hesabın var mı? giriş yap

  • "düğünde tüm gözler üzerindeyken çıkışta eniştesinin kartalına binip annesinin kucağında eve dönen genç kız gibi bakıyorum hayata..."

  • anadan doğma soymak ne zamandan beri standart uygulama olmuş amk. ne beni ne de tanidigim hiç bir arkadaşım anadan doğma soyulmadı. cük görmeye meraklı bir gizli ibneye yetki vermişler belli ki.

  • ekşi sözlük yazarı olup başka bir sözlükte "ekşi sözlük'ün osmanlı tuğrası ile dalga geçmesi" gibi genelleyici başlık açabilen mal değneklerini bize göstermiştir.

    ulan kurma kolu, bir de artık yazmama sebebidir falan demişsin. sen zaten yazma bu kafayla burada.

    ekşi sözlük diye tek bir ortak akıl yok, her yazar kendi görüşünden sorumludur diye ben sana anlatma ihtiyacı duyuyorsam sen cidden yazma zaten burada.

    üstelik keyfini kaçıran durum da söz konusu değil bu arada. kimsenin tuğraya laf ettiği yok, arabasına tuğra çıkartması takanlarla bir dalga geçme söz konusu olan. sapla samanı ayırmayı bile bilmiyor.

    hele ki osmanlı için "bu toprakların gerçek sahibi" demiş ki of ki ne of. birader bu toprağın gerçek sahibi üzerinde yaşayan halktır. osmanlı o dönemin hükümranıydı, şu anda değil. sen illa ki ben teba olacağım, hür düşünce, özgürlük falan beni bozar diyorsan sevdir git mutlakiyetle yönetilen bir ülkede yaşa, kralın, padişahın, emirin uzuvlarını öperek ömrünü geçir, biz iyiyiz böyle.

  • tahminimce 1990'lı yılların sonuyla 2000'lerin başı arasında olan karanlık dönemdir.

    misal yıl 1998, babam diyor ki teybi arabada bırakmayalım, teybi arabadan inerken eve taşıyoruz.
    misal yıl 1999, mahallemizdeki osman amca teybini arabada bırakıyor, sabahleyin bir bakıyor ki teybin yerinde yeller esiyor.

    şimdi çok nostaljik geliyor kulağa.

  • şimdilerde öğretmenler yerden yere vuruluyor. eskinin öğretmenleri ise sürekli övgü alıyorlar.

    manyak mısınız millet?

    bundan 15-20 yıl öncenin öğretmenleri için "dayak" sıradan bir ders anlatma aracıydı. yaşım 39, benim ve benden daha yaşlı neslin ilkokul ve ortaokul yılları tokat ve sopa manyağı olarak geçti.

    çok uslu ve uyumlu bir öğrenci olsanız bile, ortalama hafta 1-2 kere sıra dayağı yiyordunuz.

    sıra dayağı nedir bilir misiniz? ana babanıza sorun, anlatsınlar.

  • birkaç gündür instagramda art arda sanat dünyasının 150 başyapıt resmini paylaşması nedeniyle takipçi sayısı 609 bin'den 607 bin'e düşen fazıl say bu bilgiyi paylaşmış.
    acun biti hakan hatipoğlu hangi akla hizmetse altına yorum yapıyor: aynı şey bana da oluyor bayram tebriki paylaşınca :)

    sonrası uygulamalı cringe. fazıl say: "siz ne işle uğraşıyordunuz?" diyor. sonrası h.h. için karanlık... onu bir daha gören olmadı. yorumunu siliyor tabii.
    fazıl say klavyene sağlık. doblo bilmeyen vedat milor'dan sonra en nazik insan ezme bu olurdu herhalde. içimin yağları eridi. evet.
    http://m.hurriyet.com.tr/…s-yapiyorsunuz-41025688/4

  • bir koruyucu tüp içerisinde, hepsi birbirinden ayrı şekilde yalıtılmış olan optik elemanlardan meydana gelen kablo.

