ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
iskenderin 360 tl olması
-
yok abi valla sizden bi numara olmaz.
paran yoksa yeme diyeni mi ararsın, yok evde yap madem diyeni mi, iskendere o kadar para verilir mi diyeni...
bakın gençler biz lise zamanında cebimizdeki harçlıkla haftasonu önce izmir hilton otelindeki emperland eğlence merkezine gider ister bowling ister atari oynardık. ardından sinemaya gidip çıkışta da kemeraltında iskender yerdik. hiçbirimiz de zengin değil orta direk memur işçi çocuklarıydık.
sizi ne hale getirmişler böyle hepiniz alık olmuşsunuz.
karabasan geldiğinde paniklemeyen insan
-
süper insandır. bende hiç öyle olmuyor, hemen zaten halihazırda dört gram kalan aklımı kaçırıyorum bonkörce. uyku felci falan olaylarını da bildiğim halde bende çalışmıyor, keriz gibi kanıyorum valla.
bakınız, şu örnekte nasıl da keriz gibi kanmışım;
http://sketchtoy.com/68539805
netflix'in zeus ve achilleas'ı zenci yapması
-
sıkıysa tarzan'ı da zenci yapın. ama ağaçtan ağaca maymun gibi atlayan bir karakteri zenci yapmaya cesaret edemezsiniz bence.
___
edit: zenci demekle siyahi demek arasında fark yoktur. zenci farsçadan(zangi) arapçaya geçmiş(zenci) siyah - siyahi demektir (siyah da farsça). ırkçı olan kelimeler "negro - nigga - nigger" gibi olanlardır. bu kelimeler her ülkede yasak falan değildir. ayrıca ispanyolcada siyah direkt negro demektir adamların umrunda değil.
uzun lafın kısası zenci ırkçı bir kelime değildir. politik doğrucu olacağım diye ortamlarda çok pis rencide olursunuz dikkat edin.
yaşayan en etkin 50 felsefeci
-
dönem itibarıyla çeşitli üniversitelerde faal olarak çalışan, makale ve eser yayınlamaya devam eden, araştırmalarını sürdüren en etkin 50 felsefecinin yer aldığı seçkidir.
kriterler elbette tartışmaya açık olsa da felsefe meraklısı okurların ilgisini çekeceğini düşündüğüm bu liste günümüz bilim/düşün dünyası hakkında da yeterince fikir veriyor:
1- kwame anthony appiah - abd
2- alain badiou- fransa
3- simon blackburn - birleşik krallık
4- robert brandom - abd
5- tyler burge - abd
6- judith butler - abd
7- nancy cartwright - abd
8- david chalmers - avustralya
9- noam chomsky - abd
10- andy clark - birleşik krallık
11- william lane craig - birleşik krallık
12- daniel dennett - birleşik krallık
13- hubert l. dreyfus - abd
14- edmund gettier - abd
15- allan gibbard - abd
16- susan haack - birleşik krallık
17- jürgen habermas - almanya
18- john haldane - birleşik krallık
19- graham harman - abd
20- john hawthorne - birleşik krallık
21- john heil - abd
22- ingvar johansson - isveç
23- jaegwon kim - kore/abd
24- christine korsgaard - abd
25- saul kripke - abd
26- alasdair macintyre - birleşik krallık
27- john j. mcdermott - abd
28- john mcdowell - abd
29- mary midgley - birleşik krallık
30- j.p. moreland - abd
31- timothy morton - birleşik krallık
32- thomas nagel - abd
33- jean-luc nancy - fransa
34- martha nussbaum - abd
35- david oderberg - avustralya
36- derek parfit - birleşik krallık
37- graham priest - birleşik krallık
38- john searle - birleşik krallık
39- peter simons - birleşik krallık
40- peter singer - abd
41- barry smith - birleşik krallık
42- ernest sosa - küba
43- helen steward - birleşik krallık
44- charles taylor - birleşik krallık
45- amie thomasson - abd
46- judith jarvis thomson - abd
47- peter unger - birleşik krallık
48- peter van inwagen - abd
49- cornel west - abd
50- crispin wright - abd
alfabetik sıralamayla ilgili daha fazla bilgi için: http://www.thebestschools.org/…living-philosophers/
site bahçesinde sürekli bağıran çocuklar
-
çocuk sesinden rahatsızlık değil mesele arkadaşlar bunun 7/24 olması. an geliyo işten yorgun argın geliyor ve sadece sessizlik istiyor insan. zihnen yorulan işlerde çalışan insanlar ne demek istediğimi anlar. çocuklu ailelerin anlaması gerekiyor ki orada sadece siz yaşamıyorsunuz, hastası olan var, ertesi gün sınava girecek olan insan var, var da var..
eylül 2012 öğretmen atamaları
-
allah'ın dualarımı kabul ettiği atamadır, umarım herkes için hayırlısı olmuştur.
kız arkadaşım 1. tercihiyle istanbula, evime yürüme mesafesiyle 30 dakika olan okula geldi. kendisi bursada oturuyordu ayda 1 görüşüyorduk. sevinçten ağzımdan kelebek çıktı lan. artık 3 5 aya nişan düğün hepinizi beklerim.
