hesabın var mı? giriş yap

  • çoğu titiz tüketici son kullanma tarihini kuru kafalı "ölüm tehlikesi" uyarısı gibi algılarken, bu nazik "tavsiye"yi palyaço pennywise veya leland gaunt'un ağzından çıkıyormuş gibi samimiyetsiz bulurlar.

    tüketim tarihi konusunu tiye alan horts lichter'in harika bir sözü vardır:
    "16 millionen jahre altes salz, haltbar bis nur 2016!"

    anlamı: 16 milyon yıllık tuzun son kullanma tarihi 2016!

    şaka bir yana, işin doğrusu, üreticiler kalite güvenliği ve ayrıca hukuki gerekçelerle son tüketim tarihini belirlerken ürünün cinsine göre belirli bir ihtiyat süresi bırakıp, daha erken bir tarihte tüketilmesini tavsiye ederler. yani bu ürün, sözkonusu tarih gelip çattığı anda otomatik olarak bozulmaz, bir süre daha güvenle tüketilebilir.

    konunun daha iyi anlaşılması için besinlerin saklanma yöntemlerine kısaca değinelim.

    insanlık tarihi boyunca geliştirilen başlıca gıda saklama yöntemleri şunlardır:

    1. günlük (taze) tüketim:
    et ve özellikle kümes hayvanı ürünlerinin üzerindeki son kullanma tarihine dikkat edilmelidir. bu gibi gıdalarda soğuk zincir çok kritiktir, marketten evinize ulaşma süresi bile önemlidir.

    çünkü bu gibi gıdalar zararlı bakterilerin üremesi için elverişli olup, satın alındıktan sonra en kısa sürede buzdolabına konulmalı ve mümkünse aynı gün veya en geç iki gün içerisinde iyi pişirilerek tüketilmelidir.

    bazı basit öneriler:
    -bu gibi ürünleri alışveriş sepetinde fazla gezdirmeyin, diğer ihtiyaçlarınızı karşıladıktan sonra, kasaya gitmeden hemen önce alın.
    -rafın arkalarındaki, son tüketim tarihi daha ileri olan paketleri tercih edin.
    -naylon poşet yerine, mümkünse ısıyı muhafaza eden sırlı poşet ve kapları kullanın.

    2. pastörize ve yüksek ısıda sterilizasyon (uht):

    a) pastörize edilmiş gıdalar:
    bu ürünler (özellikle süt ve süt ürünleri) insan sağlığına zararlı bakterilerin büyük ölçüde öldüğü 70-80 dereceye (celcius) kadar ısıtılıp aniden soğutularak paketlenir.
    raf ömrü birimi "gün"dür. bu bakımdan, ambalaj üzerindeki son tüketim tarihine dikkat etmekte yarar vardır.

    b) yüksek sıcaklıkta (uht) sterilize edilmiş gıdaların raf ömrü birimi "ay"dır. üreticiler, bunların son tüketim tarihini belirlerken, ihtiyat payı bırakıp birkaç hafta önceki bir tarihi tavsiye ederler.

    3. dondurma (şoklama):
    işte burada soğuk zincir denilen kavram öne çıkar. ürünün ısısı, dondurulmasından tüketiciye ulaştığı ana kadar korunmalıdır. çözündükten sonra tekrar dondurulmamalıdır.

    dondurulmuş gıdaların da raf ömrü birimi genellikle "ay"dır. şoklanmış gıdalar uygun koşullarda birkaç sene saklanabilir, ancak zaman içinde lezzeti azalabilir.

    ayrıca, ürünün ambalajının zedelenmemiş olması gerekir. aksi takdirde, soğuk yanığı veya yabancı koku sinmesi gibi nedenlerle gıdanın kalitesi düşebilir. en önemlisi, "dondurma yöntemiyle tüm zararlı bakteriler ölür" diye bir kural yoktur.

    prensip olarak, ev tipi buzdolabının buzluk kısmında 2 aydan fazla dondurulmuş gıda bekletmemek uygun olacaktır.

    4. fermentasyon:
    gıda maddelerinin kimyasının bazı bakteri, maya kültürleri ve diğer mikroorganizmalar marifetiyle değiştirilmesidir.

    süt, fermentasyon sayesinde daha dayanıklı süt ürünlerine dönüştürülür. yoğurt gibi günlük veya peynir gibi daha uzun raf ömrü olan ürünleri örnek verebiliriz.

    diğer bir örnek: turşu. insan, mevsimlik gıdaları daha uzun saklamak adına bu yöntemi keşfetmiştir. turşu için en sağlıklı raf ömrü birimi, adı üzeri "mevsim"dir. evde yapılanın aksine, sanayii ürünü turşuların raf ömrü daha uzun olabilir.

    5. şekerleme:
    zararlı bakteriler yoğun şekerli ortamda üreyemezler. böylelikle reçel, marmelat gibi gıdalar, ambalajı delinmemek ve suyla temas etmemek kaydıyla birkaç sene saklanabilir.

