hesabın var mı? giriş yap

  • attığı o doğaüstü golden sonra sanırım matrix'te bir kırılma meydana getirdi. o gol atıldığından beridir futbol sahalarında saçma sapan şeyler oluyor. mexes'in, bekir'ın rövaşataları, melo'nun penaltı kurtarması, servet çetin'in orta sahadan başlayıp bütün takımı çalımlayıp gol atması.. bakalım nereye varacak bunun sonu. al kırdın kırdın demek istiyorum kendisine.

  • öncelikle kendisi bir insandı.
    10 ağustos 1927 tarihinde kilis'te doğdu.

    kendisi hakiki bir sanatçıydı.
    geleneksel türk tiyatrosunun en önemli isimlerindendi. ismail dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve yetiştirilmiş biriydi. tuluat sanatının kurallarını ve kaidesini çok iyi öğrendiği için hemen her oyununda bunu kullanmıştı. ayrıca oyunlarının afişlerini kendisi tasarlar ve kendisi çizerdi.

    kendisi seyircisine saygılı bir tiyatrocuydu.
    hiçbir zaman seyircisine hakaret etmez, tam tersi onlara anlık şakalar yaparak seyirciyi de sahneye çekerdi. bir oyununun en başında "senede bir kere yalan söylerim" diyip, oyunun ortasında sahnede aniden durup tiyatro görevlisinin acil otopark duyurusu olduğunu söylemiş ve iki adet plaka anons etmişti. ayağa kalkan kişilere ise "bu senelik yalanım buydu" demişti. yine başka bir oyununda eli bacak arasında olan bir oyuncu arkadaşının eline tekme atmış "sahnede saygısızlık istemem" diyerek hem izleyiciyi güldürmüş hem de sahnede kısa bir eğitim vermişti.

    kendisi işini severek yapan bir yönetmendi.
    oyunlarında dekorların montajına, boyamasına, taşımasına bizzat katılırdı. "ben nejat uygur'um sadece oyunumu oynarım bu işi yapmam" demezdi.

    kendisi hicivde üstaddı.
    aman özal duymasın, cibali karakolu, hastane mı kestane mi, sizinki can da bizimki patlıcan mı gibi kült oyunlarında hem türk halkının bazı kötü davranışlarını hem de politika ve siyasetçileri eleştirmişti.

    kendisi çok iyi bir aile babasıydı.
    çocukları süheyl uygur ve behzat uygur 1990 yılında uygur tiyatrosunu kurduklarında "boynuz kulağı geçer" adlı bir oyun oynamalarını söylemişti. süheyl ve behzat uygur ise bu oyunu oynarken bir izleyicinin "boynuz kulağı nah geçer" demesini hala gururla anlatır. behzat uygur'un eşi hanımefendi hamile iken nejat uygur'a bir röportajında "torununuza sizin isminizin verilmesini ister misiniz?" diye soran gazeteciye "çok isterim" demişti. ardından behzat uygur oğlunun ismini nejat koymuştu. torunları ile arası son derece güzeldi. çocukları ile arasında evde baba oğul, sahnede usta çırak ilişkisi vardı. ikisini birbirine hiç karıştırmadı.

    kendisi vefalı bir dosttu.
    sadri alışık'ın mezarını ziyarete giden oğlu kerem alışık, babasının mezarının başında dua eden nejat uygur'u görmüştü. tarih sadri alışık'ın ölüm ya da doğum tarihi değildi.

    kendisi harika bir öğretmendi ve ustaydı.
    yılmaz erdoğan, rasim öztekin, bahri beyat, necip naşit özcan, çiçek dilligil, süheyl-behzat uygur ve ömründe en az bir tiyatro sahnesine çıkmış kişilere yol göstermişliği vardı. özellikle bkm kurulmasında maddi manevi desteği mevcuttu.

    kendisi mimik ve jest uzmanıydı.
    onunla aynı sahneyi paylaşan çoğu oyuncu oyun sırasında nejat uygur'un yüzüne bakamazdı. çünkü bakan oyuncular birkaç dakika gülerdi. ve en sevmediği şey sahnede laubalilikti.

    kendisi şahsına ait sözler ve replikler kullanırdı.
    - anlayanlar anlamayanlara anlatsın.
    - büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, ortancaların alınlarından öperim.
    - halıya basma lan
    gibi dillerden düşmeyen replikleri vardı.

    nejat uygur böyle biriydi.
    insandı.
    gerçek sanatçıydı.
    saygılı bir oyuncuydu.
    işine aşık biriydi.
    hiciv üstadıydı.
    aile babasıydı.
    vefalı bir dosttu.
    öğretmendi.
    mimik ve jest uzmanıydı.
    kendine has replikleri vardı.

    ama en başta bir insandı işte.
    18 kasım 2013 günü vefat etti. çocuklarına duyguları sorulduğunda " biz hem nejat uygur'u hem de babamızı kaybettik" dediler ve tören boyunca bir daha konuşmadılar. şimdi ben ise haddim olmayarak nejat uygur'un vefatı ile sadece şunları söyleyebilirim:
    - her zümreden insanın hayranlık duyduğu bir oyuncuyu kaybettim.
    - levent kırca ile sona eren hiciv sanatının en önemli üyesini kaybettim.
    - bir öğretmenimi kaybettim.
    - ailecek hepimizi güldürebilen bir ustayı kaybettim.
    - çocukluğumu kaybettim çocukluğumu.

