• değer bilen, unutmayan, bağlılığı önemseyen, kadirşinas insanlara söylenen bi sıfattır.
  • istanbul vefa'da bulunan bir cafe.istanbul üniversitesi'ne yakındır.sessiz sakinliği,güleryüzlü çalışanları,güzel menüsü ve sıcak havalarda,arka bahçesindeki armutların verdiği keyifle herkese tavsiye edilir.
  • eski adı safari olan zaman zaman gittiğimiz bir mekan. yeni vefakar olması çay fiyatlarında %200 artışa sebep olmuştur. diğer yiyeceklerde de durum farklı değil, gitmeyin ağlarsınız.
  • her zaman dolu olan mekan. istanbul üniversitesine yakın olmasından ötürü, her ipini koparan ilk nefesini orada alıyor galiba. he bir de ikinci katında -yani kapalı alanda- sigara içebiliyorsunuz. plastik bardakta su koyuyorlar masalara. ilk başta neden koyduklarını anlamamıştım, meğersem küllük niyetineymiş. suç duyurusu mu oldu sanki? tüh.
  • hazırlıktayken cuma çıkışında guitar hero oynamak için gittiğimiz mekan.

    edit1: artık guitar hero hizmeti yok. üzdü. anılara gömüldü.
  • istanbul üniversitesinin çevresinde bir yerde, hiç güzel olmayan lüks bir mekan.
  • her şey çok güzelde (bkz: istanbul üniversitesi) yani devlet üniversitenin yakınlarında bir bardak çayın 2,5 tl olması koyuyo adama ama yinede harbi (bkz: vefa)ya göre güzel bir cafe
  • bu insanları unutmayın çünkü herkes her zaman yanınızda olmayı beceremez. her zaman yanınızda olanlar işte onlar hep hayatınızda yeri olanlardır.
    (olmak fiilinin söylendikçe anlamının derinleşmesi ya da hiçbir şey ifade etmemesi)
  • ‘vefakar’ diye bir yerdeyim şimdi. mekanın adı üzerine biraz düşündüğümde vefa’da olmasından dolayı mantıklı geliyor, e haliyle. vefa bozacısı, vefa dürüm evi, vefa sahlepçisi, vefa tayincisi… sanki her mekan insanın vefasızlığını sergilemek istiyor. ‘bakın biz burdayız ve vefalıyız. hani nerde o vefalı diye saydığınız, sonra zor zamanınızda kaçıp giden insanlar?’ bu insanlardan biri de ben olmalıyım, en azından biri için. ya da bilmiyorum yan sokaktan geçen çekik gözlü turistlerin hangi ülkeden geldiklerini anlamaya çalışırken… bu ülke, bitirdi beni, tüm umutlarımı tazyikli suyla yıkayıp ibret olsun diye mızraklarının ucunda kafamı gezdirdiler. şu yazmalı, pembe kazaklı nargile içen teyze sen de vardın bunu yapanların içinde. ve sen, sen de vardın işte bir şekilde. cümlelerimin bu denli iç içe geçmesinden nasıl bir ruh halinde olduğumu anlamanızı istiyorum. çünkü yarın o sokağın köşesinde tütününü yakmaya çalışan yeşil kabanlı kadını gördüğünde, ruhsuzluğuma denk gelme ihtimalin yüksek. ama tekrar ediyorum bunu ben yapmadım. bu ruhsuz insanı ben getirmedim dünyaya yaşasın diye. ben beslemedim, ben uyutmadım. e şimdi diyeceksin, şimdi ne değişti? her şeyi bildiğini sanan gözlerimle cevaplıyorum bu soruyu hayal et, omzuma dökülen kahvemsi saçlarım, hasta olduğumdan dolayı solmuş bir papatyayı andıran yüzüm ve çay içmeyi bilmiyor gibi gözüken, sürekli kıpırdayan, tutamağını arayan ellerimle. oysa ben metroda bile bir şeye tutunmayı çok uzun zaman önce bırakmıştım. korkmuyorum ki savrulmaktan. beni sadece ben savurabilirim şimdi, çok uzaksın sen bana, ne kadar yakına gelirsen gel, hep çok uzak olacaksın. aramızda dağlar, denizler, okyanuslar var. dağları, denizleri, okyanusları aşalım diyeceksin. fakat bir bakacaksın ki yeni bir dünya girmiş aramıza. ruhumu bir türlü bulamayışım bundandır, uzay gemileri icat edecek halim de yok ki. bulunca daha bir yaşayacağım şu hayatı, ama gidip de bir kimsenin ruhunu çalmayacağım. bak sen çaldın zamanında bir insanın ruhunu, ruhsuz bıraktın beni, bacası tütmeyen evler gibi bir başıma kaldım kalabalık sofralarda. bir daha da getirmedin ruhumu geri. ben gelen her insana ruhumu getiriyormuş gibi bakıyorum her seferinde. ve biliyor musun bazı zamanlar ruhumu bulmuş gibi hissediyorum, sonra bir dönüyorum yanımdaki ruha. başkasının çıkıyor, başka başka ruhların sığındığı bir tapınak oluyorum yani. bir tek kendi ruhum gelmiyor. ruhumun vefasızlığıyla kalakalıyorum vefa’nın ortasında.
hesabın var mı? giriş yap