beşer düşüncesi aksine hükmetse de, evrensel şuur daima niteliğe ve farkındalığa prim verir.

    dolayısıyla iki dilim ekmeğinden birini paylaşan fakirin evren üzerindeki etkisi çok daha fazla olacaktır. belki de kurttan kuşa kadar tüm mahlukat onu alkışlayacak ve tebrik edecektir.

    bu verdiğim misalden de anlaşılması gerektiği gibi, aslında her insan evreni değiştirecek bir güce sahiptir. ancak ekseriyetle yanlış küçüklük-büyüklük algısı yüzünden elindeki bu muazzam silahı hiçbir zaman kullanamaz ve atıl durumda bırakır. "ben kimim ki, altı üstü basit bir çalışanım; basit bir memurum; basit bir işçiyim vs..." şeklinde düşünür. bu argümanların hiçbiri geçerli değildir. evrensel bilinç indinde, ayakkabı tamircisi ile cumhurbaşkanı arasında hiçbir fark yoktur.

    yüksek farkındalığa ulaşan herkes, kim olursa olsun, olağanüstü işler başarabilir; en azından bunu şuur boyutunda gerçekleştirebilir. zahir planda ise açığa çıkış her zaman mümkün olmayabilir. zira bunun için ekstra şartların sağlanması da gerekebilir. fakat bu önemli değildir. şartlar olgunlaşır ve sizin şuur boyutunda hallettiğiniz meseleler zamanı gelince başkalarınca somut projelere dönüştürülürler. kazancınız ve insanlığa katkınız mahfuzdur.
  • son zamanlarda "çok", "çok fena", "çok fazla" gibi anlamlarda kullanılan kelime.

    "büyük eğlendik."
    "ooo büyük sıçtık desene."
    "aman efenim, büyük estağfurullah."

    şimdilik kıl oluyorum, sonradan ağzıma yapışır mı bilmem.
  • - nicelik bakimindan yüksek miktarda olan.

    mesela: "büyük paralar verdiler ama ben yeni dogmus leoparimi evlatlik vermedim."
    evet... bu cümlede büyük olan, paranin boyutu degildir. çok miktarda, gani gani, milyorlarca ytl paradan söz edilmektedir.

    - havali, yüce, üstün niteliklere sahip olan.

    mesela: "hilmi, büyük adammis. yeni dogmus leoparimi nüfusuna geçirdi."
    evet... bu cümlede büyük olan, hilmi'nin boyutlari degildir. kral adam yahut adamim benim manasinda kullanilmistir.

    - yasça büyük, tecrübeli, yetiskin olan.

    mesela: "büyüklerin yaninda, yeni dogmus leoparim hakkinda konusmaktan çekiniyorum doktor."
    evet... bu cümlede büyük olan, esyalar degil, insanlardir. anne, baba, anneanne, dede, komsu hayriyanim teyze kastedilmistir.

    - son derece mühim, asiri derecede önemli olan.

    mesela: "yeni dogmus leoparimi çöpe atmamak, hayatimin en büyük karariydi."
    evet... bu cümlede büyük olan, kararin boyutu degildir. hmm, aslinda kararin boyutudur ama sizin anladiginiz sekilde degildir. mecazi bir büyüklükten söz edilmektedir. lütfen yani...