    6. kurutma:
    et, balık, taze sebze/meyve ve mantarları uzun süre bozulmadan saklamak için ideal yöntemdir. bunun yanısıra, fasülye ve domates gibi bazı gıdaların lezzeti kurutulunca yoğunlaşır.

    kurutulup paketlenmiş gıda maddeleri, ambalajın delinmemesi kaydıyla birkaç sene saklanabilir. fakat zaman içinde lezzetini kaybedebilir.

    7: konserve:
    raflarda en fazla yer kaplayan gıda maddesi olması nedeniyle, en çok hassasiyet gösterdiğimiz gıdalar konservelerdir.

    konserve işlemi sırasında meydana gelmiş olabilecek üretim hataları can alıcıdır. nitekim, konserve zehirlenmesi ölümcül bir durumdur. başlıca nedeni de, konserve yapımı sırasında yapılan hatalara bağlı olarak gelişen botulinumdur (bkz: botox).

    ipucu: konserve kabının şişkin veya bombe yapmış olması önemli bir alarm sinyalidir. kap açılırken (kötü kokulu) gaz çıkışı oluyorsa, tavsiye edilen son tüketim tarihine bakmadan çöpe atılmalıdır.

    8: isleme (füme):
    et, deniz ürünleri ve bazı kanatlılar soğuk veya sıcak isleme yöntemleriyle dayanıklı hale gitirilebilir. isleme, eskiden daha ziyade saklama yöntemi olarak yaygınken, bugün damak zevki için yapılagelmektedir.

    9. tuzlama:
    özellikle et, balık, mantar ve iç yağ gibi gıda maddeleri bu yöntemle uzun süre saklanabilir. tuzlama halen geleneksel yöntemle ihtiyaç miktarınca yapıldığı için, son kullanma tarihi tüketilene kadardır.

    bu bilgiler ışığında toparlayalım:

    bir gıda maddesi son kullanma tarihi veya tavsiye edilen tüketim tarihi geldiğinde otomatik olarak bozulmaz, hükümsüz ilan edilmez. bu, o besinin o tarih itibariyle halen güvenle tüketilebileceği anlamına gelir.

    nitekim bazı avrupa ülkelerinde, tavsiye edilen tüketim tarihi yaklaşmış, hatta bir kaç gün geçmiş ürünleri toplayıp, bunları internet üzerinden uygun fiyata satan insanlar/firmalar vardır. bu işin epey kazançlı olduğunu söylemeliyim.

    peki, daha emin olmak için ne yapmalı?

    altın kural:
    gözünüze ve burnunuza güvenin!
    aldığınız ürün; olması gerektiği gibi görünmüyorsa, rengi değişmişse, kötü kokuyorsa, çürüme ve küflenme belirtileri gösteriyorsa, ambalajı delinmiş veya şişmiş ise, tarihine bakmaksızın çöpe atın!

    tabiatıyla, besin maddeleri hakkında temel düzeyde bilgi edinmeniz, size alışverişte yol gösterecektir.

    örneğin, taze balık nasıl kokar, öğrenin. cânım camemberte yüz buruşturup, "amele çorabı gibi!" deyip atmayın.

    tarihi geçmiş bir ürün aldığınızı fark ettiğinizde, ne yapmalısınız?
    içinize sinmiyorsa iade edin, hiç uğraşmayın.

    bunun dışında, aldığınız ürünün niteliği ve yukarıda sayılan kategorilerden hangisine girdiğine bakıp, duruma göre değerlendirin.

    - örneğin, taze tavuk budu/göğsünün son kullanma tarihi geçmişse, riske girmeyin. zaten tazeliğini yitirdiği yönünde bazı emareler de görünecektir:
    tavuğun dokusu nemini yitirmiş, dokunulduğunda yapışkan bir hal almış ve kokmaya başlamıştır. direkt çöpe atın!

    - mesela, aldığınız kakaolu fındık kremasının son tüketim tarihinin bir hafta geçtiğini tespit ettiniz;
    ambalajı açın. genellikle kapağın altında bir folyo veya jelatin olur. bunun sağlam olduğunu görün. kıvamını, küflenme veya sulanma olup olmadığını kontrol edin.

    koklayın. koku iştahınızı açıyorsa iyidir. koku yoksa, aromasını yitirmiştir, atın! kokusu fındık/vanilya/çikolata/karamel dışında alakasız bir şeye benziyorsa, bozulmuştur, atın!

    görüntü ve koku testi başarılı ise, çekinmeyin, tadın!
    vegemite veya ne bileyim boza tadı almıyorsanız, yani lezzet olması gerektiği gibiyse, gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz.