    ışık dediğimiz elektromanyetik dalga bir ortam içerisinden geçerken kırılmaya uğrayabilir. ortam dediğim şey su, cam gibi, havadan farklı bir madde. ortamdan çıktığındaysa yoluna, oraya girmeden önceki yoluna paralel olan bir şekilde devam eder. bunu günlük hayatımızda sıkça gözleriz. mesela:
    görsel
    (görsel buradan alıntı)

    bu kırılmanın miktarını belirleyen şey, her ortama göre değişiklik gösteren, yani farklı bir değer alan kırılma indisi dediğimiz özelliktir.

    ancak ışık bazen, girdiği ortamdan tekrar dışarıya çıkamayacak şekilde, adına tam yansıma denen bir olayla tamamen geriye yansır. yani ortam içerisinde kalır. bunun için ışığın o ortam içerisine belirli bir açıyla girmesi gerekir ve bu açıya kritik açı denir. fiber optik kablolar, bu özelliği temel alırlar.

    kritik açıyla kabloya giren ışık, kablodan dışarıya çıkamayacak şekilde tam yansıma yapar. bu kabloların içi, yansımayı sağlayacak bir yapıda tasarlanmıştır. böylece içeriye girip yansıyan ışık, tekrar kablonun iç çeperinde bir noktaya çarpar. yansıtıcı özellik, ışığın buradan da yansımasını sağlar. ışık içeride bu şekilde sürekli olarak yansımaya uğrar; ta ki kablonun diğer ucunu bulana kadar.

    bahsi geçen bu yansıtıcı kablonun çevresi, bir başka kablo ile sarılmıştır. bu ikinci kablonun kırılma indisi, ilk kablonunkinden küçüktür. bu ufak kablolar bir araya getirilerek en dış kısmına da silikon bir kaplama geçirilir. sonuçta ortaya şöyle bir yapı çıkar:
    görsel
    (görsel buradan alıntı)

    eğer bu kablo, kablonun içerisinde ışığın tek yol izlemesine izin verecek bir tasarıma sahipse tek modlu, 1'den fazla yol izlemesine izin verecek bir tasarıma sahipse çok modlu kablodur.

    ışığın içeride hapsolarak sürekli yansıması, 100 km'ye yakın bir mesafe boyunca sinyal kaybı olmadan taşınmasını sağlar. bu mesafe boyunca ışığın diğer özelliği olan saçılma olayı, yavaş yavaş sinyalin zayıflamasına yol açar. dolayısıyla ara istasyonlar sayesinde sinyalin yeniden güçlendirilmesi gerekir. bu sayede uzak mesafelere ışık hızında sinyal taşınması sağlanır.

    fiber optik kabloyla taşınması istenen bilgiler, 1'ler yüksek, 0'lar düşük frekanslı dalgalar üretecek şekilde 0 ve 1'lerden oluşan dijital veriler şeklinde kodlanır ve kablo boyunca bu türden dalgalar şeklinde iletilir.

    bakır kabloların fiber optik kablolardan yavaş sinyal sağlamasının nedeni, bakır kabloda iletilen şeyin elektron olmasıdır. elektronlar ışık, yani fotonlar kadar hızlı değildir.

    tek modlu kabloların iletim gücü 3000 metreye kadar verim sağlar. çok modlu kablolar içinse bu mesafe 2000 metredir. yukarıdaki görselde de gördüğünüz gibi, iç kabloların hepsi farklı renklerdedir. her renk kablo, farklı bir mesafeye kadar olan iletimden sorumludur.

  • bir tarafta furkan varsa diğer tarafa hiç bakmadan direkt olarak hak vereceğim için büyük olasılıkla olmayan ayar.

  • ailenin küçük çocuğu yatmadan önce dua okur, babası da seyredemiş.

    bir akşam çocuk yine dua okuyor:
    alah'ım anamı, babamı, kardaşlerimi, dedemi, ninemi, teyzemi vs vs koru

    adam çocuğun dayısını söylemediğini fark etmiş ama üzerinde durmamış. sabah bi, haber dayı ölmüş...

