hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye'nin çomarları bunun ne demek olduğunu 15 sene sonra anlarlar. siz gerizekalısınız arkadaşlar. tayyip gelip geçici, dünya sultan süleyman'a kalmadı ona mı kalacak? türkiye kalıcı. yalnız kendi hayatlarınızın değil, çocuklarınızın da hayatlarının içine sıçıyorsunuz.

  • yeni uyanmış sevgili sıcacıktır.
    suratı hiç karizmatik değildir. şişmiş gözleri ile bir japona duyulan şefkati hissettirir. bir başkasında gördüğünde gözünü kaçırdığın çapaklara işaret parmaklarınla yumuşacık dokunup almak istersin.
    mırmır mırıldar sevgili.
    hele gözlerini açıp da seni görünce gülümserse, bir an nefesin durmuş gibi hissedersin.
    ister 35 numara bir kadına ister 45 numara bir erkeğe ait olsun, yorgandan dışarı sızmış bir sevgili ayağı, içindeki tüm kötü duyguların panzehiridir.
    insanın en zayıf noktasıdır o, uyurken herkes masumdur tezinin kanıtıdır o yamuk duran, yorganlardan fırlayan yaramaz, bilinçsiz ayak.

    uyku sonrası ilk saçmalama cümlelerine şahit olmak yakınlaştırır iki insanı birbirine.
    çünkü saçlarını arkaya yatıracak, parfümlerini sıkınacak, yüzünün anlamını istediğin gibi resmetmene yarayacak makyajı yapacak zaman yoktur.

    gri farlarla boyadığın gözlerin, paçaları liğme kotunla vermeye çalıştığın özgürlüğüne düşkün ve asi imajına tur bindirir, yastığın altına saklanmış kol, yakası yamulmuş ayıcıklı pijama.

    kalkar kalkmaz;- benim prensiplerim vardır bebek- diyemez kimse, algılar hala bilinçaltı ile gerçek yaşam arasında gidip gelmektedir. en fazla;
    -mm picamanı mmmmrm ters mi giymişsin mmmrrr , saçın yan dönmüş çok şirin mmmrrrmm- çıkar ağzından

    ben astığım astık erkeğim tripleri, hiç olur, bir avuç içiyle göz ovma hareketiyle.

    insan aslında çığlık çığlığa bağırmaktadır, benim şevkate de ihtiyacım var, diye.

    yeni uyanmış sevgili ile hergün yeni duygular uyanır içinde. kedi yutmuş gibi cırmalanır kalbin.

    kendini yorgandan sızan ayaklara gülümserken bulursan birgün, kedi tırnaklarıyla aşk yazmış demektir kalbine.

  • gelmiş geçmiş en samimi ve en tatlı kadınların listesi yapılsa ilk 10 a girecek birisi belki de.

    dinozorluğuna övgüsünü ne güzel anlatmış;

    "çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım? tam tersine baş kaldırırım, direnirim böyle bir çağa karşı. bu yüzden dinozorlukla suçlanmam da vız gelir bana. çünkü ben dinozoru tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil; geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınamaz değerlerini yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan bir yaratık olarak tanımlıyor, dinozorluğumla övünüyorum."

  • marksizm'in ilk büyük pratiği.

    94. yılında ekim devrimi'ne ilişkin şu notları çıkarabiliriz:
    - bolşevikler işçilerin, yoksul köylülerin ve askerlerin ağırlıklı kesiminin desteğiyle merkezi iktidarı ele geçirdiler.
    - öncü parti'nin önderliğinde rus emekçileri dört yıl boyunca emperyalistlere ve büyük burjuvazinin ve gericiliğin güçlerine karşı devrimci vatan savunması savaşı verdiler.
    - rusya'yı savundukları strateji ve siyasal programla ancak bolşveikler birleştirebilirdi ve onlar birleştirdi.
    - devrim, kapitalist gelişmişlik bakımından batının en geri, doğunun en ileri ülkesinde meydana geldi. bu durum devrimin batıdan doğuya kaydığının, "emperyalizm, milli kurtuluş savaşları ve emekçi devrimleri çağı"nın başladığının da göstergesiydi.
    - devrim artık 19. yy. devrim stratejisinde olduğu gibi ülke içindeki burjuvazi-proletarya kamplaşmasının bir sonucu olarak değil, emperyalist cephe zincirinin en zayıf halkasının kırılması sonucu meydana gelecekti ve ekim devrimi bu yeni durumun miladı oldu.
    - ekim devrimi, revizyonizm ve bilimsel sosyalizm arasındaki mücadeleye hayatın verdiği devrimci cevap olarak da tarihe geçti. emperyalist savaşın başlamasıyla kendi emperyalist ülke burjuvazilerinin geri kalmış ülkelere uygarlık getirdiğinin savunan sahte sosyalistlere karşı duran bolşevikler, 2. enternasyonal partilerinin sahte vatan savunması propagandalarına karşı etkin bir mücadele verdiler, ezilen ulusların ve türkiye'nin vatan savunmasını eylemli olarak desteklediler.
    marksizmin dogmalaştırılmasına karşı yeni bir teorik atılımın öncülüğünü lenin önderliğindeki bolşevikler gerçekleştirdi.

