hesabın var mı? giriş yap

  • ilkokulda çok hızlı koşardım ben. ilçeler arası yarış yapılacaktı, öğretmenlerim gidip annemden rica ettiler, takım kurulacak oğlunuz da olsun diye. annem "terler bizim oğlan üşütür" dedi göndermedi beni. bakışa bak amk. işte çocukken terlemeden koşmayı becerebilseydim şimdi alkolik olmazdım belki.

  • siz de yapın o zaman madem onlar sevdirmeye çalışıyor sen de aç bi tane sevdirmeye çalış kendini. gerçi o şeytan suratını gören korkup kaçar zaten

  • oha oha oha. 14 yasindaki ablasinin da babasi cikti adam.

    görsel

    edit: @yalandadaolsa isimli arkadas uyardi. odatv olayi yalanlamis.
    odatv haberi

    türkiye'deki pislik zincirinin açığa çıkmış küçük bir halkası.

    bunu sadece "muslumenin dedesi babasıymış yaa" diye okumamak da lazım.

    ya anne kocasını aldattı. ya da anne tecavüze uğradı.

    neresinden tutarsan elinde kalıyor. keşke insanları black mirror'daki gibi sessize alsam ya her şey çok kötü abi. yani her gün bir insanı rahatsız edecek olay oluyor ve bu olay dibin dibi.

  • çekilme tarzına bağlı olarak, göğüs omuz, sırt ve kanatlar üzerinde farklı etkiler yaratabilecek, mühim bir hareket.
    birleşik bir hareket olduğu da göz önüne alınırsa, çekiş gücünün gerektiği bilimum spor ve özellikle vücut geliştirme için elzemdir. bele halat ile ağırlık takarak ya da ayağa dambıl geçirerek de gerçeklenebilir, dadından yinmez.
    delikanlı bodycinin eli nasırlı olur.

  • terapi değildir.

    bağımlılık olarak rapor edilmiş olaylardan birini şuradan okuyabilirsiniz.

    adı helen, 45 yaşında ve 18 yaşından beri "inanmıyorum ama terapi işte" diye başladığı bu macera, otuzlu yaşlarından sonra falcı seansına 200 euro ödemek, sinemada gideceği filmi bile falcılara sormak, tüm ilişkilerinde onların önerileriyle karar almak gibi garip bir noktaya ulaşmış. işin aslı kendi başına karar alamaz biri haline gelmiş. falcının söyleyeceklerini beklerken heyecanlanmak, pozitif ifadeler duymak istemek, beklentilere kapılmak, sürekli ve sürekli aynı soruları sormak... tanıdık geldi mi? sonunda maddi manevi çöktüğü için yardım alması gerekmiş.

    helen'in durumunda dr. mark griffiths'in 6 bağımlılık kriterini de kullanmışlar. mark beyefendi davranış bozukluğu, kumar bağımlılığı, oyun bağımlılığı, internet bağımlılığı gibi alanlarda araştırmalar yapan bir psikolog. bağımlılık kriterleri ise:

    1- salience (when a particular activity becomes the most important activity in the person’s life)

    2- mood modification (the use of the activity as a way of either getting a ‘high’ or ‘buzz’ and/or using the activity to escape, de-stress or numb)

    3- tolerance (needing more and more of the activity over time to feel the mood modifying effects)

    4- withdrawal symptoms (psychological and/or physiological consequences such as excess moodiness and irritability if unable to engage in the activity)

    5- conflict (with other activities – such as work and hobbies – and personal relationships, that may lead to a loss of control)

    6- relapse (i.e. returning to addictive patterns of use following a period of abstinence)

    helen'in durumunda ne olmuş?

    salience: fal baktırmak helen'in hayatındaki en önemli olay haline geliyor, sosyal ilişkilerini fal baktırmak için erteliyor.

    mood modification: fal öncesi ruh hali değişiyor, endişeleniyor ama aynı zamanda heyecanlanıyor da.

    tolerance: daha çok fal, daha fazla falcı... her defasında aldığı tatmin azaldığı için daha uzun süreler fal baktırıyor.