    - fakat, mantar sözkonusu olduğunda iki kat dikkatli olmak gerekir!
    "kültür mantarıysa, güvenle yenir" demeyin. zehirli olmayan bir mantar da tazeliğini yitirdiğinde veya çürüdüğünde, diğer gıdalar gibi zehirlenmeye yol açabilir.

    kaynağı bilinmeyen, doğadan toplanan mantarları ise %100 emin olmadan tüketmeyin, bir bilene danışın. unutmayın, bir mantarın lezzetli olması, hoş kokması, zehirli olmayacağı anlamına gelmez.

    bence, "son kullanma tarihi" ve "tavsiye edilen tüketim tarihi denildiğinde", gözden kaçan önemli bir husus daha var:
    ürünün paketi/ambalajı açıldıktan sonra ne kadar süre içinde tüketilmesi gerektiği.

    türkiye'de, makarna sosu veya krem peynir gibi bazı ürünlerin ambalajında bu hususa yer verilir: "açıldıktan sonra buzdolabında saklayınız.", "açıldıktan sonra üç gün içinde tüketiniz" gibi.

    fakat ilginçtir ki, özellikle mayonez gibi çok hassas ve bakteri cenneti besinlerle ilgili rahatlık dikkatimi çekti, hatta mayonez ve hazır soslar konusunda özellilkle amerika'lıların epey kaygısız olduğuna bizzat tanık oldum ve ekşi sözlük haber ajansı adına araştırdım.

    "mayonez ve soslar" dosyasını açıyorum:

    temas kurduğum farklı üretici firma yetkililerinin bu konuda verdiği yanıtların tutarlılık arzettiğini tespit ettim. buna göre;
    - evde yapılan mayonez ve soslar derhal tüketilmelidir.
    - sanayii ürünü mayonezlerde genellikle çiğ yumurta kullanılmaz, yine de "içindekiler" bölümünden kontrol etmekte yarar var.
    - piyasadaki mayonezler ve diğer soslar sıkı kalite kontrol standartlarına tabidir ve kapları (örneğin tüp) dışarıdan hava almayacak şekilde tasarlanmıştır.
    - mayonez tüpü açıldıktan sonra buzdolabında saklanmalıdır.
    - bir-iki ay içinde tüketilmelidir.
    - tad ve renkte değişiklik varsa, derhal atılmalıdır.

    işlenmiş et ürünleri:
    yetkililer sorum üzerine, salam ve sosis gibi "pişirme" yöntemiyle işlenmiş et ürünlerinin bir kaç gün içinde tüketilmesini önermişler;
    pastırma, salami ve sucuk gibi "fermentasyon" yöntemiyle üretilmiş et ürünlerinin ise, dayanıklı olduğuna dikkat çekmişlerdir.

    kuru gıdalar:
    yetkililer ayrıca; mısır gevreği, kakao, süttozu, makarna vb. kuru gıdaların açılmasını müteakiben, kuru ve serin bir yerde saklanması gerektiğini ve tad, koku, renk değişimi olmaması koşuluyla, bitene kadar rahatlıkla tüketilebileceğini bildirmişlerdir.

    yetkililer, horst lichter'in 16 milyon yaşındaki tuz yorumuna ilişkin sorumu şaşkınlıkla karşılamış ve yanıtsız bırakmışlardır.

    benim yorumum: farklı kokular ve nemlenme riski barındıran mutfak ortamında, açıkta fazla bekleyen tuza istenmeyen aromalar sinebilir. yine de, tuz için son kullanma tarihi tavsiye etmek gülünç görünüyor.

    zira, insanoğlu tuza koruyucu olarak bel bağlamıştır:
    (bkz: balık kokarsa tuzlarsın tuz kokarsa ne yaparsın)

    talep üzerine ek bilgi: yumurta
    yumurtanın en lezzetli olduğu dönem ilk birkaç gündür.
    kabuğu zedelenmediği sürece, yumurtanın kendine özgü bir bağışıklık sistemi vardır. bu sayede, normal koşullar altında yaklaşık 20 gün kadar tazeliğini korur. bundan sonra ise buzdolabında saklanması ve birkaç hafta içinde tüketilmesi gerekir.

    başka bir ifadeyle, ambalaj üzerindeki tavsiye edilen son tüketim tarihinden sonra buzdolabında saklanmak kaydıyla, en az iki hafta daha dayanabilir.

    tom clancy, nükleer denizaltılar hakkındaki bir kitabında (submarine: a guided tour inside a nuclear warship), denizcilerin sefere çıkarken yumurtaları mum ile kapladıklarını, böylelikle bazen aylarca süren seyahat boyunca bozulmadan koruyabildiklerini anlatır.

  • bizim bir aile gelenegimiz var. esasen bakarsaniz geleneklere sahip olmak bile yaslanmakla ilgili galiba, su an fark ettim ama bunu gormezden geliyorum. alti kardesiz ve yas gunlerimizde babam bizi arayip hep ayni dogum gunu sarkisini soyler. bu ilk gunesli bahar gununde tum otoparklarin dolu olmasi gibi, zaten calismadiginiz zamanlarda hafta sonlarinin -hak edilmemislik hissinden kaynaklaniyor olmali- sikici ve anlamsiz olmasi gibi, orhan ve ferdi den yalniz birini sevmek gibi olagandir.

    dogumgunumdu iki gun evvel.. -bugun dogum gunu olanlari kutlarim.- malum, sarki gelecek, bekliyorum. baktim babam, watsaptan yazmis! aramiyor, sarkiyi soylemiyor, sozlerini yazmis. sozleri de yazayim tam olsun gibi, ama eksik oluyor oyle. duyamiyorsun sesini. arayip bi kizayim dedim,biliyorum bu yaslilik degil, dupeduz aymazlikla ilgili. sonra baktim telefona. mesaja. tarihe. yillara. kendime. her sey degisecek, her yas gunumde o baba orada olmayacak. o sarkiyi soyleyemeyecek hicbirimize belki de. hayatla kontratim yok, herhangi bir konuda anlasmamiz olmadi kaldi ki herhangi bircok konuda anlasamadigimiz oldu cok. dedim ki, allah gostermesin, ama olur ya, olmazsa bir daha, anladiniz onu siz dile dokesim gelmiyor, bu bildiginiz gibi zamansizlikla ilgili, mesaji acip okurum. soz ucar, yazi kalir malum. boylece her dogum gunum, hep sarkimizla kutlanmis olur. bu da biraz buyumekle ilgili. buna da icten ice sevindim.

