• ingilizce egitim verilen okullarin vazgecilmez sozcuklerinden. turkcemize yoklama listesinin yok bolumu olarak cevrilebilir. tahtanin bi kosesinde mutlaka boyle bir liste vardir. hoca misal "ahmet" dediginde butun sinif bir agizdan "aabseenntt" der. yoktur yani gelmemistir o gun ahmet.
  • edouard manet'nin 1858'de yaptığı "absent tiryakisi" adlı tablosu: görsel

    baudelaire'in 1857'de kaleme aldığı "zehir" şiirindeki mısraların izdüşümü gibidir:

    "gözlerinden boşanan zehir gibi ne var ki,
    şu yeşil gözlerinden,
    ruh titrer, ters görünür o göllerde, derinden...
    o sarp uçurumlar ki
    hayallerim hıncahınç su içer içlerinden."
  • viktor oliva, the absinthe drinker - 1901 : görsel
  • (bkz: absynth)
    (bkz: absinthe)
  • o yıllarda yeni işe başlamıştım, birayla filan da yeni tanışmıştım. trakyada bir şehirde çalışıyordum. bulgaristan göçmeni bir arkadaşım vardı: "elime böyle bir purnik düştü, gel bunu üseyn aganın pangallıkta bikerette piizleyiverelim, söyleyim sana valla türkiye'de bulunmuyor" dedi.

    türkiye'de bulunmayan şeylerin peşine düştüğümüz, ısrarla ardından gittiğimiz yıllardı. birşey türkiye'de bulunmuyorsa, o şey anahtarlık dahi olsa ve o anda icabında yozgat'ta bile ortaya çıksa, bizler o şeyi ısrarla gider-görür ve: "be amına kodum gâvur, yapmış,!" der, gelirdik. zira o yıllarda biz, adeta türkiye'de bulunmayan şeylere şaşırmak ve sövmek için yaşıyorduk.

    dolayısıyla bulgaristan göçmeni, derviş nam bu arkadaşımın teklifine, birayla yeni tanışmış biri olarak, kayıtsız kalamadım. hüseyin abinin ayçiçeği bostanında buluştuk derviş dostla.
    yanıma her ihtimale karşı 250 gram karışık çerezle, birkaç bira ve soda aldım. çünkü derviş dost beni korkuttu: "bu çok fena bi purnik, inşalla amı g.tü dağıtmayız kızanım!" dedi.

    her neyse çömdük bir gölgeye, derviş dost çıkardı yeşil şişeyi, önce elime aldım, biraz övdüm: "harbiden bunu hiç türkiye'de görmedim" filan dedim, şişeyi dışından okşadım, hatta kapağı kapalı şişeyi dıştan koklamaya çalışıp: "off off çok sert" dedim. en nihayet içelim dedim.

    derviş dost: "aslında buna, şeker kaynatıp damlatmak makbulmüş ama gerek yok, ben kıtlama mevlânâ şekeri aldım, icabında ağzımıza atar ayükürüz aga" dedi.

    "aynen" dedim, esasen aynen'i henüz türkiye'de yokken, bundan 20 sene önce ilk ben buldum. hatta sonra da espiri yaptım: `katranı kaynatırsan olur mu şeker, cinsini siktiğim cinsine çeker`!.

    sonuçta derviş ve ben, mevlana şekerinden aldığımız cesaret ve türkiye'de bulunmayan bir şeyin verdiği ilhamla, o yeşil şişeyi komple içtik efendim.

    sabah uyandığımda, bir tezek yığınına sarılmış ve hayatın ne kadar boktan olduğunu sorguluyordum. en azından hikayeyi türkiye'de ilk kez duyanlara böyle anlattım, kimseye de kendi donumdaki kısmi boktan bahsetmedim.

    derviş arkadaş da işte, ayçiçegi başları ile seviyor sevmiyor oynuyor, karşı tarafın sevmediği ortaya çıkınca, türkiye'de ilk kez sevilmemiş gibi, ayçiçeği başıyla kavga ediyordu.

    tanım: bokunuzda boncuk, çiğdeminizde aşk aratan içki.
  • (bkz: absinth)
  • tek sözcükle türkçeleştirilmek istendiğinde, namevcut denebilir.
  • sozluk anlami olarak : mevcut olmayan
  • aradan geçen 9 seneye rağmen makarnadan canlı üretme yeteneği paslanmamış insan evladı.bu konudaki katkılarından dolayı yemeksepeti.com'a teşekkürü bir borç bilirim, sayesinde dolapta duran makarnayı yemek yerine fast foodun kölesi oldum.
    (bkz: #489874)
  • şu hasta halimle kötü esprileriyle durumu daha da zorlaştıran kimse. kendisine "lezle" oldum diyorum bana "nez'le olsaydın bari o en azından ünlü" diye cevap veriyor. hele bir kendime geleyim...
hesabın var mı? giriş yap