hesabın var mı? giriş yap

  • korku duvarını aşmış haberci.

    bu kadar cesur söylemleri ancak artık kelle koltuğa almış birisi yapabilir. demek ki silivri falan çok takmıyor.
    takdir ediyoruz.

  • sigara içtiğim zamanlarda mandalina kabuklarını küllük olarak kullandığım zamanlar geldi aklıma. neden evde kaldığım şuan anlamını buldu.

  • şimdi televizyonda avrupa basının yorumlarını, özellikle ingiliz basının kendisine yüklenmesini seyrediyorum da her şey bir yana şunlar geliyor aklıma; "lan biz senelerce kıt kanaat kupalara katılıp sikilip, sokulduk afedersin. hakemlerden çektik, ezdiler büzdüler. hakan ünsal'a rivaldo yüzünden tereddütsüz gösterirken kartı ya da ne bileyim avrupa şampiyonalarında oynatacak adam bulamazken iyiydi di mi. roma'da sopa yiyip bile geldi türk takımı. finalde hagi'ye kartı zart diye gösterirken adams'a bi sikim göstermemişlerdi falan. yanisi senelerce bize soktular çıkardılar şimdi sıra bizde lan. bunu da cüneyt çakır sağladı. sağolsun varolsun."

    diye anlık düşünmedim değil yani.

  • korku filmlerinde monolog öldürür. kendi kendinize konuşmaya başladınız mı öldünüz demektir. "hadi çocuklar şakanın tadı kaçtı artık çıkın ortaya" diyip sağ kalabilen olmamıştır, tıpkı kazık kadar adam olup "dur şuraya saklanayım da şunların aklını başlarından alayım" diyenlere rastlanamadığı gibi. öyle şaka mı olur lan ilkokul mu burası?

    karanlık bir ormanda yürüyorsanız "kim var orada" sorusunu sormanız da salak bi monolog örneğidir. gecenin köründe sinsice ortalıkta dolaşan adamdan ne hayır gelir? kimse kim lan sana ne dümbük. kaç git işte. karanlıktan bi sesin "benim ben, maria sharapova, tenis topum ormana kaçtı da onu arıyodum" demesini mi bekliyorsun?

    bi de ismiyle arkadaşı aramak vardır, o da ayrı bi dallamalık örneğidir. gece vakti çıkın evden dışarı, sevgilinizin adını söyleyip durun. ulan o sevgili azıcık adam olsa zaten gelir bulur seni. "bill? sen misin? bill, orada mısın?" haa evet bill orada, afedersin deli sikmiş bill'i, çıkmış gecenin köründe çalı çırpının arkasına saklanmış sana bakıyo. ulan bunu görünce benim bile öldüresim geliyo seni, katil naapsın?

  • baharın gelmesi üzerine takılan ve takan kişiyi, yanında taşıdığı süre boyunca kötülüklerden muhafaza ettiğine inanılan, kelime anlamı 'mart ipi' şeklinde kabul edilebilecek, bu ismiyle yıllanmış bir bulgar geleneği, düşüncesi itibariyle tarihi bir balkan paylaşımıdır efendim.

    geleneği bir coğrafi bölgeye indirgemiş olsam da tanımda, aslında bu hissiyatı paylaşan dünyanın herhangi bir köşesi, bunu takıp inanmakta özgürdür. ki nihayetinde, baharı karşılamaya hazırlanan çok kişi bileklerini kırmızı ve beyaz ile sarıp sarmalar.

    anlamı üzerine en çok düşünülmesi gereken ise, marteniçka'nın direkt satın alınarak ya da örülerek kullanılmasından ziyade, sevilen bir kişiden size ulaşmasıdır. tabii ki kendinize bir marteniçka armağan edebilirsiniz ama sevilme, önemsenme, değer görme hissiyatı da biraz anlam katıyor bu örgüye.

    hele kişinin sevdiğinden geliyorsa marteniçka, bağlandığı aydan bağımsız olarak sürekli kalır bilekte. hem bağlayanı hatırlatır, hem beraber geçirilecek mevsimleri hem de bağlayanın sizi düşünüp kötü şeylerden koruma isteğini. yaklaşık 2 yıldır sadece mart ayında takıp geleneğe uygun olarak ayrılırdım kendisinden ancak son bir aydır, baharı iliklerime kadar hissettiğimden, buz gibi havalarda bile yanımdan ayrılmadı hiç; bileğime yerleştiğinden beri.

    zaten bahar, sevdiğin gelmesi değil midir a dostlar?

  • insan 10'lu yaşlarda o günlere gelebileceğini hiç düşünmüyor. "yok artık, ben de mi?" diyor. tıpkı kendini ölümsüz sandığı gibi. 30'a yaklaştıkça ciddileşiyor. sanki 30 olunca hayat birden değişecek. sen evde otururken bir anda kendini başka bir yerde, başka bir hayat yaşarken bulacaksın, gibi geliyor. o kadar saçma 30 yaştan beklentiler. ne olacak 29'da neysen 30'da da osun. hatta aynı çizgide devam edersen 35 de 40 da hepsinde aynısın.

    değişen şeyler de var tabi. insana, hayata bakış değişiyor ilk başta. önceliği kendine verir oluyorsun. bekarsan eğer, kendi isteklerin diğerlerininkinden önce gelmeye başlıyor. bencilleşiyorsun. evliysen eğer, sorgulamaya başlıyorsun yaşadığın hayatı. "mutlu muyum? " diye sormaya başlıyorsun. kendinle daha çok bir şeyler yapmak istiyorsun. kendine zaman ayırmak, kendinle vakit geçirmek. gördüğün ölümler, hastalıklar seni daha çok istediğin gibi yaşamaya teşvik ediyor. cesaret edemediğin şeylere cesaret ediyorsun, ertelediğin şeyleri yapıyorsun. anlıyorsun çünkü, fırsatının bir daha olamayabileceğini. gerçeklerle yüzleşiyorsun en çok da.

    en güzel hediyesi ise senelerdir biriktirdiğin insanlar oluyor. anne babana eskisi gibi kızamıyorsun. daha ne kadar seninle olacaklarını kestiremiyorsun. hayatın gerçekleri kayıplarla daha da yüzleştiriyor insanı. kimsenin ölümsüz olmadığını iyice fark ediyorsun. eskiden boş kalsın diye uğraştığın evinde ses arar oluyorsun.

    36 oldum bu sene. ne zaman ölürüm, ne kadar daha yaşarım bilmiyorum. ama bildiğim, bir gün güneş yine doğacak ama ben o gün göremeyeceğim. her an, her dakika keyifle yaşamayı seçmek için bir sebebim var. yaşamak güzel, sırf güneşin doğduğunu görebilmek için bile.

  • çocuk abd vatandaşı. geçmiş olsun. daha da gelmez. biri yorum yazmış. "bir gün bir esnafla tartıştım ve camını kırdım. akşam memlekete gitmek için otogardayken göz altına alındım." diye. cam kıran adam otogarda yakalanır, adam öldüren güle oynaya ülkeyi terk eder. ölen öldüğüyle kalır.

  • kettle'a bile bu kadar mutlu olan zavallı bir kadına amma iğrenç tepkiler gelmiş.
    bela okuyan olmuş, kocan ölsün diyen olmuş.
    dahi anlamındaki de'yi ayıramayan moronlar vurmuş da vurmuş.
    kötüsünüz lan. geberin.