    ınsan, sevinmeyi kafasina koymayadursun illa bir yolunu buluyor, bu biraz yasamakla ilgili..

    nihayetinde acik konusalim romalilar, sevdiklerinizin az zamani kalmis olma ihtimali, akliniza daha sik geliyor ve kendinizce daha az yara almak icin cozumler uretmeye cabaliyorsaniz bencil oldugunuz kadar yaslisinizdir da artik.

    cunku yaslilik, yasadikca yara almamaya calismaktir.

  • sanki her hafta bütün şarkıcıların ibrahim tatlıses'i eğlendirmek için canlı yayına çıkmış izlenimi veren program.

    ibo oturuyor etrafına bakıp gülümsüyor, şarkıcılar da önünde şarkı söyleyip dans falan ediyor. konsepte bak mk.

  • gözlerimle gördüğüm 0-0 biten halı saha maçı, bir halı sahada yaşanabilecek en saçma olaylar arasında yerini almıştır.

  • tarafsiz kalmak icin elinden geleni yapan turkiyeyi taraf secmeye zorlamak icin yapilan hamlelerden bir digeri, resmen arkadas grubu yuzunden surekli basi belaya giren tip olduk mk.

  • türkiye ile ilgili güzel bir şey söyle deseler aklıma ilk kahvaltı kültürü gelir sanırım. hele avrupa'daki kahvaltı kültürü ile kıyaslanmaz bile.

    katılmadığım önerme.

  • çocukken, cumartesi günleri sabahın kör karanlığında uyanıp çizgi film izlemek diye bir şey vardı. sabah uykusuna kıyamayan ben bile içtimaya giden asker gibi uyanır televizyonun karşısına geçerdim. böylece kahvaltı hazır olana kadar bir yığın çizgi film izleme şansım olurdu. o zaman seçici değildim. şimdiki gibi bunun yönetmeni şuymuş, bunun oyuncusu daha önce şurada oynamıştı diye araştırmıyordum haliyle. ancak çizgi filmlerden biri özellikle ilgimi çekiyordu. izlediğim diğer şeylere göre belli bir farkı vardı ama tabi o zaman sebebini bulamamıştım.

    üzerinden yıllar geçtikten sonra batman the animated series'i tekrar izledim ve ortalama bir filmden ya da diziden çok daha kaliteli olduğunu fark ettim. çekilen 85 bölümün tadı damağımda kaldığı için de yakın zamanda tekrar başına oturdum. bu izlememde ise bir çizgi film nasıl olur da bu kadar başarılı olur sorusu dönüp durdu kafamda. her bölümü dili tutulan emine'yi dinleyen şaban gibi "yok canım. öyle mi? vay canına." diyerek izledim. daha sonra seriyi başarılı kılan noktaları bir liste haline getirmeye karar verdim. şimdi hazırsanız batarang'lerinizi alın, kemerlerinizi bağlayın ve listemize başlayalım.

    1) batman:

    uyarlamalar konusunda marvel çok daha şanslı. mesela peter parker zaten sevilebilir bir karakterdir. öğrencidir, maddi sıkıntılar çeker, kız arkadaşıyla arası açılır falan. okuyucu kitlesine yakındır bu nedenle. dc karakterleri ise pek öyle değil. dc tarafında clark kent de yalnızlık çeker ama yok olan bir gezegenin son temsilcisi olduğu için onun yalnızlığı galaktik boyuttadır. bu nedenle dc'nin karakterlerini anlatmak görece daha zordur.

    bruce wayne ise içinde çok karmaşık dengeler bulunduran bir karakterdir. genelde marvel tarafında tony stark ile karşılaştırılır ama tony, ortalama her erkek çocuğun olmak istediği adamdır aslında. zenginlik, başarı, kahramanlık gibi özellikleri bünyesinde bulundurur. batman'i anlatmanın zorluğu ise sadece aşırı zengin olmasından kaynaklanmıyor. birincisi bruce wayne çocukken yaşadığı travmayı asla atlatamamış. ikincisi sürekli kendini ve yaptıklarını sorgulama halinde. üçüncüsü de her ne kadar kendisi görmezden gelmeyi seçse de gücünün limitleri var. bu nedenle karakteri işlerken aynı anda birden fazla yöne bakmanız gerekiyor.