3 cisim problemi (dizi)
-
evet, nihayet bitirdim ve sizlere orijinal eserle netflix uyarlaması arasındaki birtakım felsefî farkları anlatacağım.
buradan itibaren spoiler deryası.
kitapla dizi arasında illa ki farklar olur, bunu yadsımak anlamsız. farklı mecralar neticede. hatta bazı uyarlamalarda ana eserin tamamen dışına çıkmak da mümkün. mesela the man in the high castle öyle bir diziydi. çünkü orijinal kitap pek fazla diziye malzeme verecek durumda değildi. felsefî bilimkurgu diyeceğimiz bir tarzdaydı. aksiyon azdı. hâliyle diziye uyarlamayı tercih edenler, onu başka bir kalıba sokmuştu.
netflix'in yaptığı ise kitabın ruhunu paramparça edip onu tamamen amerikan tarzı bir "uzaylı istliası" formatına sokmak. hatta bilimkurgu janrından çıkarıp büyülü fantastik bir evrene dönüştürmek.
ne demek istiyorum?
orijinal kitapta trisolaris gezegenindeki canlılar, dünyadaki bilim insanlarının beynini yıkamak ve bu arada gezegenlerinin hâlipürmelalini gözler önüne sermek için bir bilgisayar oyunu tasarlıyorlar. (evet, dizide de var.) bu oyunu ilk kez oynayan kahramanımız profesör wang miao, üniversitedeyken aldığı bir fotoğraf dersini hatırlıyor.
o derste hocası, iki kare gösteriyor öğrencilere. ilki, çinli song hanedanının ressamı zhang zeduan'ın elinden çıkma, along the river during the qingming festival isimli eser. başkentte hanedan ailesinin de katılımıyla kutlanan bir bayram bütün detaylarıyla aktarılıyor bu resimde. ikinci karede ise belli belirsiz bir bulut ve onun hemen arkasında parıldayan bir güneşin fotoğrafı var.
soru şu: hangisi daha fazla bilgi barındırır? ilk etapta herkes ilk resmin bize daha çok şey verdiğini düşünür ama esasında ikinci karenin derinliklerinde çok daha fazla bilgiye rastlamak mümkündür. klasik bilgisayar oyunları detaylı tasvirleriyle oyuncuları içine çekmeye çalışırken, trisolaris'lilerin yaptığı oyun bu basit görüntünün altında çok katmanlı, sofistike bir bilgilendirme aracı.
işte efendim, netflix'in yaptığı dizi ile orijinal kitap arasındaki en büyük fark bu. batılı yaratıcılar, bu sadeliğin arkasına saklanmış sofistike hazineyi (ç)alıp göze hoş gelecek biçimde yeniden yorumlamış (müzelik etmiş). bunda bir sorun görmeyebilirsiniz, farklı yorumdur deyip geçebilirsiniz. ben sadece farka işaret ediyorum.
ikinci meselem ise karakterlerle ilgili.
şimdi efendim ye wenjie, bu kitabın en önemli karakterlerinden birisi. antagonist mi? evet. villain mı? hayır. bu kadının neler yaşadığı, neden trisolaris'le iletişime geçtiği, ardından neden mark evans'la ters düştüğü ve kurdukları cult içinde neden fraksiyonlar oluştuğu detaylıca işlenmeyi hak ediyor. ye wenjie fanatik bir terörist mi? hayır.
ama netflix dizisinde tam olarak öyle yansıtılıyor. dizi, bilim dünyası ve insanlığın önde gelenleri için epey sarsıcı olacak bir gelişmeyi (dünyada yalnız değiliz ve dahası bizi istila etmeye geliyorlar) klasik bir terör-güvenlik mantığı içinde ele almış (bkz: 11 eylül sonrası dünya düzeni). bilim insanlarının yaşadığı "acaba bizim bilim dediğimiz şey, algılarımızın darlığı nispetinde bize oynanan bir oyun muymuş?" travması tamamen es geçilmiş. the shooter (atışçı) ve the farmer (çiftçi) hipotezlerine hiç girilmemiş. (şurada ingilizcesi var.)