  • bazı yabancı dillerde karşılaşılan nesnelerin eril veya dişil olması, güzel türkçemizde olmadığını düşündüğümüz bir kavramdır. hatta böyle yabancı dilleri öğrenen arkadaşlarımız ve yakınlarımızın canını sıkan "sapık bunlar! kravatın da cinsiyeti mi olurmuş?" gibi tepkiler vermesine yol açan bir durumdur.(bkz: almanca)(bkz: fransizca)(bkz: ispanyolca)
    halbuki cümlelerimizin gizli öznesi gibi nesnelerimizin de gizli cinsiyeti bulunmaktadır. biz sadece, pratik olduğumuzdan ötürü artikel gibi dandik işlerle uğraşmamaktayız. ama bu sizi yanıltmamalıdır. söylediklerimi bir kaç örnekle açıklayayım:
    türkçe'de nesneler tekil halde dişil durumdadır. ör:
    "-ne olmuş bu kaleme?"
    "-ne var ki?"
    "-**ına komuşsun"
    ör2: (kapı çarpar)
    "-hay **ına koyiim senin gibi kapı"
    ya da "hay skiim senin gibi kapıyı"

    nesneler çoğul halde eril durumdadır. ör:
    "-naapmışsın walkmanime? ne hale gelmiş bik bik bik..."
    "-yeter be walkmenler s*ksin seni"
    gördüğünüz gibi 'walkmanler' eril hale geldi.

    bunların yanında türkçe'de başka bir dilde rastlamadığım (elbette başka bir dilde de bulunabilir) sahipliğin erilliği ve dişilliği vardır. bunu da böyle bir örnekle açıklayabiliriz:
    sahipler kibar/resmi konuşmada nötrdür: "onun bilgisayarı"
    az kibar/sinirli konuşmada erildir: "eşşoğlueşşeğin bilgisayarı" //gördüğünüz gibi sahip eril oldu
    kaba/çok sinirli konuşmada dişildir: "s*ktiğimin/**ına koduğumun bilgisayarı" //sahip dişildir

    ilgili bir konu olarak (bkz: turkcede ucuncu sahis zamirlerinin belirsizligi)
    ve tabi ki (bkz: guzel turkcemiz)

  • hiçbir zaman gerçek anlamda gelişememiş ve beklenen seviyeye ulaşamamış edebiyat türüdür.

    fantastik edebiyat, dünya çapında son derece popüler ve saygın bir edebiyat türü olmasına rağmen türk edebiyatında başlıca bir tür olamamış, çocuk edebiyatının bir alt dalı olarak kalmıştır. esas ilginç olan ise türk halkının ithal ikame fantastik edebiyatını okumayı sevmesidir. yani harry potter, yüzüklerin efendisi, taht oyunları gibi yabancı eserleri seviyoruz ancak fantastik edebiyat üretmiyor, üretilen nadir eserleri de okumuyoruz. türkiye'de fantastik edebiyat ithal ikame olarak varlığını sürdürüyor.

    bu durumun birçok nedeni var ancak bu nedenlerden biri hiçbir zaman türk kültürünün "fantastik altyapı ve unsurları" bulundurmaması olmamıştır. batı kültüründe olduğu gibi türk kültüründe de peri, cin, hayalet gibi doğaüstü yaratıklar bulunmakta ve kahramanlar canavarlarla çarpışmaktadır. üstelik bu gelenek sözlü edebiyata kadar uzun bir tarihe sahiptir. başka bir deyişle türk fantastik edebiyatının bu kadar geri planda kalmasının nedeni "gerekli altyapının olmayışı" değildir.