    withdrawal symptoms: tipik çekilme belirtileri. bir süre fal baktırmazsa geriliyor, kötü hissediyor.

    conflict: yaptığının onu kötü etkilediğini biliyor, maddi manevi tükendiği halde buna engel olamıyor.

    relapse: yıllarca fal baktırmayı bırakmaya çalışıyor ve hep başa dönüyor.

    sanırım dünya genelinde üzerinde araştırma yapılmış fazla olgu yok, bu nedenle örnekler sınırlı ama psikoloji forumlarında bolca görebilirsiniz.

    bir süredir çevremde çok fazla fal bağımlısı olduğunu gözlemliyorum. özellikle de fal uygulamalarına delice paralar harcıyorlar, falcı için şehir değiştiren var. tüm fal baktıranlar bağımlı olmamakla birlikte, ruhsal sıkıntıların olduğu dönemlerde faldan medet umanlarda işin bu boyuta varabileceğini bilmek lazım. bizde kahve, çinde çay, batıda tarot, her kültürün kendi popüler kehanet yöntemi var.

    şuradaki araştırmaya göre en çok inanılan paranormal durum astroloji iken, en az inanılan koca ayak. kehanete ya da diğer paranormal öğelere inanmanın içinde bulunulan grup ya da medyada maruz kalma gibi etkenlere bağlı olduğu belirtilmiş.

    yani özetle içilen her türk kahvesinden sonra fincanların kapatıldığı, herkesin telefonunda falcı uygulamasının bulunduğu bir dünyada bununla ilgilenmeme ihtimali azalıyor. çoğu insan için anlık eğlence olsa da, ruhsal sorunlara sebep olduğu gerçeği burada dursun dedim.

    bence fala inanmayın, falsız kalın, kafanız rahat olsun.

  • cim sahada mac yaparken henuz macin basinda uzaklardan sol ayakla bir sut atarim, ve farkli sekilde auta gider.
    guney afrikali takim arkadasim yanimdan gecerken sorar:
    - are you left-footer?
    +i use both.
    -maybe you shouldn't.

  • auroville, 1940'ların ünlü gurusu sri aurobindo ve annesi olan "görücü anne" tarafından düşünülmüş ve temelleri atılmış kentütopi.

    25 se­ne ön­ce ü­to­pik bir fi­kir ger­çek­leş­ti­ril­me­ye baş­ladı. 124 ül­ke­den ge­len konukların katılımıyla hin­dis­tan’ın gü­ne­yin­de "a­u­ro­vil­le" ku­rul­du, yani "ge­le­cek­de­ki in­san­la­rın u­lus­la­ra­ra­sı şeh­ri". bu zi­hin­sel bir de­ne­yim­di. bü­tün i­yi­ ni­yet­li in­san­la­rın bir a­ra­da ya­şa­ya­cak­la­rı ve sa­de­ce en bü­yük ger­çeği din­le­ye­cek­le­ri bir yer. büyük usta yo­gi sri a­u­ro­bin­do ve görücü an­ne böy­le is­te­miş­ti. kısacası auroville, ba­rış ve hu­zur rü­ya­sı­nı ger­çek­leş­tir­me­ yolunda atılan bir adım. a­u­ro­vil­le bir ta­til cen­ne­ti de­ğil­dir, ilk ba­kış­ta öy­le gö­rün­se de. a­u­ro­vil­le’nin ger­cek­ten ne ol­du­ğu çok zor i­fa­de e­di­lir. res­mi a­dı "top­lum pro­je­si" o­lan a­u­ro­vil­le’deki yaklaşık 700 sa­ki­n o­rayı zi­hin­sel bir de­ne­yim o­la­rak gör­mek­te­ler. bu insanlar, yo­gi ve fi­lo­zof o­lan sri a­u­ro­bin­do’nun ve an­ne'nin fi­kir­le­ri­ni ger­cek­leş­tir­me­ye ça­lış­mak­ta­dır­lar.