    bu durumda çizgi diziyi yapanların elinde iki seçenek vardı. birinci seçenekte batman'i daha basit bir karakter haline getireceklerdi. mesela lise ya da üniversite öğrencisi yapıp daha neşeli daha komik bir bruce wayne göstereceklerdi. yani o sert, kuralcı, planlı hali olmayacaktı. ancak batman'i batman yapan da bu özellikleridir aslında. hiçbir süper yeteneği olmamasına rağmen mantığı ve çıkarımlarıyla justice league'in defacto lideri olabilmiş biridir. ikinci seçenekte ise karakterin özüne dokunmadan çizgi romanda sevilen ne özelliği varsa onları öne çıkarmaya çalışacaklardı.

    bu da riskli bir seçim aslında. çünkü çizgi film izlemek isteyen çocuğa santayana'dan yapılan alıntıyı dinletmek ve ekran başında tutmak kolay değil. ancak karakteri o kadar derin o kadar çok yönlü ve dengeli anlatmışlar ki hiçbir şey boğmuyor sizi. bu da çizgi dizinin hem küçük yaştaki izleyicilerin hem de çizgi roman hayranlarının beğendiği bir seri olmasını sağlıyor.

    2) villian'lar:

    bir hikaye ancak içindeki kötü karakter kadar iyidir diye bir söz vardı. doğruluğu kesin değil ancak batman the animated series'i bu argümanda rahatlıkla kullanabilirsiniz. çünkü burada animasyon tarihine geçecek kadar kaliteli kötüler var.

    normalde kötü karakter nedir? izleyiciyi heyecanlandırmak için başlarda çok güçlü, hain ve sinsi olan finalde ise basit bir hata ya da tamamen şans eseri ana karaktere yenilen kişidir. en azından çoğu hikayede böyle. batman the animated series ise bildiğimiz üzere çoğu hikaye diyebileceğimiz bir konumda değil.

    peki burada villian'lar nasıl farklı? öncelikle two face, joker, mr. freeze gibi hikayesi olan kötülerin olduğu bölümlerde ön plana bu karakterler geçiyor ve batman hikayenin ilerlemesini sağlayan araca dönüşüyor. anlatılan bu hikayelerin hepsi de insana iyilik ve kötülüğün ötesini düşündürecek yapıda. mesela mr. freeze'i ele alalım. bu karakterin villian olmadan önceki ismi dr. victor fries. kendisi insanları tıbbi amaçla dondurma üzerine çalışıyor. eşi nora da ölümcül bir hastalığa yakalanınca bu yönteme başvuruyor ancak çalıştığı şirketten izin almadığı için bu pahalı "proje"yi durdurması isteniyor. programın durdurulması nora'nın ölümü anlamına geleceği için dr. fries buna karşı çıkıyor ancak yaşanan arbede sırasında bir kaza oluyor ve nora'nın dondurulduğu ünite bozuluyor. kimyasallara maruz kalan dr. fries de sıcak havada ölecek şekilde değişim geçiriyor ve mr. freeze adını alıyor. daha sonra eşinin ölümüne sebep olan insanların peşine düşüyor.

    şehrin bir kısmını dondurmak gibi yöntemleri tartışılabilir ancak mr. freeze'in gerçekten bir kötü olduğunu söyleyebilir miyiz? burası bence biraz tartışmalı. çünkü elinde imkan olan herkes sevdiği insanın ölümünü durdurmaya çalışır. peki bu çabada nereye kadar gidilir? nerede durulur? iş başkalarına zarar vermeye geldiğinde ne yapılır? işte bu çizgi dizide yer alan bir çok kötü karakter, insana bu tür sorular sorduruyor. bu nedenle de hikayeleri kompleks ve sürükleyici oluyor.

    3) kısa film tekniği:

    hikayenin içindeki elementler kadar bu parçaların nasıl bir araya getirildiği de önemlidir. eğer hikayenin hazırlık, merak, heyecanı tırmandırma ve final gibi kısımlarını düzenleyemezseniz istediğiniz fikirleri de ön plana çıkaramazsınız. burada ise neredeyse kusursuza yakın bir anlatım tarzı var. izleyiciyi gerekli yerlerde meraka sürükleyip gerekli yerlerde soruları yanıtlıyor. bunları yaparken bir yandan da karakterlerin gölgede kalmasını engelliyor.

    peki bunu nasıl yapıyorlar? burada 3 perdeli dramatik yapı ya da daha bilinen adıyla "giriş gelişme sonuç" yöntemini kullanıyorlar. ancak bir kağıda giriş gelişme sonuç yazınca her şey birden bire düzlüğe çıkmıyor. yöntemi kullanmanın da püf noktaları var. mesela işaretle inşa etmek buna bir örnek. diyelim ki bir karakter finalde kalp krizi geçirecek. pek iç açıcı bir final değil ama olsun. bu finale ulaşmak bölüm boyunca kaleminizi seyircinin gözüne sokmadan bunu ufak ufak işaret etmeniz gerekir. mesela bir yerde sigara içtiğini gösterirsiniz. bir yerde merdivenlerde tıkandığını izletirsiniz bir yerde kötü beslediğini anlatırsınız gibi. batman de bu tür ufak işaretlerle konuyu dağıtmadan finali inşa ediyor sürekli.