    peki nedir bu sebep? başlıca dört neden sayılabilir. bunlar din, geleneksel toplum anlayışının yıkılmaması, bireyselciliğin gelişmemesi ve bu türün ciddiye alınmaması şeklinde sıralanabilir. karşımıza ilk olarak geleneksel toplum yapısı ve "bireyselleşme" kavramının yeterince gelişmemesi çıkıyor. dünya edebiyatına baktığınızda fantastik edebiyatın yükselişinin 19. yüzyıldan itibaren bireysellik kavramıyla birlikte yükselişe geçtiğini görürsünüz. fantastik edebiyatın bir "çocuk eğlencesi" olmaktan öteye geçip başlıca bir tür olmasında bireyin kendisini geleneksel toplumdan kurtarıp sorularına özgürce cevap verebilmesinin çok büyük payı vardır. geleneksel toplumun onun için otomatik olarak verdiği cevapları kenara bırakıp kendi hayal gücünü kullanabilmektedir. oysa geleneksel toplum, kişiyi bireysel cevaplardan uzaklaştırarak kalıplaşmış cevaplara yönlendirir. bir de buna din faktörü eklenince kalıplaşmış cevapları yıkmak şöyle dursun, sorgulanması bile gündeme gelmemektedir. her şeyden önce fantastik edebiyatı yaratıcıya karşı çıkmak olarak gören toplumsal zihniyet, bu türün çocuk eğlencesinden öteye geçmesine izin vermemektedir. örnek vermek gerekirse j.k. rowling harry potter'daki ruh emicileri depresyona girdiği bir dönemde hissettiklerinden yola çıkarak oluşturduğunu söyler. türk geleneksel toplumunun bir üyesinin aynı depresyonu yaşaması durumunda bunu yaratıcının bir imtihanı olarak görme ve süreç geçene kadar sabretme ihtimali hayli yüksektir. olumsuz olayları nazar değmesine, açıklanamayan olayların gaipten gelmesine, ya da başka bir deyişle "allah'ın hikmeti olduğuna" inanan toplumun bir üyesi, bu süreçleri hayal gücüne bırakıp fantastik yaratıklarla yorumlamaz. böyle bir eğilimi bile olmaz. yapmaya kalkışanları da dine şirk koşma fikri durdurur.

    toplumun mevcut anlayışı fantastik edebiyatın yazılmasını engellediği gibi okunmasını da engellemektedir zira ciddiye alınmamaktadır. çocukları eğlendirmenin ötesine geçen her fantastik hikaye amacını aşmış demektir. kişi masal yazmıyor ya da anlatmıyorsa boşuna zaman kaybetmemelidir. bu "ciddiye alınmama" durumu beklentileri de şekillendirmektedir. son yıllarda bunun çok bariz bir örneği var. netflix'in hakan muhafız dizisini izlerken muhtemelen birçok kişi onlar adına utanmış ve başını sokacak yer aramıştır. bu diziyi bu kadar izlenemez yapan şey sadece senaryo ya da oyunculuklar mı? izlerken bir şeyler kafamızda oturmuyor, yer edinmiyor çünkü kültürümüzde yok. çünkü alışmamışız. "süper kahramanın geçmişten gelen yaratıklarla savaşarak bir şehri kurtarma" fikri bizim için yabancı fantastik edebiyatla özdeşleşmiş. bir hikaye okurken james isimli bir karakterin elinde asasıyla kilisede gargolye peşine düşmesi normal iken ahmet ya da mehmet'in sihirli değneğiyle camide peri avlaması fikrini özümseyemiyoruz. bu süreç döngüsel olarak birbirini etkiliyor. biz türk yazarlarından realist ve toplumun sorunlarını ele alan romanlar bekliyoruz, onlar da o tarz roman yazıyor. "yetişkin türk fantastik romanı" üretmeme ve okumama konusunda bir uzlaşma söz konusu.