    28 şu­bat 1968'de, an­ne 90 ya­şında ku­ru­lu­şu ger­çek­leş­tir­me­ye a­dı­mı­nı at­mak­tay­dı; pondy­cherry’nin bir kaç ki­lo­met­re ku­ze­yin­de (ben­gal körgezi ya­kın­la­rın­da) 124 ül­ke­den ge­len da­vet­li­ler­le bir­lik­te a­u­ro­vil­le’nin, ya­ni "ge­le­cek­te­ki in­san­la­rın u­lus­la­ra­ra­sı şeh­ri­nin" a­çı­lı­şı ya­pıl­dı. an­ne, i­ler­le­mek ve da­ha i­yi bir ye­re gel­mek is­te­yen­le­ri da­vet et­mişti. aslında, a­u­ro­vil­le bir de­ne­y yeriydi ve ha­ber tüm dün­ya ba­sı­nın­da yer al­mış­tı. bu yüzden çok ilgi çekti ama son noktaya hiç de kolay ulaşılmamıştı. yet­miş­li yıl­la­rda 20 ki­lo­met­re­ka­re­lik böl­ge, pe­ri­şan bir gö­rün­tü­dey­di; vic­dan­sız, yakıcı bir gü­ne­şin al­tın­da o­lan ku­rak ve kaskatı bir top­rak. sa­de­ce bir kaç ta­ne man­go, ban­yan, kasc­hu ve palm­yra a­ğaç­la­rı var­dı. 50.000 ki­şi­lik bir şe­hir plan­lan­dı, o­ra­da in­san­lı­ğın bü­tün­lü­ğü gös­te­ri­le­cek ve bu­ra­sı "sü­pe­r in­sa­n" ın do­ğum­ ye­ri o­la­cak­tı. işe çok bü­yük bir u­mut, heyecan ve hevesle baş­la­dı;ilk gelen­ler çok ça­lış­kan­dı­lar, a­ğaç­lar di­kip, in­şa­at­ları sürdürüp, a­u­ro­vil­le’nin mer­ke­zi i­çin te­meli oluşturdular. mer­kez i­na­nıl­maz bü­yük­lük­de­ki "mat­ri­man­dir"di, yani yu­var­lak bir şe­kil­de o­lan "tan­rı­nın tapınağı". on­dan son­ra her­şey bir­den du­rak­la­ma­ya baş­la­dı: 1973'de her­şe­yi yö­ne­ten ve a­u­ro­vil­le ü­ze­rin­deki bü­tün o­to­ri­teye sa­hip o­lan an­ne öl­dü. yet­miş­li yıl­lar­da hin­dis­tan’a akın akın gelen hip­pi­ler a­u­ro­vil­le’e de git­me­ye baş­la­dı­lar ve o­ra­da ya­şa­yan nor­mal in­san­la­rı gö­rü­nüm­le­riy­le ve dav­ra­nış­la­rıy­la kor­kut­tu­lar. ge­nel­de ba­tı­dan ve fran­sa’dan gel­miş o­lan 400 auroville sa­kini pon­dic­herry’de­ki "sri a­u­ro­bin­do derneği" den pek mem­nun de­ğil­di­ler. ve bu ku­ru­luş a­u­ro­vil­le’nin yö­ne­ti­miy­le ve ba­ğış top­lan­ma­sıy­la gö­rev­len­di­ril­di, da­ha doğ­ru­su bu gö­re­vi zor­la al­dı. (bu biraz da ba­kış a­çı­sı­na bağ­lıdır.) kö­tü bir yö­ne­tim, ana fikre uzak ve yetersiz bir bağ ve de pa­ra da­ğı­tı­mın­da kolay ye­ri­ne ge­ti­ri­le­mi­ye­cek kurallar, kısacası maddi yardımlar istenildiği gibi ulaştırılamıyordu. bun­la­rın hep­si hin­dis­tan­lı or­ga­ni­za­tör­le­rin is­ten­me­me­le­ri­nin ne­den­le­ri oldular.