    ışıklar içinde uyu sevgili nejat uygur. senin bizi güldürmene ve birilerini eleştirmene ne kadar ihtiyacımız var bir bilsen?

  • ekonomik krizlerin, ülkelerinin zengin - yoksul arasındaki farkın açık olmasından anlaşıldığını ve böyle bir ülkedeki %1'lik zengin kesimin bile rahatlıkla herhangi bir telefonun stoklarını bitirebileceğini anlamazdan gelen,

    parasızlıktan okuyamayan çocukları, temerrüte düşmüş kredi tutarlarını, iflas eden şirket sayısını görmezden gelerek "millet ayfon alıyo la acayip zenginiz demek" diye yorumlayacak kadar "şey",

    tabi o kadar da "şey" olması ihtimali düşük olduğu için de propaganda yapmaya çalışan bir maaşlı aktroll olması muhtemel,

    bir cahilin yorumudur..

    çok özür dileyerek edit;
    anam ! ?? bir bu temerrüte “temettü” yazmam bir de strateji yerine starteji yazmam… yıllardır çözemiyorum bir türlü. allahtan mesaj gönderenler var. teşekkürler.

    diğer yandan yıllardır ekşi de yazıyorum ilk kez 50 küsur kişiden dm aldım. arada saçmalasam iyi olacak galiba ??

  • ben buna fena halde uyuz oluyorum hacı. bakın başta vurguluyorum "kadına öncelik vermeye değil, kadının öncelik hakkını kendinde sorgusuz sualsiz görüp 'ben bayanım' diyerek öne geçmesidir" uyuz olduğum kısım. yoksa her zaman hanımlara veririm sorun yok bunda. hatta vermezsem kendimi kötü hissederim. burada ben olayın örtülü anayasasından söz ediyorum (ayrıca kadınlar aşağı kadınlar yukarı diye başlık açmayı da hiç sevmem. ben iki cinsin de hakkaniyetli şekilde eleştirilmesinden yanayım).

    örneğin asansöre binmek için kalabalık bir sırada bekliyorsundur ve hemen arkandaki kadın "doğal öncelik reflesiyle" löp diye dalar. yahu bir dakika da sıra benim sıram. yani öncelik hakkı benim. o hakkı ben uygun görürsem "buyrun lütfen" derim zaten ama hanımefendi kişisi "nasılsa ben tırnak içinde bayanım verilecektir zaten o yüzden bakmaya gerek bile yok" diye düşünmesi beni deli ediyor. belki acele işim var? belki vermek istemiyorum? belki o kadar centilmen birisi değilim? olmaya da mecbur muyum? belki odunum?

    bu yalnızca bir örnek. çarşıda pazarda, bir kapıdan girip çıkarken, toplu taşımaya binerken her şart ve her koşulda karşımıza çıkabiliyor.

    ha arkada bekleyip "buyurun lütfen" diye teklif edilince teşekkür ederek öne geçen kadın yok mu? olmaz olur mu var ama ciddi anlamda az sayıda.

    tekrar ediyorum ayar olduğum nokta öncelik vermek değil, öncelik verilmesini beklemeyip o doğal hakkı kendinde görüyor olmasıdır.

  • cahil suruler yetisiyor, kadini mal gibi goren, kendisini reddedecek bir iradesi olamayacagini dusunen bir suru barbar yetistiriyor egitim sistemi, toplum. tavuk gibi dogruyorlar sokaklarinda gucsuzleri . böcek kadar deger vermiyorlar kadinlara. guclunun gotunu yalayan gucsuzu bogazlayan, yasatmamaya and icmis bir karanlikla karsi karsiya turkiye.

    (bkz: boyun eğme)

  • karşısındaki insanı yeteri kadar bir süre dünya ilişkilerinden uzaklaştıran beyne oksijen gitmesini engelleyen mucizevi dialogların bütünü..
    örnek verelim..
    yer: boğazdaki teknelerden bir tanesi. (balık yeniyor)

    tekne azıcık sallanmaya başlar. yan masadaki ufak kızımız bir anda.. "anneeeee bağla kendiniiii. anneeeeaa bağla kendiniii." muhtemelen anne olan şahısta "niye?" diye bir soruyla karşılık vermiştir. bunun üzerine kızımız "anne bağla kendini çünkü gemi batıyor..".

    heh afferim. bağla kendini daha derine batalım birlikte..