    3-5 gün sonra çocuk yine duada, bu kez de teyzeyi atlamış. sabah ilk haber teyze ölmüş...

    aradan yine zaman geçiyor. baba yine kapığının eşiğinde çocuğu dinliyor. bu sefer adı geçmeyen kendisi. adamı almış bir korku, kimin adı geçmese hakkın rahmetine kavuşuyor. babamın tüm gece gözüne uyku girmemiş. sabah bakmış hala hayatta. "ulan küçük çocuğun duasına mı kaldık. salaklık bende" demiş inmiş kahvaltıya.

    fakat eşinin yüzünden düşen bin parça.

    - hanım oldu?
    - bizim sütçü ölmüş, ona üzüldüm.

  • cevabı basittir aslında.

    kitapda bahsi geçen ifadede (bkz: un dictateur turc) kastedilen kişi atatürk'tür. lakin atatürk diktatör değildir.

    yazar, entellektüel seviyesi yüksek bir kişidir. konuya ve olaylara belli bir derecede de hakimdir.
    peki yazar neden böyle söylemiştir? yani neden diktatör olarak nitelendirmiştir?
    bunun cevabını vermek için yazarı biraz tanımak gerekir;
    yazar, ı. dünya savaşını ilk ergenlik yıllarında görmüş, ıı. dünya savaşını ise olgun yaşlarında savaş pilotu olarak bizzat yaşamıştır. fransa ve almanya arasındaki savaşı, yani o 40 günlük kabusu, her gün ölüm tehlikesi geçirerek gerçekleştirdiği keşif uçuşları ile içselleştirmiştir. almanya onun için düşmandır. almanlar, alman askerler olarak değil, bizzat almanyadır düşman.
    (ilgilenenler yazarın "savaş pilotu" isimli kitabına bakabilir. küçük prens gibi hayata dair çok başarılı saptamalarla doludur. lakin bu kitapda yaşam ve ölüm teması daha ağır basmaktadır. çıkarımlarımın çoğunluğu bu kitap üzerindendir.)

    şimdi irdeleyelim:
    ülkesini işgal eden ülke almanyadır. almanya ı dünya savaşında bizim müttefiğimizdir. bizler yazar için düşmanının dostuyuzdur. ya ne diyeceğidi yiğidim? övgü dolu sözler beklememek gerek elbette. kişisel kanaatim, kendine göre epeyce de nazik bir dil kullandığı yönündedir. bundaki sebep ise yazarın hümanist tavrı ve tüm türklere düşman olmamasıdır. almanyanın dostu olan türk devletine düşmandır. ki bunu da anlamak kolaydır. zira kitapta türk önderine diktatör derken, aynı zamanda astroid b 612'nin kaşifi olarak da bir türk astronomu göstermektedir. aslında hepimizde görülen, görülmesi gereken milliyetçi bir tavırdır.
    misal aynı kitabı, aynı dönemde bir türk yazsa idi ve astroid b 612'nin kaşifini bir ingiliz olarak gösterseydi, w.churchill için büyük önder demezdi kanaatimce.

    yazar, fransanın yenilgisinin ardından amerikaya gitmiştir. "dünya ve insanlar", "savaş pilotu" ve "küçük prens" kitaplarını orada yazmıştır. lakin ülkesinin işgal altındaki durumu ve almanyaya olan düşmanlığı, o'nu yine savaşa yönlendirmiş, ilerlemiş yaşına ve sağlık durumuna rağmen bu kez amerikan ordusunda pilot yüzbaşı olarak görev almıştır. görevi de yine aynıdır. yani alman ordularının hareketini havadan izlemek.
    lakin, bu kez şansı yaver gitmemiş ve görev uçuşunda uçağı vurularak denize düşürülmüş ve ölmüştür.