çevre felaketleri, nükleer savaş ihtimalleri ve kıyametçilik gibi akımlardan bahis pek yok. kitapta önemli sayılabilecek bir karakter olan mark evans, sanki bir rahipmiş gibi sürekli "my lord, my lord" diye dolaşan bir ihtiyara dönüşmüş. baş kahraman wang miao parçalara ayrılmış (ki bence güzel bir fikir) ama bu parçaları toplayınca anlamlı bir bütün çıkmamış. bilakis hikâye gereksiz aşk hikâyeleriyle sulandırılmış. ayrıca shi qiang gibi orijinal bir karakter harcanmış, yerine ikâme edilen adam (da shi) da araya kaynamış.
hadi bilimsel açıklamalara girmeyelim, izleyici sıkılmasın diye düşündünüz, onu anlarım, ama kardeşim karakterler şıp diye bakıp her şeyi anlamasın di mi? azıcık dünyamızı tanıyalım. yani saul durand isimli karakter son bölümde üç beş kere "neden ben?" diye soracağına, bir kez sorsun, cevabını alsın, oradan artan süreyle de trisolaris'in teknolojik kabiliyetlerini adam gibi açıklayın ki boşluklar sırıtmasın.
açıkçası diziyi seyrettim çünkü merak uyandırıyor. çekimler de iyiydi. diyaloglar sıktı sadece. üstelik tencent'in o uzun uyarlamasını da seyretmiştim. netflix özelinde batılı eğlence sektörünün çoğu zaman seyirciyi "aptal" yerine koymasını ve ona uygun içerik üretmesini tiksindirici buluyorum. azıcık güvenin be kardeşim şu insanlığa. bakın üç güneşliler geliyor...
son bir not: dizi, sadece ilk kitabı değil, ikinci ve üçüncü kitaptaki bazı konseptleri de kullanmış. muhtemelen sonraki sezonlarda ayrışma artarak devam edecektir. çünkü diğer kitaplarda zaman sıçramaları da var.
cam tavan sendromu
-
kişinin zaman içinde belli bir kademeye geldikten sonra kariyerinde yükselemeyeceğini düşünmesidir.
özellikle kadınlar üzerinde daha fazla görülen bir durum. bu sendrom genellikle kişinin kendi kafasında yarattığı bir problemdir. yani engel zihindedir. dış etmenlerden ziyade kişinin kendi büyüttüğü problemler vardır artık. insanlar neyi başaramayacaklarını öğrendiğini gösterir. bir nevi öğrenilmiş çaresizlik gibidir. özellikle kadınların hamilelik gibi kariyerinde yaşadığı duraklamaları, iş hayatında inkar edilemeyecek cinsiyet ayrımcılığı gibi sebeplerden dolayı çok daha fazla hissettiği bir gerçektir.
insanın gelebildiği en üst nokta cam tavanı olarak sayılabilir. ne kadar hayalleriniz yüksekse cam tavanın yüksekliği de o kadardır. bu noktadan sonra sendrom başlar işte.
bu noktada sınırsız düşünme durumu devreye giriyor. yapabileceklerimizi, başarılarımızı belli bir şekilde çerçevelendirip, sınırlandırdığımız için devreye öğrenilmiş çaresizlik giriyor. artık daha fazla ne yapabiliriz ki diye düşünüp bu büyük başarılara ulaşmanın bir hayli zor olduğuna odaklanıyoruz. aslında nasıl bu büyük başarıya ulaşabileceğimize yoğunlaşsaydık böyle bir sendrom da ortada kalmazdı.
o zaman konuya uygun bir biçimde kapanış yaparak çekilebilim:
"ağaca çıkmak istiyorsan yıldızları hedefle."
doktor maaşı
-
gecen sene doğuda ebesinin örekesinde bir hastanede günde 500 hasta bakan arkadaşımın hesabına 3500 lira olarak yansıyan maaş. hatta bazı aylarda ambulans şoförü kendisinden yüksek döner alıyordu. hemşireler de 2500 civarı maaş alıyordu.
yok eğer uzmandan bahsediyorsan evet alıyorlar. bunu hak etmediklerini iddia eden varsa gitsin yırtsın bir tarafını, tıbbı bitirip tusa hazırlansın, uzmanlık kazansın, zorla ücra yerlerde çalıştırılsın. çok kolay geliyor değil mi kulağa? nasıl da şıp diye konuvermiş beleş 7500 lira maaşa!
bu maaşı hemşire maaşına endekslemek ise daha da saçma. hemşirenin maaşının az olduğu gibi bir ihtimal gelmiyor mu o çeyrek aklına? suçlusu doktor mu bunun?
defne samyeli'nin kızlarıyla çektirdiği fotoğraf
-
defne samyeli, mitoz bölünmüş sanırım.
rte'nin dışkı torbasıyla dolaştığı efsanesi
-
dedesini ve babasını kanserden kaybetmiş biri olarak hiç ama hiç üzülmediğim durum. ne üzüleyim lan? adam ın elinde kaç kişinin kanı var.
sırf babamla aynı hastalığa sahip diye bir sürü gencin ölüm emirini veren birine üzülmem. sırf bu nedenle üzülen de gerizekalının önde gidenidir. ülke olarak neye empati duymamız gerektiğini bir türlü öğrenemedik.
yaran inci sözlük entry'leri
lozan'da burnumuzun dibindeki yerler bizden alındı
-
burnumuzun dibindeki süleyman şah türbesini kaptıranların eleştirdiği durum.