    - bir de üç büyükler vardir ama bu konuyu, bir sonraki derste isleyecegiz. notlarima bakmam lazim. iyi günler.
  • (bkz: big)
    tom hanks'in başrolünde oynadığı bir film. eğlenceli bir film olarak kalmıştır akılda.
  • gorece daha fazla hacim sahibi olan.
  • ks. (bkz: büyük rakı)
  • umumi tuvaletlerde ekstra para alınan hacet giderme şekli, kaka.
  • tekrar gözümün önündeler, rahatlıkla onları seçebiliyorum. karanlık olduğunda ışıkların gitmesi ve korkunun gelmesinin asıl sebepleri, yalnızca benim için aslında. sıcak renkli bir ışık olduğunda bu çok daha rahatsız edici, ama gereğinden büyük ve orantısız suratlar ve onların parçaları, gözler, dudaklar ve burunlar beni hiçbir şeyin korkutamadığı kadar korkutuyor. onlar boşluğun içinde birdenbire görünebiliyorlar, hiç yeri değilken bir burnun üç katı büyüklükte bir göz görebiliyorum ve o an gözlerimi kapatıyorum. bu da yetmiyor, yorganı üzerime iyice çekiyorum ve gözlerimi açsam da kapatsam da aynı karanlıkla karşılaştığım bir hale sokuyorum kendimi. gözümü yorgana iyice yaklaştırıyorum, dışarıdan gelen sokak lambası ışığı yorganın liflerinin arasından sızabiliyor mu diye, hayır. yalnızca karanlık var. bir süreliğine kocaman gözler yok oluyor. onun yerine yarın beni neyin mutlu edeceğini düşünmeye başlıyorum. cevap yok gibi, zorluyorum. evet, bir şeyler var, yarın yine güzel bir gün olacak, muhtemelen açık hava. evet, bu iyi hissetmem için yeterince iyi bir sebep. hintli kadınların şarkı söylerken seslerinin incelikten kopacak hale gelmesi gibi bir kopma anı yaşıyorum, kendimi sırıtırken buluyorum ve ardından bam! bu sırıtış baltalanıyor. kocaman bir ağız. dudaklar da öyle, ve içindeki dişler de gülen forever alone meme’inin dişleri gibi. çok ama çok büyükler, ve ben bundan korkuyorum. evet, gereğinden büyük yüz uzuvları beni korkutuyor, çok korkutuyor. kafamı iki yana sallıyorum, beklenmedik bir gayretle altımdaki yatak çarşafının toplanmasını göze alarak bir yanıma dönüyorum. kolum altımda ezilmesine rağmen en rahat bu şekilde uyuyabilmem ayrı bir gariplik. boş duvara bakıyorum, biraz ışık olsaydı ve o duvar alçılanmamış olsaydı sıvadan kaynaklı girinti ve çıkıntıları rahatlıkla anormal şekillerdeki insan suretlerine benzetebilirdim. derslerde rasgele çizdiğim insanlar oluyor, gören herkes onların kim olduğunu soruyor ve ben bilmediğimi, rasgele çizdiğimi söylüyorum. işte ben geceleri o insanlara bakarak kendimi korkutuyorum. ortaokuldayken cinlerden korktuğunu söyleyen sınıf arkadaşlarımıza cevap niyetine ‘görünmeyenden korkmayın, yanınızdaki insanlardan korkun asıl’ cevabını veren din kültürü öğretmenimi hatırlıyorum. insanlardan çok korkuyorum kimi zaman, çok.

    boş duvara bakmak beni sıkıyor, biraz değişikliğe ihtiyacım var. diğer tarafa dönüp sandalyenin üzerinde yükselmiş giysi yığınına bakıyorum. bunun beni korkutması lazım, korkmam gerektiği için korkuyorum fakat ona uzun süre bakabiliyorum. çünkü beni lord voldemort’a benzeyen joe satriani’den daha az korkutuyor, ya da gözleri fazla büyük olan temsili uzaylı resimlerinden.

    bu anda en büyüğü geliyor, kocaman bir burun gözlerimin önüne öyle hızlı iniyor ki, aklımı kaçıracakmış gibi olup başımı bir karış geri atıyorum. gözlerimi sımsıkı kapatıyorum, birazdan gidecek, diyorum kendi kendime. birazdan gidecek. ve başka bir uzuv kalmayacak, kocaman kaşlardan ya da çenelerden korkmazsın herhalde. hatta kocaman elmacık kemikleri şirin bile olabilir, diyorum. on beş saniye geçiyor. gözlerimi açıyorum. kocaman burundan, kemerinden ve deliklerinden eser yok. doğruluyorum. ayaklarımı sürüye sürüye odanın kapısından çıkıyorum, pisuvarın biraz erken çalışmasıyla irkiliyorum, kafamı sallayıp ellerimi yıkamaya geçiyorum. kafamı kaldırmak aklıma geliyor, bunu biraz yavaşça yapıyorum, işte o an anlıyorum. o an her şey bitiyor, yutkunamıyorum bile, ağzım kapalı ve burnumdan aldığım nefes kalp atışlarıma ayak uyduramıyor.

    aynaya dimdik bakan bir ben’in karşısında şimdiye kadar hiç görmediğim büyüklükte gözler, dudaklar, dişler ve devasa iki deliğiyle bir burun var.
hesabın var mı? giriş yap