    kullandıkları bir diğer mekanik de karşılaşma, geriye düşme ve yenilgidir. bu çoğu aksiyon filminde de kullanılır. ana karakterimiz filmin başında bir rakiple karşılaşır ancak rakip bir şekilde elinden kurtulur. daha sonra ana karakterimiz araştırma yapar ve rakibinin izine ulaşır. ikinci karşılaşmada ise işler ana karakter için iyi gitmez ve yakalanır ya da işte koruması gereken bir şey çalınır falan. finale doğru ana karakterimiz bir yöntem daha bulur. mücadelede önce geriye düşer sonra da yeni kullandığı yöntem ya da teknikle rakibini alt eder sonra da jenerik akar.

    bu çok tahmin edilebilir bir hikaye anlatma tarzıdır bu arada. filmin ya da dizi bölümünün takribi yüzde 15'ini geçtiğinizde finale kadar olacak her şeyi bilirsiniz artık. ancak bu durum batman the animated series için bir dezavantaj değil. çünkü tahmin edilebilirlik sayesinde çok fazla açıklama yapmak zorunda kalmadan bir hikayeyi 20 dakika içinde derli toplu şekilde anlatabilirler.

    4) derin psikolojik anlatım:

    biraz önce bahsettiğimiz zaman kazanma durumu tembel bir şekilde harcansaydı başlamasının üzerinden 28 yıl geçmiş olan bu seriyi şuan konuşuyor olmazdık. ancak yapımcılar bu anları sadece sayılı çizgi filmde görebileceğiniz psikolojik çıkarım ve karakter gelişimine harcamışlar.

    normalde çizgi filmlerde karakter gelişimi nedir? bir işin acemisi olan karakter bir takım mücadeleler sonunda alanının en iyisi olur. batman the animated series'in farkı ise dönüşen karakterlerin temelde iyiye gitmemesidir. bunun en güzel örneği harvey dent'in two face'e dönüşümünün anlatıldığı iki bölümdür. the dark knight filminde mesela bu iş biraz aceleye gelmişti ve olay tek bir travmaya bağlanmıştı. burada ise çok güzel bir pastayı yavaş yavaş yermiş gibi keyifle anlatıyorlar dönüşümü.

    mesela ilk farklılık burada harvey'nin aslında başından beri two face olması. harvey çocukluğunda bir travma geçirmiş ve serideki diğer pek çok karakter gibi bunu asla atlatamamış. daha sonra pek de sağlam olmayan bu zeminin üstüne aşırı stresli bir kariyer kurmuş. öfkesini bastırdıkça da içindeki "wrong harvey"i beslemiş. biraz önce bahsettiğimiz işaret mekaniği burada bolca kullanıldığı için harvey'nin two face'e adım adım dönüşmesini görebiliyoruz. mesela sürekli atıp tuttuğu para, korkutucu öfke patlamaları gibi şeyler bize neyin gelmekte olduğunu anlatıyor sürekli.

    yalnız psikoloji diyorsak dizide bahsetmemiz gereken asıl vaka kesinlikle batman'dir. çünkü bir travmayı atlatmak için yarasa kostümü giyip suçluları pataklamak nereden baksanız garip bir davranış. dizinin yapımcıları da bunun farkında olduğu için bu cevheri çok güzel kazıp çıkarmışlar. özellikle scarecrow'un geldiği ve suçluların kabusu olan batman'in kendi korkularıyla mücadele etmek zorunda kaldığı "nothing to fear", bruce wayne'in hafızasını kaybedip kendisini tekrar bulduğu "the forgotten", bruce wayne'in aslında ne kadar mutlu olabileceğini ancak bir yandan da iradesinin ne kadar sağlam olduğunu anlatan "perchance to dream" batman fikrinin bruce wayne'de nasıl kök saldığını işleyen "beware the gray ghost" ve batman'in mental çöküş yaşadığı "i am the night" bu alanda çok güzel örnek olabilecek bölümler.

    5) dozunda korku ögeleri:

    scarecrow demişken dizideki korku ögesinden de bahsedelim. çocukken korku filmlerini izlemenin bir esprisi vardı. çünkü o zaman çoğu insanın hayal gücü henüz körelmemişti. bu nedenle izlediğiniz korkunç sahneler sizi hakikaten geriyordu. bu nedenle batman the animated series'deki korku türüne yaklaşan kısımları keyifle izliyorduk.

    burada tabi öne çıkan karakter scarecrow. mesela batman'in tüm kabuslarının çorba olduğu dreams in darkness bu konuda çok iyidir. ancak korku ögeleri sadece bununla da sınırlı kalmaz. sahnelere ve tekniğe yansıyan genel bir durum söz konusu burada. mesela two face'in anlatıldığı bölümde harvey'nin sinirlendiği ancak öfkesini içinde tutmaya çalıştığı kısımlar şuan bile insanı geriyor. ayrıca aynı sahne içinde şahane bir teknik kullanımı da var. burada mafya lideri rupert thorne, harvey'nin dosyalarını ele geçirmiş raporları okuyarak dalga geçiyor. harvey de biraz önce konuştuğumuz gibi olabilecek en ürkütücü şekilde öfkesini bastırmaya çalışıyor ancak başarılı olamıyor ve "big bad harv" ortaya çıkıyor. işte bu anda siyah olan arkaplan dönüşümü anlatabilmek için pan şeklinde kırmızıya dönüyor. bu değişim ilk seferde gözden kaçabilir ancak hareketsiz siyahtan öfke dolu kırmızıya geçişi hissediyorsunuz. bu da sahnenin gücünü ikiye üçe katlıyor.