    türk edebiyatında fantastik eserlere bakıldığında, sözlü edebiyatla günümüze gelen masallar ve dede korkut hikayeleri gibi efsaneler haricinde karşımıza ilk olarak 19. yüzyılda giritli aziz efendi tarafından yazılan muhayyelât çıkar. yazıldığı dönemde hiç ciddiye alınmadığı gibi edebiyat çevresi tarafından alay konusu olan bu eser günümüzde pek bilinmemektedir. bizzat ahmet mithat efendi, giritli aziz efendi'yi ülke bu derece karışık iken "boş işlerle uğraşmakla" suçlamıştır. bu sebeptendir ki batı kültürünün 18. yüzyıldan itibaren ürettiği "yetişkin fantastik edebiyatı," 19. yüzyılda dracula ve frankenstein gibi eserler verip 20. yüzyılda zirveye ulaşırken türk edebiyatında ilk ciddi girişimler ancak son 30 yıllık dönemde ihsan oktay anar ve barış müstecaplıoğlu gibi isimlerle vermeye başlamıştır. bu zamana kadar hüseyin rahmi gürpınar'ın gulyabani gibi eserler kaleme alınsa da, fantastik ögeler hikayenin ana unsuru olmaktan ziyade öğretici mesajı destekleyecek yan faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

    son yıllarda basılı medyada değil de, görsel medyada yetişkin fanstastik kurgular netflix gibi ithal ikame olarak yavaş yavaş yer edinmeye başladı (sihirli annem ve selena gibi uyarlama dizilerin hedef kitlesi bir kez daha çocuklar olduğu için bahsetmenin lüzumu yok). hakan muhafız ya da atiye gibi dizilerin kalitesi başka bir konu ama aslında alttan alta türk halkına "yetişkin fantastik edebiyatını" kabul ettiren projeler ikisi de. görsel medyada bu durumun normalleşmesi belki zaman içinde basılı medyaya da yansır ve bu türde daha fazla eserler verildiğini, bunların da ciddiye alındığını görürüz ama günümüzde baktığımızda daha zamanı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

  • 42 yaşındaki nadide kısa’nın ölümünün tek nedeni mobbing olmasa da, her gün yaklaşık 12 saatini geçirdiği işyerinde yaşadıklarının büyük paya sahip olduğu kesindir.
    insanları bu kadar baskı ve uzun sürelerle çalıştırarak zaten kalan zamanındaki dinlenme, eğlenme hatta çocuğuyla vakit geçirme hakları ellerinden alınıyor.
    çalışanlar fiziksel ya da ruhsal hastalıklarla boğuşuyor.
    maalesef nadide kısa, yaşam hakkı elinden alınmış bir bankacı olarak konunun net örneğidir.

    http://www.paramedya.com/…dideyi-mobbing-mi-oldurdu

    “istanbul’da özel bir bankanın yüksek segmentli müşterilerine bakan nadide kısa, işten çıktıktan sonra evinde fenalaşarak hastaneye kaldırıldı. genç bankacının beyin kanaması geçirdiği anlaşıldı ve yoğun bakıma kaldırılırken hayatını kaybetti. üç çocuk annesi nadide kısa yaklaşık 15 yıllık bankacıydı. nadide kısa’nın ölümüne son günlerde uğradığı mobbingin neden olduğu iddia ediliyor.
    iddialara göre, nadide kısa’nın unvanı bir süre önce performans nedeniyle düşürüldü. bir alt unvan olan perakende bankacılık işlemleri yönetmeni yapıldı. 3 çocuk annesi genç bankacı işsiz kalmak korkusu ile itiraz etmeyip verilen göreve devam etti.
    gişeye verildi
    nadide kısa tecrübeli ve yılların bankacısı olmasına rağmen bankanın aldığı karar ile gişeye oturtturuldu ve hem gişe görevini yapması hem de hedeflerini tutturması istendi. burada satış konusunda başarılı olamaması gerek şube yöneticisinden gerekse bölge müdürlüğünden baskılar arttı. yine bir iddiaya göre, kısa’ya şube müdürü tarafından sık sık hakarete varan kızmalar oluyordu.
    cenazesi bugün kalkıyor
    geride 3 çocuğu öksüz bırakan nadide kısa’nın cenazesi bugün anadolu yakası’nda bulunan merdivenköy mezarlığı’nda toprağa verilecek.
    nadide kısa'nın çalıştığı bankanın örgütlü sendikasının nasıl bir açıklama yapacağı merakla bekleniyor.”

    edit: verilen ilanla yapı ve kredi bankası olduğu anlaşılan; ancak daha sonra kaldırılan ilan; http://www.hurriyetvefatilani.net/…gi-ilani-v_18766
    edit 2: sendika basisen‘in konuyla ilgili açıklaması henüz yok.
    edit 3: eski bankacı, yeni komedyen kaan sekban nadide kısa’nın eşi ile konuşmuş ve linkteki aklımın almadığı konuşmaları gerçekleştirmiş.
    https://instagram.com/p/bz9n2bbgwz5/