    bu o­lay­lar­dan son­ra a­u­ro­vil­le’li­ler ken­di a­ra­la­rın­da i­ki gru­ba ay­rıl­dı­lar. bü­yük bir grup ana dernekle i­liş­ki­si­ne ta­ma­men kes­mek is­te­mek­tey­di di­ğer­le­ri ise, ilişki­le­ri de­vam et­tir­mek­de id­di­a­lıydılar. 80’li yıl­lar­da za­ tar­tış­ma­la­r sürüyordu. ve inanılmaz ama ge­nel­de ka­ba kuv­vet­den ya­rar­la­nı­yor­lar­dı, hat­ta ba­zen pro­fes­yo­nel dö­vüş­cü­ler bi­le tutuluyordu. ziyaretçilere pa­sa­por­tlarını ve pa­ra­larını ya­nlarında gö­tür­me­leri tav­si­ye e­diliyordu, çün­kü e­ve dön­üldüğünde o­ra­sı­nı soyulmuş olarak bu­la­bi­lir­ler­di. a­u­ro­vil­le’in o dönemde hu­zur ve ba­rış­la pek bir il­gi­si yok­tu. tek konuşulan şey, mad­di ve po­li­tik nok­ta­la­rın ö­nem­li ol­du­ğuy­du. iz­le­nim olarak auroville sı­ra­dandı. a­u­ro­vil­le’li­ler so­nun­da mah­ke­me­ye baş­vur­du­lar ve ço­ğun­luk ne pa­ha­sı­na o­lur­sa ol­sun a­u­ro­bin­do derneği'ni is­te­me­yerek çok çid­di bir a­dım at­tıktan sonra hin­dis­tan hü­kü­me­ti'n­den a­u­ro­vil­le’yi ü­ze­ri­ne al­ma­sı­nı is­te­di­ler. ve bu istek o­lay 1988’de ger­çek­leş­ti­ril­di ve işte o za­man­dan sonra or­tam bi­raz sa­kin­leş­ti. devle­tin a­ra­ya gir­me­siy­le bir­lik­te ba­zı sıkıntıların or­ta­ya çık­ması ih­ti­ma­lin­den kor­kul­mak­taydı a­ma a­van­taj­la­rın da­ha faz­la o­la­cağı u­mut e­diliyordu. a­ma herşeyden önce artık i­yim­ser­lik ön plan­daydı ve ye­ni bir dö­ne­min baş­la­dı­ğı açıkça gö­rül­üyordu. mat­ri­man­di­r'in gö­be­ğin­de bu­lu­nan me­di­tas­yon o­da­sı­ ni­ha­yet bit­mişti, oysa 20 yıldan beri an­ne'ye gö­re "a­u­ro­vil­le’nin ru­hu" o­lan bu o­da­nın bi­ti­mi i­çin ça­lı­şıl­mak­taydı. an­ne o­rayı bir viz­yon­da gör­dü­ğü­nü söy­lü­yor­du ve bu­na göre ver­di­ği e­mir­ler, tüm kopukluklara rağmen son ay­rın­tı­sı­na ka­dar ye­ri­ne ge­ti­ril­di; mat­ri­man­di­r'de be­yaz renkli,12 kö­şe­li,12 ta­ne sü­tu­nu var, or­ta­sın­da al­man­ya’da ya­pı­lan, 70 san­tim ça­pında bir kris­tal­ kü­re bu­lun­uyor. üze­ri­ne bil­gi­sa­yar­la ku­man­da e­di­len bir ay­na yerleştirildi, bu ayna gü­neş ı­şın­la­rı­nı yan­sıt­ırken bu o­da­da­ki tek ı­şık kay­na­ğını oluşturmakta. an­ne ölmeden önce, gü­cü­nü bu o­da­ya a­kı­ta­ca­ğı­na söz ver­mişti. şim­di insan­lar bu­nu ha­tır­lıyorlar ve oda­yı bi­linç sü­reç­le­ri­ni baş­la­ta­cak bir yer o­la­rak gör­mek­te­ler.

  • hırsızsınız lan hırsızsınız ve bunun ülkenin durumu senin kazandığın parayla ilişiği yok düpedüz emek hırsızısınız. ulaşılabilir makul bir hizmeti sömürüyorsunuz. korsana talep bütçe değil erişim problemidir diyorduk ama siz direkt hırsızsınız.