    6) çizimler ve teknik:

    şimdi bakıyorum da o dönem gerçekten çok cesur bir işe girişmişler. çünkü batman gibi "i am vengeance, i am the night, i am batman!" diyen bir karakterin hikayesini anlatırken bile çizim olarak bu kadar sert bir tona giremezsiniz normalde.

    şöyle düşünün bir çizgi film yapıyorsunuz elinizde halihazırda çok sevilen bir karakter var ama iş, sonuçta televizyonda yayınlanacağı için yapımcıların da bazı tereddütleri var. şimdi en baştaki toplantılardan birinde nasıl bir çizim tarzı olacak diye sorulduğunda "işte binaları, arabaları, kostümleri ve silahları 30'lar gibi düşünün." dediğiniz anda yapımcılarda kalp spazmı başlar, "batman'in kullanacağı alet edavatı da diesel punk ve atom punk arası yaptık." dediğinizde kalp krizi başlar. eğer sağlık ekipleri yetişemeden "bazı sahnelerde de alman dışa vurumculuğundan ilham aldık." derseniz ekibe artık ihtiyaç kalmamıştır çünkü yapımcı orada can verecektir.

    ancak burada bahsettiğimiz yapımcı bu çizgi filmdeki gibi hırslı ve vizyonsuz bir iş adamı aslında. batman the animated series'i yapan ve yöneten ekip ise her anlamda yaratıcı işlere imza atmış ve karakterden ödün vermeden diğer insanların cesaret edemeyeceği kreatif kararlara bir bir onay vermiş. hatta "ya batman'in var oluşsal kriz geçirmesi yeterli olmadı sanırım." diyerek bir de bütün çizimleri siyah kağıt üstüne yapmışlar. sonuçta da ortaya hikaye ile tekniğin müthiş uyumlu olduğu bu seri çıkmış.

    7) animasyonlar:

    tekniğin bir diğer ayağı da animasyonlar. dizi bu alanda da döneminin bütün nimetlerinden faydalanmış ve el çiziminin fiziksel etkisini kullanmış. peki el çizimi fizik konusunda nasıl bir ayrıcalık yaratıyor? mesela iki karakter dövüşüyor olsun ve biri diğerini tutup fırlatsın. cgi'da modeli hali hazırda üç boyutlu tasarladığınız için istediğiniz kadar ekstrem hareket yaptırabilirsiniz. ancak el çiziminde böyle bir şansınız yok. eğer bir karakter diğerini fırlatacaksa bunu olabildiğince yerinden kıpırdamadan yapmak zorunda ki bin beşyüz tane farklı açı çizmek zorunda kalmayın.başka bir örnekle daha açıklayalım. mesela batmobile bir yamaçtan aşağı düştü. elinizde yine üç boyutlu bir model varsa istediğiniz kadar takla attırabilirsiniz araca. el çiziminde ise yemek yemek, arada sırada uyumak ya da en önemlisi bölümü yetiştirmek gibi dertleriniz olduğu için kazada batmobile'i olabildiğince az çevirmeniz lazım.

    az çizim yapmak gerçekçiliği azaltmaz mı diye soracak olursanız bana göre tam tersi durum geçerli. bir kaza var seyirciyi endişelendirmeniz gerekiyor. burada illaki araca fazla takla attırırsınız. hatta biraz daha amatörseniz sahnenin hint filmlerinden çıkma bir şeye dönüşmesi de olası. ancak el çiziminde ne kadar abartmak isteseniz de bilekler şişmeye başladığında bir şekilde sahneyi bitirmek zorunda kalacaksınız. bu nedenle mecburiyet aynı zamanda ekonomik çözümler üretmenize de sebep olacak. bu da daha gerçekçi animasyonların yapılması demek.

    8) joker:

    normalde anlatım, teknik, ton, ritm gibi konular birleşir ve bizi ana karaktere ulaştırır. batman the animated series'de ise durum biraz farklı. burada da belli bir yere ulaşıyoruz ama geldiğimiz yer batman değil tarihin en iyi canlandırılmış jokerlerinden biri oluyor. mesela dizinin düzenli ancak şaşırtma ögelerini de es geçmeyen bir senaryo yapısı var demiştik. o "acaba ne olacak?" sorusu ve gerilimin tırmanışı en iyi joker'in başrolde olduğu joker's favor bölümünde görülebilir. burada ayrıca normal bir insanın yoğun stres altında nasıl zıvanadan çıkacağı da anlatılıyor. böylece dizinin psikolojik noktalarına da değiniliyor.

    başarı sadece hikaye anlatımıyla alakalı değil bu arada. bütünleşik bir çalışma var. bu bölümün başında mesela joker'in çok başarılı şekilde canlandırıldığından bahsetmiştim. peki canlandıran kim? tabi ki luke skywalker'ımız mark hamill. bu bilgiyi daha önce duymadıysanız kendisinin geek camiası tarafından neden bu kadar el üstünde tutulduğunu da anlayabilirsiniz.

    mark hamill'in farkı ne diyecek olursanız da karakteri anlaması ve bir oyuncu olarak başarıyla yorumlaması diyebiliriz. mesela kayıt sırasında bütün diğer ses aktörleri işini oturarak yapıyormuş. mark hamill ise ellerini ve beden dilini kullanarak karakteri yansıtmak için kayıt alınırken ayakta duruyormuş. joker'in en ikonik noktası da kahkahası. bunun için mark hamill bir röportajında "çizgi romanlarda sadece "ha ha ho hi" yazıyordu ancak tabi sesi bilmiyordum. bu nedenle joker'in gülmesini canlandırırken bunu bir müzik enstrümanı gibi düşündüm ve kahkahayı joker'in moduna göre düzenledim." demiş. böylece sinema dahil tarihin en dikkat çekici karakterlerinden biri ortaya çıkmış.

    9) detaylar ve nefes alma anları:

    dizinin şimdiye kadar hep karanlık yönlerinden bahsettik. tüm bölümler bu şekilde olsaydı yine izlenirdi ancak bir yerden sonra yorgunluk gelirdi muhtemelen. mesela ben bu sefer abartıp 12 13 bölüm izledim aynı günde bana mısın demedi. bunu yapabilme sebebim de dizinin sürekli nefes alma anları vermesi. mesela mr. freeze ya da harvey'nin olduğu bölümler gerçekten çok ağır bunlar arka arkaya gelse yorulacağınız için arkadan gelen bölümün tüm güzel detayları gözden kaçacaktı. bunun önüne geçmek için araya man-bat ya da standart suçluların anlatıldığı daha basit bölümler koymuşlar.

    bir de bruce wayne'nin şüphe çekmemek için normal hayata karıştığı kısımlar var. hikayenin bu anlarında da batman'in etkileri görülüyor ancak bruce'un halkın önünde belli bir imajı var. bunu korumak için de bruce wayne olabildiğince rahat olmaya çalışıyor. bu sayede aksiyonun çok yüksek olmadığı yer yer eğlenceli anların yaşandığı sahneler izliyoruz ve yorulmamış oluyoruz.

    10) alfred pennyworth:

    alfred kesinlikle kendi başlığını hak ediyor. çünkü bu nefes alma anlarının bir çoğunda başrolde kendisi yer alıyor. peki alfred'i bu kadar değerli bir karakter yapan şey ne? dizideki aşağı yukarı her şeyin birden fazla boyuta sahip olduğunu söylemiştik. alfred de bu tonlar arasında geçiyor ve duyguları sentezleyebiliyor.

    mesela öfke, sevgi gibi konuları yazabilirsiniz ancak bunları tek başlarına kullanırsanız çok yavan, çok tatsız diyaloglar olur dizide. alfred ise dışarıdan baktığınız zaman kızıyor gibi görünüyor. hatta yeri geldiğinde hem bruce wayne'i hem batman'i iğnelemekten geri durmuyor. ancak bu anlarda bile yetiştirdiği çocuğa olan sevgisini fark edebiliyorsunuz. bu da söylediği ve yaptığı her şeye ayrı bir tat katıyor.

    iğneleme demişken alfred'in bu konuda master seviyesinde olduğunu da belirtelim. eğer kendisine kulak verirseniz en zor, en karanlık, en gergin anlarda bile sizi güldürecek bir şey söylediğini fark edersiniz.

    sonuç olarak batman the animated series, çizgi filmden öte bir yapım. bazı anlarda hikayenin kompleks yapısını terk ettikleri oluyor. ancak genele bakacak olursanız derin karakterlerin işlendiği, karmaşık hikayelerin kısa sürede izleyiciye aktarılabildiği yayınlanmış pek çok dizi kadar başarılı bir seri olduğunu görebilirsiniz.

  • seçim vs diyen şerefsizmiş, kansızmış, dezenformasyon yasası bunun için varmış falan.. kansız sana benzer vatansız, üç kuruş için allahı da dini de vatanı da her boka alet edersiniz. 5 yıllık iktidar süresince 4.5 yılda bir şey olmuyor, son 6 ay hdp ile de yakınlaşıldığında bomba patlıyor. siz allah bilir bu yasayı akp ile bu tür olayları ilişkilendirenleri içeri tıkmak için çıkarmışsınızdır münafık herifler.

    t: üzücü, vicdan yaralayıcı, ülkenin ahvali düşünüldügünde şaşırtmayan patlama olayı

  • başlık: beyler gittiğim kuran kursunda bi kız var

    1.çok tatlı bir kız, hoşlanıyorum sanırım. nasıl yakınlaşabilirim sizce ?

    2. beraber hatim indirmeyi teklif et

    3. kulağına fatiha oku.

    8. ona küçük abdestler al.

    15. müslümansan git konuş panpa.